boysan yakar

28 Entry Daha
aykut atasay 9.9.2015

boysan

pazar sabahı facebook'ta öldüğün haberini okuyunca kanım dondu. uzay boşluğunda salınma hali gibi. kendimle ve etrafımla tam bir kopukluk. bir süre sonra yukarı anneme çıktım ve ona haberi verdiğimde katıla katıla ağlamaya başladı ama ben yine donuktum. ''dört yıl baktım ona'' diyordu, başka bir şey demiyordu. hatırlarsın 'ikinci oğlum' derdi sana. iki saat sonra evimde seminer verecektim lakin odağım şaşmıştı; sokağa çıktım, açılayım, yaşadığımı fark ediyim diye. bir süre sonra zehra geldi, yavaş yavaş idrak etmeye başladım evime insanların geleceğini ama çeki düzen vermekte zorlanıyordum kendime. gelenler geldi ve seminerin en başında olanı biteni, halimi paylaştım, o sırada duygularımla yavaş yavaş temas kurmaya başladım. seminer bir şekilde aktı, arada telefona gözüm kaydığında beni arayanların, mesaj atanların olduğunu gördüm sürekli. ciddi anlamda şaşırıyordum, insanlar beni bilgilendiriyor, baş sağlığı diliyordu. şaşırmıştım çünkü eğer biri güncel olarak yaşamında değilse birinin, o kişiye böyle ölüm kalım haberleri gitmezdi, önemsenmezdi diye bir yargım varmış, onu fark ettim bu şaşkınlık haliyle kalınca. yaklaşık yedi yıldır toplasan 10 dakika sohbet etmediğim eski sevgilimle ilgili taziyeler, haberler geliyordu. hayatında kıymetli bir yerim olduğunu hatırlamama destek oldu bu aramalar sormalar. akşam cihan ile görüşmeyi seçtim. desteğe ihtiyacım vardı. onun da yıkıldığını, üzüldüğünü görünce şaşırdım; meğer onun için de kıymetliymişsin. ertesi sabah uyandığımda seni tanıyan akrabalarım, annemin arkadaşları annemi aramışlar ''bu boysan, o boysan mı?'' diye, şaşkınlığım hala devam ediyordu.

camiye gelirken donukluğum bakiydi. henüz ağlamamıştım, idrak etmemiştim vefat ettiğini. cami girişinde ablanı gördüm. sımsıkı sarıldık, bana ''seni ne kadar çok seviyordu biliyorsun, senin için regresyon bile yaptı'' dedi. şaşkınlığım iyice arttı. avlu çok kalabalıktı, gözüme çarpan herkesi neredeyse tanıyordum, yıllar olmuştu görmeyeli birçok kişiyi. her biriyle kucaklaşıp sarıldığımda anılar pörtlemeye başladı zihnimde, bu insanlarla birlikte ortak yaşadıklarımız. işte o zaman tenimi, içimi hisseder olmaya başladım; acı, üzüntü, özlem yavaş yavaş beliriyordu. sonra korkarak tabuta yaklaştım ve tabutun yanında benim atletimi giydiğin çerçeveli fotoğrafı görünce ölmüş olduğuna aydım ve katılarak ağlamaya başladım michelle'in kollarında. başımı kaldırdığımda babanı gördüm, ona sarıldım. tarabya'daki evinizde ailecek yaptığımız kahvaltılar, sohbetler aklıma üşüşüverdi babanın kollarında. annenin başı kalabalıktı. su yeşili gözleri kan çanağı olmuştu. onla da sarıldık, çok zor oldu benim için. sonra hayatımda ilk kez bir tabutun yanına yaklaştım, baran'ın varlığından destek alıyordum yanımda, ilişkimizin ilk yılında rahat rahat birlikte uyuyalım, sevişelim diye yuvasını açan baran'ın. karşımda baban, etrafta tanıdık üzgün yüzlerle başında bekledim. yine ilk kez bir tabutu taşıma cesareti ve isteği duydum, ağırlığını son kez hissedeyim diye. mezarlıkta, yasmin ajda'nın ''ya sonra'' şarkısını söylemeye başladığında senin adına mutlu oldum. sözleri dokunsa da, varlığını kutlama gibiydi bu en sevdiğin şarkılardan biri benim için. annen, ablan ve babanla mezarda yeniden biraraya gelmeye gönlüm dayanmadı, oradan usulca uzaklaştım tek başıma.

pazartesi ve salı ''daha çok gençti'', ''yapacak tonla güzel hayali, işi vardı'', ''nerede ilahi adalet?'' gibi serzenişlerde bulundukça, fark ettim ki hem senin içimdeki varlığından kopuyordum hem de hayattan. olanla nasıl kalabilir, olanı nasıl kabul eder ve yol alabilirdim, pek emin değildim. çünkü sanırım sevdiğinin ölüm haberini almak, hayatın akışına dair en büyük hayırımız, itirazımız. neden, nasıl olur, niye o, neden şimdi? gibi soruların cevabı yok böyle bir durumda. oldu işte. oldu ve bu haberi alanlar darmadağın oldu. ilk kez bir ölüm haberinde ne kendi ölüm korkumla, kaygımla kalmayı, ne başına gelenden dolayı hayatı, birilerini suçlamayı seçmek istemiyordum, çünkü senden kopuyordum. ölüm haberin sonrası yaşadığım tüm şaşkınlarda gördüm ki senle ne olmuşsa bir şekilde içimdeki o sevgi bağını bastırmayı seçmişim, bunu fark ettiğimde çok üzüldüm ve bu kişisel gelecek endişesiyle ya da yaşama lanet okuma haliyle kalmayı gerçekten istemedim. seni arıyordum içerlerde bir yerde ve yeniden karşılaşmak istiyordum seninle.

