ophelia

Durum: 65 - 0 - 0 - 0 - 16.05.2020 11:26

Puan: 1206 - Sözlük Kezbanı

5 yıl önce kayıt oldu. 9.Nesil Yazar.

o e a, q i f, f r, n, s f s e e
  • /
  • 4

shirley collins

geleneksel ingiliz müziğini seslendiren çok az şarkıcıdan biridir. ablası dolly ile birlikte rebecs, sackbut gibi ortaçağ enstrümanlarını kullanarak müziklerini icra ederler. melodiler çok yalındır, sakin bir havası vardır. benim gibi coşkulu müzikleri seven biriyseniz çok tavsiye etmem, bonnie boy ile lovely joan gibi birkaç şarkısı uyumadan önce güzel gider. merak edenler için ingiliz folk müziği ile ilgili shakespeare'in de çok sevdiği, mümkünsebattista acquaviva'dan veya loreenna mckennitten greensleeves'i dinleyin, muhteşemdir.

cesaria evora

afrika'nın batısında yer alan cape verde adasının müziği olan mornanın en büyük temsilcisi. eski bir portekiz sömürgesi olmasından dolayı, fado müziğinin ciddi etkisi görülür ve ağır melankolik bir türdür. çıplak ayakla şarkı söyler, sebebini de kendisi fakirlerle dayanışmada olduğunu göstermek olarak açıklar. sodade ve besame mucho efsane iki şarkıdır. yamore şarkısını da çok beğenerek dinlerim.

bi kidude

tanzanya'nın halk müziği olan taarab'ın kraliçesidir. nedense konser görüntülerini izlediğimde veya resimlerine baktığımda reverans yapmak gelir içimden. taarab, zamanında devlet tarafından mısır'da eğitim almak üzere gönderilen bir grup müzisyenin arap müziğinden geniş ölçüde etkilenmiş olarak ortaya çıkardıkları müziktir. farklı türlere açık olanlar için pakistani ve alaminadura şarkıları şiddetle tavsiye edilir.

