şahsen kısayım, ve evet, kahrediyorum bir 10 cm’im niye yerin altında diye... sonra düşünüyorum. 10 cm daha uzun olsam, onunla bununla dizi dizi, sıra sıra düşüp kalkar; ortalık malı olurdum. kendi kendime diyorum, bilmiş de vermemiş. bi imana geliyorum. sonra bikaç adama düşüyorum ama işte min 1.75 falan diyorlar ya vicdansızlar; yine bi isyankara bağlıyorum, fak yu diyorum, lanetler okuyorum!
öyle işte, bipolar bi durum... derdimiz büyük be ayıcıklar. allah başka dert vermesin.
ayrıca hans zimmer ile gladiator filminin soundtrack’inde de döktürmüşlerdir.
bu dünyadan olmadığı kesin, hatta bu dünyaya bir yerlerden mesajlar getirsin, onu dinledikçe de insanoğlu adam olsun, iliklerine kadar titresin, irkilsin kendine gelsin diye gönderilmiş olmalı! bu sesin, bu karizmanın, bu duruşun başka bir açıklaması olma ihtimali yok bence.
diana gelir aklıma hep. elton abi’nin şarkısı yüzünden sanırsam. biz veletkene yine... tüm ülke cenazesini takip ettiydik, sanki hepimizin bacısıydı gibi... :s
dave gahan’ın tüm röportajlarında martin l gore’u köpek gibi kıskandığını ve o yüzden şarkı yazmaya kasıp sololar da çıkardığını itiraf etmesi beni benden alır. seksi ve yakışıklı bi piç olduğu kadar dürüst de gönlümün efendisi... :p
bu arada en sevdiğim galiba only when i lose myself!
valla içim burkuluyor... iyi güzel de, neden böyle meşazlı romantik yapmaya çalışılan tüm işlerde kaslı kuslu seksi yakışıklı çekici köpeği olunası adamlar kullanılır ki... lubun halka ulaşmak için rihanna’nın victoria’s secret defilelerini karşısına aldığı gibi cesur adım atacak ilk hareketin köpeeee olaçam!
53 sanıklı ünlülere uyuşturucu soruşturması kapsamında tutuksuz yargılanan murat yıldırım’ın uyuşturucu kullanıp kullanmadığı konusunda eski eşi burçin terzioğlu’nun tanıklığına başvurulmuştu. hiç unutmam, burçin terzioğlu, tanıklık yapmak istememişti. o zaman düşünmüştüm vallahi yalan yok, bir gariplik var demek ki bu adamda diye...
1978 yılında kartal tibet, ertem eğilmez ve yavuz turgul üçlüsünün şaheseri dram komedi türk filmi.
istanbul'un varoşlarında geçen hikayede, mahallenin genç ve yakışıklı genci, mahalle muhtarının oğlu kemal (bulut aras) minibüsçülük yapmaktadır. çapkın kemal, bir gün çocuklu ve dul sultan'ı (türkân şoray) elde etmeyi planlar. ancak çetin ceviz çıkan kız yakışıklı genci bayağı bir hırpalar. bu esnada genç, kıza gerçekten aşık olur. diğer taraftan mahalle muhtarına gelen iş adamları gecekonduların bulunduğu yeri satın almış ve herkesi evlerinden atmak istemektedirler. mahalleli ve muhtar arasında bir çekişme başlar. mahallede en son kalan dul kadın ve birkaç aile daha başka bir yere ev yapmak üzere göç ederken, yakışıklı delikanlı dul kadının peşinden giderek ona evlenme teklif eder.
adile naşit, şener şen ve ilyas salman gibi isimlerin de döktürdüğü filmde, dönemin hem toplumsal yapısı hem de sorunlarına parmak basılmaktadır.
göz teması kurmamak ilginç şekilde çok işe yarıyor. trafik kontrol bile onları görmezden gelince çevirmiyor! galiba ülkece “özgüven” eksikliğimizle alakalı bir durum bu... yani, ispatlayamam öyle olduğunu ama iddia edebilirim.
madonna’nın son birkaç albümünü beğenmeyen kitleler, son albümdeki bu şarkıyla “confessions on a dancefloor” dönemine atıfta bulunuyorlar. gerçekten uzun zaman sonra madonna’dan gelen en iyi harekettir. keşke “ray of light”a da gönderme yapılabilecek bir parça düşürse önümüze madına... kendisine duacı oluruz o zaman da.
bir mekan da var maçka’da, ruhsatsız diye yıkılmıştı 2017’de. izzet çapa cahide’yi nasıl dirilttiyse arabesque’i de diriltti. yani, iyi mi yaptı orası tartışılır. inanılmaz lüzumsuz ve gereksiz bir konsept, o kesin. en azından, conconito sürüsünü bizlerden uzak tuttuğu için teşekkür edelim çapa bey’e.
e nerede uyuyup uyanıp yıkanıp soyunup giyiniyor bu insanlar? yanlış bir önerme olduğu kanaatindeyim. herkesin evi var zannımca... doğrusu belki şöyle olabilir; “evinde yolunu gözleyeni olmayan gayler” ya da “yalnız yaşayan gayler”
avm kimliği olup olmadığı, bulunduğu noktada bir avm’ye ihtiyaç olup olmadığı detaylı irdelenebilecek; muhtemelen kuralsız bir durumu legalize etmek, kitabına uydurmak adına demirören grubuna “yeeea tüpçü dik şuraya bi avm” denmesiyle zihni sinir fikir olarak ortaya çıkmış olması olası ucube yapı...
istiklal’de iç acıtan, göz kanatan yapılardan biri olsa da, narmanlı han’dan daha vahim değildir...
