türkiye'de neden ingilizce öğrenemiyoruz

kendi adıma konuşmuyorum, ben öğrendim. ancak böyle de bir gerçek var. 4. sınıfta 12. sınıfa kadar müfredatında ingilizce olan anadolu genci ne hikmetse bir beginner düzeyinde bile ingilizce bilgisine sahip değil. elin avrupalısı, ana dili ingilizce olmayanlar, daha liseye başlamadan en aşağı upper düzeyinde ingilizce düzeyine ulaşırken, üstüne üstlük yanına yeni bir dil daha eklerken bizde ki bu rehavetin sebebi nedir?

müfredat mı sıkıcıdır?
öğretmenler mi başarısızdır?
öğrenciler mi spastiktir?
nedir yani. 8 sene az değil.

yeni evlenen bir çiftin 8 sene içinde 7 yaşında bir çocukları olabilir. ne alakaysa.*
cevabı pratiğe dayalı eğitimin sıfıra yakın olmasında gizlidir. öğrenci o sekiz yıl boyunca döner dolaşır aynı dil bilgisi kurallarını görüp durur.
doğal dil öğrenme nasıl gerçekleşir peki? duyarak ve konuşarak. atıyorum biz türkçe'yi altı yıl boyunca pratikte geliştiriyoruz ardından birinci sınıftan dil bilgisine başlıyoruz. aynı şekilde ingilizce öğrenmeye dördüncü sınıfta konuşarak başlasak ve liseden itibaren dil bilgisi görsek ana dilimiz gibi ingilizce konuşuyor olurduk şu an.
tabi yatkınlığı ve ilgiyi bu konunun dışında tuttum. öğrenen yine öğreniyor diziler, filmler, kitaplar yoluyla.
çok boyutlu, çok köklü ve çok etkenli bir büyük sorunsalımız!
kişisel deneyim ve gözlemlerime göre genel olarak şöyle düşünüyorum:

- öğretim yöntemi, ilköğretimden üniversiteye dek değişmeden uygulanıyor: tek yönlü anlatım yöntemi.
- öğrenme ve öğretim materyalleri yetersiz.
- tüm dünyada kullanılan kitaplar kullanılıyor, fakat, kitapları okuyacak öğrencilerin altyapısı ve dil öğrenmeye ilişkin yerel/kültürel beklentileri gözardı ediliyor.
- yukarıda belirtildiği gibi, hem sınıfta hem de dış mekanlarda zorunlu konuşma uygulamalarının yapılması gerekiyor.
- hem ilköğretimde hem de lisans programlarında uygulanan yabancı dil müfredatında, günlük konuşma diline ilişkin içerik yetersiz. günlük dildeki temel kalıpları ve yapıları kullanamayan gençlerin, dil öğrenimine ilişkin özgüveni kolayca zedeleniyor.
- herşeye rağmen, dile merakı olan her öğrenci (benim gibi) hiç yurtdışına çıkmadan kendi ilgi ve çabasıyla, mesleki ve günlük ingilizceyi rahatlıkla öğrenebiliyor...
türkçe'nin dil yapısından kaynaklanıyordur. cümleler türkçe'de özne tümleç yüklem şeklinde giderken ingilizce'de özne yardımcı fiil fiil tümleçler gelir. zaman ekleri türkçe'de sondan eklenirken ingilizce'de yardımcı fiillerle sağlanır. yetenek, olasılık ne varsa bildiğiniz gibi bizde sondan eklemeli onlarda yardımcı fiille halledilir. batı dilleri birbirine çok benzediği için kalıplar daha kolay akıllara yerleşir erkenden ingilizceleri serpiliip yeşerir. ayrıca bizim dil öğretme tekniğimizde de hala sıkıntı vardır. aşırı derecede grammere yüklenip bir bebek nasıl dil öğrenir gerçeğini hep atlarız.