howl

hippi hareketinin şiiri olan beat akımının, gingsberg tarafından yazılmış öncü şiiridir. başlıktaki diğer entrylere ilave olarak uğraşlar sonucu bulduğum, şenol erdoğan'a ait çeviriyi aşağıya bırakıyorum, öncesinde en can alıcı kısım
"metroda dizlerine vurarak uğuldayanlar ve elyazmalarına bir göz atıp siklerini
pantolonları üstünden sıvazladıkları için uzayıp gitmesi istenenler,
bi işleri olmadığından azizimsi motorculara götlerini siktirip zevk çığlığı atanlar,
meleksi insanlıklarıyla uçanlar ve uçuranlar, atlantik ve karayip aşklarını
okşayan denizciler,
gülbahçelerinde, halk parklarının çimlerinde ve mezarlıklarda önüne gelen
herkese özgürce spermlerini attırarak sabah akşam otuzbir çekenler,
durmaksızın hıçkırarak tükenenler, kıkırdayıp coşarken sarışın & çıplak bir
melek artlarında belirdiğinde deşmek için onları palasıyla, bir türk hamamının
odasında mahvolanlar,
aşkoğlanlarını kaderin şirret üç ihtiyar kaşarına, heteroseksüel doların tek gözlü
kaşarına, dölyatağından göz kırpan ve kıçını kırıp oturmaktan,"
şimdi tam metin paylaşıyorum:
ı
" gördüm kuşağımın en iyi beyinlerinin çılgınlıkla yıkıldığını, histerik çıplaklıkla
açlıktan geberdiğini,
zenci sokakların şafağında gördüm onları bozuk kafalarıyla mal ararken,
gecenin makinesinde yıldızlı dinamo ile eski cennetsel bağ için yanıp tutuşan
melek kafalı hipsterler,
yoksulluk ve paçavralar ve sahte gözlerle şehirlerin üstünde yüzen sıcak suyu
olmayan ucuz odaların doğa üstü karanlığında yükseğe doğrulup sigara içerken
jazzı seyredenler,
yaradan’ın cennetinde zihinleri apaçık olanlar aydınlatılmış ucuz çatı katlarında
ve yeraltlarında muhammed’in dolaşaduran meleklerini görenler,
arkansas ve blake-ışığı trajedisi arasından parlak ifadesiz halüsinatif gözlerle
bilgi savaşının üniversitelerinden geçip gidenler,
akademilerden delilik ve ahlaksızlığa düzdükleri methiyeleri kafatası üzerindeki
pencerelerde yayınladıkları için tekmeyi yiyenler,
parasını çöp sepetlerinde yakarak ve dehşeti duvardan dinleyerek tıraşsız
odalarda don gömlek sinenler,
apış arasındaki marihuanayla laredo’dan dönerken new york’da içeri tıkılanlar,
ucuz otellerde ateş yiyenler ya da paradise alley’de terebentin içenler, ölüm, ya
da geceden geceye gövdelerini arafta bırakanlar,
düşlerle, ve uyuşturucularla, uyandıran kabuslarla, alkol ve sik ve sonsuz
taşaklarla,
ürperen bulutların emsalsiz kör sokakları ve canada ve paterson’un kutuplarına
doğru sıçrayan aradaki zamanın hareketsiz dünyasını aydınlatan aklın şimşeği,
geçitlerin peyote dayanışması, arkabahçe, yeşil, ağaç, mezarlık sabahları, çatı
katlarında şarap kafası, kafaları iyi olduğu esnada çıktıkları zevk gezilerinde
mahallelerin dükkanlarının vitrinlerinde trafik ışıkları gibi yanıp sönen neonlar,
güneş ve ay brooklyn’in sert kışının alacakaranlığındaki ağacın titremesi, esrar
külünün laneti ve aklın yüce ışığı,
hayvanat bahçesi ışığının iç karartıcı parlaklığında boğazları paramparça ve
kasvetli beyinleri örselenmiş,
benzedrine boğulmuş halde rayların ve çocuk seslerinin gürültüsü arasında
titreyerek
battery’den bronx’a sonsuz bir gidiş için kendilerini yeraltında zincirleyenler,
gece boyunca bickford’da loş ışığın altında dibe vurmuşçasına gömülüp
kalanlar ve dışarı çıkanlar ve gün ortasında ıssız fugazzi’de bayat bira içerek
otomatik plak çalarda çatırtıları dinlemeye mahkum olanlar,
yetmiş saat durmaksızın konuşarak, parktan mekana, mekandan bara, bardan
bellevue’ye belleuve’den müzeye, müzeden brooklyn köprüsüne
ayın ötesinde/ki empire state’in pencere pervazlarından sarkan yangın
çıkışından atlayan platonik belagatçilerin yitik bölüğü,
olayları ve anıları ve anekdotları ve görme zevkini ve hastane şoklarını ve
cezaevlerini ve savaşları bağırıp çağırıp fısıldayıp kusarak konuşanlar,
yedi gün yedi gece harap olmuş anımsamalarıyla parıldayan gözlerle
kaldırımların üzerini örten mağlup sinagog eti,
artlarında atlantic city hall’ün belirsiz resminin kartpostalını iz bırakıp
zen new jersey’i terk ederek hiçbir yere doğru gözden yitenler,
kederli doğunun sıkıntı veren terlemesiyle tanca’nın kemik gıcırdatanları,
çin’in migreninden mustarip, iç karartan döşemesiyle newark’ın boktan bir
odasında esrarın etkisiyle pelte-k-leşenler,
geceyarısı demiryolu boyunca oradan oraya amaçsızca gidip gelen yurtsuzlar,
hiç kalp kırmadan çekip gidenler, gece, yükvagonlarında yükvagonlarında
yükvagonlarında sigaralarını yakanlar,
eroin için para sızdırmaya çalışarak dalavereyle, yalnızlık hissi veren
çiftliklerinden geçenler büyükbabanın,
kansas’ta kozmosun tinlerinde vızıldayıp ayaklarına değin titrediklerini
hissettiklerinde plotinus poe st. john üzerine kafa yorup haç çıkarıp telepati,
bop ve kabala ile uğraşanlar,
ıdoha sokaklarından birbaşına geçip giderek düşsel kızılderili meleklerle düşsel
kızılderili melekleri arayanlar,
parıldadığında baltimor çılgına dönüp doğaüstü esrimeye dalanlar,
etkisiyle kış gecesinin ortasında sokak ışığının küçükkent yağmurunun
oklahoma’nın çin göçmeni herifleriyle limuzinlerde takılanlar,
houston’da aylak ve aç cansıkıntısıyla yalnızlığın jazz seks ya da çorba için
takılanlar
amerika ve sonsuzluk hakkında tartışmak için parlak ispanyolların peşinden
gidip,
afrika’ya giden bir gemiye çaresiz kapağı atanlar,
artlarınca chicago’nun mekanlarında yakılmış şiirlerin külünden lav işçi
tulumlarının gölgesi ve döküntülerden başka hiçbir şey bırakmayarak mexico
volkanlarında gözden yitenler,
batı kıyısı’nda f.b.ı’ı soruşturarak sakallı ve kısa pantolonlu büyük barışçıl
gözleri ve cinsellik kokan koyu derileriyle hatların ötesinde bildiri dağıtıp
yeniden ortaya çıkanlar,
cigaralarını üstlerinde söndürerek kapitalizmin ot tezgâhını protesto edenler,
staten ısland feribotu bastırdığında korkunç sesini wall’un ve bastırdığında los
alamos’un korkunç seslerini feryat ederek çırılçıplak soyunarak union meydanı’nda kıyakkomünist bildiriler dağıtanlar,
beyaz okullarında yerleşmiş çetelerin doğrulttukları makineler karşısında çıplak
ve titrek ağlayarak yere yığılanlar,
düzüşmeksizin haykırarak sevişmekten, “zıkkım”lanmaktan ve oğlancılıktan
başka hiçbir şey yapmadıkları için bir suçu olmayıp polisaraçlarında mest olmuş
halde enselerinde dedektifler bitenler,
metroda dizlerine vurarak uğuldayanlar ve elyazmalarına bir göz atıp siklerini
pantolonları üstünden sıvazladıkları için uzayıp gitmesi istenenler,
bi işleri olmadığından azizimsi motorculara götlerini siktirip zevk çığlığı atanlar,
meleksi insanlıklarıyla uçanlar ve uçuranlar, atlantik ve karayip aşklarını
okşayan denizciler,
gülbahçelerinde, halk parklarının çimlerinde ve mezarlıklarda önüne gelen
herkese özgürce spermlerini attırarak sabah akşam otuzbir çekenler,
durmaksızın hıçkırarak tükenenler, kıkırdayıp coşarken sarışın & çıplak bir
melek artlarında belirdiğinde deşmek için onları palasıyla, bir türk hamamının
odasında mahvolanlar,
aşkoğlanlarını kaderin şirret üç ihtiyar kaşarına, heteroseksüel doların tek gözlü
kaşarına, dölyatağından göz kırpan ve kıçını kırıp oturmaktan,
dokuma tezgâhındaki aydınlanmış altın sarısı ipleri kırpmaktan başka bir şey
yapmayan tek gözlü kaşara kaptıranlar,
doyumsuzca ve esriyerek çiftleşenler bir bira şişesiyle bir sevgiliyle bir sigara
paketiyle bir mumla ve yataktan düşenler,
ve zemin boyunca yuvarlanıp salonu sürüklenerek devam edip duvarın dibine
yaslanarak son amcık vizyonuyla nihayetinde kendinden geçenler ve bilincin
son attırımından sıyrılarak gelenler,
günbatımında milyonlarca kızın amcıklarını akıtanlar ve sabah yeri gözleri
kıpkırmızı olsa da gündoğumunun deliğini de sulandırmaya hazır olanlar,
ahırlarda götleri alevlenenler ve göllerde çıplak olanlar,
sayısız çalıntı gecearabasıyla colorado’da bir boydan bir boya orospulukla hayat
sürenler,
n.c, bu şiirin gizil kahramanları, yarakadam, denver’ın adonis’i, yemek vakti
arkabahçede sayısız kıza döşeyerek akıtanlar, sinemanın arka koltuklarında
takanlar, sarsakça yan yana dizilenler, dağların tepelerinde mağaralarda bildik;
sıska garson kızlarla ıssız yol kenarlarında oynaşanlar- elbiselerini yukarı
sıyırarak & bilhassa kıyı benzin istasyonları tuvaletlerinde “tekbencilik”
yapanlar & memleketin çokça ıssız yollarında; solgun demode büyük leş
sinemalarında, düşlerini değişenler, ansızın manhattan’da uyananlar ve
kendilerini bodrum katlarından dışarı atarak, kalpsiz macar şarabının
tüketmişliği ve 3. caddenin demir düşlerinin dehşetiyle işsizlik maaşlarını almak
adına, büroya dek tökezleyerek yürüyenler,
tüm bir gece boyunca karla kaplı iskelelerde kan dolmuş ayakkabılarıyla
yürüyüp, east river’da arzu dolu esrar odalarının kapılarında açılması için
bekleşenler,
hudson kanyonunun dik kayalıklarına kurulu evlerinde ayın savaş zamanı
ışığına benzeyen projektörün mavi ışığında büyük intihar dramaları yaratanlar &
başlarında defne taçlarıyla unutulacak olanlar,
düşlerinde kuzugüveci yiyenler ya da bowery nehrinin çamurlu sularında
yengeç lüpletenler,
sarma kâğıdı ve kötü müzikle mal satıcılarının arabalarında sokakların
romansına ağlayanlar,
bir köşede oturup köprü altının karanlığında nefes alanlar, tavanaralarında
klavsenle orgazm olanlar,
teolojinin turuncu sandığıyla tüberkülozlu bir göğün altında alevlerle taçlanmış
harlem’de altıncı katta öksürüğe boğulanlar,
gece boyunca sihirli sözlerle esriyip sallanıp yuvarlanarak bir şeyler
karalayanlar, tan ağarmasının sarılığında anlamsızlığın şiirini yazdıklarını
görenler,
salt bitkisel bir krallık düşleyip de çürümüş hayvanlar ciğer yahnisi yürek paça
pancar çorbası ve meksika pizzası pişirenler,
bir yumurta peşinden et kamyonlarının altına dalanlar,
saatlarını çatılardan fırlatarak zaman dışı sonsuzluğu seçenler & sonraki on yıl
boyunca her gün çalar saat sesine uyananlar,
art arda en az üç defa bileklerini kesip de başarılı olamayan ve vazgeçip
mecburen içinde yaşlanıp mızmızlanacakları bir antikacı dükkânı açanlar,
kurşuni dizelerin patlamaları & cepleri dolmuş modacıların kafa ütüleyen
safsataları & reklamcılığın ibnelerinin nitrogliserin çığlıkları & zeki editörlerin
fesatlığının zehirli gazında madison avenue’da uyduruk elbiseleri içinde
yanarak tükenenler, ya da mutlak gerçek’in taksicilerinin sarhoşlukla çarpıp
yere devirdikleri,
brooklyn bridge’den atlayanlar, bu gerçekten oldu ve yitik adımlarla
yürüyenler çin mahallesinin büyüsünde ruhları kendinden geçenler
yol boyu çorba & yangın kamyonları, beleş bira yok,
umutsuzluk içinde pencerelerden dışarı country söyleyenler, metro kapılarından
fırlayanlar, pislik passaic durağında atlayanlar, zencilerin üzerine atılanlar, tüm
sokak boyu ağlayanlar, yalınayak şarapkadehi kırıkları üzerinde dans edenler,
1930′ların avrupasının nostaljik tükenmiş alman jazz fonograf kayıtlarını
paramparça edenler, viskiyi tüketip inleyerek ıstırap içinde iğrenç tuvaletlerde
çıkaranlar, kulaklarında inlemeler ve uğultusu devasa buhar kazanlarının.
geçmişin seyahatlerinin otoyollarından aşağı uçar gibi birbirlerini golgotha’ya
taşırcasına yol alanlar hapis-yalnız uyanık veya birming- ham jazzın vücut
buluşu,
sonsuzluğu bulmak için benim bir vizyonum ya da senin bir vizyonun ya da
onun bir vizyonu var mı diyerek tüm ülkeyi arabayla yetmişiki saatte katedenler,
denver’a yola çıkanlar, denver’da ölenler, denver’a geri dönenler & boşyere
bekleyenler, denver’ı bekleyenler & kuluçkaya yatanlar & denver’da yalnız
kalanlar ve sonunda zamanı keşfetmek için uzayıp gidenler & şimdi denver bu
kahramanları için yalnızlıktan sıkkın,
ruh bir saniyeliğine de olsa saçlarını halelendirene dek ışığıyla umutsuzca
katedrallerde dizleri üzerine çökerek birbirlerinin kurtuluşu ışık ve sineler için
yakaranlar,
parçalanmış zihinleriyle altın gibi kafaları yüreklerinde gerçeğin tılsımı
cezaevinde imkansız suçlar için beklerken alcatraz’a tatlı blueslar düzenler,
bir alışkanlığı yetiştirmek için mexico’ya ya da rocky dağlarına buddha’yı
yumuşatmaya ya da oğlanlar için tanca’ya ya da kara lokomotif için güney
pasifik hattı’na ya da narkissos için harvard’a mezarlıktaki papatya öbekleri
için woodlawn’a çekilenler,
radyoyu hipnotizmayla suçlayarak akılsağlığı davası açılmasını talep edenler
ama delilikleriyle elleriyle kararları askıda bırakan bir jüriyle kalakalanlar,
new york şehir kolejinde dadaizm sunumu yapanların üzerine patates salatası
atanlar ardından tıraşlı kafalarıyla ve intiharın soytarı söyleviyle akılhastanesinin
granit basamaklarında lobotomiye kuvvetle istek duyanlar,
ve bunun yerine kendilerine insülin ve metrazol şok terapisi elektrikli su terapisi
psikoterapi meşguliyet terapisi masa tenisi & hafıza kaybının somut boşluğu
sunulanlar,
katatoni içinde kısasüreliğine duralarken şakası olmayan bir karşıkoyuşla yalnızca sembolik bir pinpon masasını devirenler,
yıllar sonra kandan peruklarını saymazsak geriye kel dönenler, doğunun
kaçıkkent koğuşlarında salt delirmişlerde zuhur eden kötü kader esriklik
içerisinde parmakla(n)mak,
pilgrim state’in rockland’in ve greystone’un kokuşmuş koridorları, ruhlarının
gölgeleriyle ağızdalaşına girenler, geceyarısı aşkın topraklarında-dolmen setleri
üzerinde- bir başına sallanıp yuvarlanarak, yaşam düşü bir kabus, vücutları ay
denli ağır taşa dönenler,
nihayetinde anayla******, ve ucuz apartman dairesinin penceresinden
fırlatılmış son fantastik kitap, ve sabahın 4ünde kapatılmış son kapı, ve cevaben
şiddetle duvara çarpılmış son telefon, ve zihinsel mobilyası son parçasına dek
boşaltılmış son döşeli oda, gömme dolapta tel askıya iliştirilmiş kağıttan sarı bir
gül, ve bu düşsel bile olsa, hiçbir şey ama küçük umut dolu bir sanrı işte-
ah, carl, sen güvende değilken ben de güvende değilim, ve şimdi sen gerçekten
zamanın tüm pisliğinin içindesin-
ve bundan dolayı buz tutmuş sokaklar boyunca koşanlar, elips katalog metre
titreşen düzlem kullanımının simyasındaki ani parıldamaya takıntılı,
hayal kurup bitiştirilmiş imgeler boyunca zaman ve uzayda somutlaştırılmış
geçitler açanlar ve 2 görsel imge arasında ruhun başmeleğini kapana kıstıranlar
ve doğadaki elementlerin özlerini birleştirip pater omnipotens aeterne
deus’nun heyecanıyla coşup bir sıçrayışta bilincin ismini koyup çizgisini
belirleyenler,
yoksul beşeri nesrin ölçü ve söz dizinini yeniden yaratmak için ruhlarında
kafalarındaki çıplak ve sonsuz düşünüşün ritmini uyumlu kılacak ikrarı
reddederek huzurumuzda dilleri tutulmuş ve zeki ve utançla titreyerek ayakta
dikilenler,
zamandaki kaçık serseri, ve kutsanmış melek, bilinmeyen, yine de ölümden
sonraki zaman boyunca söylenecek ne varsa koyanlar ortaya,
ve jazzın hayaletimsi giysisiyle orkestranın altın rengi nefesli borularının
gölgesinde yeniden dirilerek doğrulanlar ve amerika’nın çıplak zihninin aşk için
çektiği ıstırapları, kentleri son radyosuna varasıya paramparça eden eli eli
lamma lamma sabacthani çığlığıyla üfleyenler saksafonu
parçalanarak vücutlarından çıkartılmış yaşam şiirinin saf kalbiyle ki bin yıl afiyetle yenir.

