imightbewrong

Durum: 41 - 0 - 0 - 0 - 09.07.2018 11:36

Puan: 826 - Sözlük Kezbanı

13 yıl önce kayıt oldu. 2.Nesil Yazar.

Henüz bio girmemiş.
  • /
  • 3

bir zamanlar anadolu'da

kurgusuna göre;

---- spoiler-----

film uzun ve kıvrımlı bir yolla açılıyor. uzaktan bakan kamera sanki seyircinin gözleri olarak, bu uzun ve kıvrımlı filmde, izleyici olacağımızı ve sadece izleyebildiklerimiz üzerinden yorum yapabileceğimizi söylüyor. her dışarıdan baktığımız olay gibi bazen içinde olamadıklarımızı, müdahele edemediklerimizi anlatıyor.

3 araba ve içindekileri seyretmeye başlıyoruz. bazen kaputta oturuyoruz bazen ön kaportada. bu 3 arabadaki insanlarda mevkiler var. hepsine muktedir bir savcı, herkesin muktedir olduğu bir cinayet zanlısı ve aradakiler. herkesten önce ama, herkes kendi altındaki adama muktedir. manda yoğurdundan bahsederken bile mevkisi yüksek olan her şeyi çok daha iyi biliyor. kendisinin altında olanın bilmesi mümkün bile değil daha iyisini.

anadolu'da polis, asker, savcı, doktor ve zanlı ile cinayet mahallini arıyor film. gecenin içindeler, bitmiyor gece. her durdukları durakta ışık cesedin olabileceği yerlere yönelse de biz karakterlerin içine bakıyoruz o ışıkla. her durakta başka karakterin ensesine nefesimizi veriyoruz. anadolu insanlarını dikizliyoruz. sadece doktor buralardan değil, o da bizim gibi yabancı buraya ve dışarıdan sessizce bakıyor olana bitene. arap'ın dişe diş felsefesini dinliyor sessizce, acırsan acınacak hale düşersin öğüdünü, naci'nin karısından azar işitmesini ve savcıya mahcup oluşunu, savcıyı suçlamaya dönüştürmesini izliyor arkadan. naci'nin işittiği azarları, kazma taşıyan adamlara ve mevki zincirinin en altındaki zanlının suratında patlatmasını izliyor. izliyor sadece. mevkiler çok mesele anadolu'da. herkes kendinin üstündeki adamdan rica etmek durumunda. bu nedenle kızgınlığının geçmemesini izliyor naci'nin.

doktor yuvarlanıp gidiyor sadece. naci'nin çocuğunun sakat olmasının alın yazısı olması gibi kendisinin burada olması da sadece alın yazısı. aynen tek görevi zanlıya göz kulak olması gereken memurun savcı'nın kaç defa çişe gittiğini sayması gibi. o da burada olmayı istemedi, sadece burada. top gibi bir ağaç arıyor devlet savcısının ve polisinin eliyle. ama kimsenin derdi burda olmak değil. birinin öldürülmüş olması da kimsenin hiç derdi değil. ne zaman dallarımızdan kopup yuvarlandık toprakta ve ulaştık diğer düşen elmaların yanına da çürümeye başladık? ne zaman üzerimizden çok sular aktı. hep ağacımızı sallayıp bizi daldan koparan adamların suçu muydu olanlar? alın yazısı işte. yuvarlanıp gidiyordu herkes.

şimşek ve farlarla aydınlatmak yetmeyince karanlığı dinlenmek lazım ki sabah olsun. devlet baba, köylü muhtarına misafir bu sefer. o da dalından kopmuş ve yuvarlanıp çürümeye başlamış elmalardan biri. derdi 10 yıllarca köye gelmemiş köylülerin gönlü için morg yapmak. ışık kaynağı doğanın hücumuna, rüzgar eliyle, uğradığında dertlenmiyor ama. gelir diyor. elektrik de gelir, su da. ışık bu sefer bir meleğin ellerinde giriyor odaya. herkesin 3 kez dönüp baktığı bir melek. mucize gibi kola isteyene kola bile getiriyor. katile maktulunu gösteriyor ışığıyla. zaten bir tek maktul meleğe bakıp kalmıyor. ölü çünkü. izleyen, karışmayan doktor bile izlemeyi bırakıp sadece melek'e bakıyor.

ne sebebini ne şeklini öğrenemediğimiz cinayet hikayesinin etrafında yeni bir hikaye anlatıyor savcı, doktora. bir kadından bahsediyor. ölmüş. doktor sadece izlemesi gerekirken yorum yapmaya başlıyor ölen kadın hakkında. devleti'in hata yapmayan eli, savcıyı, düşündürecek sorular soruyor. antika adam bu doktor. devletin eli hata yapmaz. yapar mı? doktor sadece izlerken nereden de çıkardı bu bakış açısını anlatmayı. bu hikaye serpiliyor filmin içinde. hiç bir şeyini öğrenemediğimiz ana hikayenin yanında bu hikayenin her ayrıntısını doktorla beraber biz seyirciler de tartışmaya başlıyoruz. neden oldu? nasıl oldu? ve devletin hatasız eli savcının iç hesaplaşmasının başlamasına tanık oluyoruz. yüzündeki yara izi bile değişiyor bunun üzerine derince düşündükçe.

anadolu'da karanlık daha şerdir, güneş daha da hayır.güneş açınca buluyoruz cesedi. naci katilin yüzünü daha net görüyor güneşte. ceset bağlanmış ve gömülmüş. bağlamasından dem vurup saydırıyor. insanlığını sorguluyor katilin. üzerinden 5 dakika geçtiğinde ise savcı ile beraber cesedi bağlamayı tartışıyorlar. anadolu'da hava da değişken ışıkta. ne gecenin güne üstünlüğü var ne soğuğun sıcağa. insanı da değişken tabiatıyla. kar gibi soğukta olabilir, kum gibi ılıkta. savcı da değişiyor cesedin başında hatta. clark gable bile oluyor bi ara.

anadolu da ılıman bir sağ hakim. kadercilik var, yanlışa bağırıp çağırma var. çürümüşlük belki biraz. ağaçtan düşüp yuvarlanan elmalar gibi herkes kendi hayatının içinde yosun tutma derdinde. doktora bağırıyorlar hatta ne işin var da yuvarlanıyorsun burda. evli değilsin, çocuğun yok. gitsene! doktor soruyor, -nereye?. nereye hakikaten? neresi bu hep gidilmesi gereken yerler, kendimizi bir an önce buradan kurtarmak için. eski anılarına göz atıyor doktor, belli ki üzgün bir çocukluk geçirmiş, buruk bi gençlik. otopsi yapılacak cesede. otopsiye gitmeden önce tam gözümüzün içine bakıyor doktor, tam göz bebeğimize, o da bizim gibi izleyiciydi bu noktaya kadar ve biz bize bakan doktorun kendisine baktığını görüp uğurluyoruz odadan. aşağıya inip babasız çocuk, kocasız kadınla tanışıyor doktor. karanlıkta lamba ışığıyla meleği gören doktor bu sefer güneşin soğuk ışığıyla şeytana bakıyor. katilin cinayet sebebine. maktulun ölüm sebebine. bir yerde bir olay varsa önce kadına bakacaksın.(naci'nin şu anda antep'te görev yapan komiserinin dediği gibi) kocasından değil sevgilisinden çocuk sahibi olan, sevgilisine kocasını öldüren bir üçüncü sayfa dilberi mi bu kadın acaba? kocasının cesedine bakıyor soğuk bir damla gözyaşı ile. otopsi odasında tetkik ediyor kadın. şeytanlık yüzümüzde izlere dökülürse peki. pinokyo gibi burnumuz uzayacağına yüzümüzde lekeler oluşsaydı her günahımız için? kaçımız piru pak gezerdik? savcı kendi karısının ölümünden sorumlu olduğunu net olarak anladığında ise doktora soruyor. otopsi şart mı? doktor cevaplıyor. kesinlikle, gerekli.

otopsi sırasında doktor yetim ve kendinden olmayan bir çocuğun babasının, dul kadının kocasının, öldürülen bu adamın aslında diri diri gömüldüğünü öğrendiğinde ise susmayı tercih ediyor. kötü geçen çocukluğundan biliyor ki bu çocuk babası katil bile olsa babasız kalmamalı. mümkün olduğunca erken kavuşmalı babasına. suçu ağırlaştırmanın bir anlamı yok diye düşünürken, maktulun kanı onun da ellerine bulaşıp yüzüne sıçrıyor. o da ortak oluyor cinayete ve yüzünde öldürülen adamın kanının izi kalıyor. o ise hastaneden uzaklaşan anne ve çocuğunu izliyor. pişman olacak mı acaba bu kararından günün birinde? hiç sanmıyorum. çünkü yetişkinler kendi yaptıklarının cezasını çekiyorlar ama çocuklar büyüklerin günahlarını sırtlamak zorunda kalıyorlar. farkında olmasalar bile. çünkü annelerinin elinden tutup yürürken uzaktan gelen topa vurmak asıl mesele onlar için, ne de olsa hayat akıyor ve onlar da yuvarlanıp gidiyorlar...şimdilik.

----spoiler------

altüst

athena'nın en çok dinlediğim albümüdür. hiç bir athena albümünü baştan sona şarkı atlamadan dinleyemiyorum maalesef ama her şarkının altyapısı o kadar güzel ki, arka vokalleri, baslar, ritmler o kadar güzel ki...
pis albümü olgunluk albümleri diyordum ama adamlarda hala gelişecek, ileriye gidecek alan varmış. bir sonraki albümleri bundan daha güzel olursa ya? aman allahım şimdiden heyecanlanıyorum.
harmanı o kadar doğru ayarlanmış ki albümün, grunge, brit rock ve bir çok türün tadı var iken tam anlamıyla bu topraklara ait.
en çok dinlediğim grup değiller, en sevdiğim albümler de onların değil... ama ben bu adamları çok ama çok seviyorum. bence bu, yapılan işi sevmekten bir adım daha öte.

mesafe algısı

bu konu ile ilgili duyargalarımın, sensörlerimin doğuştan kapalı geldiği algı.
özellikle adres sorarken ki en büyük kabusum.
"300 metre ilerde"
orda biri bana 300 metre 4 bina sonrası dese de inanırım, sonu çıplak gözle görünmeyen yolun sonu dese de inanırım.
küçükken bunun için bir yol bulmuştum. her elektirik direğinin arası 50mt. buna göre hesaplama yapardım.

yön duygularım da pek parlak olmadığından, mevsimler arasında göç eden bir cins olmamamız benim için başlıca şükürlerdendir. kesin 2. de hadi olmadı 3. de sürümü kaybedip ölüp giderdim yalnız başıma.
bu nedenle adres sorarsa biri size, 35 derece açı ile sağa 417 metre gittikten sonra 174 derece sola dönerek 372 metre daha gittiğinde karşında göreceksin gibi laflar etmeyin. ediyorsanız da az ilerde o kişi bir başkasına adres sorduğunda suçlayan gözlerle bakmayın. anlamıyoruz kardeşim basmıyor kafamız.

wikipedia

https://en.0wikipedia.org adresinden * ulaşabileceğimiz kollektif bilgi kaynağı.
hangi dilde kullanmak istiyorsanız, adresteki "en" kısmını istediğiniz dil kodu ile değiştirerek ulaşabilirsiniz.
https://tr.0wikipedia.org gibi.

bu ve bunun gibi * çözümleri öğrenmek zorunda olduğumuz bir ülkede yaşamak ise bambaşka bir konu. zamanında ülkenin başbakanı bile yasaklı bir site için ** "ben giriyorum, siz de girin" tarzı bir açıklama yapabildiği talihsiz serüvenler dizisi içinde yaşamak gibi.

global olarak internet kendi kurallarını oluşturup, sınırlamalar çoğaldıkça bir şekilde başka formlara evriliyor. sadece kitaplar üzerinde yazılanların olduğu eski yıllar çok geride kaldı. her gün yeniden yazılıyor bu kitap.
özellikle sosyal medyanın, yüksek internet hızlarının içine doğan yeni nesil ile birlikte, eski jenerasyondan bu yeni stile ayak uyduramayanların anlayamayacağı bir mecra haline gelmekte internet.
internet üzerinde yasaklar aynı açık ovada, bir noktaya sağı, solu, üstü olmayan kilitli bir kapı kondurmaya benziyor. ben bu kapıyı buraya koydum arkasına geçemezsin demek gibi bir şey. yok ya! senin küçüklüğünden beri öğrendiğin tüm sanal filtreler, büyüyünce de dayattığın engeller, herşey 2000'li yılların başında yıkıldı, yok oldu.

artık kimse birilerinin elinden çıkma bilgilere ve haber kaynaklarına muhtaç değil. her bireyin kendisi bir kaynak. binlerce km ötedeki olaylar için senin servis ettiğin bilgileri değil, olayın göbeğindekilerin deneyimleri ile okuyoruz, izliyoruz.
gezi olaylarında olduğu gibi.