sonunda da 5 dil konuşan avrupalı bir gence gıpta ile bakmaktan başka çaremiz kalmaz.
cevabı, türkiye'de daha doğru dürüst türkçe bile öğrenemediğimiz için, aklımız işin inceliğinde değil hilesinde olduğu için ve aklımız sürekli oynaşta olduğu için ve bu yüzden "fırsat ve zaman bulamamamaktan" dolayı olan soru cümlesi. eğitim desen çöp, zihniyet desen "amaaan banane", noel baba maketini sünnet edip öldüren bir güruhla yaşıyoruz, ingilizce mi kalmış, asıl soru "türkiye'de neden yaşamayı öğrenemiyoruz" olmalı!
çünkü ingilizce ingiltere'de öğrenilir.
biraz reklam cümlesi gibi oldu ama öyle gerçekten.burda ne kadar kursa gitseniz de birebir yani yüzyüze ingilizce konuşmadan öğrenemezsiniz.yani hem kulak dolgunluğu,hem de akıcı konuşmak için yabancı ülke şart diyenlerdenim.
türkçe mantığı ile ingilizce konuşmaya çalışmamız sebebiyle öğrenemediğimiz kesindir. o mantığının kırıldığı yerde bol bol kelime öğrenerek hızlı bir şekilde içerlenmedi muhtemeldir.
türkçe mantığı ile ingilizce konuşmaya çalışmamız sebebiyle öğrenemediğimiz kesindir. o mantığının kırıldığı yerde bol bol kelime öğrenerek hızlı bir şekilde içerlenmedi muhtemeldir.
eğer ingilizce buysa öğrenmeyelim, ke sera sera, olleeyyyy
pratiğe dayalı bir öğretim uygulanmıyor ve öğretmenleri çok düz kafalı. lisede haftada on saat ingilizce görüyordum ama adamın yaptığı tek şey gelip bir kaset koyup listening yaptırmaktı, beşinci sınıftan lise sona kadar aynı müfredat sanırım, her yıl am is are ile başlayıp zamanlar gösterilip bitiriliyor ve sınavlar bir şey öğrenmeye zorlayacak seviyede bile değil, bir iki saat çalışma ile tüm yıl çok rahat geçilebiliyordu daima. lise iki civarı yarım dönemliğine ingiltere'de doğmuş çok uzun yıllar orada yaşamış bir kadın gelmişti ve kadın kitapları falan kapattırıp sırf pratik yaptırıyordu, derste türkçe konuşmak yasaktı ve herhangi birisi buna uymazsa bir tl veriyordu o paraları toplayıp ay sonunda topluca bir şeyler yeniliyordu falan. kısacası öğrenemiyoruz değil, öğretemiyoruz. ben kendi çapımda geliştirdim ingilizce forumlar, kitaplar, diziler, oyunlar, filmler, yabancı arkadaşlar sayesinde ama ne yazık ki lisedeki çoğu arkadaşım "fuck dedi" modundalar çünkü eline diplomalarını aldıklarında onlara öğretilen bu seviyedeydi.
günde iki saat ders alıp , sokağa çıkıp türkçe konuşmak zorunda olduğumuz için. verimli olmuyor.
faredir fare'cimin asistine volemi vurayım, sonrasında ciddi ciddi yorumlarımı yazacağım:
sorunun cevabı gayet nettir:
benden öğrenmediğiniz için. zira, canlarım, dil dile değmeden dil öğrenilmez.*


şimdi;
öncelikli sorun insanların "ay, ben okula/dersaneye gidicem, örtmen bana ingilizceyi öğretçek" kafasından bir türlü kurtalamıyor olması. sanki eğitmenin/öğretmenin elinde sihirli değnek var, kafana vuracak, voila!, ingilizce öğreneceksin. öyle bir dünya -ne yazık ki- yok. bu mentaliteden kurtulmak gerekiyor.

klişe olsa bile, şöyle bir gerçek var: dil öğretilmez, öğrenilir.
anadilinizi öğrenirken anneniz/babanız sizi karşınıza alıp, "çocuum, bak, bu cümle böyle kurulur", "soru cümlesi şöyle yapılır" diye ders vermiyor. ne yapıyoruz? onları taklit ediyoruz. yani, dili -ilk aşamada- papağanlık yaparak keşfediyor ve hayatımıza katarak yatkınlık ediniyoruz.

aynısı ingilizce -ve elbette ki diğer yabancı diller- için de geçerli.

eğitmen/öğretmen öğrenmek istediğiniz dili nasıl öğreneceğiniz hususunda size yol gösterir. gerisi size kalmış. sonrasında o dili bir şekilde (dinleyerek, konuşarak, okuyarak, yazarak) hayatınıza entegre etmeniz gerekiyor ki öğrenim ve edinim devam etsin.

yabancı dil öğreniminin de üç kolu var ve bunların hiçbir şekilde birbirinden ayrılmaması gerekiyor:
dil bilgisi*, kelime dağarcığı* ve telaffuz*.
bu üç mevzu bir arada olmazsa eğer, o dili iyi konuşuyor olmuyoruz.
e bunun yolu da öğrenmek istediğimiz dili hayatımıza dahil etmekten geçiyor.

eğitmenin/öğretmenin gösterdiği yolu takip etmek ilk aşamadaki gerekli şey.
ardından
müzik dinleyerek, film/dizi izleyerek, kitap/gazete okuyarak, dili bilen biriyle konuşarak (gerçek hayatta kimse yoksa, internet var. o da olmazsa kendi kendine konuş), arada bir şeyler yazarak,
hasılı;
o dilin hayatınızın her noktasına nüfuz etmesini sağlayarak öğrenebilirsiniz.

"ingilizce çok nankör bir dil" muhabbetlerine de kulak vermemek gerekiyor. nankör olan dil değil; insanlar. zira, dil yaşayan bir canlıdır, beslemezseniz ölür. aynısı anadiliniz için de geçerli çünkü.

yeni bi' dil buldum. emergency diye yazıp, imörcinsi diye okicaz. hadi gidin öğrenin.

iş başvurularında cvlerimize bakarsak aslında hepimiz biliyoruz değil mi ? misal ben eğitim dili ingilizce olan bir okuldan mezun oldum cidden biliyorum yani fakat adam beni şantiyede çalışıtırıyor işe alırkende hayvan gibi ingilizce bilmemi istedi!kullandım mı tabiki hayır; yani asıl nokta biryerlerde ögrenmiş olsak bile kullanmıyoruz kullanamıyoruz kullandırttırmıyorlar efendim.