ıı
alüminyum ve çimentodan nasıl bir sfenkstir ki kafataslarını açıp parçalamış
beyinleri ve imgeleri yiyip bitirmiş?
molok! yalnızlık! pislik! çirkinlik! külkovaları ve elde edilemez dolarlar!
merdiven diplerinde çocuk çığlıkları! ordularda hıçkırarak ağlayan
oğlançocukları! parklarda gözüyaşlı ihtiyar adamlar!
molok! molok! kabus molok! sevgisiz molok! zihinsel molok! molok ezici
yargıcı insanların!
molok akıl almaz zindan! molok kurukafa bayrağı çekilmiş ruhsuz hapishane ve
elemlerin kurultayı! yapıları yargı olan molok! savaşın sayısız taştan abidesi
molok! sersemlemiş hükümetler molok!
zihni salt bir makine olan molok! damarlarında kan yerine para dolaşan molok!
parmakları on ordu olan molok! göğsü kendi cinsinin etini tüketen bir dinamo
olan molok! kenarlarından dumanlar tüten bir gömüt olan molok!
molok gözleri binlerce kör pencere! uzun sokaklarında ebedi yahovalar gibi
gökdelenler dikilen molok! sis içindeki fabrikalarında düş kurup cavlağı çeken
molok! devasa bacaları ve antenleriyle kentleri taçlandıran molok!
sevdası sonsuz petrol ve taş olan molok! ruhu elektrik akımı ve bankalar olan
molok! yoksunluğu dehanın sureti olan molok! yazgısı cinsiyetsiz bir hidrojen
bulutu olan molok! molok adı us olan!
molok içinde yapayalnız oturduğum! kendinde melekleri düşlediğim molok!
molok delirdiğim! sikemiciyim molok’ta! aşksız ve erkeksizim molok’ta!
molok ruhuma çok önceleri giren! molok içinde gövdesiz bir bilincim ben!
molok beni doğal esrikliğimden korkutan! kendimden geçtiğim molok!
uyandığım molok! gökyüzünden boşalan ışık!
molok! molok! robot apartmanlar! görünmez banliyöler! hazine çatıkları! kör
sermayeler! şeytansı endüstriler! hayaletimsi uluslar! mağlup edilemez
tımarhaneler! granit yaraklar! canavarca bombalar!
onlar cennete kaldırırken molok’u parçaladılar sırtlarını! kaldırım taşları,
ağaçlar, radyolar, daha bir dünya şey! zaten varolan ve hep içinde olduğumuz
şehri cennete kaldıranlar!
vizyonlar! kehanetler! halüsinasyonlar! mucizeler! esrimeler! amerikan nehrinde batıp gitti.
düşler! tapınmalar! aydınlanmalar! dinler! bir gemi yükü duygu zırvası!
kirişikırmalar! nehrin diğer tarafına! evirip çevirmeler ve çarmıha germeler!
tufana kapılıp gitti! yükselmeler! anlık tanrı görümleri! umutsuzluklar! on
yılın hayvani çığlıkları ve intiharlar! bellekler! yeni aşklar! kaçık nesil!
zamanın kayalıklarından aşağı!
gerçek kutsal kahkaha nehirde! gördüler her bir şeyi! vahşi gözler! kutsal
haykırışlar! çekip gittiler eyvallah deyip! atladılar çatıdan! ıssızlığa! el
sallayarak! yanlarında çiçeklerle! nehre doğru! sokağa!