her ne kadar gelecek için karamsar olmamak çok zor olsa da, yeni nesile dair inancımın dayandığı en büyük nokta internet ve sosyal medya. bakmayın şimdilik kullanım alışkanlıklarına, şu anda öğrenme aşamasındayız. bu bocalama devri nihayetinde. en çok 3 sokak ötesini görebildiğimiz yaşamlarımızda şimdi yüzlerce km görüş alanıyla bakıyoruz. bu kullanma alışkanlıkları ise aynı internet gibi evrilerek insanların, toplulukların ve hatta devletlerin, her konuda daha şeffaf ve daha önsezili adımlar atmasını sağlayacak.

dark was the night

ismini blind willie johnson şarkısından alan red hot organisation destegi icin yayinlanan album olani, benim icin en ozel albumlerden biridir. herkesin bildigi gruplarin, sarkicilarin kimsenin bilmedigi kayitlarindan olusur. tum albumu sarki atlamadan dinlemek zordur ama icindeki efsane sarki sayisi bakimindan ender bir albumdur. yayinlandigi seneden * bu yana ara ara acip ve her seferinde degisik sarkilarini dinledigim enfes album.
(bkz: train song)
(bkz: brackett, wi)
(bkz: so far around the bend)
(bkz: feeling good)
(bkz: i was young when i left home)
(bkz: sleepless)
(bkz: service bell)
(bkz: you are the blood)
(bkz: well-alright)
(bkz: gently hour)
vs.

pyotr ilyich tchaikovsky

19. yüzyılın en büyük bestecilerinden biridir. beethoven ile açılan klasik müzikte romantik döneme en büyük katkısı olan bestecilerden biri, sanırım o dönemin içinde en sevdiğim.

psikolojik olarak çok sağlıklı olmadığı genç ve orta yaş dönemi boyunca çektiği acıları ve sağlıkla kurduğu hayalleri notalarına geçirmeyi başarmıştır.

kimi eserleri sınırdaki zihin sağlığının yankısı olarak tempoları ani olarak değişen, orkestrasyonu minimal ile gösteriş arasında salınan eserler ile devrindeki müzisyenlerden ayrılmıştır. olgunluğa erişen bir müzik dönemine yenilik getirmeyi başarabilmiştir.

kimi eserleri ise kurduğu güzel düşlerin yansıması olarak pürüzsüz hayal alemleri oluşturarak, enstrümanların senfonilerde bile balet/balerin ayak ritmi gibi su misali akmasını sağlamıştır. bu ise kendisini o dönemin klasik rus müzisyenlerinden ayırarak daha batılı bir kimlikte görünmesine neden olmuştur.

psikolojisini etkileyen sebepler olarak, eşcinselliğini gizlemenin ağırlığı ile yapılan kötü evlilik, maddi durumlar gibi bir çok neden sayılabilir.

döneminin bence en hüzünlü eserini ise ölmeden hemen önce tamamlamıştır. senfoni no.6, op.74 diğer ismiyle pathetique.
hüzünden ziyade trajedik. ilk senfonileri eleştirmenlerce bale süitlerine benzetilen, senfoni konusunda yeteneksiz bulunan çaykovski'nin son eseri. ilk icrasından 9 gün sonra vefat ettiğinden dolayı aldığı tepkileri göremediği şaheseri.

bir dönem çaykovski takıntımın ana sebeplerinden biri. çok karanlık bir eser. çaykovski senfonilerinde ilk ve son senfoniyi çok ayrı severim. ilkini daha çok dinlerim sonuncusunu dinlemeyi ruh halim herzaman kaldırmıyor.

konudan alakasız olarak bu yazdıklarımı pyotr ilyiç çaykovski başlığı altında yazmak sanırım daha doğru olurdu.

crack up

fleet foxes adlı güzide grubumuzun 2017 tarihli 3. stüdyo albümleri.
belli ki bu sene çok çok dinleyeceğim albümlerden biri. sonbaharda sürekli akla düşecek gibi hissediyorum.
kendi isimlerini taşıyan ilk albümleri ile yeni bir janr oluşturmasalar da arkalarından gelen bir çok folk müziği yapan gruba ilham olmayı başardılar. bu albüm ilk albüme göre daha az melodik ve çok daha yenilikçi.
üst üste kaydedilmiş vokaller, gitar ve piyano bölümleri enfes bir hava vermiş albüme. özellikle açılış ve kapanış şarkıları muazzam olmuş.
uzun süredir bir albüm beni bu kadar heyecanlandırmamıştı.
dinledikçe katman katman daha da güzelleşeceğine inanıyorum.
ikinci albümle * yavaş yavaş ayrıldıkları melodik folk müzikten iyice progresif folk müziğe geçişleri olmuş bu albüm.
olgun, üzerinde çalışılmış ve güzel düşünülmüş bir albüm.
şu anda bile kolayca yılın en iyi albümlerinden biri olacağını kolaylıkla söylemek mümkün, beklentim zaman geçtikçe 2000'lerin de en iyi albümler listesinde olacağı.
dinleyiniz efendim.

eşcinsellik

erkeklerin regl hakkında ileri geri konuşmasından, kadınların askerlik hakkında 'yap, kurtul yanee, çok mu zor" demesinden daha saçma bir şey varsa o da heteroseksüellerin eşcinsellerin duyguları hakkında yargılayabileceklerine, duygu durumları üzerinden tespit yapabileceklerine inanmaları. bunun ikame olmadığını, seçmekle olmadığını anlamak neden bu kadar zor geldiğini anlamak imkansız.

kimisi gelir şovenistlikle suçlar, kimisi gelir yaşasınlar ama evlerinde yaşasınlar şımarıklığıyla laf söyler. ama en sinir bozucusu 'onlar da insan' düşüncesinde ki veya 'benim saygım var ama' ile başlayan cümleler kuran insan samimiyetsizliği. gerçi bazıları sığ akıllarının süzgecinden çıkan düşünceyi ellerinden geldiğince iyi niyete bulayıp söylüyor. hele ki din penceresinden, yaratıcının rahmeti hakkında en ufak fikri olmadan, inandığı dinin enginliklerinden bihaber olarak asıp kesenler, yaşamın ötesine şahit olmuş gibi ahkam kesenler...

eşcinseller sizin empatinizi beklemiyor zira mevcut düzen ve yetiştirildiğiniz karanlığın içinde buna pek imkan olmadığının farkındayım. sadece insanların düşüncelerini kendi hissettiklerinden çok daha önemli olduğunu düşünen bir çok insanın hayatını karartan açıklamalarınızı yapmadan önce vicdan süzgecinden geçirin yeter.

deli bando

ilk albümün arkasından uzun zaman boyunca heyecanla yeni albüm haberi var mı diye kontrol etmekten deliye döndüren yasemin mori'nin ikinci albümü. yanlış hatırlamıyorsam, 2012 yılının eylül ayında dünya klibiyle birlikte geldi. defalarca dinleyerek çok güzel bir şarkı olduğunu düşünsem de benim albüm bekleme heyecanımı söndürmüştü. o senenin sonbaharında çıkan albümü ben yaklaşık 6 aylık bir gecikmeyle 2013 baharda aldım ve dinledikten sonra albümü dinlemediğim dönem için pişman hissetmeme neden oldu.

albümün türk müziği için avangart olduğunu düşünüyorum. her şarkı için ince ince çalışılmış, emek verilmiş hissi mevcut. zira bazen albümler çok fazla üzerinde durulduğunda hissi kaybedip ince işler içinde boğulmaya ve 'fazla' olmaya başlar. alt-j nin ilk * albümü gibi. ama deli bando doğru düzenlemelerle, yüksek enerjinin buluşmasıyla oluşmuş güzel bir albüm. hayvanlar albümü kadar dinleme listemde tutmasam da uzun zaman sonrasında hala özleyip dinlediğim şarkılar mevcut. ama asıl mesele * yasemin mori'nin söz yazarlığı. bu albümden hiç bir zaman sıkılmamayı sağlayacak bir unsur benim için.
"sonsuzluğunun uçlarını aç iplerini kalbine bağla
hışırtılarla kaplı ormanlara dal da sırlarını göğsüme yasla"
veya
"şehrin ışıkları sömürüyor güneşin aşıklarını
sokakları otobanları gökdelenleri aşarak
kartalların yuvasından bizi aşağıya doğru sallandırabilirim"
gibi uzun zamandır duymadığım güzellikte sözlere sahip şarkılar var. yayımlandığı senenin en güzel türkçe albümlerinden birisi. bundan sonra, hangi şarkıyla çıkarsa çıksın bir yasemin mori albümünün tamamını dinlemek için her zaman heyecan duymamız gerektiğini öğreten bir albüm.

let me kiss you

biri "dünyanın en güzel şarkısı" diye bir iddiada bulunsa, ne sınıflandırdığı için, ne sınırladığı için zerre kötü duygu hissetmeyeceğim şarkı. yaşamıştır, hissetmiştir ve hayatındaki en güzel şarkı olmuştur.

herşey insan için madem, akılcı duygu durumlarından, ahkam kesmek kimsenin harcı değilmiş. doğru bazen en iyisi değilmiş. karşılıklı hissedilmese bile hissetmenin gereği ve arzusu varmış. "sen gözlerini kapatsan ve başka birini düşünsen bile umurumda değil yeter ki dudaklarına değen dudaklar benim olsun" diye düşünmek acziyet değilmiş ki.

nitekim ilk dinlediğimde morrisey'in en güzel şarkısı bu olmalı demişken, ara ara gidip gelen aklımla dünyanın en güzel şarkısı bile olabilir diye düşündüğümdür.

the beatles

biraz motivasyonum olsa kalkıp dünyayı feth edicem ama hala 5-6 sene önce denilince aklıma 90lı yılların sonu gelmesi zeka ikilemlerine neden oluyo ya, hiç hoş değil.

bi de satılsa ya şu cesaret denilen naneden. ama cahil cesaretinden. atlasak böyle herşeye. dünyayı fethetmek için, bu da gerekli pek tabii... anlayınca olmuyor yahu, ayrıntılarla kafayı bozuyorsun.
yok obsesiflik de değil dediğim, e şunu buradan halletsem, şunu bir arkadaşımdan rica etsem, onu da oradan alırım derken dünyayı fethetmek hiç de kolay görünmüyor gözüme. bak caydım yine.
diyeceğim o ki sevdiğiniz şarkıların albümü yoksa grooveshark gibi sitelerden dinleyin bence, youtube da izlemeye başladığınız anda o video bu video derken bi bakmışsınız bilgisayar başında 1 saat boyunca şirin kedi videoları izlerken buluyosunuz kendinizi. işin ilginci nasıl geldiğinizi bile anlamıyosunuz o videoya... şeytan işi. ya da izleyin dünyayı feth edicem ben, siz kedi videoları izledikçe kolaylaşır herşey.

ama ki sevgilinin elindeyken elim here, there, everywhere çalsa mesela, herşey yalan olur gibime geliyor. kendi dünyamdan ötesi kimin umrunda olur?

tame impala

sevdigim grupların albümlerini onların sıraladığı şekilde dinlemeyi seven biri olarak son albümleri "currents" i karisik olarak dinlemeye bayildigim yetenekli genclerin kurduğu cok güzel, en güzel gruplardan biri.

my mad fat diary

kısa ve güzel bir 3. sezonla maalesef ekranlara veda etmiş dizi. dizi, lise yıllarını 90'ların sonunda yaşamış nesil için * müzikleri bakımından çok daha derinden etki etmiştir eminim. hele ki zamanında karışık kasetlere çok kafa yorup zaman harcadıysanız... özellikle müziğe azından ucundan ilgili biriyseniz bu diziyi, o dönemlerdeki cayır cayır gitarlı müzikleri hatırlamak için muhteşem bir sebep haline getirebilirsiniz.

rae'in bencilliklerinden sürekli bahsedenlerin ve finn&rae ilişkisini olmaz gördüklerini yazıp duranların yaşlarını bilmiyorum ama belli bir yaşa geldiklerinde izlemiş olsalardı sebep sonuç bağlantısını kurup, hayatta her şeyin mümkün olabileceğine kanaat getireceklerine inanıyorum zira dizi hayata gerçekçi bir hikaye ile lise çağlarındaki bir kızın romantik gözlükleriyle bakıyor ve bunu çok iyi başarıyor.

bölümleri tek başıma tekrar izler miyim pek zannetmiyorum ama etrafımdakilere baskı yapıyorum diziyi izlemesi için. böylece onlar izlerken ben de arada kurguyu ve hikayeyi takip etmeden müzikleri ve sevdiğim sekansları tekrar izleme şansı yakalarım diye umuyorum*.

a moon shaped pool

dinledikçe açılan radiohead albumu. eve gelip dinlemek icin sabırsızlandığım, işim varken yatağa uzanip kırk dakika müzik arası vermek için zaman ayırdığım bir albüm olmamıştı for emma, forever agodan yana. 2011 yilinda cikan albümler nedeniyle çok para harcayıp hi-fi stereo sistem sahibi olmustum, bu album icin bu aralar butcemin cok uzerinde bir kulaklik siparisi verdim. yasitlarim ev araba sahibi olurken iste ben boyle boyle para tutamiyorum elimde zaten :)

albumun harika prodüksiyonu icinde simdilik sadece `tinker tailor soldier sailor rich man poor man beggar man thief` sarkisina tam yakinlik kuramadim. eminim bi kac zaman sonra kurdugum bu cumleye de pisman olacagim.

