insanlarla sadece yatmış olmak için yatıyorum son zamanlarda. hiç kimseden, hiçbir şeyden zevk alamıyorum ve her an boğulacakmış gibi hissediyorum. hayatım rüzgarın akışını takip edemediğinden olduğu yerde dönüp duran ve her an batabilecek bir kayığa benziyor resmen.
requiem for a dream
the unbearable lightness of being
120 battements par minute (120 bpm)
the handmaiden
les trois couleurs: rouge
la double vie de véronique
sophie's choice
ben mi çok rahatım yoksa bizim okulun tuvaletleri çok da pis olmuyo mu anlamıyorum, çünkü gayet rahat rahat okulda işimi gördüğümü insanlara anlattığımda freak muamelesi yiyorum genelde ama tüm gün boyunca bir insan tuvalet için eve gitmeyi nasıl bekleyebilir ki?
büyük ihtimalle sana çok da ilgi duymadığından ya da "nasıl olsa buraya sikiş sokuşa geldim, banane milletin duygularından, ne hissederse hissetsin!!" kafasında olduklarından kimseyi merak etmemek en iyisidir bence. gerçi biriyle o kadar konuşup hiç yatmayınca insanın merakı daha da artar, orası da ayrı konu. en iyisi kimseye ederinden fazla değer vermeyip başka insanlara yönelmektir.
bunu yapabilen insanlara çok imreniyorum. ne zaman otobüsün içinde kitap okumayı denesem ya da ne bileyim telefonuma baksam anında midem bulanıyor. bi de bunun otobüste ayakta giderken kitap okuyabilen versiyonu vardır ki, ayakta alkışlanasıdır.
tokyo, japonya'da yaşıyorum güya. benim şansıma kıyamet orada kopuyor, her yer alev alıyor, adım başı patlamalar oluyor. ben de "elin japonyasında bile şanssızlık beni buldu." diyip sokağın ortasında hüngür hüngür ağlamaya başlıyorum, daha sonra da yüzüme bomba düşüyor, ölüyorum falan. şimdi düşündüm de biraz geliştirilse, üzerinde düşünülse uyduruk bir bilimkurgu filmi senaryosu çıkarmış bundan.
o kadar dengesiz ve saçma hissediyorum ki ruh halimi tanımlayacak bir kelime bile bulamıyorum şu an. sanırım hayatın amacının olmadığına karar verdim, ontolojik boşluğa düştüm sözlük.
tokyo, japonya'da yaşıyorum güya. benim şansıma kıyamet orada kopuyor, her yer alev alıyor, adım başı patlamalar oluyor. ben de "elin japonyasında bile şanssızlık beni buldu." diyip sokağın ortasında hüngür hüngür ağlamaya başlıyorum, daha sonra da yüzüme bomba düşüyor, ölüyorum falan. şimdi düşündüm de biraz geliştirilse, üzerinde düşünülse uyduruk bir bilimkurgu filmi senaryosu çıkarmış bundan.
büyük ihtimalle sana çok da ilgi duymadığından ya da "nasıl olsa buraya sikiş sokuşa geldim, banane milletin duygularından, ne hissederse hissetsin!!" kafasında olduklarından kimseyi merak etmemek en iyisidir bence. gerçi biriyle o kadar konuşup hiç yatmayınca insanın merakı daha da artar, orası da ayrı konu. en iyisi kimseye ederinden fazla değer vermeyip başka insanlara yönelmektir.
insanlarla sadece yatmış olmak için yatıyorum son zamanlarda. hiç kimseden, hiçbir şeyden zevk alamıyorum ve her an boğulacakmış gibi hissediyorum. hayatım rüzgarın akışını takip edemediğinden olduğu yerde dönüp duran ve her an batabilecek bir kayığa benziyor resmen.