ııı
carl solomon! seninleyim rockland’da
benden daha kaçık olduğun
seninleyim rockland’da
fazlasıyla tuhaf hissettiğin
seninleyim rockland’da
annemin gölgesine öykündüğün
seninleyim rockland’da
on iki sekreterini öldürmüş olduğun
seninleyim rockland’da
o görünmez nüktedanlığınla güldüğün
seninleyim rockland’da
aynı korkunç daktiloda büyük yazarlar olduğumuz
seninleyim rockland’da
vaziyetin ciddileştiği radyodan bildirilen
seninleyim rockland’da
kafatasındaki melekelerin zeka asalaklarını artık içeri sokmadığı
seninleyim rockland’da
utika’nın evlenmemiş kadınlarının göğüslerinden karnını doyurduğun
seninleyim rockland’da
bronx’un kartal bedenli kadınlarının vücutlarında kelime oyunlarıyla eyleştiğin
seninleyim rockland’da
cehennemin dipsiz kuyularında asıllı bir pingpong maçını kaybettiğinden
deligömleği içinde feryatlar ettiğin
seninleyim rockland’da
katatonik bir halde takıldığın piyanonun başında ruhun masum ve ölümsüz
olduğunu donanımlı bir tımarhanede asla imansız ölmemesi gerektiğini
söylediğin
seninleyim rockland’da
elliden fazla elektroşokla ruhunun hac yolunda gerildiği çarmıhtan bedenine asla
yeniden dönmeyeceği
seninleyim rockland’da
doktorlarını akıl hastalığıyla itham edip ulusalcı faşist golgotha’ya karşı
sosyalist ibrani devrimi entrikaları çevirdiğin
seninleyim rockland’da
long ıslang göğünü yarıp insanüstü kabrinden çıkararak yeniden dirilteceğin
kendi yaşayan insan isa’nı
seninleyim rockland’da
yirmi-beş-bin çılgın yoldaşla hep bir ağızdan enternasyonel’in son kıtasını
söylediğimiz
seninleyim rockland’da
birleşik devletleri öpüp sarmaladığımız çarşaflarımız altında o birleşik
devletlerin alışkanlık yaptığı öksürüğüyle gece boyu bizi uyutmayacağı
seninleyim rockland’da
seninleyim rockland’da
rüyalarımda üzerinde bir deniz yolculuğunun damlalarıyla yürüdüğün
amerika’da bir batı gecesinde gözyaşlarınla otoyol kavşağındaki kulübemin
kapısına vardığın

howl'a dipnot
kutsal! kutsal! kutsal! kutsal! kutsal! kutsal! kutsal! kutsal! kutsal! kutsal!
kutsal! kutsal! kutsal! kutsal! kutsal!
dünya kutsaldır! ruh kutsal! ten kutsaldır! burun kutsal! dil, sik ve el ve
götdeliği kutsal!
her şey kutsaldır! herkes kutsal! her yer kutsaldır! her gün sonsuzluk! her
adam melek!
kaçık olduğu sürece dört büyük melek kutsal! sen ve ruhum delinin kutsallığı
kadar kutsal!
daktilo kutsal şiir kutsal ses kutsal dinleyenler kutsal esrime kutsal!
kutsal peter kutsal allen kutsal solomon kutsal lucien kutsal kerouac kutsal
huncke kutsal burroughs kutsal cassady kutsal gizli hayvan sikiciler ve ıstırap
içindeki dilenciler ve iğrenç insan melekler kutsal!
kutsal tımarhanedeki annem! kansas’taki atalarımın siki de kutsal!
inleyen saksafon kutsal! kutsal mahşerî bop! cazcılar ot hipsterler barış & junk
& sarma kutsal!
kutsal gökdelen ve kaldırımların ıssızlığı! milyonlarla dolan kafeteryalar kutsal!
sokakların aşağısındaki gizemli gözyaşı nehirleri kutsal!
doyumsuz yalnızlık kutsal! orta sınıfın büyük kuzusu, isyanın çılgın çobanı
kutsal! kim los angeles’ ı los angeles yapan!
kutsal new york kutsal san francisco kutsal peoria & seattle kutsal paris
kutsal tanca kutsal moskova kutsal istanbul!
kutsal zamanın sonsuzluğu kutsal sonsuzluğun zamanı kutsal boşluktaki saatler
kutsal dördüncü boyut kutsal beşinci enternasyonel kutsal melekteki molok!
kutsal deniz kutsal çöl kutsal demiryolu kutsal tren kutsal görüler kutsal
halüsinasyonlar kutsal mucizeler kutsal gözçukuru kutsal cehennem!
kutsal bağışlama! merhamet! iyilik! iman! kutsal! bizler! bedenler! kederli!
yüce!
kutsal ruhun doğaüstü çokça gözalıcı yetenekli şefkati.

bir ayıyı ağlarken görmek

bir de bunun, sakalını okşamadım diye, "belki buluşabiliriz" derken "belki" dedim diye, sarılmak isterken, "sarılmak istemiyorum" dedikten sonra beşiktaş iskele'de hüngür hüngür salya sümük ağlayanı vardır ki düşman başına. o kadar takıntılıydı ki ayrıldıktan sonra 5 ay inzivaya çekildim, kimseyle konuşmadım, film, konser gitmedim. o denli sinirlerimi bozmuştu, hayat enerjimi sömürmüştü.

ayı sözlük yazarlarının şu an dinlediği şarkılar

sibel tüzün - gözümün bebeği

ayı sözlük itiraf

bu dönem kime sorsam libidosu yüksek, gaylar arasında salgın galiba, çünkü benim de çok yüksek, bazen bir gecede sabaha kadar mastürbasyon yapıyorum. bu durum yalnızlıkla birleşince, "karşıma çıkan ilk erkekle evleneceğim" düşüncesindeyim. tek kriterim ereksiyon.