dün akşam cihan ile telefonda konuşurken ona neden bu kadar etkilendiğini sordum senin ölümünden. o da bana seninle aranızda fark etmediği bir bağ oluştuğunu, seni hiç tanımasa da çok sevdiğini ve seninle yüz yüze gelip konuşamadığı için bunca geçen yılda üzüntü hissettiğini belirtti. bu duyduklarım ilaç gibi geldi bana ve bir fişeği ateşledi kalbimde. aşık olup senden ayrıldığım insan, senle o günlerin acılarına dair iletişime geçmek istiyormuş meğer. bir kez daha şaştım. şaşkınlık halinde şunu hatırladım. ben senden ayrılıp cihan ile ilişki yaşamaya başladığım ilk beş-altı ay yüzde elli sen, yüzde elli cihan olarak yaşadım. ve o an fark ettim ki hem bu halle kalmamak ve cihan'a dikkatimi vermek hem de yaşadığın o büyük acıdan dolayı kendimi suçlamayı bırakmak adına içimdeki bağı kesmeyi seçmişim. pazar günü eski bilgisayarımı açıp senle birlikte çekilen fotoğraflarımızı aradığımda bir tane bile bulamadım, hepsini silmişim. bunu fark edince büyük bir üzüntü çöktü içime. hayat bu ya, onca yıl da karşılaştırmadı bizi orada burada. ayrılığın ilk aylarında da çok istedim yeni bir aşkın olsun, ayrılığımızın acısını kolayca unut diye.

utandığım ve suçluluk hissettiğim için seninle iletişimimi kesmişim. son aylarda yeniden facebook arkadaşı olduğumuzda daha bir yanaşasım gelmişti sana yeniden bağlarımızı kuvvetlendirmek için. lakin yaşam hazır olmamızı, senin veya benim adım atmamı beklemedi. dün gece ve bu sabahtan beri de sadece şunu yapıyorum, kendimi anılarımıza açıyorum, neler geliyorsa sadece duygusunu yaşamaya izin veriyorum. bedük konserinde sahne almadan önce tüm vücudunu gri spreyle boyadığım anı, bozcaada'yı gezdirişini, üniversiteden mezun olasın diye bitirmeye çalıştığımız işler için sabahladığımız geceleri, sarhoş sarhoş topuklu ayakkabılarınla sabaha karşı istiklal caddesi'nde rahatça yürüyesin diye kendimi sana siper edip veletlerden yediğim tekmeleri, gönlümü almak için hazırladığın kahvaltıları, birlikte ürettiğimizi belgesellerin söyleşi kısımlarında benle sahnede yer alışını, annemin odamda dudak dudağa öpüştüğümüz anda kapıyı açıp bizi görmesini, kavga ettiğimizde kendini tuvalete kitlemelerini, bana ''aakutesk'' diyeşini, kafanı öne eğip, dudaklarını büzüştürüp bana bakmanı, baban fark etmesin diye yan odadaki yatağı her sabah yalandan dağınık bırakmayı ve tonla anıya açıyorum kendimi. üzülüyorum, mutlu oluyorum, gözlerim doluyor, boğazım düğümleniyor. seni yıllar sonra yeniden yaşıyorum. keşke'ler beliriveriyor bazen, onları da bundan sonraki yakın ilişkilerimde emek ve özen göstermeye dikkat koymak adına küpe yapıyorum kulağıma.

ne çok insana dokunmuşsun, onları kucaklayıp sevmişsin, bir kez daha tanık oldum ve imrendim cenazende. senin girişkenliğini,yakınlığını, insanlara olan düşkünlüğünü ve sıcaklığını hep gıptayla izlemiştim. ne kadar dolu dolu bir 31 yıl yaşamışsın diye de içimden geçirdim ve mutlu oldum. seni içimde taşımaya ve insan ilişkilerine özen konusunda seni bundan sonra kendime ilham kaynağı olarak almaya niyet koyuyorum. manen kolumdasın, madden olamasan da.

varsa hallolmamış meselerimiz ve varsa bir dahaki yaşam diye bir şey, seve seve yeniden başka bedenlerde karşılaşmaya istekliyim seninle. bu yazdıklarımı okuyacağına, okurken gülümseyip bir yandan ağlayacağına dair niyeyse bir inanç var içimde.

öpüyorum minik burnundan.

(yazarının kamuya açık facebook profilinden alıntıdır. oldukça duygulu ve güçlü bir yazıydı ve o günlerde beni çok etkilemişti. boysan'ın anısına paylaşmak istedim, istek gelirse kaldırabilirim)
11 Entry Daha