bir ev arkadaşı edinmemin önündeki en büyük engellerden biri.. ya da simgesi... ya da öyle bir şey... başlarda "gayet idare edilebilir hatta komik, o kadar da huysuz değilim canım" şeklinde kendimi rahatlattığım bu tür detayların karşı taraf için gerçekten önem taşımadığını idrak etmeme beraber giderek yükselen gerilim...
süt şişesinin içinde 1 çorba kaşığı kalana kadar içip gerisini dolaba kaldırmak (lafım içilmesine değil), sallama çay poşetini bardağın içinde, sigara izmaritlerini küllüğün içinde lavaboya tepeleme doldurmak, hatta lavaboya önüne gelen herşeyi doldurmak, 1 hafta önce hazırlanmış yemeğin ben kaldırmadığım sürece buzdolabında yerini korumak, yıkanan çamaşırların sadece kendine ait olanlarını asmak, çalan kapıya/telefona bakmamak, akşamları evde 1-2 saat kalınması gereken ender durumlarda (özellikle hafta sonları) sürekli bir dışarı çıkma zorunluluğu yaşamak (birden hastalanan arkadaş, birden bunalan sevgili, birden doğum günü kutlanan bir başka arkadaş) vs vs vs... uyardığında da ıslak köpek bakışlarıyla "haklısın, affedersin" deyip kadığı yerden devam etmek...
tükettiğimiz hiçbir kaynağa yenilenebilir, tekrar üretilebilir gözüyle bakmadığımız için şaşırtmayan şahıs. nasıl düşünür insanoğlu: '' hayat devam ediyor ''. herkes susuzluğunu giderme derdinde, kuraklığa çözüm arama derdinde değil.
bir "sığıntı olduğu için mutfak işlerini yapmak zorunda bırakılan birine saygı duymayan, arada bir girdiği mutfakta herşeyin yerini değiştiren, dostça uyarınca terbiyesizleşen, 'burası benim evim' diyen, ve de dediği doğru olan" hödük değildir.
suyu doldurmayan düşüncesizle uğraşmak çocuk oyuncağıdır benim için.