grubun hayrani muzisyenlerin bu albüm icin yapacagi calismalari dusundukce daha da heyecanlaniyorum. four tet, sbtrkt, modeselektor, jaime xx ve niceleri tarafindan gelecek isler.. off cok guzel oldu bu. çoook.

sense8

ilk sezon itibari ile;

iyi dizileri izlerken hep aklımda oluşan tekrar izlemeliyim sesini ilk defa bu kadar hızlı dinledim ve diziyi bitirir bitirmez tekrar baştan başladığım muhteşem dizi. sahneler hakkında yazacaklarımı spoiler satırları altına yazacağım ama yazarken, dizinin seyir zevkini kaçırmayacağını düşündüğüm, ufak spoilerlar ile yazabilirim.

hayatımda ikinci kez bir dizi ile bu kadar güçlü bir bağ kurdum. diğeri olan friends'te de kendimi 7. arkadaş gibi hissederken bu dizide de kesinlikle 9. olduğumu hissettim. yine aynı friends'te olduğu gibi favori karakterimin olmadığını farkettim, hepsini hemen hemen aynı oranda sevdim ve izlemekten keyif aldım.

genel olarak yazılan lgbti propagandası yapıldığı iddialarının açık bir zihinle izlendiğinde saçma olduğunu görmek zor değil. ana 8 karakterin sadece 2 tanesi eşcinsel ve o iki kişinin hayatına da diğer 6 kişinin hayatına dahil olduğumuz kadar dahil oluyoruz, ne eksik, ne fazla. wolfgang'in kadınlarla seks yapmasını veya riley ile will'in romantizmini ne kadar izliyorsak nomi ve lito'nun da hayatında o kadarını gözlüyoruz. nasıl ki kala'nın ganesha ile bağının anlatıldığı festivali izliyorsak, nomi ile de gay pride'da bulunuyoruz. denge o kadar hassas ve güzel kurulmuş ki, bunun eşcinsellik propagandası olduğunu söyleyenler üzerine bir de kendilerinin homofobik olmadığını iddia edenler gerçekten komik görünüyor. "benim de eşcinsel arkadaşlarım var, ama..." veya "bence herkes istediğini sevebilir, ama..." diye devam eden cümleleriniz kadar saçma ve komik.

şu noktada anlaşalım, eğer ki çıplaklık ve seks sahnesi görmek seni irite ediyorsa bu ve bunun gibi bir çok yapımı ***** izlemeyeceksin *. ama bunu ne gerek vardı diye eleştirmek çok akıllı bir eleştiri değil bana göre. kaldı ki bir çok yapımda populist yaklaşımla * eklenmiş seks sahneleri yerine bu dizide hikaye açısından grup seks sahnelerinin gerekli olduğunu düşünüyorum. yapılan bu ve bunun gibi yorumlar için elbet tartışacak çok şey var ama dizinin içerdiği mesajlar nedeniyle tek giride, tek başlıkta yapmak epey sıkıcı bir hal alabilir.

izlemeyenler için;
diziye hiç başlamamış olanlar için tavsiyem şans vermeleri. dizilerin gelecekte görsel sanatların en büyük sektörü haline geleceğine inanıyorum.nasıl ki sinema tiyatronun omuzlarından gerçekçiliğin yükünü aldıysa dizi sektörü de sinemanın omuzundan mesaj kaygısını almış durumda. bence uzun uzun anlatacak hikayesi olan yönetmenler, yazarlar dizi film sektörüne yönelmiş durumda. çünkü yapımcıların bir buçuk saatte anlatması için sıkıştırdıkları hikayeleri, sezonlarca, saatlerce ve yıllara yayarak anlatabilme lüksüne kavuştular. ve ürünleri eskisi gibi düşük-orta çözünürlüklü, küçük ekranlarda ziyan olmadığını bilerek yapıyorlar. bu tarz materyallere ilgisi olan insanların ortalama bir bütçeyle kurdukları setlerin izleme keyfini kaçırmadığını biliyorlar. sinema sektörü ise daha eğlenceli ve hafif mesaj kaygıları olan hikayeleri kovalamaya başladı son 10 yıl içinde bana göre. teknolojinin verdiği imkan ile de bunu çok daha eğlenceli hale getirmeye başladılar. bu nedenle bu kadar fazla çizgi roman uyarlaması izleyip, 3 boyut çılgınlığında yaşıyoruz. mutlaka ki bu söylediklerim popüler sinema için geçerli ve yine de istisna sayısı bir hayli yüksek. eski, hikayesi güçlü filmlerin, bir bir dizi film uyarlamalarının çıkmaya başlaması da söylediklerimi kanıtlar nitelikte.
işte bu dizi yukarda söylediklerimi destekleyen muhteşem bir örnek. yapımdan yayına kadar olan her aşaması ince ince işlenmiş, ödün verilmemiş ve muazzam emek harcanmış bir yapım. wachowskilerin hikaye konusunda çok yetenekli ve özgün oldukları aşikar ama iş senaryoya gelince ürettikleri her materyal * * klişelerden kaçamıyor. belki bilinçli bir tercih, belki değil... bu benim seyir zevkimi zerre etkilemediği için bunu bir zayıflık olarak görmüyorum. hatta bu dizide yer yer b-filmlerin havasını yakalayacak kadar klişe sahneler bulunmakta ve * dizinin eğlence dozunu oldukça yükseltmekte. yargılarınızdan arındığınızda aksiyon, bilimkurgu, romantizm, dram ve komedi açısından oldukça doyurucu bir yapım izleyebilirsiniz.

 spoiler!

izleyenler için;
wachowskiler dizinin tamamının düşünülmüş olduğunu söyledikleri üzere, aslında bölüm bölüm yayınlanan tek bir hikayeyi izliyoruz. kahramanlarımız her bölümde yeni maceralara yelken açmıyorlar, yazılmış olan hayatlarını yaşıyorlar ve ilk bölümden itibaren git gide birbirleri ile olan etkileşimlerini arttırıyorlar. her ne kadar katılmasam da ilk bölümlerin durağan olduğuna dair eleştirilerinin niçin yapıldığını anlıyorum. ilerleyen bölümlerde tempo oldukça artsa da her bölüm kendi içinde zirve noktaları bulunduruyor.
ilk bölümle beraber kahramanların mutlu mesut giden hayatlarında çatlamalar başlıyor ve adım adım boka batmalarını izliyoruz.
bireysel hikayeleri ilerlerken ufak, etkisiz etkileşimler başlıyor ve anjelika'nın ölümünden sonra ancak 4. bölümde hepsi aynı anda etkileşime girebiliyor what's going on şarkısıyla.
şarkı demişken, dizi müziği muhteşem kullanıyor. bir çok zirve anlar * müziğin başrol oynadığı sahneler oluyor.
nomi : izlemesi inanılmaz keyifli bir karakter. oyuncu o kadar güzel oynuyor ki anılarını anlattığı sahnelerde, hiç bitmesin ve hep anlatsın istiyorsunuz. yaşadıklarını küme dışından birine ilk söyleyen kişi. anita gibi bir sevgiliye sahip olduğu için ilişki konusunda en şanslı kahraman bence. kümenin barışçıl, aktivist, bilgisayar korsanı *. çok defa küme elemanlarının kıçını kurtardığı oldu ve nerd izleyici için izlemesi en keyifli karakterlerden biri.

kala : her ne kadar yorumlarda bir işe yaramadığı söylense de grubun mistik yönünü temsil ediyor bence. hikayesi, yaşadığı yer * dolayısıyla oldukça ilgi çekici. geleneklerini, tabularını ve toplum yapılarını izlemek oldukça eğlenceli. tıbbi ve kimyasal yardımlar da kala hanım kızımız tarafından veriliyor. kafe'de yağmur altındaki wolfgang ile olan diyaloglarının olduğu sahne bence dizinin en romantik anlarından biriydi.

wolfgang : dizinin alman ayağı ve bilek gücü ve hikayesinin arka planı oldukça ilginç. muhtemelen içindeki ilkel ve duygusuz tarafı babasıyla ilişkili taciz olayına bağlanacak. bu kadar sert durması kala ile olan sahnelerini daha romantik hale getiriyor bence. felix ile tanışma hikayeleri ve arkadaşlığının temelini anlatıldığı saheneler çok güzeldi.

sun : koreli kahramanımız ve dizinin dövüş ustası. en çok kıç kurtaran kahraman, hapiste olmasından dolayı boş vakti çok ve her ihtiyacı olana koşabilecek konsantrasyonu var. dövüş kareografileri oldukça doyurucu ve eğlenceli. afrika'daki super power suç örgütü ile yaptığı ve hapishane bahçesinde ki kavgalar çok güzel çekilmişti.

capheus : dizi de en çok * kıçı kurtarılan karakter ve hikayenin afrika ayağı. çocukluğuyla ilgili hikayeler ve nairobi'ye ait sokak görüntüleri ile izlemesi ilginç olan bir karakter. optimist ve çocuk gibi davranan küme elemanı. ikinci sezonda değişmesi kötü oldu.

lito: dizinin yalan makinesi, drama queen'i ve ideal aşığı. aşk acısını somutlaştırdığı bölüm hem dramatik hem de komikti. 8 ağustos'ta doğmak zorunda olmasaydı kesin balık burcu olurdu. maskulen tavır ve görüntüsünün altında bambi kalpli er kişisi. sun'ın regl duygu ve sancılarını çektiği sahneler de eğlenceliydi. hernando ile çok yakışıyorlar ve aralarındaki kimya olağanüstü.

will & riley : gerçek hayatta karşılaştıkları sahne o kadar güzel çekilmişti ki bu yaşta beni ağlatmayı başardılar. şimdilik gördüğümüz kadarı ile çocukluk zamanlarında da başka duyusallar ile iletişime geçen iki karakter sadece bu ikisi. kümenin tek doğum yapan insanı olarak sanırım, herkesin duygusal olarak en bağlı olduğu kişi riley. kümenin anaç tarafını temsil ediyor bence. arka plandaki hikayesi de bir o kadar acıklı. will'in whispers ile göz göze gelmesi ne kadar içimizi burksa da izlemekten keyif aldığım iki karakter.


aslında aklımdaki hiç bir şeyi yazmamış gibi hissediyorum. belki editlerim daha sonra *

cihan mürtezaoğlu

insanin keşke benim için yazılmış olsaydı dediği şarkılardan senin adın zambak şarkısının yazarı, söyleyeni ve çalanı. bin duvar yıkan, bahar getiren adamların şarkılarını söyleyen.

oasis

çok güzel düşünüp de bugün dinleyeyim dediğim nefis grup.
blur vs oasis olaylarında çok mecbur kalırsam seçeceğim taraftır ama ne gerek vardır bunlara, ikisi de canımızdır ama oasis daha çok canımdır.
çok güzel, hiç eskimiyor. dinle dinle dur yıllarca.
çok seviyorum lan sizi.

shame

the avett brothers'ın 2007 model albümleri emotionalism'den güzel parça. vokali ile gitar tınıları ile pişmanlığın en güzel işlendiği şarkılardan biri.
şöyle de sözleri var;

okay so i was wrong about
my reasons for us fallin' out
of love i want to fall back in

my life is different now i swear
i know now what it means to care
about somebody other than myself

i know the things i said to you
they were untender and untrue
i'd like to see those things undo

so, if you could find it in your heart
to give a man a second start
i promise things won't end the same

shame, boatloads of shame
day after day, more of the same
blame, please lift it off
please take it off, please make it stop

okay so i have read the mail
the stories people often tell
about us that we never knew

but their existence will float away
and just like every word they say
and we will hold hands as they fade

shame, boatloads of shame
day after day, more of the same
blame, please lift it off
please take it off, please make it stop

i felt so sure of everything
my love to you so well received
and i just strutted around your town
knowing i didn't let you down
the truth be known, the truth be told
my heart was always fairly cold
posing to be as warm as yours
my way of getting in your world
but now i'm out and i've had time
to look around and think
and sink into another world
that's filled with guilt and overwhelming

shame, boatloads of shame
day after day, more of the same
blame, please lift it off
please take it off, please make it stop

and everyone they have a heart
and when they break and fall apart
and need somebody's helping hand

i used to say just let 'em fall
it wouldn't bother me at all
i couldn't help them now i can

rupaul's drag race

9. sezonu ile bu kadar sene sonra bile hala yeni, farklı ve muhteşem olabileceğini kanıtlamış program. bayılıyoruz.

ama asıl bahsetmek istediğim şey all star serisinin ikinci sezonu. izlediğim sezonlar arasında en iyilerinden biriydi. her bölüm ayrı güzeldi ve her bölümde ağzımız biraz daha açık kaldı yetenekleriyle.

 spoiler!
tüm sezon performansına bakılırsa alaska'nın haketmediğini söylemek güç ama benim de herkes gibi gönlümden geçen katya'nın birinci olmasıydı. bebişim tam bir çılgın çünkü. rolaskatox haksız dayanışmasına rağmen sona kalan 3'lü sezon boyunca en beğendiğim 3 kişiydi. kim kazansa garipsemezdim. ama sanki detox podyumu tam anlamıyla yıkmışken *o da kazansa süper olurdu.