oksitosin

cinsel hayatımın yolunda gitmemesinin vücudumun bu hormonu fazla miktarda salgılaması. çünkü, bir date ya da fuckbuddy olduğunda hemen aşık olma eğilimi gösteriyorum. dokunmaya karşı çok hassas olan ben, biri beni öperken, öpüşmeyi saf bir cinsel zevk olarak algılayamıyorum. o yüzden date ve hiç olmayan fuckbuddy ruhuma, bedenime çok ters.

magnus hirschfield

19. yy ın sonunda doğmuş, seksoloji'nin einstein'i denilen alman yahudisi doktor ve seksolog. cinsiyet araştırmalarının yeni yeni filizlendiği bir dönemde, cinsel varyasyonları, eşcinseller, hermafroditler, travestiler gibi alanlara bölmüştür. oscar wilde'in eşcinsel olduğu için hapis cezası aldığı dönemde almanya'da 1897'de ilk eşcinsel hakları örgütünü kurmuştur. yetinmemiş, 1919'da, 1. dünya savaşı'nda mağlup olan almanya versailles anlaşması' nı yeni imzalamıştır, dünya'nın ilk cinsiyet araştırmaları enstitüsü olan berlin cinsiyet araştırmaları enstitüsü'nü kurmuştur. kütüphanesi, eşcinsel kültürüne ait avrupa'daki en zengin arşivine sahip. 1933'te, hitler bütün kütüphaneyi yakıyor. 1919'da yine, kadınlar ve erkeklerin ekonomik, politik ve cinsiyet olarak eşitliğini bilimsel bir düzlemde tartışan world league for sexual reform(dünya cinsel reform kurultayı) 'u kuruyor. hitler' in zulmünden kaçarak fransa'ya yerleşiyor, bir yıl sonra da orada vefat etmiştir.
dipnot: türkiye'de cinsiyet araştırmaları ilk kez 1989'da yapılmaya başlandı o da kadınlara yönelik. eşcinselliğin akademide tartışılması 20 yıldan öteye gitmez, yuvarlak hesap 100 yıl geriden takip ediyoruz ne yazık ki...

hayal gücü

diğer bir ifadeyle "muhayyile". yaratıcı düşünmek için gereken biricik etmen. einstein'a göre, zeka ile doğru orantılı. yetenek ve bilgiyle birleşerek kendini bir sanat eserinde veya bilimsel bir çalışmada gösterir.
hüzün veya melankoli ile ortaya çıkar, freud'un hüzün tanımında, hüzün çok değerli bir şeyini kaybetmek veya çok istediğin bir şeye ulaşamamak olarak tanımlanır. bu hüzün insanı ister istemez bir sorgulamaya iter, genelde kendisini sorgulayarak başlar, daha sonra çevresini, dünyayı sorgulamayla devam eder. çünkü yaşadığı ağır tramvayı anlamlandırmak, sebebini bulup, kurtulmak ister. bu uzun sorgulamalarına cevap bulmak için muhayyile devreye girer. van gogh, tchaikovsky, baudelaire gibi birçok sanatçıda hüzün, yerini çok daha geri dönülmez psikolojik buhranlara bırakmıştır, neticesinde bize birbirinden güzel tablolar, şiirler, besteler miras kalmıştır.

wolf hall

2015, bbc yapımı 6 bölümlük mini dizi. 16 yy. da ingiltere kralı viii. henry'nin sağ kolu, ingiliz tarihinin en önemli reformistlerinden thomas cromwell'in hayatı anlatılıyor. ilk önce oyunculukların muhteşem olduğunu söylemeliyim, iyi bir dizi takipçisiyseniz bazılarını hemen çok sevdiğiniz dizi ve filmlerden tanıyabilirsiniz. dizi müzikleri de en az oyunculuklar kadar çok güzel, tamamen döneme uygun enstrümanlar ve besteler kullanılmış. izlerken, gerçek bir ortaçağ ingilteresi'nde olduğunuzu hissediyorsunuz. eğer, aşk, aksiyon, entrika ve dram seviyorsanız hiç başlamayın çünkü bunların hiçbiri yok - kaldı ki viii henry dönemi dünya tarihinde aşkın ve entrikanın en yoğun olduğu dönemlerden birisi- bu yüzden biraz belgesel özellikleri taşıyor. bunlara rağmen, zekice hazırlanmış senaryosu, düşündüren replikleri, insanı baymayan akışkan diyaloglarıyla çok kaliteli bir dizi ve bence izlenmeyi hak ediyor.

felix mendelssohn bartholdy

19. yy da, alman yahudisi, ilk romantik bestecilerden biridir. 16 yaşındayken bestelediği string octet ve 1 yıl sonra shakespeare'in a midnight summer dream eserleri ilk klasiklerindendir. zaten o yaşına gelene kadar onlarca eser bestelemiştir. viktorya döneminin aranılan bestecilerinden, zaten wedding march'ını da ingiliz kraliyet düğününde çalınmasıyla meşhur olmuştur. bestelerinin zarafeti, duygusallığı 20 yy'da fransız müziğini peşinden sürükleyecektir. kızkardeşinin ölümüne dayanamayıp aynı yıl üzüntüden, 38 yaşındayken ölmüştür. çok güzel piyano eserleri olmasına rağmen, beethoven ve schumann'dan kendisine yer kalmamıştır ve fakat, italyan ve iskoç senfonileri, lieder ohne worte(sözsüz şarkılar) adını verdiği piyano soloları çok ünlüdür. bence en güzel eseri ise sanırım bir tane bestelediği keman konçertosu ve hebrides overture dur.

osmanlıda eşcinsellik

evliya çelebi'nin seyahatnamesi'nde anlattığı üzere, eşcinseller, "hiz oğlanı" adıyla, pezevenkler ve deyyuslarla birlikte, ordunun bir parçası olan esnaf teşkilatına mensuplarmış, hatta seferden önce kortej yürüyüşünde yer alırlarmış. şairler hemcinslerine şiirler yazar, ve bunlar okunurmuş. örneğin fuzuli, hamamda gördüğü tellala şu beyiti yazar: "subh çekmiş çerha tıygın táşa çalmış áfitáb / záhir etmiş ol meh-i delláke aynı intisáb" sabah usturasını bilemiş, güneş kılıcını taşa çalıp o ay gibi telláka bağlılığını göstermiş"(ustura ne alaka diyebilirsiniz, o dönemde tellaklar sadece kese değil, traş dahil öz bakımla da ilgileniyormuş). fakat 1840'lardan sonra işler değişmiş ve ayıp görülmeye başlanmış, o dönemin en meşhur tarihçisi ahmet cevdet paşa durumu şöyle açıklıyor:" kadın düşkünleri çoğaldı, delikanlı meraklıları azaldı. oğlancılık sanki yere battı. istanbul’da eskiden beri delikanlılara karşı olan aşk ve ilgi kızlara yöneldi. sultan üçüncü ahmed zamanından beri devam eden káğıthane seyri daha fazla rağbet buldu. gerek orada, gerek bayezid meydanı’nda arabalara işaret verme usulü başladı. devletin önde gelenleri arasında kulamparalığıyla meşhur kámil ve Áli paşalar (o devrin sadrazamları, yani başbakanları) ile onlara mensup olanlar kalmadı.
(murat bardakçı'nın 2006 yılındaki bir köşe yazısından derlenmiştir. https://www.google.com/amp/www.hurriyet....)