1999 yapımı, türk televizyonlarında birçok ilke imza atmış efsane projedir... x-files’ın türk versiyonudur. dizi, 5 bölüm yayınlandıktan sonra yayından kaldırılmıştır. maalesef, ülke buna hazır değildi o zamanlar...
herşeyden önce, kamera önü ve arkasındaki efsaneleri sayınca zaten yapıma yazık olduğunu anlıyoruz... oyuncu kadrosundaki taner birsel, mehmet günsür, ayça bingöl ve zafer ergin; senarist ve yönetmenler taylan biraderler ve efsane şarkı “ahura” ile demir demirkan...
kısaca, polis teşkilatı bünyesinde paranormal olayları araştırmak üzere kurulan mavi büro ekibinin başından geçenler anlatılıyor. uzaylılardan üç harflilere, türk algısına uygun paranormal konular işlenirken kullanılan efektler türk televizyonlarında ilklere imza atılmasını sağlamıştır. mavi büro emniyet amiri zafer ergin, komiserler taner birsel ve mehmet günsür ve adli tıp uzmanı ayça bingöl’dür...
şan dersleri veren, 2010’dan bugüne albümler yapan, ulan istanbul dizisinin jenerik şarkısını söyleyen yakışıklıca bir zat. itü konservatuarı mezunu; en dikkat çekici işi sanırım doğa sesleri, bir inceleyin derim.
son dönemlerde youtuber olarak kendi kanalında şan dersleri tüyoları vermekte ve ses analizleri yapmaktadır.
herkesin erojen bölgesi farklı değil mi yauw? yani, personalized bir mevzuu değil mi bu? allah allah... genellenmemeli bence. yani, her erkek y*r*ağına dokunulsun sertçe sever; ama geçmişte sert şekilde dokunulunca huylananı da gördü bu gözler. hadi bakalım, çıkarın kuyudan taşı!
hepimiz yalnızız abi! ilişkisi olanlar da arayışta. yemeyelim birbirimizi... sebepleri muhtelif; ama hepimiz bu durumdan muzdaribiz. sorsan, hepimiz ilişki istiyoruz; ama kaçımız hem dışarıya hem de kendimize dürüstüz, tartışılası...
son zamanlarda aldığı kilolar nedeniyle dikkat çekse de halen çok güzeldir. pek çok enstrüman çalabilmektedir ve o müthiş sesini de enstrüman olarak kullanabilmektedir. en son 2014'te ünlü besteci zbigniew preisner ile birlikte bir konser için istanbul'a gelmişti diye hatırlıyorum. bizim bulunduğumuz coğrafyayı eski sevgilisi ve dead can dance'ın diğer üyesi brendan perry ile birlikte çok severler. 2017 yılında efsanevi vokal topluluğu the mystery of bulgarian voices* ile verdiği konser büyüleyicidir. the host of seraphim, cantara, persephone, yulunga gibi dead can dance klasikleri onun sesi ve yorumuyla anılır. bir de çok eskilerden dreams made flesh vardır. onca yıl sonra 2012 turnelerinde daha da ürkütücü hale getirir eseri.
the love that cannot be (dead can dance konser kaydı)
şimdi... yaklaşık bir hafta önce bir d&r şubesinde kendisine rastlanması ile karşımıza ilk kez çıkan, yaklaşık 250 felsefe kitabını 150 günde okuduğunu iddia eden ve bilmiş bilmiş, ancak ezberin dışına çıkınca abzürd konuşan, göz altlarının sürmeli olduğu kesin, indigo projesi velet.
şahsen aşırı itici buluyorum kendisini, anne babaya şeym on yu diyorum... yazık lan çocuğun psikolojisine, ne istediniz 10 yaşındaki veletten?! medya şu an baştacı yaptı ama gün geçtikçe hem unutulacak, hem de bu söylemleri elbette bir noktada tepki toplayacak.
kendisi üstün zekalı falan değildir; zira 3-4 videosunu art arda izleyin, çok yanlış düzlüklerde gezdiğin göreceksiniz. alın şu çocuğu ortalıktan, cidden harcayacaklar matmazel...
hep dahasını istememiz?! daha büyüğünü, daha fedakarını, daha iyisini, daha zenginini, daha seksisini, daha yakışıklısını, daha kalınını, daha azgınını, daha espritüelini, daha fancy’sini, daha daha daha daha! la bu koca adayları bize ne yaptı?
artık hiçbir fonksiyonu kalmamış iş bulma şeysi. valla bazı firmalar paravan olarak, ilanı dışa açmadık olmasın diye ilan çıkıyorlar buraya, sonra dönüp bakmıyorlar bile...
hazdan uçurandır... boşalma sırasında tamamını ağzınızda biriktirdikten sonra koklamaya falan gerek yok, yuvarlayın gırtlağa aksın gitsin! valla keyiflidir, keyif de verir!
her ne kadar sevmesek de, devlet şu an dünya sağlık örgütü’nün sigara ile savaşta belirlediği kriterler olan mpower paketine uygun hareket etmektedir. bu paketin bir maddesi, halkın tütün ürünlerine erişimini zorlaştırmayı öngörür ve bu sebeple fiyat ve vergilerde artış öngörür.
mpower kriterlerini tam olarak uygulamaya başlayan ilk ülkeyiz tarihte! bu da şu anki yönetimin yaptığı tek iyi iştir sanırım...
kusura bakmayın, ama daha çoook zam gelecek, 30-40 liraya o paketleri alamayacağınız zamanlar olacak, iyi de olacak. kimse kusura bakmasın, içmeyin arkadaşım!
bu arada avustralya’da falan o paketler 30 dolar! aklınızı başınıza devşirin... bırakın yol yakınken...