çok keyifli bir sezondu.
yalnız iyi çözünürlükte bölümleri bulmak epey zor. logo tv web sayfasından maalesef sadece ilk bölüm * izlenebiliyor ve diğer bölümler için xfinity aboneliği istiyor. ingilizce altyazı ile izlemek için epey araştırdım ama maalesef bırakın altyazıyı, çamur olmayan görüntü bulmak bile zor oldu. umarım netflix bünyesine daha hızlı bir şekilde bu yarışmanın bölümlerini ekler. izlemesi heyecanlı ve eğlenceli.

netflix

sense8'in yeni sezonunu iptal etmesi ile üyeliğimi durdurduğum ve bunu e-posta ile kendilerine iletmem sonrasında final bölümü yayınlayacaklarını tarafıma duyuyarak inceliklerine hayran kaldığım platform. üyeliğimi yeniden aktifleştirdim.

eşcinsellik propagandası ile de alakalı söylemek istediğim bir kaç şey var aslında. sadece kendi etrafımı gözleyerek söyleyebilirim ki eşcinseller bu platforma para ödeyen önemli bir kitle. ne kadar bu şekilde genellemek çok saçma olsa da etrafımdaki heteroseksüel arkadaşlarımla bu platform hakkında konuşurken aldığım cevaplar "ne gerek var abi ya, heryerde bulunuyor o diziler zaten." veya "hacım bana da şifreni versene!" şeklinde. aynı durum spotify veya apple music tarzı platformlar için de geçerli. firmalar, şirketler eşcinsellerin ortalamaya vurulduğunda daha iyi kazandıklarını ya da en azından daha kolay para harcayarak maalesef tüketim toplumunu daha iyi temsil ettiklerini hep biliyordu ama buna oynayacak cesareti son yıllarda kazandılar.

zannediyorum düzcinsel ve eşcinsel insanların para harcama içgüdüleri, mantıkları birbirinden farklı olmasından kaynaklanıyor. bu daha detaylı incelenebilir belki çocuk sahibi olmayacaklarından kaynaklı veya kıyasla büyük ev büyük araba sevdaları olmamasından dolayı böyle ufak tefek şeylerin hesabını yapmıyorlar eşcinseller. ee genel olarak işlerinde de başarılılar ve iyi kazanıyorlar. parayı kıyafetti, parfümdü, teknolojiydi har vurup harman savuruyorlar işte *.

netflix'in lgbti içerikli yayınları yayınlara yer vermesi hakkında yazmak için başladığım yazı eşcinsellerin tüketim toplumunun en azılı üyeleri olmasına vardığım sonuçla kapattım. niye böyle oldu ki şimdi?

neyse aslında söylemek istediğim ise etrafımda duyduğum eşcinsellik propogandası yapıldığına inanan insanlar. şu eşcinsellik propogandası denen şey ne saçma salak bişey. bunun olduğunu söyleyen insanlar bi içlerine sorsunlar bakalım, yetkili bir abi gelse de "eşcinsellik en güzel şey olm" diye övse sen erkeklerle beraber olmaya mı başlayacaksın? lan tuttuğunuz takımınızı bile din gibi belleyip zinhar değiştirmiyorsunuz, biri eşcinselliği övdü diye bir insan evladı gay olduysa zaten baskıdan, toplum görüşünden açıklayamıyordur da sonunda kişiliğini kabul etmiştir. ee bu da olumlu. bırakın herkes nasıl hissediyorsa öyle yaşasın.

empati noktasında sana uzaylıyla empati yap demiyoruz. çok basit, sen karşı cinsten hoşlanmayı seçmedin, içgüdüsel olarak bunu hissediyorsun. toplumun seni kendi cinsinle beraber olmaya zorladığını, bir kaç saniye, hayal et bakalım. gördüğün üzere hiç bilmediğin, yabancı terimler kullanmadım. hepsi bildiğin şeyler, erkek, kadın, penis toplum...vs. denklem aynı, sadece değerlerin yerini değiştirmen gerekiyor. nasıl? olmadı di mi? evet olmuyor işte. ama biz buna rağmen katlanıyoruz.
  • /
  • 3

mesafe algısı

insan gözünün * mesafe algısı uzaklıkla ters orantılı olarak değiştiği için, çok çok uzak objelerin hangisinin önde hangisinin arkada olduğu farkındalığı ortadan kalkıyor, bu sebeple gök cisimleri gibi bizden insan ölçülerine göre çok çok uzakta olan objelerde durum sanki tüm gök cisimleri bizden aynı uzaklıkta gibi görünmektedir, merkezinde dünyadaki gözlemcinin, gözlemlenen objeleri 3 boyutlu olarak aynı mesafelerde bulunduğu yapı geometride bilindiği üzere küreye karşılık gelmektedir*, gerçek konumlarına geçiş yapmak için astronomi/astrofizik çalışmalarında gök mekaniği/küresel astronomi hesaplamaları geliştirilmiştir..

Toplam entry sayısı: 41

delinin yıldızı

ve 2017 eylül. sonbaharın henüz geldiği memleketimde yeni bir vega albümü. 12 yıl aradan sonra yepyeni, sadece vega'nın olan 10 yeni şarkı.
genelde artık şablon haline gelmiş olan hareketli bir şarkı ile çıkış yapıp, ki bence büyük ihtimalle arzuhal olur bu sonrasında ölümcül darbeyi vuran damar şarkıyı mı kliplendirirler bilmiyorum. ama delinin yıldızı şarkısı kafamı karıştırıyor, hem albüm ismi hem de ilk şarkısı olarak çıkış şarkısı olarak seçilebilir. her türlü farketmez artık vega'nın kendine ait bir kitlesi var zaten, tanınma, kitlelere ulaşmak çok da umurlarında değil zaten. deniz bu sayıda hayran ile bile zor başediyor. hatta daha fazlasını istemediğini bile düşünüyorum.
albüme gelecek olursak;
albüm aslında önceki 3 albüme de benziyor. hatta bence en fazla tatlı sert'e benziyor. prodüksiyon kalitesi ise hafif müzik ile daha çok benziyor. hafif müzik kadar sert bir albüm değil, tatlı sert kadar mutlu bir albüm değil, tamam sustum kadar da melankolik bir albüm değil. ama bunların üçünden de parçalar var.

delinin yıldızı; albümü açmak için bundan daha iyi seçim olamazdı. hem yeni hem de tam bir vega şarkısı. sözleri çok güzel ve deniz'in sesine şarap kelimesi ne denli yakışıyor. hem hızlı tempo hem de damar olabilen, üzebilen çok iyi bir şarkı. keşke biraz daha şımarık söyleseydi deniz bu şarkıyı. hala bir albümün en iyi açılış şarkısı benim için k9'dur.

isim şehir; deniz'in vokalini en beğendiğim şarkılardan biri oldu. tatlı sert albümünün tadın kaldı'yı hatırlattı bana biraz.onun kadar akustik olarak düzenlenseydi de çok yakışırdı sanki. bu albümün öldürücü ikinci hiti olarak çıkan slow olabilir.

arzuhal; albümün serzenişte'si. çıkış parçası olarak çok güzel olabilir. deniz'in çok samimi ve kişisel bulduğum sözleri. bize kalbini açtığını hissettiğim şarkısı.

sevgilim: yine hafif müzik zamanından bir şarkı gibi. yok'a benzetiyorum ben biraz. onun kadar sert değil. yok, bir önceki albümün en favori şarkılarımdan biri olduğu için bunu da mutlulukla kucaklıyorum.

dertler iri kıyım; ilk albümden oyun'u, ikinci albümden zat-ı ali'yi ve üçüncü albümden yalnızca ben yüzlerce sen'i hatırlattı bana. melankolik sözler, gayet vega tınısı ile düenlenmiş bir şarkı. arka vokallerdeki mırıldanmalara bayıldığımı söylemeliyim. hınzır ve seksi sözler.

komşu ışıklar; tatlı sert albümünden çıkmış gelmiş gibi. keyifle dinlenecek bir şarkı.

dünyacım; albümün çıkış şarkısı olartak seçilse çok güzel olabilecek diğer şarkı. bana yine tatlı sert'ten fırlamış gelmiş gibi hisettiren bir şarkı. poh poh perisi ile benzettim. onun gibi keyifli ve mutlu bir melodisi var. arkada acaba ceylin'in vokali mi var emin olamadım, çok yakışmış mmmlamalar.

sonunu söyleme bana; bu albüme ait bir şarkı. tamamen yeni. gayet güzel.

man-yak-lar; herkes gibi bana da sokaklar tekin değil'i hatırlattı pek tabii. onun kadar sever miyim bilmiyorum. ses olarak albümün en keyifli şarkılarından biri.

ve tekrar; albümün kapanışı için muhteşem bir şarkı. bunun da yeni ve bu albüme ait bir şarkı olduğunu düşünüyorum. düzenlemesi ve vokali alışılagelmiş vega şarkılarından farklı. vega'nın bu sabahların bir anlamı olmalı ile birlikte en bu topraklara yakışan şarkısı olabilir. son nakarata girmeden konuşma kısmına ayrıca bayıldığımı söylemeliyim.


https://ayisozluk.com/vega.html?entry_id...

vega

ilk albümlerini 1999 yılında çıkarmış olan, iki mühendis ve bir mimar tarafından kurulan, bu formasyon ile iki albüm çıkarıp sonra yoluna karı koca devam eden, türkiye'nin en iyi müzik oluşumlarından biridir. çıktıkları seneden bu seneye 18 sene geçmiş olmasına rağmen henüz 4. albümlerini piyasaya sürmüşlerdir. şaka gibi değil mi? neyse bu konuya daha sonra döneceğim.

o zaman başlayalım 1999'dan. 90'lı yılların kapanış senesi, gerisinde bırakılan müzik açısından efsane 10 senenin şanına yakışan, muhteşem bir özeti ve geldiği son noktaydı adeta. o yıl bugün klasik sayılan bir çok albüm çıktı. tamam sustum albümü de bunlardan biri hatta bence en iyilerinden biriydi.
çıkış şarkıları tamam sustum. herkes için gerçek bir soğuk duş etkisi. mırıl mırıl bir vokal, cayır cayır gitarlar, dönemine göre üst düzey bir altyapı ve konsept şarkı sözü. şimdi bu şarkıyı ilk çıktığı günden itibaren seven ve hala dinleyen ben diyorum ki, kitlelere hitap açısından olabilecek en kötü çıkış şarkısı. belki, mayakovski'nin şiirinin yeniden yorumu olan sözleri, türkiye'nin görmüş olduğu en özgün vokal tekniklerinden biri bir grup müzikseverin takip listesine girişlerini sağlamış olabilir vega grubunu, ama genel olarak insanlara bebek gibi konuşan, kedi gibi mırlayan bir vokal, temelini bilmediğinizde garip hatta uçuk gelen şarkı sözleri, güzelim müziğin önüne geçerek büyük bir antipati topladı. o zamanlar sosyal medya olmadığından, tepkileri sadece lise sıralarından bildiriyorum ki o dönem bu yönleriyle epey dalga geçildi şarkının. insanın “sen kim köpek mayakovski'nin şiiri ile dalga geçiyorsun, bu konsept vokali komik komik taklit ediyorsun” diyesi geliyordu aslında lise arkadaşlarına... neyse biz dinledik albümü hatmettik. dalga geçenlerin hepsi gerçi alışamadım yokluğuna'nın patlamasıyla dumur oldular ve açıkça dinlediklerini söylemekten çekindiler. eğer çıkış şarkısı alışamadım yokluğuna olsaydı şu anda türkiyenin en büyük rock yıldızı olan bir grup olabilirdi sanki vega. bu durumdan hoşnutsuz muyum? daha çok para kazansınlar, bilinsinler isterdim elbet ama bu haliyle çok daha özel oldukları kesin. iki süper klip çekildi bu albüme ve dönemi kapatıldı.

yıl 2002, deniz, tuğrul yanlarında mert koral ile ikinci albümleri tatlı sert'i yayınladılar. albümün çıkış şarkısı olarak bi haber'i seçtiler ve bu sefer de olabilecek en kötü klibi çektiler. gerçekten çok kötü. eğer bulursam eklerim bu yazıya videoyu, ama eklemezsem de siz izlemeyin, kötü çünkü. sonra yine kocaman bir hit haline gelen bu sabahların bir anlamı olmalı'yı gayet eli yüzü düzgün bir kliple yayınladılar.
tatlı sert ilk albüme göre daha az melankolik, daha iyi bir prodüksiyon. hangi albümün şarkıları daha güzeldir? bu tamamen sizin anılarınıza ve zevkinize bağlı olsa da tatlı sert albümünde grubun daha iyi müzisyenler haline geldiğini söylemek zor değil. çok daha iyi enstrüman partisyonları, düzenlemeler ve yine muhteşem bir vokal. albüm iki kliple dönemi kapatsa da, iz bırakanlar unutulmaz daha sonra manga tarafından büyük hit haline geldi zaten. ama bu albümde daha da fazlası vardı. desem de inanma, zat-ı ali, ısınamazsın ağlarken çok büyük potansiyeli olan şarkılardı. kitleler? hala açıktan söylemeseler de takdir etmeye başladılar bu albümü.