bilinen ilk gay kulübü

15. yy'da 2. bayezid döneminde yaşamış, deli birader lakaplı, mehmed gazali'nin açtığı hamamdır. gazali, zamanının önde gelen din alimlerden, şeyhlik yapıyor yurdun çeşitli yerlerinde medreslerde hocalık yapıyor velhasıl kelam istanbul'a geliyor ve beşiktaş'ta bir hamam açıyor. zenginlerin uğrak mekanı oluyor, "şu efendi filancanın oğluyla" şeklinde dedikodular çıkıyor ve hamamı adamın başına yıkıyorlar.. kendisinin "dáfiu'l-gumûm ve ráfiu'l-humûm" adlı eserinde zenperest(heteroseksüel), gulamperest(aktif eşcinsel), muhannis(pasif eşcinsel) ve zürefa(lezbiyen) arasında bir rekabeti anlatır ve kazanan gulamperestler olur. fakat bu kitabı nasıl bulabilirim derseniz cevap vereyim, bulamazsınız efendim, çünkü elimizde yıllar önce yapılmış bir çeviri var o da tamamı sansürlü, 600 yıl önce yazılan kitabı bugün basmaktan utanıyoruz. halbuki böyle eserler, kültürel zenginliği gösterir.

paskalya

hristiyanların isa'nın ölümünden sonraki dirilişini kutladıkları bayram. prof. dr. gönül tekin'e göre, kökeni eski inançlarda dumuzid(temmuz ayı burdan gelmekte) adında güneş ve tarım tanrısı'nın ölümünden sonra insanların da bu günü anmasından gelir. çünkü, artık kuraklıklar başlamış, hasatlar toplanıyordur. bu yüzden buğday, dumuzid' in etidir, hatırlarsanız hrıstiyanların ekmek ve şarap seremonisi de aslında dumuzid'in eti ve kanıdır. zaten hrıstiyanlığın ilk üç yüz yılında böyle bir kutlama yoktu. benzer şekilde yahudiler'de paskalya'nın olduğu hafta hamursuz bayramı'nı kutlar ve asla ekmek yemezler, ve antik çağda kadınların dumuzid'in ölümü üzerine yas tutup ağlaması gibi, yahudiler' de ağlama duvarında ağlarlar. bu arada sıcaklar ortadoğu bölgesine erken geldiği için nisan ayı kuraktır.

franz schubert

erken romantik dönemde, beethoven'la aynı dönemde yaşamış, viyana'nın efsane bestecilerinden biridir. 30'lu yaşlarında frengiye kurban gitmiştir. bu kadar genç yaşta ölmesine rağmen 600'ün üstünde eser bırakmıştır. 8. ve 5. senfonisi muhteşemdir ama bir ave maria'sı var ki her dinlediğimde tüylerim diken diken olur, yüreğim titrer, soluğum kesilir. tabi ki sadece maria callas 'tan dinleyince bu etkiyi hissediyorum.

tek gecelik ilişki

yapmacık konuşmalar, iltifatlar, gülücüklerle başlar, sorar, ilgileniyormuş gibi yaparsın ama asıl amaç başkadır,1 saat sonra her şey unutulur bu yüzden kendini değersiz hissettirir. karşındaki insanı tanımadığın için ve duygusal bir yakınlık hissetmediğin için karşımdaki senin gözünde ister istemez bir seks robotu, bir eşyaya dönüşüyor, tam da bu yüzden onun zevklerinden çok senin zevk alman önemli oluyor. ayrıca, karşındaki insan seni tanımadığı için, senin ne sevdiğini, ne sevmediğini bilmez, uyumu yakalamak çok zordur.

odi et amo

romalı şair catullus'un carmen'indeki en ünlü mısrasının girişi. tam olarak şöyledir:
"odi et amo, quare id faciam, fornasse requiris
nescio, sed fieri sentio et excrucior"
(nefret ediyorum ve seviyorum, neden diye soracak olursanız, bilmiyorum, böyle oluyor ama yanıyorum)
excrucior = yanıyorum şeklinde çevirdim ama çarmıha gerilmek demek.
şiir, nefret ve aşkın zıt yönlerden gelip kesişmesi ile çarmıhın da zıt yönlerden gelen iki parçanın birleşip, insana acı çektiren bir işkence aletine dönüşmesi metaforunu zekice işlemiş ve beni hayran bırakmıştır.

postmodernizm

40'lı yıllardan sonra kuantum fiziğinin, klasik fiziğin yerini almasıyla gelişen toplumsal akım. malum, kuantum fiziğinde "doğru" kişiye, yere ve zamana göre değişir. bu durum, modernizmde öne sürülen "tek doğru vardır" görüşünden vazgeçilip "herkesin, yere ve zamana göre kendi doğrusu vardır" görüşü benimsenmiştir. böyle olunca karşımıza sonsuz doğru çıkıyor. sonsuz doğrunun bir araya gelmesiyle çeşitlilik, karmaşıklık ve renklilik oluşuyor. postmodernist mimari örneklerini incelediğinizde de bu karmaşıklığı görebilirsiniz. bu anlamda modernizmin tam tersi görüşleri savunur. aynı zamanda çevrecidir ve geleneklere tamamen karşıdır.
postmodernizmin aynı zamanda cinsel uönelim ve kimlikte de çeşitliliği savunduğunu hatta cinsel yönelimlerin gay, lezbiyen, biseksüel vb ayrımlardan bile kaçarak, herkesin kendi yönelim ve kimliği farklıdır ve bu kimseyi ilgilendirmez düşüncesinden yola çıkıp "insan" çatısı altında herkesi birleştirmeyi ilke edinmiştir.

ermeni soykırımı

maalesef, bilmeden oturduğu yerden herkesin ahkam kestiği kıraathane tarihçiliğinin üzerinde en çok konuştuğu konulardan birisi. üzerinde konuşacak kişinin iki argümanı da destekleyen sağlam kaynakları okuması gerekir. vahakn dadrian bu tezin en büyük savunucusu tarihçidir. türk tarafından bu konuyla ilgili yazılmış en temel kaynak esat uras'ın "tarihte ermeniler ve ermeni meselesi" adlı kitabıdır. iki tarafın da güçlü argümanları olsa da yüzbinlerce ermeni ölmüştür, tecavüz edilmiştir, malları yağmalanmıştır. kısacası yakın tarihin en büyük dramlarından biridir. devlet, mecbur muydu, mecbursa kadın ve çocuklar tehcire tabi tutulmasa olmaz mıydı, tartışılır. fakat bu olayı "soykırım" olarak tanımlamak için, o dönemde soykırımım suç olması lazımdı. cezasız suç, suç değildir. genocide ilk defa 1933 yılında polonyalı yahudi rafael yemkin'in ortaya attığı suçtu. bu yüzden türkiye'nin resmi bir suçlamaya maruz kalacağını düşünmüyorum. soykırım kabul edilse bunun miladı ne olacak diye kendime sorarım. aksi takdirde sümerlere kadar iner bu durum.
  • /
  • 4

ordinaryman

son yarım saattir son entymi yazmaya çalışıyorum. veda etmek harbiden çok zor.
sevgili sözlük her şey için sağ ol var ol.
umarım çok daha güzel günler göreceksin.
kusura bakma ben hiçbir katkıda bulunamadım sana ama sen çok şey kattın bana...
senden çok şey öğrendim, iyisiyle kötüsüyle...
insanlar tanıdım, iyisiyle kötüsüyle...
ey sözlük, sen güzel bir okulsun. ben dersimi aldım.
umarım hak ettiğin noktaya en erken vakitte gelirsin, bilemiyorum belki de hak ettiğin yerdesin...
ey ahali,
her şey için sağ olun var olun.
emeği geçenlere sonsuz teşekkürler.
bu kardeşiniz müsade ister.
küçük prens gezegenine döner! yıl doldu, malum sarı çiyan beni bekler...
sevgi ve saygılarım
güneş herkes için doğar...
kardeşiniz, abiniz, yoldaşınız...
_ordinaryman.
(bkz: giden yazardır)
(bkz: son entrysini yazan yazardır)
(bkz: gidişiyle bizi sevindiren yazardır)
(bkz: çok sıradan bir insandı dediğimiz yazardır)
(bkz: icimdekiayi.coma da veda edecek olan yazardır)
(bkz: kaleminin mürekkebi biten yazardır)
(bkz: elveda)

giorgio vasari

ben bu dayının şu ünlü kitabını okudum ama bana sanatçılarla ilgili çok da ufuk açıcı bilgiler sunmadı. ama o dönemde yaşayan biri olarak sanatçılar ve eserleri hakkında değindiği söylenceler ilgi çekiciydi. kim bilir belki kitabı tam sindirebilecek bir donanıma sahip olmadığım için öyle hissettim. yani kitabı okurken sıkılmıştım bile diyebilirim. bir daha okusam belki daha istifadeli olur.