2003'te albümün genişletilmiş versiyonu çıkarıldı. miyav sesi ile başlayan kedi mix favorimdir bu albümden.
3. albüme geçmeden önce yine 2003 te yayınlanan teoman şarkısından bahsetmek istiyorum. kupa kızı ve sinek valesi. bu şarkının imzasında teoman ve deniz özbey gözükse de bu şarkının gerçek bir vega şarkısı olduğu aşikar. net bir şekilde de bence teoman diskografisinin en iyi şarkısı. bu şarkının deniz'in sesinden bir demo versiyonu vardır ki her yeni albümde koyarlar mı acaba stüdyo versiyonunu diye bekler dururum. çok ama çok güzeldir. bilgisayarımda bir yerlerde olması lazım mp3 olarak. bulursam yayınlarım belki.

2005 yılında ise tüm gönülleri fetheden, herkesin sanırım en favori vega albümü olan hafif müzik geldi. artık yola karı koca devam eden vega grubu, türkiye'de kalite adına yakalaması çok zor olan bir albüm ile çıkageldiler. her şarkı ayrı ayrı çalışılmış, arka vokaller, enstüman düzenlemeleri ve tabii ki sözler bakımından çok çok iyi bir iştir. favori seçmenin en zor olduğu albüm, her şarkısının hit potansiyeli olan, insanları vega'nın dinleyiciyi bir yerinden yakalayıp bambaşka yere götürme duygusunu en net yaşattığı albümleri. türkçe rock müziğin geride kalan şaşalı günlerine rağmen adının aksine epey sert bir albüm. gitarlar tam anlamıyla cayır cayır. muhteşem. 12 yıl sonrasında hala iyi, hala güzel. albüm'ün çıkış parçası ilk defa tam anlamıyla doğru bir seçim olarak serzenişte oldu. sonra ise elimde değil kliplendi. bu albümün de promosyon dönemi kapanmış oldu böylece.

peki 2017'ye kadar vega ne yaptı? nerdeyse hiç birşey. bizi tv'de reklam kovalatan toyota reklamı, 2011 yılılnda seslendirdikleri bir avuç deniz filminin bir şarkısı ve 2013 yılında kargo grubu ile düet yaptıkları beni bırakma ve yine aynı sene nilüfer'in düet albümün en iyisi olan ta uzak yollardan. evet 12 sene boyunca bir reklam ve 3 şarkı. biraz sitemkarım aslında. ömür kısa ve kendileri bahsettikleri üzere ellerinde onlarca şarkı varken bizi bunlardan mahrum etmelerine çok üzülüyorum. siz söylemiyorsanız diğer gruplara verseniz onlar da iyi müzik söylemiş biz de iyi müzik dinlemiş oluruz en azından.
yeni şarkıyı sıfırdan prodükte etmek zor ve uzun zaman alıyorsa o zaman ne bilim muhteşem şarkılarınızın mix versiyonlarını veya bir akustik albüm gibi konsept fikirlerle bu kadar sene bizden uzak kalmasaydınız keşke.

ve 2017 eylül. sonbaharın henüz geldiği memleketimde yeni bir vega albümü. 12 yıl aradan sonra yepyeni, sadece vega'nın olan 10 yeni şarkı.
genelde artık şablon haline gelmiş olan hareketli bir şarkı ile çıkış yapıp, ki bence büyük ihtimalle arzuhal olur bu sonrasında ölümcül darbeyi vuran damar şarkıyı mı kliplendirirler bilmiyorum. ama delinin yıldızı şarkısı kafamı karıştırıyor, hem albüm ismi hem de ilk şarkısı olarak çıkış şarkısı olarak seçilebilir. her türlü farketmez artık vega'nın kendine ait bir kitlesi var zaten, tanınma, kitlelere ulaşmak çok da umurlarında değil zaten. deniz bu sayıda hayran ile bile zor başediyor. hatta daha fazlasını istemediğini bile düşünüyorum.
albüme gelecek olursak;
albüm aslında önceki 3 albüme de benziyor. hatta bence en fazla tatlı sert'e benziyor. prodüksiyon kalitesi ise hafif müzik ile daha çok benziyor. hafif müzik kadar sert bir albüm değil, tatlı sert kadar mutlu bir albüm değil, tamam sustum kadar da melankolik bir albüm değil. ama bunların üçünden de parçalar var.

delinin yıldızı; albümü açmak için bundan daha iyi seçim olamazdı. hem yeni hem de tam bir vega şarkısı. sözleri çok güzel ve deniz'in sesine şarap kelimesi ne denli yakışıyor. hem hızlı tempo hem de damar olabilen, üzebilen çok iyi bir şarkı. keşke biraz daha şımarık söyleseydi deniz bu şarkıyı. hala bir albümün en iyi açılış şarkısı benim için k9'dur.

isim şehir; deniz'in vokalini en beğendiğim şarkılardan biri oldu. tatlı sert albümünün tadın kaldı'yı hatırlattı bana biraz.onun kadar akustik olarak düzenlenseydi de çok yakışırdı sanki. bu albümün öldürücü ikinci hiti olarak çıkan slow olabilir.

arzuhal; albümün serzenişte'si. çıkış parçası olarak çok güzel olabilir. deniz'in çok samimi ve kişisel bulduğum sözleri. bize kalbini açtığını hissettiğim şarkısı.

sevgilim: yine hafif müzik zamanından bir şarkı gibi. yok'a benzetiyorum ben biraz. onun kadar sert değil. yok, bir önceki albümün en favori şarkılarımdan biri olduğu için bunu da mutlulukla kucaklıyorum.

dertler iri kıyım; ilk albümden oyun'u, ikinci albümden zat-ı ali'yi ve üçüncü albümden yalnızca ben yüzlerce sen'i hatırlattı bana. melankolik sözler, gayet vega tınısı ile düenlenmiş bir şarkı. arka vokallerdeki mırıldanmalara bayıldığımı söylemeliyim. hınzır ve seksi sözler.

komşu ışıklar; tatlı sert albümünden çıkmış gelmiş gibi. keyifle dinlenecek bir şarkı.

dünyacım; albümün çıkış şarkısı olartak seçilse çok güzel olabilecek diğer şarkı. bana yine tatlı sert'ten fırlamış gelmiş gibi hisettiren bir şarkı. poh poh perisi ile benzettim. onun gibi keyifli ve mutlu bir melodisi var. arkada acaba ceylin'in vokali mi var emin olamadım, çok yakışmış mmmlamalar.

sonunu söyleme bana; bu albüme ait bir şarkı. tamamen yeni. gayet güzel.

man-yak-lar; herkes gibi bana da sokaklar tekin değil'i hatırlattı pek tabii. onun kadar sever miyim bilmiyorum. ses olarak albümün en keyifli şarkılarından biri.

ve tekrar; albümün kapanışı için muhteşem bir şarkı. bunun da yeni ve bu albüme ait bir şarkı olduğunu düşünüyorum. düzenlemesi ve vokali alışılagelmiş vega şarkılarından farklı. vega'nın bu sabahların bir anlamı olmalı ile birlikte en bu topraklara yakışan şarkısı olabilir. son nakarata girmeden konuşma kısmına ayrıca bayıldığımı söylemeliyim.

epey uzun bir yazı oldu. hala söyleyecek, yazacak çok şeyimin olması da başka mevzu. işte öyle bir grup.

netflix

sense8'in yeni sezonunu iptal etmesi ile üyeliğimi durdurduğum ve bunu e-posta ile kendilerine iletmem sonrasında final bölümü yayınlayacaklarını tarafıma duyuyarak inceliklerine hayran kaldığım platform. üyeliğimi yeniden aktifleştirdim.

eşcinsellik propagandası ile de alakalı söylemek istediğim bir kaç şey var aslında. sadece kendi etrafımı gözleyerek söyleyebilirim ki eşcinseller bu platforma para ödeyen önemli bir kitle. ne kadar bu şekilde genellemek çok saçma olsa da etrafımdaki heteroseksüel arkadaşlarımla bu platform hakkında konuşurken aldığım cevaplar "ne gerek var abi ya, heryerde bulunuyor o diziler zaten." veya "hacım bana da şifreni versene!" şeklinde. aynı durum spotify veya apple music tarzı platformlar için de geçerli. firmalar, şirketler eşcinsellerin ortalamaya vurulduğunda daha iyi kazandıklarını ya da en azından daha kolay para harcayarak maalesef tüketim toplumunu daha iyi temsil ettiklerini hep biliyordu ama buna oynayacak cesareti son yıllarda kazandılar.

zannediyorum düzcinsel ve eşcinsel insanların para harcama içgüdüleri, mantıkları birbirinden farklı olmasından kaynaklanıyor. bu daha detaylı incelenebilir belki çocuk sahibi olmayacaklarından kaynaklı veya kıyasla büyük ev büyük araba sevdaları olmamasından dolayı böyle ufak tefek şeylerin hesabını yapmıyorlar eşcinseller. ee genel olarak işlerinde de başarılılar ve iyi kazanıyorlar. parayı kıyafetti, parfümdü, teknolojiydi har vurup harman savuruyorlar işte *.

netflix'in lgbti içerikli yayınları yayınlara yer vermesi hakkında yazmak için başladığım yazı eşcinsellerin tüketim toplumunun en azılı üyeleri olmasına vardığım sonuçla kapattım. niye böyle oldu ki şimdi?

neyse aslında söylemek istediğim ise etrafımda duyduğum eşcinsellik propogandası yapıldığına inanan insanlar. şu eşcinsellik propogandası denen şey ne saçma salak bişey. bunun olduğunu söyleyen insanlar bi içlerine sorsunlar bakalım, yetkili bir abi gelse de "eşcinsellik en güzel şey olm" diye övse sen erkeklerle beraber olmaya mı başlayacaksın? lan tuttuğunuz takımınızı bile din gibi belleyip zinhar değiştirmiyorsunuz, biri eşcinselliği övdü diye bir insan evladı gay olduysa zaten baskıdan, toplum görüşünden açıklayamıyordur da sonunda kişiliğini kabul etmiştir. ee bu da olumlu. bırakın herkes nasıl hissediyorsa öyle yaşasın.

empati noktasında sana uzaylıyla empati yap demiyoruz. çok basit, sen karşı cinsten hoşlanmayı seçmedin, içgüdüsel olarak bunu hissediyorsun. toplumun seni kendi cinsinle beraber olmaya zorladığını, bir kaç saniye, hayal et bakalım. gördüğün üzere hiç bilmediğin, yabancı terimler kullanmadım. hepsi bildiğin şeyler, erkek, kadın, penis toplum...vs. denklem aynı, sadece değerlerin yerini değiştirmen gerekiyor. nasıl? olmadı di mi? evet olmuyor işte. ama biz buna rağmen katlanıyoruz.

rupaul's drag race

9. sezonu ile bu kadar sene sonra bile hala yeni, farklı ve muhteşem olabileceğini kanıtlamış program. bayılıyoruz.

ama asıl bahsetmek istediğim şey all star serisinin ikinci sezonu. izlediğim sezonlar arasında en iyilerinden biriydi. her bölüm ayrı güzeldi ve her bölümde ağzımız biraz daha açık kaldı yetenekleriyle.

 spoiler!
tüm sezon performansına bakılırsa alaska'nın haketmediğini söylemek güç ama benim de herkes gibi gönlümden geçen katya'nın birinci olmasıydı. bebişim tam bir çılgın çünkü. rolaskatox haksız dayanışmasına rağmen sona kalan 3'lü sezon boyunca en beğendiğim 3 kişiydi. kim kazansa garipsemezdim. ama sanki detox podyumu tam anlamıyla yıkmışken *o da kazansa süper olurdu.



çok keyifli bir sezondu.
yalnız iyi çözünürlükte bölümleri bulmak epey zor. logo tv web sayfasından maalesef sadece ilk bölüm * izlenebiliyor ve diğer bölümler için xfinity aboneliği istiyor. ingilizce altyazı ile izlemek için epey araştırdım ama maalesef bırakın altyazıyı, çamur olmayan görüntü bulmak bile zor oldu. umarım netflix bünyesine daha hızlı bir şekilde bu yarışmanın bölümlerini ekler. izlemesi heyecanlı ve eğlenceli.

sense8

ilk sezon itibari ile;

iyi dizileri izlerken hep aklımda oluşan tekrar izlemeliyim sesini ilk defa bu kadar hızlı dinledim ve diziyi bitirir bitirmez tekrar baştan başladığım muhteşem dizi. sahneler hakkında yazacaklarımı spoiler satırları altına yazacağım ama yazarken, dizinin seyir zevkini kaçırmayacağını düşündüğüm, ufak spoilerlar ile yazabilirim.

hayatımda ikinci kez bir dizi ile bu kadar güçlü bir bağ kurdum. diğeri olan friends'te de kendimi 7. arkadaş gibi hissederken bu dizide de kesinlikle 9. olduğumu hissettim. yine aynı friends'te olduğu gibi favori karakterimin olmadığını farkettim, hepsini hemen hemen aynı oranda sevdim ve izlemekten keyif aldım.

genel olarak yazılan lgbti propagandası yapıldığı iddialarının açık bir zihinle izlendiğinde saçma olduğunu görmek zor değil. ana 8 karakterin sadece 2 tanesi eşcinsel ve o iki kişinin hayatına da diğer 6 kişinin hayatına dahil olduğumuz kadar dahil oluyoruz, ne eksik, ne fazla. wolfgang'in kadınlarla seks yapmasını veya riley ile will'in romantizmini ne kadar izliyorsak nomi ve lito'nun da hayatında o kadarını gözlüyoruz. nasıl ki kala'nın ganesha ile bağının anlatıldığı festivali izliyorsak, nomi ile de gay pride'da bulunuyoruz. denge o kadar hassas ve güzel kurulmuş ki, bunun eşcinsellik propagandası olduğunu söyleyenler üzerine bir de kendilerinin homofobik olmadığını iddia edenler gerçekten komik görünüyor. "benim de eşcinsel arkadaşlarım var, ama..." veya "bence herkes istediğini sevebilir, ama..." diye devam eden cümleleriniz kadar saçma ve komik.