Toplam entry sayısı: 65

homojen sözlük

kullanım kolaylığı ve tasarım olarak yeterli bulsam da açıklamada geçen "bu yüzden herhangi bir marka, başka sözlük siteleri ya da sitelerin reklamını yapmak yasaktır." kısmının düzenlenmesi gerektiğini düşünüyorum. sonuçta siz de burada başka bir sözlük için başlık açıp, o sitenin reklamını yapıyorsunuz.

heisenberg belirsizlik ilkesi

bir maddenin hızı ile konumunu aynı anda kesin olarak ölçülemeyeciğini söyleyen kuantum prensibi. atom altı parçacıklarda kütlesi çok düşük olduğu için gözlenebilirken gerçek dünyada farkedemeyiz. örnek verecek olursak yarım kilo (0.5 kg) bir top 1 m/s hızla hareket ederse, momentum (hızxkütle) 0.5 kg. m/s yapar. planck sabiti/2xmomentumdan (1.05x10(-34)/2x0.5) bu topun konumu 0.0000000000000000000000000000000000105 m ileri ya da geri olabilir, bu gözlemle ilgili değildir, doğanın işleyişi böyledir ve bilinemez. einstein zamanında "tanrı zar atmaz" dese de bilim einstein'i değil heisenberg'i haklı çıkaracatır.

ermeni soykırımı

maalesef, bilmeden oturduğu yerden herkesin ahkam kestiği kıraathane tarihçiliğinin üzerinde en çok konuştuğu konulardan birisi. üzerinde konuşacak kişinin iki argümanı da destekleyen sağlam kaynakları okuması gerekir. vahakn dadrian bu tezin en büyük savunucusu tarihçidir. türk tarafından bu konuyla ilgili yazılmış en temel kaynak esat uras'ın "tarihte ermeniler ve ermeni meselesi" adlı kitabıdır. iki tarafın da güçlü argümanları olsa da yüzbinlerce ermeni ölmüştür, tecavüz edilmiştir, malları yağmalanmıştır. kısacası yakın tarihin en büyük dramlarından biridir. devlet, mecbur muydu, mecbursa kadın ve çocuklar tehcire tabi tutulmasa olmaz mıydı, tartışılır. fakat bu olayı "soykırım" olarak tanımlamak için, o dönemde soykırımım suç olması lazımdı. cezasız suç, suç değildir. genocide ilk defa 1933 yılında polonyalı yahudi rafael yemkin'in ortaya attığı suçtu. bu yüzden türkiye'nin resmi bir suçlamaya maruz kalacağını düşünmüyorum. soykırım kabul edilse bunun miladı ne olacak diye kendime sorarım. aksi takdirde sümerlere kadar iner bu durum.

postmodernizm

40'lı yıllardan sonra kuantum fiziğinin, klasik fiziğin yerini almasıyla gelişen toplumsal akım. malum, kuantum fiziğinde "doğru" kişiye, yere ve zamana göre değişir. bu durum, modernizmde öne sürülen "tek doğru vardır" görüşünden vazgeçilip "herkesin, yere ve zamana göre kendi doğrusu vardır" görüşü benimsenmiştir. böyle olunca karşımıza sonsuz doğru çıkıyor. sonsuz doğrunun bir araya gelmesiyle çeşitlilik, karmaşıklık ve renklilik oluşuyor. postmodernist mimari örneklerini incelediğinizde de bu karmaşıklığı görebilirsiniz. bu anlamda modernizmin tam tersi görüşleri savunur. aynı zamanda çevrecidir ve geleneklere tamamen karşıdır.
postmodernizmin aynı zamanda cinsel uönelim ve kimlikte de çeşitliliği savunduğunu hatta cinsel yönelimlerin gay, lezbiyen, biseksüel vb ayrımlardan bile kaçarak, herkesin kendi yönelim ve kimliği farklıdır ve bu kimseyi ilgilendirmez düşüncesinden yola çıkıp "insan" çatısı altında herkesi birleştirmeyi ilke edinmiştir.

dersim olayı

katliamda kadın ve çocuklardan oluşan yaklaşık 100 kişinin aynı konağa sokularak üzerlerine yağdırılan mermi sonucu öldürülenlerden kurtulan 3 çocuktan birinin oğlu olan gazeteci yavuz semerci katliamın yaşandığı yılı "ağlayacak anaların da öldürüldüğü yıl.
yani ağlayacak ana kalmadığından ağlama derdinin olmadığı ve kimsenin üzülmediği yıl..." olarak tanımlıyor.
1937 yılında devletin "cumhuriyet’in imar ve ıslah programına muhalefet eden" dersim'e devlet otoritesini yerleştirmek için çıkan "isyanı" acı bir şekilde bastırmıştır. 1926 yılında, dönemin elazığ valisi cemal bey (bardakçı) tarafından hükümetin izniyle içlerinde seyit rıza'nın da olduğu, bölge halkının bir kısmı toprak verilir ve elazığ'a yerleştirilir. cemal bey' in çorum'a tayin edilmesinden bir süre sonra bu insanlara verilen topraklar ellerinden alınır ve dersim'e tekrar gönderilir. bölgede çıkan ayaklanmalar için ismet inönü'nün de aralarında bulunduğu birçok bürokrat bölgede analizler yapmıştır. bunlardan birisi elazığ valisi cemal bey hazırladığı raporda dersimlilerin kırım ve sürgünden çok korktuklarını, birkaç aşiret lideri dışında insanların fakirlikten çırpındığını, yağmanın sebebinin fakirlik olduğunu ve insanların bu yüzden silahlandığını belirtmiş. ayrıca ciddi bir eğitim ve idealist bir kadro ile yerleşmiş batıl inançların temizleneceğini bölge halkının itaatkar olduğunu ve bir iki askeri kuvvetle bölgenin silahtan arınacağını söylemişse de devlet mağaralara zehirli gaz salıp çocukları bile öldürme yoluna gitmiştir. belki de bugün doğunun yaşadığı sorunların tohunları o dönemde ekildi. bana kalırsa bu harekat etnik ve dini açıdan homojen bir devlet yaratma planının bir parçasıdır. şark ıslahat planının amacını da inönü "vazifemiz, türk vatanı içinde bulunanları mutlaka türk yapmaktır. türklüğe ve türkçülüğe muhalefet edecek unsurları kesip atacağız. vatana hizmet edeceklerde arayacağımız nitelikler her şeyden evvel o adamın türk ve türkçü olmasıdır." şeklinde formüle etmiştir.

kürt ve alevi sorununun meclisten özür çıkmadan ve tazminat ödenmeden çözüme ulaşacağına inanmıyorum.
yavuz semerci'nin muhteşem yazısı için:
https://m.bianet.org/biamag/toplum/11845...