şu noktada anlaşalım, eğer ki çıplaklık ve seks sahnesi görmek seni irite ediyorsa bu ve bunun gibi bir çok yapımı ***** izlemeyeceksin *. ama bunu ne gerek vardı diye eleştirmek çok akıllı bir eleştiri değil bana göre. kaldı ki bir çok yapımda populist yaklaşımla * eklenmiş seks sahneleri yerine bu dizide hikaye açısından grup seks sahnelerinin gerekli olduğunu düşünüyorum. yapılan bu ve bunun gibi yorumlar için elbet tartışacak çok şey var ama dizinin içerdiği mesajlar nedeniyle tek giride, tek başlıkta yapmak epey sıkıcı bir hal alabilir.

izlemeyenler için;
diziye hiç başlamamış olanlar için tavsiyem şans vermeleri. dizilerin gelecekte görsel sanatların en büyük sektörü haline geleceğine inanıyorum.nasıl ki sinema tiyatronun omuzlarından gerçekçiliğin yükünü aldıysa dizi sektörü de sinemanın omuzundan mesaj kaygısını almış durumda. bence uzun uzun anlatacak hikayesi olan yönetmenler, yazarlar dizi film sektörüne yönelmiş durumda. çünkü yapımcıların bir buçuk saatte anlatması için sıkıştırdıkları hikayeleri, sezonlarca, saatlerce ve yıllara yayarak anlatabilme lüksüne kavuştular. ve ürünleri eskisi gibi düşük-orta çözünürlüklü, küçük ekranlarda ziyan olmadığını bilerek yapıyorlar. bu tarz materyallere ilgisi olan insanların ortalama bir bütçeyle kurdukları setlerin izleme keyfini kaçırmadığını biliyorlar. sinema sektörü ise daha eğlenceli ve hafif mesaj kaygıları olan hikayeleri kovalamaya başladı son 10 yıl içinde bana göre. teknolojinin verdiği imkan ile de bunu çok daha eğlenceli hale getirmeye başladılar. bu nedenle bu kadar fazla çizgi roman uyarlaması izleyip, 3 boyut çılgınlığında yaşıyoruz. mutlaka ki bu söylediklerim popüler sinema için geçerli ve yine de istisna sayısı bir hayli yüksek. eski, hikayesi güçlü filmlerin, bir bir dizi film uyarlamalarının çıkmaya başlaması da söylediklerimi kanıtlar nitelikte.
işte bu dizi yukarda söylediklerimi destekleyen muhteşem bir örnek. yapımdan yayına kadar olan her aşaması ince ince işlenmiş, ödün verilmemiş ve muazzam emek harcanmış bir yapım. wachowskilerin hikaye konusunda çok yetenekli ve özgün oldukları aşikar ama iş senaryoya gelince ürettikleri her materyal * * klişelerden kaçamıyor. belki bilinçli bir tercih, belki değil... bu benim seyir zevkimi zerre etkilemediği için bunu bir zayıflık olarak görmüyorum. hatta bu dizide yer yer b-filmlerin havasını yakalayacak kadar klişe sahneler bulunmakta ve * dizinin eğlence dozunu oldukça yükseltmekte. yargılarınızdan arındığınızda aksiyon, bilimkurgu, romantizm, dram ve komedi açısından oldukça doyurucu bir yapım izleyebilirsiniz.

 spoiler!

izleyenler için;
wachowskiler dizinin tamamının düşünülmüş olduğunu söyledikleri üzere, aslında bölüm bölüm yayınlanan tek bir hikayeyi izliyoruz. kahramanlarımız her bölümde yeni maceralara yelken açmıyorlar, yazılmış olan hayatlarını yaşıyorlar ve ilk bölümden itibaren git gide birbirleri ile olan etkileşimlerini arttırıyorlar. her ne kadar katılmasam da ilk bölümlerin durağan olduğuna dair eleştirilerinin niçin yapıldığını anlıyorum. ilerleyen bölümlerde tempo oldukça artsa da her bölüm kendi içinde zirve noktaları bulunduruyor.
ilk bölümle beraber kahramanların mutlu mesut giden hayatlarında çatlamalar başlıyor ve adım adım boka batmalarını izliyoruz.
bireysel hikayeleri ilerlerken ufak, etkisiz etkileşimler başlıyor ve anjelika'nın ölümünden sonra ancak 4. bölümde hepsi aynı anda etkileşime girebiliyor what's going on şarkısıyla.
şarkı demişken, dizi müziği muhteşem kullanıyor. bir çok zirve anlar * müziğin başrol oynadığı sahneler oluyor.
nomi : izlemesi inanılmaz keyifli bir karakter. oyuncu o kadar güzel oynuyor ki anılarını anlattığı sahnelerde, hiç bitmesin ve hep anlatsın istiyorsunuz. yaşadıklarını küme dışından birine ilk söyleyen kişi. anita gibi bir sevgiliye sahip olduğu için ilişki konusunda en şanslı kahraman bence. kümenin barışçıl, aktivist, bilgisayar korsanı *. çok defa küme elemanlarının kıçını kurtardığı oldu ve nerd izleyici için izlemesi en keyifli karakterlerden biri.

kala : her ne kadar yorumlarda bir işe yaramadığı söylense de grubun mistik yönünü temsil ediyor bence. hikayesi, yaşadığı yer * dolayısıyla oldukça ilgi çekici. geleneklerini, tabularını ve toplum yapılarını izlemek oldukça eğlenceli. tıbbi ve kimyasal yardımlar da kala hanım kızımız tarafından veriliyor. kafe'de yağmur altındaki wolfgang ile olan diyaloglarının olduğu sahne bence dizinin en romantik anlarından biriydi.

wolfgang : dizinin alman ayağı ve bilek gücü ve hikayesinin arka planı oldukça ilginç. muhtemelen içindeki ilkel ve duygusuz tarafı babasıyla ilişkili taciz olayına bağlanacak. bu kadar sert durması kala ile olan sahnelerini daha romantik hale getiriyor bence. felix ile tanışma hikayeleri ve arkadaşlığının temelini anlatıldığı saheneler çok güzeldi.

sun : koreli kahramanımız ve dizinin dövüş ustası. en çok kıç kurtaran kahraman, hapiste olmasından dolayı boş vakti çok ve her ihtiyacı olana koşabilecek konsantrasyonu var. dövüş kareografileri oldukça doyurucu ve eğlenceli. afrika'daki super power suç örgütü ile yaptığı ve hapishane bahçesinde ki kavgalar çok güzel çekilmişti.

capheus : dizi de en çok * kıçı kurtarılan karakter ve hikayenin afrika ayağı. çocukluğuyla ilgili hikayeler ve nairobi'ye ait sokak görüntüleri ile izlemesi ilginç olan bir karakter. optimist ve çocuk gibi davranan küme elemanı. ikinci sezonda değişmesi kötü oldu.

lito: dizinin yalan makinesi, drama queen'i ve ideal aşığı. aşk acısını somutlaştırdığı bölüm hem dramatik hem de komikti. 8 ağustos'ta doğmak zorunda olmasaydı kesin balık burcu olurdu. maskulen tavır ve görüntüsünün altında bambi kalpli er kişisi. sun'ın regl duygu ve sancılarını çektiği sahneler de eğlenceliydi. hernando ile çok yakışıyorlar ve aralarındaki kimya olağanüstü.

will & riley : gerçek hayatta karşılaştıkları sahne o kadar güzel çekilmişti ki bu yaşta beni ağlatmayı başardılar. şimdilik gördüğümüz kadarı ile çocukluk zamanlarında da başka duyusallar ile iletişime geçen iki karakter sadece bu ikisi. kümenin tek doğum yapan insanı olarak sanırım, herkesin duygusal olarak en bağlı olduğu kişi riley. kümenin anaç tarafını temsil ediyor bence. arka plandaki hikayesi de bir o kadar acıklı. will'in whispers ile göz göze gelmesi ne kadar içimizi burksa da izlemekten keyif aldığım iki karakter.


aslında aklımdaki hiç bir şeyi yazmamış gibi hissediyorum. belki editlerim daha sonra *

delinin yıldızı

ve 2017 eylül. sonbaharın henüz geldiği memleketimde yeni bir vega albümü. 12 yıl aradan sonra yepyeni, sadece vega'nın olan 10 yeni şarkı.
genelde artık şablon haline gelmiş olan hareketli bir şarkı ile çıkış yapıp, ki bence büyük ihtimalle arzuhal olur bu sonrasında ölümcül darbeyi vuran damar şarkıyı mı kliplendirirler bilmiyorum. ama delinin yıldızı şarkısı kafamı karıştırıyor, hem albüm ismi hem de ilk şarkısı olarak çıkış şarkısı olarak seçilebilir. her türlü farketmez artık vega'nın kendine ait bir kitlesi var zaten, tanınma, kitlelere ulaşmak çok da umurlarında değil zaten. deniz bu sayıda hayran ile bile zor başediyor. hatta daha fazlasını istemediğini bile düşünüyorum.
albüme gelecek olursak;
albüm aslında önceki 3 albüme de benziyor. hatta bence en fazla tatlı sert'e benziyor. prodüksiyon kalitesi ise hafif müzik ile daha çok benziyor. hafif müzik kadar sert bir albüm değil, tatlı sert kadar mutlu bir albüm değil, tamam sustum kadar da melankolik bir albüm değil. ama bunların üçünden de parçalar var.

delinin yıldızı; albümü açmak için bundan daha iyi seçim olamazdı. hem yeni hem de tam bir vega şarkısı. sözleri çok güzel ve deniz'in sesine şarap kelimesi ne denli yakışıyor. hem hızlı tempo hem de damar olabilen, üzebilen çok iyi bir şarkı. keşke biraz daha şımarık söyleseydi deniz bu şarkıyı. hala bir albümün en iyi açılış şarkısı benim için k9'dur.

isim şehir; deniz'in vokalini en beğendiğim şarkılardan biri oldu. tatlı sert albümünün tadın kaldı'yı hatırlattı bana biraz.onun kadar akustik olarak düzenlenseydi de çok yakışırdı sanki. bu albümün öldürücü ikinci hiti olarak çıkan slow olabilir.

arzuhal; albümün serzenişte'si. çıkış parçası olarak çok güzel olabilir. deniz'in çok samimi ve kişisel bulduğum sözleri. bize kalbini açtığını hissettiğim şarkısı.

sevgilim: yine hafif müzik zamanından bir şarkı gibi. yok'a benzetiyorum ben biraz. onun kadar sert değil. yok, bir önceki albümün en favori şarkılarımdan biri olduğu için bunu da mutlulukla kucaklıyorum.

dertler iri kıyım; ilk albümden oyun'u, ikinci albümden zat-ı ali'yi ve üçüncü albümden yalnızca ben yüzlerce sen'i hatırlattı bana. melankolik sözler, gayet vega tınısı ile düenlenmiş bir şarkı. arka vokallerdeki mırıldanmalara bayıldığımı söylemeliyim. hınzır ve seksi sözler.

komşu ışıklar; tatlı sert albümünden çıkmış gelmiş gibi. keyifle dinlenecek bir şarkı.

dünyacım; albümün çıkış şarkısı olartak seçilse çok güzel olabilecek diğer şarkı. bana yine tatlı sert'ten fırlamış gelmiş gibi hisettiren bir şarkı. poh poh perisi ile benzettim. onun gibi keyifli ve mutlu bir melodisi var. arkada acaba ceylin'in vokali mi var emin olamadım, çok yakışmış mmmlamalar.

sonunu söyleme bana; bu albüme ait bir şarkı. tamamen yeni. gayet güzel.

man-yak-lar; herkes gibi bana da sokaklar tekin değil'i hatırlattı pek tabii. onun kadar sever miyim bilmiyorum. ses olarak albümün en keyifli şarkılarından biri.

ve tekrar; albümün kapanışı için muhteşem bir şarkı. bunun da yeni ve bu albüme ait bir şarkı olduğunu düşünüyorum. düzenlemesi ve vokali alışılagelmiş vega şarkılarından farklı. vega'nın bu sabahların bir anlamı olmalı ile birlikte en bu topraklara yakışan şarkısı olabilir. son nakarata girmeden konuşma kısmına ayrıca bayıldığımı söylemeliyim.


https://ayisozluk.com/vega.html?entry_id...

vega

ilk albümlerini 1999 yılında çıkarmış olan, iki mühendis ve bir mimar tarafından kurulan, bu formasyon ile iki albüm çıkarıp sonra yoluna karı koca devam eden, türkiye'nin en iyi müzik oluşumlarından biridir. çıktıkları seneden bu seneye 18 sene geçmiş olmasına rağmen henüz 4. albümlerini piyasaya sürmüşlerdir. şaka gibi değil mi? neyse bu konuya daha sonra döneceğim.

o zaman başlayalım 1999'dan. 90'lı yılların kapanış senesi, gerisinde bırakılan müzik açısından efsane 10 senenin şanına yakışan, muhteşem bir özeti ve geldiği son noktaydı adeta. o yıl bugün klasik sayılan bir çok albüm çıktı. tamam sustum albümü de bunlardan biri hatta bence en iyilerinden biriydi.
çıkış şarkıları tamam sustum. herkes için gerçek bir soğuk duş etkisi. mırıl mırıl bir vokal, cayır cayır gitarlar, dönemine göre üst düzey bir altyapı ve konsept şarkı sözü. şimdi bu şarkıyı ilk çıktığı günden itibaren seven ve hala dinleyen ben diyorum ki, kitlelere hitap açısından olabilecek en kötü çıkış şarkısı. belki, mayakovski'nin şiirinin yeniden yorumu olan sözleri, türkiye'nin görmüş olduğu en özgün vokal tekniklerinden biri bir grup müzikseverin takip listesine girişlerini sağlamış olabilir vega grubunu, ama genel olarak insanlara bebek gibi konuşan, kedi gibi mırlayan bir vokal, temelini bilmediğinizde garip hatta uçuk gelen şarkı sözleri, güzelim müziğin önüne geçerek büyük bir antipati topladı. o zamanlar sosyal medya olmadığından, tepkileri sadece lise sıralarından bildiriyorum ki o dönem bu yönleriyle epey dalga geçildi şarkının. insanın “sen kim köpek mayakovski'nin şiiri ile dalga geçiyorsun, bu konsept vokali komik komik taklit ediyorsun” diyesi geliyordu aslında lise arkadaşlarına... neyse biz dinledik albümü hatmettik. dalga geçenlerin hepsi gerçi alışamadım yokluğuna'nın patlamasıyla dumur oldular ve açıkça dinlediklerini söylemekten çekindiler. eğer çıkış şarkısı alışamadım yokluğuna olsaydı şu anda türkiyenin en büyük rock yıldızı olan bir grup olabilirdi sanki vega. bu durumdan hoşnutsuz muyum? daha çok para kazansınlar, bilinsinler isterdim elbet ama bu haliyle çok daha özel oldukları kesin. iki süper klip çekildi bu albüme ve dönemi kapatıldı.

yıl 2002, deniz, tuğrul yanlarında mert koral ile ikinci albümleri tatlı sert'i yayınladılar. albümün çıkış şarkısı olarak bi haber'i seçtiler ve bu sefer de olabilecek en kötü klibi çektiler. gerçekten çok kötü. eğer bulursam eklerim bu yazıya videoyu, ama eklemezsem de siz izlemeyin, kötü çünkü. sonra yine kocaman bir hit haline gelen bu sabahların bir anlamı olmalı'yı gayet eli yüzü düzgün bir kliple yayınladılar.
tatlı sert ilk albüme göre daha az melankolik, daha iyi bir prodüksiyon. hangi albümün şarkıları daha güzeldir? bu tamamen sizin anılarınıza ve zevkinize bağlı olsa da tatlı sert albümünde grubun daha iyi müzisyenler haline geldiğini söylemek zor değil. çok daha iyi enstrüman partisyonları, düzenlemeler ve yine muhteşem bir vokal. albüm iki kliple dönemi kapatsa da, iz bırakanlar unutulmaz daha sonra manga tarafından büyük hit haline geldi zaten. ama bu albümde daha da fazlası vardı. desem de inanma, zat-ı ali, ısınamazsın ağlarken çok büyük potansiyeli olan şarkılardı. kitleler? hala açıktan söylemeseler de takdir etmeye başladılar bu albümü.

2003'te albümün genişletilmiş versiyonu çıkarıldı. miyav sesi ile başlayan kedi mix favorimdir bu albümden.
3. albüme geçmeden önce yine 2003 te yayınlanan teoman şarkısından bahsetmek istiyorum. kupa kızı ve sinek valesi. bu şarkının imzasında teoman ve deniz özbey gözükse de bu şarkının gerçek bir vega şarkısı olduğu aşikar. net bir şekilde de bence teoman diskografisinin en iyi şarkısı. bu şarkının deniz'in sesinden bir demo versiyonu vardır ki her yeni albümde koyarlar mı acaba stüdyo versiyonunu diye bekler dururum. çok ama çok güzeldir. bilgisayarımda bir yerlerde olması lazım mp3 olarak. bulursam yayınlarım belki.

2005 yılında ise tüm gönülleri fetheden, herkesin sanırım en favori vega albümü olan hafif müzik geldi. artık yola karı koca devam eden vega grubu, türkiye'de kalite adına yakalaması çok zor olan bir albüm ile çıkageldiler. her şarkı ayrı ayrı çalışılmış, arka vokaller, enstüman düzenlemeleri ve tabii ki sözler bakımından çok çok iyi bir iştir. favori seçmenin en zor olduğu albüm, her şarkısının hit potansiyeli olan, insanları vega'nın dinleyiciyi bir yerinden yakalayıp bambaşka yere götürme duygusunu en net yaşattığı albümleri. türkçe rock müziğin geride kalan şaşalı günlerine rağmen adının aksine epey sert bir albüm. gitarlar tam anlamıyla cayır cayır. muhteşem. 12 yıl sonrasında hala iyi, hala güzel. albüm'ün çıkış parçası ilk defa tam anlamıyla doğru bir seçim olarak serzenişte oldu. sonra ise elimde değil kliplendi. bu albümün de promosyon dönemi kapanmış oldu böylece.

peki 2017'ye kadar vega ne yaptı? nerdeyse hiç birşey. bizi tv'de reklam kovalatan toyota reklamı, 2011 yılılnda seslendirdikleri bir avuç deniz filminin bir şarkısı ve 2013 yılında kargo grubu ile düet yaptıkları beni bırakma ve yine aynı sene nilüfer'in düet albümün en iyisi olan ta uzak yollardan. evet 12 sene boyunca bir reklam ve 3 şarkı. biraz sitemkarım aslında. ömür kısa ve kendileri bahsettikleri üzere ellerinde onlarca şarkı varken bizi bunlardan mahrum etmelerine çok üzülüyorum. siz söylemiyorsanız diğer gruplara verseniz onlar da iyi müzik söylemiş biz de iyi müzik dinlemiş oluruz en azından.
yeni şarkıyı sıfırdan prodükte etmek zor ve uzun zaman alıyorsa o zaman ne bilim muhteşem şarkılarınızın mix versiyonlarını veya bir akustik albüm gibi konsept fikirlerle bu kadar sene bizden uzak kalmasaydınız keşke.

ve 2017 eylül. sonbaharın henüz geldiği memleketimde yeni bir vega albümü. 12 yıl aradan sonra yepyeni, sadece vega'nın olan 10 yeni şarkı.
genelde artık şablon haline gelmiş olan hareketli bir şarkı ile çıkış yapıp, ki bence büyük ihtimalle arzuhal olur bu sonrasında ölümcül darbeyi vuran damar şarkıyı mı kliplendirirler bilmiyorum. ama delinin yıldızı şarkısı kafamı karıştırıyor, hem albüm ismi hem de ilk şarkısı olarak çıkış şarkısı olarak seçilebilir. her türlü farketmez artık vega'nın kendine ait bir kitlesi var zaten, tanınma, kitlelere ulaşmak çok da umurlarında değil zaten. deniz bu sayıda hayran ile bile zor başediyor. hatta daha fazlasını istemediğini bile düşünüyorum.
albüme gelecek olursak;
albüm aslında önceki 3 albüme de benziyor. hatta bence en fazla tatlı sert'e benziyor. prodüksiyon kalitesi ise hafif müzik ile daha çok benziyor. hafif müzik kadar sert bir albüm değil, tatlı sert kadar mutlu bir albüm değil, tamam sustum kadar da melankolik bir albüm değil. ama bunların üçünden de parçalar var.

delinin yıldızı; albümü açmak için bundan daha iyi seçim olamazdı. hem yeni hem de tam bir vega şarkısı. sözleri çok güzel ve deniz'in sesine şarap kelimesi ne denli yakışıyor. hem hızlı tempo hem de damar olabilen, üzebilen çok iyi bir şarkı. keşke biraz daha şımarık söyleseydi deniz bu şarkıyı. hala bir albümün en iyi açılış şarkısı benim için k9'dur.

isim şehir; deniz'in vokalini en beğendiğim şarkılardan biri oldu. tatlı sert albümünün tadın kaldı'yı hatırlattı bana biraz.onun kadar akustik olarak düzenlenseydi de çok yakışırdı sanki. bu albümün öldürücü ikinci hiti olarak çıkan slow olabilir.

arzuhal; albümün serzenişte'si. çıkış parçası olarak çok güzel olabilir. deniz'in çok samimi ve kişisel bulduğum sözleri. bize kalbini açtığını hissettiğim şarkısı.

sevgilim: yine hafif müzik zamanından bir şarkı gibi. yok'a benzetiyorum ben biraz. onun kadar sert değil. yok, bir önceki albümün en favori şarkılarımdan biri olduğu için bunu da mutlulukla kucaklıyorum.

dertler iri kıyım; ilk albümden oyun'u, ikinci albümden zat-ı ali'yi ve üçüncü albümden yalnızca ben yüzlerce sen'i hatırlattı bana. melankolik sözler, gayet vega tınısı ile düenlenmiş bir şarkı. arka vokallerdeki mırıldanmalara bayıldığımı söylemeliyim. hınzır ve seksi sözler.

komşu ışıklar; tatlı sert albümünden çıkmış gelmiş gibi. keyifle dinlenecek bir şarkı.

dünyacım; albümün çıkış şarkısı olartak seçilse çok güzel olabilecek diğer şarkı. bana yine tatlı sert'ten fırlamış gelmiş gibi hisettiren bir şarkı. poh poh perisi ile benzettim. onun gibi keyifli ve mutlu bir melodisi var. arkada acaba ceylin'in vokali mi var emin olamadım, çok yakışmış mmmlamalar.

sonunu söyleme bana; bu albüme ait bir şarkı. tamamen yeni. gayet güzel.

man-yak-lar; herkes gibi bana da sokaklar tekin değil'i hatırlattı pek tabii. onun kadar sever miyim bilmiyorum. ses olarak albümün en keyifli şarkılarından biri.

ve tekrar; albümün kapanışı için muhteşem bir şarkı. bunun da yeni ve bu albüme ait bir şarkı olduğunu düşünüyorum. düzenlemesi ve vokali alışılagelmiş vega şarkılarından farklı. vega'nın bu sabahların bir anlamı olmalı ile birlikte en bu topraklara yakışan şarkısı olabilir. son nakarata girmeden konuşma kısmına ayrıca bayıldığımı söylemeliyim.

epey uzun bir yazı oldu. hala söyleyecek, yazacak çok şeyimin olması da başka mevzu. işte öyle bir grup.

sense8

ilk sezon itibari ile;

iyi dizileri izlerken hep aklımda oluşan tekrar izlemeliyim sesini ilk defa bu kadar hızlı dinledim ve diziyi bitirir bitirmez tekrar baştan başladığım muhteşem dizi. sahneler hakkında yazacaklarımı spoiler satırları altına yazacağım ama yazarken, dizinin seyir zevkini kaçırmayacağını düşündüğüm, ufak spoilerlar ile yazabilirim.

hayatımda ikinci kez bir dizi ile bu kadar güçlü bir bağ kurdum. diğeri olan friends'te de kendimi 7. arkadaş gibi hissederken bu dizide de kesinlikle 9. olduğumu hissettim. yine aynı friends'te olduğu gibi favori karakterimin olmadığını farkettim, hepsini hemen hemen aynı oranda sevdim ve izlemekten keyif aldım.

genel olarak yazılan lgbti propagandası yapıldığı iddialarının açık bir zihinle izlendiğinde saçma olduğunu görmek zor değil. ana 8 karakterin sadece 2 tanesi eşcinsel ve o iki kişinin hayatına da diğer 6 kişinin hayatına dahil olduğumuz kadar dahil oluyoruz, ne eksik, ne fazla. wolfgang'in kadınlarla seks yapmasını veya riley ile will'in romantizmini ne kadar izliyorsak nomi ve lito'nun da hayatında o kadarını gözlüyoruz. nasıl ki kala'nın ganesha ile bağının anlatıldığı festivali izliyorsak, nomi ile de gay pride'da bulunuyoruz. denge o kadar hassas ve güzel kurulmuş ki, bunun eşcinsellik propagandası olduğunu söyleyenler üzerine bir de kendilerinin homofobik olmadığını iddia edenler gerçekten komik görünüyor. "benim de eşcinsel arkadaşlarım var, ama..." veya "bence herkes istediğini sevebilir, ama..." diye devam eden cümleleriniz kadar saçma ve komik.