homojen sözlük

kullanım kolaylığı ve tasarım olarak yeterli bulsam da açıklamada geçen "bu yüzden herhangi bir marka, başka sözlük siteleri ya da sitelerin reklamını yapmak yasaktır." kısmının düzenlenmesi gerektiğini düşünüyorum. sonuçta siz de burada başka bir sözlük için başlık açıp, o sitenin reklamını yapıyorsunuz.

ayı sözlük itiraf

bu dönem kime sorsam libidosu yüksek, gaylar arasında salgın galiba, çünkü benim de çok yüksek, bazen bir gecede sabaha kadar mastürbasyon yapıyorum. bu durum yalnızlıkla birleşince, "karşıma çıkan ilk erkekle evleneceğim" düşüncesindeyim. tek kriterim ereksiyon.

dersim olayı

katliamda kadın ve çocuklardan oluşan yaklaşık 100 kişinin aynı konağa sokularak üzerlerine yağdırılan mermi sonucu öldürülenlerden kurtulan 3 çocuktan birinin oğlu olan gazeteci yavuz semerci katliamın yaşandığı yılı "ağlayacak anaların da öldürüldüğü yıl.
yani ağlayacak ana kalmadığından ağlama derdinin olmadığı ve kimsenin üzülmediği yıl..." olarak tanımlıyor.
1937 yılında devletin "cumhuriyet’in imar ve ıslah programına muhalefet eden" dersim'e devlet otoritesini yerleştirmek için çıkan "isyanı" acı bir şekilde bastırmıştır. 1926 yılında, dönemin elazığ valisi cemal bey (bardakçı) tarafından hükümetin izniyle içlerinde seyit rıza'nın da olduğu, bölge halkının bir kısmı toprak verilir ve elazığ'a yerleştirilir. cemal bey' in çorum'a tayin edilmesinden bir süre sonra bu insanlara verilen topraklar ellerinden alınır ve dersim'e tekrar gönderilir. bölgede çıkan ayaklanmalar için ismet inönü'nün de aralarında bulunduğu birçok bürokrat bölgede analizler yapmıştır. bunlardan birisi elazığ valisi cemal bey hazırladığı raporda dersimlilerin kırım ve sürgünden çok korktuklarını, birkaç aşiret lideri dışında insanların fakirlikten çırpındığını, yağmanın sebebinin fakirlik olduğunu ve insanların bu yüzden silahlandığını belirtmiş. ayrıca ciddi bir eğitim ve idealist bir kadro ile yerleşmiş batıl inançların temizleneceğini bölge halkının itaatkar olduğunu ve bir iki askeri kuvvetle bölgenin silahtan arınacağını söylemişse de devlet mağaralara zehirli gaz salıp çocukları bile öldürme yoluna gitmiştir. belki de bugün doğunun yaşadığı sorunların tohunları o dönemde ekildi. bana kalırsa bu harekat etnik ve dini açıdan homojen bir devlet yaratma planının bir parçasıdır. şark ıslahat planının amacını da inönü "vazifemiz, türk vatanı içinde bulunanları mutlaka türk yapmaktır. türklüğe ve türkçülüğe muhalefet edecek unsurları kesip atacağız. vatana hizmet edeceklerde arayacağımız nitelikler her şeyden evvel o adamın türk ve türkçü olmasıdır." şeklinde formüle etmiştir.

kürt ve alevi sorununun meclisten özür çıkmadan ve tazminat ödenmeden çözüme ulaşacağına inanmıyorum.
yavuz semerci'nin muhteşem yazısı için:
https://m.bianet.org/biamag/toplum/11845...

bilinen ilk gay kulübü

15. yy'da 2. bayezid döneminde yaşamış, deli birader lakaplı, mehmed gazali'nin açtığı hamamdır. gazali, zamanının önde gelen din alimlerden, şeyhlik yapıyor yurdun çeşitli yerlerinde medreslerde hocalık yapıyor velhasıl kelam istanbul'a geliyor ve beşiktaş'ta bir hamam açıyor. zenginlerin uğrak mekanı oluyor, "şu efendi filancanın oğluyla" şeklinde dedikodular çıkıyor ve hamamı adamın başına yıkıyorlar.. kendisinin "dáfiu'l-gumûm ve ráfiu'l-humûm" adlı eserinde zenperest(heteroseksüel), gulamperest(aktif eşcinsel), muhannis(pasif eşcinsel) ve zürefa(lezbiyen) arasında bir rekabeti anlatır ve kazanan gulamperestler olur. fakat bu kitabı nasıl bulabilirim derseniz cevap vereyim, bulamazsınız efendim, çünkü elimizde yıllar önce yapılmış bir çeviri var o da tamamı sansürlü, 600 yıl önce yazılan kitabı bugün basmaktan utanıyoruz. halbuki böyle eserler, kültürel zenginliği gösterir.

osmanlıda eşcinsellik

evliya çelebi'nin seyahatnamesi'nde anlattığı üzere, eşcinseller, "hiz oğlanı" adıyla, pezevenkler ve deyyuslarla birlikte, ordunun bir parçası olan esnaf teşkilatına mensuplarmış, hatta seferden önce kortej yürüyüşünde yer alırlarmış. şairler hemcinslerine şiirler yazar, ve bunlar okunurmuş. örneğin fuzuli, hamamda gördüğü tellala şu beyiti yazar: "subh çekmiş çerha tıygın táşa çalmış áfitáb / záhir etmiş ol meh-i delláke aynı intisáb" sabah usturasını bilemiş, güneş kılıcını taşa çalıp o ay gibi telláka bağlılığını göstermiş"(ustura ne alaka diyebilirsiniz, o dönemde tellaklar sadece kese değil, traş dahil öz bakımla da ilgileniyormuş). fakat 1840'lardan sonra işler değişmiş ve ayıp görülmeye başlanmış, o dönemin en meşhur tarihçisi ahmet cevdet paşa durumu şöyle açıklıyor:" kadın düşkünleri çoğaldı, delikanlı meraklıları azaldı. oğlancılık sanki yere battı. istanbul’da eskiden beri delikanlılara karşı olan aşk ve ilgi kızlara yöneldi. sultan üçüncü ahmed zamanından beri devam eden káğıthane seyri daha fazla rağbet buldu. gerek orada, gerek bayezid meydanı’nda arabalara işaret verme usulü başladı. devletin önde gelenleri arasında kulamparalığıyla meşhur kámil ve Áli paşalar (o devrin sadrazamları, yani başbakanları) ile onlara mensup olanlar kalmadı.
(murat bardakçı'nın 2006 yılındaki bir köşe yazısından derlenmiştir. https://www.google.com/amp/www.hurriyet....)

türk devrimi

diğer devrimlerin aksine, toplumdan devlete değil de, devletten topluma doğrudur. fransız devriminde, öncesinde rousseau, voltaire, diderot gibi entelektüellerin fikirleriyle beslenen halk, uzun bir düşünsel hazırlık dönemi sonrası, şiddet kullanarak, toplumsal bir talep sonucu hak ve özgürlüklerini almıştır--rus devrimi, reform, feminist ve siyahi ayaklanmalarda olduğu gibi-- bu yönüyle türk devriminin, 1920-23 arası kısa bir hazırlık dönemi olması, halkın isteğiyle değil de devletin isteğiyle gerçekleşmesi sebebiyle dünya tarihinde örneği çok azdır. cumhuriyet, saltanatın kaldırılması, kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilmesi gibi radikal devrimler, osmanlı düşünce hayatında yer almadığı gibi, tamamen atatürk'ün kendisine aittir. hatta bazıları, devrimlerin yerleşmemisinin sebebini buna bağlarlar ve bence de haklılardır.
Henüz takip eden biri yok.