şu noktada anlaşalım, eğer ki çıplaklık ve seks sahnesi görmek seni irite ediyorsa bu ve bunun gibi bir çok yapımı ***** izlemeyeceksin *. ama bunu ne gerek vardı diye eleştirmek çok akıllı bir eleştiri değil bana göre. kaldı ki bir çok yapımda populist yaklaşımla * eklenmiş seks sahneleri yerine bu dizide hikaye açısından grup seks sahnelerinin gerekli olduğunu düşünüyorum. yapılan bu ve bunun gibi yorumlar için elbet tartışacak çok şey var ama dizinin içerdiği mesajlar nedeniyle tek giride, tek başlıkta yapmak epey sıkıcı bir hal alabilir.

izlemeyenler için;
diziye hiç başlamamış olanlar için tavsiyem şans vermeleri. dizilerin gelecekte görsel sanatların en büyük sektörü haline geleceğine inanıyorum.nasıl ki sinema tiyatronun omuzlarından gerçekçiliğin yükünü aldıysa dizi sektörü de sinemanın omuzundan mesaj kaygısını almış durumda. bence uzun uzun anlatacak hikayesi olan yönetmenler, yazarlar dizi film sektörüne yönelmiş durumda. çünkü yapımcıların bir buçuk saatte anlatması için sıkıştırdıkları hikayeleri, sezonlarca, saatlerce ve yıllara yayarak anlatabilme lüksüne kavuştular. ve ürünleri eskisi gibi düşük-orta çözünürlüklü, küçük ekranlarda ziyan olmadığını bilerek yapıyorlar. bu tarz materyallere ilgisi olan insanların ortalama bir bütçeyle kurdukları setlerin izleme keyfini kaçırmadığını biliyorlar. sinema sektörü ise daha eğlenceli ve hafif mesaj kaygıları olan hikayeleri kovalamaya başladı son 10 yıl içinde bana göre. teknolojinin verdiği imkan ile de bunu çok daha eğlenceli hale getirmeye başladılar. bu nedenle bu kadar fazla çizgi roman uyarlaması izleyip, 3 boyut çılgınlığında yaşıyoruz. mutlaka ki bu söylediklerim popüler sinema için geçerli ve yine de istisna sayısı bir hayli yüksek. eski, hikayesi güçlü filmlerin, bir bir dizi film uyarlamalarının çıkmaya başlaması da söylediklerimi kanıtlar nitelikte.
işte bu dizi yukarda söylediklerimi destekleyen muhteşem bir örnek. yapımdan yayına kadar olan her aşaması ince ince işlenmiş, ödün verilmemiş ve muazzam emek harcanmış bir yapım. wachowskilerin hikaye konusunda çok yetenekli ve özgün oldukları aşikar ama iş senaryoya gelince ürettikleri her materyal * * klişelerden kaçamıyor. belki bilinçli bir tercih, belki değil... bu benim seyir zevkimi zerre etkilemediği için bunu bir zayıflık olarak görmüyorum. hatta bu dizide yer yer b-filmlerin havasını yakalayacak kadar klişe sahneler bulunmakta ve * dizinin eğlence dozunu oldukça yükseltmekte. yargılarınızdan arındığınızda aksiyon, bilimkurgu, romantizm, dram ve komedi açısından oldukça doyurucu bir yapım izleyebilirsiniz.

 spoiler!

izleyenler için;
wachowskiler dizinin tamamının düşünülmüş olduğunu söyledikleri üzere, aslında bölüm bölüm yayınlanan tek bir hikayeyi izliyoruz. kahramanlarımız her bölümde yeni maceralara yelken açmıyorlar, yazılmış olan hayatlarını yaşıyorlar ve ilk bölümden itibaren git gide birbirleri ile olan etkileşimlerini arttırıyorlar. her ne kadar katılmasam da ilk bölümlerin durağan olduğuna dair eleştirilerinin niçin yapıldığını anlıyorum. ilerleyen bölümlerde tempo oldukça artsa da her bölüm kendi içinde zirve noktaları bulunduruyor.
ilk bölümle beraber kahramanların mutlu mesut giden hayatlarında çatlamalar başlıyor ve adım adım boka batmalarını izliyoruz.
bireysel hikayeleri ilerlerken ufak, etkisiz etkileşimler başlıyor ve anjelika'nın ölümünden sonra ancak 4. bölümde hepsi aynı anda etkileşime girebiliyor what's going on şarkısıyla.
şarkı demişken, dizi müziği muhteşem kullanıyor. bir çok zirve anlar * müziğin başrol oynadığı sahneler oluyor.
nomi : izlemesi inanılmaz keyifli bir karakter. oyuncu o kadar güzel oynuyor ki anılarını anlattığı sahnelerde, hiç bitmesin ve hep anlatsın istiyorsunuz. yaşadıklarını küme dışından birine ilk söyleyen kişi. anita gibi bir sevgiliye sahip olduğu için ilişki konusunda en şanslı kahraman bence. kümenin barışçıl, aktivist, bilgisayar korsanı *. çok defa küme elemanlarının kıçını kurtardığı oldu ve nerd izleyici için izlemesi en keyifli karakterlerden biri.

kala : her ne kadar yorumlarda bir işe yaramadığı söylense de grubun mistik yönünü temsil ediyor bence. hikayesi, yaşadığı yer * dolayısıyla oldukça ilgi çekici. geleneklerini, tabularını ve toplum yapılarını izlemek oldukça eğlenceli. tıbbi ve kimyasal yardımlar da kala hanım kızımız tarafından veriliyor. kafe'de yağmur altındaki wolfgang ile olan diyaloglarının olduğu sahne bence dizinin en romantik anlarından biriydi.

wolfgang : dizinin alman ayağı ve bilek gücü ve hikayesinin arka planı oldukça ilginç. muhtemelen içindeki ilkel ve duygusuz tarafı babasıyla ilişkili taciz olayına bağlanacak. bu kadar sert durması kala ile olan sahnelerini daha romantik hale getiriyor bence. felix ile tanışma hikayeleri ve arkadaşlığının temelini anlatıldığı saheneler çok güzeldi.

sun : koreli kahramanımız ve dizinin dövüş ustası. en çok kıç kurtaran kahraman, hapiste olmasından dolayı boş vakti çok ve her ihtiyacı olana koşabilecek konsantrasyonu var. dövüş kareografileri oldukça doyurucu ve eğlenceli. afrika'daki super power suç örgütü ile yaptığı ve hapishane bahçesinde ki kavgalar çok güzel çekilmişti.

capheus : dizi de en çok * kıçı kurtarılan karakter ve hikayenin afrika ayağı. çocukluğuyla ilgili hikayeler ve nairobi'ye ait sokak görüntüleri ile izlemesi ilginç olan bir karakter. optimist ve çocuk gibi davranan küme elemanı. ikinci sezonda değişmesi kötü oldu.

lito: dizinin yalan makinesi, drama queen'i ve ideal aşığı. aşk acısını somutlaştırdığı bölüm hem dramatik hem de komikti. 8 ağustos'ta doğmak zorunda olmasaydı kesin balık burcu olurdu. maskulen tavır ve görüntüsünün altında bambi kalpli er kişisi. sun'ın regl duygu ve sancılarını çektiği sahneler de eğlenceliydi. hernando ile çok yakışıyorlar ve aralarındaki kimya olağanüstü.

will & riley : gerçek hayatta karşılaştıkları sahne o kadar güzel çekilmişti ki bu yaşta beni ağlatmayı başardılar. şimdilik gördüğümüz kadarı ile çocukluk zamanlarında da başka duyusallar ile iletişime geçen iki karakter sadece bu ikisi. kümenin tek doğum yapan insanı olarak sanırım, herkesin duygusal olarak en bağlı olduğu kişi riley. kümenin anaç tarafını temsil ediyor bence. arka plandaki hikayesi de bir o kadar acıklı. will'in whispers ile göz göze gelmesi ne kadar içimizi burksa da izlemekten keyif aldığım iki karakter.


aslında aklımdaki hiç bir şeyi yazmamış gibi hissediyorum. belki editlerim daha sonra *

netflix

sense8'in yeni sezonunu iptal etmesi ile üyeliğimi durdurduğum ve bunu e-posta ile kendilerine iletmem sonrasında final bölümü yayınlayacaklarını tarafıma duyuyarak inceliklerine hayran kaldığım platform. üyeliğimi yeniden aktifleştirdim.

eşcinsellik propagandası ile de alakalı söylemek istediğim bir kaç şey var aslında. sadece kendi etrafımı gözleyerek söyleyebilirim ki eşcinseller bu platforma para ödeyen önemli bir kitle. ne kadar bu şekilde genellemek çok saçma olsa da etrafımdaki heteroseksüel arkadaşlarımla bu platform hakkında konuşurken aldığım cevaplar "ne gerek var abi ya, heryerde bulunuyor o diziler zaten." veya "hacım bana da şifreni versene!" şeklinde. aynı durum spotify veya apple music tarzı platformlar için de geçerli. firmalar, şirketler eşcinsellerin ortalamaya vurulduğunda daha iyi kazandıklarını ya da en azından daha kolay para harcayarak maalesef tüketim toplumunu daha iyi temsil ettiklerini hep biliyordu ama buna oynayacak cesareti son yıllarda kazandılar.

zannediyorum düzcinsel ve eşcinsel insanların para harcama içgüdüleri, mantıkları birbirinden farklı olmasından kaynaklanıyor. bu daha detaylı incelenebilir belki çocuk sahibi olmayacaklarından kaynaklı veya kıyasla büyük ev büyük araba sevdaları olmamasından dolayı böyle ufak tefek şeylerin hesabını yapmıyorlar eşcinseller. ee genel olarak işlerinde de başarılılar ve iyi kazanıyorlar. parayı kıyafetti, parfümdü, teknolojiydi har vurup harman savuruyorlar işte *.

netflix'in lgbti içerikli yayınları yayınlara yer vermesi hakkında yazmak için başladığım yazı eşcinsellerin tüketim toplumunun en azılı üyeleri olmasına vardığım sonuçla kapattım. niye böyle oldu ki şimdi?

neyse aslında söylemek istediğim ise etrafımda duyduğum eşcinsellik propogandası yapıldığına inanan insanlar. şu eşcinsellik propogandası denen şey ne saçma salak bişey. bunun olduğunu söyleyen insanlar bi içlerine sorsunlar bakalım, yetkili bir abi gelse de "eşcinsellik en güzel şey olm" diye övse sen erkeklerle beraber olmaya mı başlayacaksın? lan tuttuğunuz takımınızı bile din gibi belleyip zinhar değiştirmiyorsunuz, biri eşcinselliği övdü diye bir insan evladı gay olduysa zaten baskıdan, toplum görüşünden açıklayamıyordur da sonunda kişiliğini kabul etmiştir. ee bu da olumlu. bırakın herkes nasıl hissediyorsa öyle yaşasın.

empati noktasında sana uzaylıyla empati yap demiyoruz. çok basit, sen karşı cinsten hoşlanmayı seçmedin, içgüdüsel olarak bunu hissediyorsun. toplumun seni kendi cinsinle beraber olmaya zorladığını, bir kaç saniye, hayal et bakalım. gördüğün üzere hiç bilmediğin, yabancı terimler kullanmadım. hepsi bildiğin şeyler, erkek, kadın, penis toplum...vs. denklem aynı, sadece değerlerin yerini değiştirmen gerekiyor. nasıl? olmadı di mi? evet olmuyor işte. ama biz buna rağmen katlanıyoruz.

eşcinsellik

erkeklerin regl hakkında ileri geri konuşmasından, kadınların askerlik hakkında 'yap, kurtul yanee, çok mu zor" demesinden daha saçma bir şey varsa o da heteroseksüellerin eşcinsellerin duyguları hakkında yargılayabileceklerine, duygu durumları üzerinden tespit yapabileceklerine inanmaları. bunun ikame olmadığını, seçmekle olmadığını anlamak neden bu kadar zor geldiğini anlamak imkansız.

kimisi gelir şovenistlikle suçlar, kimisi gelir yaşasınlar ama evlerinde yaşasınlar şımarıklığıyla laf söyler. ama en sinir bozucusu 'onlar da insan' düşüncesinde ki veya 'benim saygım var ama' ile başlayan cümleler kuran insan samimiyetsizliği. gerçi bazıları sığ akıllarının süzgecinden çıkan düşünceyi ellerinden geldiğince iyi niyete bulayıp söylüyor. hele ki din penceresinden, yaratıcının rahmeti hakkında en ufak fikri olmadan, inandığı dinin enginliklerinden bihaber olarak asıp kesenler, yaşamın ötesine şahit olmuş gibi ahkam kesenler...

eşcinseller sizin empatinizi beklemiyor zira mevcut düzen ve yetiştirildiğiniz karanlığın içinde buna pek imkan olmadığının farkındayım. sadece insanların düşüncelerini kendi hissettiklerinden çok daha önemli olduğunu düşünen bir çok insanın hayatını karartan açıklamalarınızı yapmadan önce vicdan süzgecinden geçirin yeter.