aileye açılmak

  • /
  • 10
bence bunu yapmalı veya yapmamalı olduğunuzu şu şekilde anlayabilirsiniz. ailenizle düşüncelerinizin farklı olduğu noktaları düşünün. örneğin onların çok sevip sizin nefret ettiğiniz bir yemek ya da içine konulan bir şey. iki senaryo çıkaralım.

mesela maydanozdan tiksiniyorsunuz ama aileniz o olmadan yemek yiyemiyor. buna anlam veremedikleri gibi sizin bu hassasiyetinize karşı hiç bir şey yapmıyorlar, yiyemediğinizi bildikleri halde bütün yemekler maydanozlu yapılıyor, yok sayılıyorsunuz; onların da bu durum karşısındaki tavrı şu şekilde: maydanozsuz bir yemek düşünülemez, bütün insanlar maydanozlu yemek yer, bu çocuk daha nasıl olsa alışır maydanoza olur öyle. sonuç olarak siz ya o maydanozlu yemeği kusa döke yiyorsunuz ya da aç kalıyorsunuz. maydanoz faşizmi evde etkin.

ikinci senaryo

aileniz duruma anlam veremiyor ama sizin bu durumunuzun gerçekliğini kabullenip ne yapabiliriz diye düşünüyor. sadece 5 dakikalık bir beyin fırtınasıyla yemek pişerken maydanoz eklenmiyor piştikten sonra 1 tabak sizin ayrılıyor akabinde maydanoz ekleniyor geri kalan yemek maydanozlu oluyor. herkes mutlu ailecek yemek yeniyor. herkes doyuyor, herkes istediğini alıyor.

sonuç

birinci senaryoda aile çözümü daha uzun sürmesine daha acılı olmasına rağmen asimilasyonda buluyor, sorunu yok sayıyor.
evrimsel sürecimiz bizi sürü hayvanı olarak yetiştirdi, geçmişimizde bu özelliğimiz sayesinde rakiplerimize üstün geldik ve hayatta kaldık. bunun ispatını bugün bile yaşam tarzı olarak tarım toplumuna veya kolektif hayata geçen toplulukların hala avcı toplayıcı olarak yaşayan topluluklardan farkına bakarak anlayabiliriz. bireysel olarak hayatta kalma ihtimalleri bizden kat kat üstünken grup olarak bakıldığında çok daha başarılı olduğumuz söylenebilir. bize miras kalan bu sürü genetiği ve ahlakı farklılıkları yok etmeye meyletmemize sebeptir. doğuştan getirdiği farklılıklar yüzünden dışlananlar sadece insanlar değildir. bunu kurt, sığır vb. hayvanlar da yapar. bu sadece genetik de değil kültürel de bir mirastır. güçlerini sayıca üstün olmaktan alan toplulukların kültüründe bu farklı olanın öcü olması eylemi daha da şiddetlidir. bizim toplumumuz da gücünü bugün hala sayı üstünlüğüne dayandırmaktadır. gündemden düşmeyen tek adam, tek millet, tek devlet söylemleri tesadüfi değildir. global olarak da en çok tercih edilen sistemin demokrasi olması tesadüf değildir. eşcinsellik olgusu eşlerin bir yavru meydana getirememesi sebebiyle bizleri genetik olarak kusurlu kılar. bizler toplumların baskısıyla ürüyoruz(bisex vb. kişiler hariç.).tarihte bizi üremeye zorlamak yerine kendi halimize bıraksalar belki de bugün hiç birimiz var olmayacaktık. sonuç olarak eğer ailemiz maydanoz faşisti ise bütün genetik mirasımızı kabullenmeli ve ailemize yemeğe maydanozu sonradan eklemeye manipüle etmeliyiz. iletişimin ilk şartı sayılabilecek aynı frekansta olmayı sağlamalıyız. bir radyodan tv sinyallerini aktarmasını beklemek hüsran olacaktır.

ne kadar bilirsen bil söylediklerin karşındakinin anladığı kadardır.
olmazsa olmaz diye uzun bir süre oluşturulan bu algıya kapılıp açıldığım ama günün sonunda o kadar da "onur meselesi" haline getirilmemesi gerektiğini fark ettiğim eylem.

önce kişinin yaşam hakkı ve güvenliği. ne yazık ki sonra onur meselesi... konformist olmayan ama güvenli mücadele yaşatır.
aklımdan bile geçirmediğim şey
boşvermişlik psikolosine batık olduğum zamanlarda yapmayı düşünmüşlüğüm olan eylem. ama iyi ki yapmamışım. tavsiyem de yapmamınız yönünde. hatta sadece aile değil, hiç kimseye açılmayın. hiç kimseye güvenmeyin. açılınca belki kabulenirler, beni ben olduğum için severler falan filan... bu noktada da şunu söyleyebilirim: ne ailenizden, ne hiç kimseden, ne de hayattan bir şey bekleyin. mevcut durumunuzla kabullenin aile ilişkinizi, her şeye rağmen, hayatta yalnız olduğunuzu bilerek mutlu olmaya çalışın.

ha tabii bunlar sadece benim tavsiyelerim. her insanın gerçekliği, yürüdüğü-yürüyeceği yol farklıdır. ben sadece kendi gerçekliğimden bahsettim o kadar.

edit: madem o kadar hiç kimseye güvenmeyin falan dedim, neden kimseye güvenmediğimi de olaylar üzerinden anlatayım. ilki lise son sınıfta aşık olduğum çocuğa açılmam şeklinde oldu. o da beni sevmiyor olsa bile, en azından gidip de bunu millete yaymaz diye düşünmüştüm. sonuçta o ağırbaşlı, iyi mi iyi kalpli, sincap gibi bir insandı. ama ben ona açıldıktan yıllar sonra beni kuzenlerine ifşalayıp, maskara etti. aslında ben de seni seviyordum minvalinde şeyler yazmıştı ki, meğer beni oynatıyormuş. en büyük rüyam gerçekleşti sanırken gerçeği öğrendim. üstüne bir de etmediği hakaret kalmadı. telefonda resmen nefret kustu. "insan arkadaşım dediği insana o gözle bakar mı?" demişti ki, umarım aynısını bir gün bir kız ona söyler. aynı hakaretleri eder, aynı şekilde aşağılar...
ikincisi de çok yakın olduğum bir arkadaşım üzerinden gerçekleşti. kendisi zaman zaman çok samimi davranırdı. hatta samimiyet falan biraz masum kalır, baya baya oynaştığı zamanlar olurdu. sonradan öğrendim ki myjudas bana yavşıyor gibisinden şeyler yayıyormuş ortamlarda. arkamdan tek atıp tuttuğu da bu değil tabii, hemen her konu da arkamdan attırıyormuş. bu söylediğim insan da herkesin çok efendi, dürüst, güvenilir bildiği biri. herkes bir yana ben de yıllarca öyle biri olduğunu sanmıştım. ama hayat işte acı gerçekleri yüzünüze böyle böyle çarpıyor.
cesaret edemediğim ve hiç bir zaman yapamayacağım içimde kalacak durum.
iyi ki gerçekleştirmemişim dediğim olaydır yani iyi ki bir anlık galeyana gelip kendi adıma saçma bir şeye girişmemişim diyorum hep. çevremde isteyen istediğini düşünsün veya istediği beklentiye girsin bunları düşünmeden aşırı rahat devam da edebiliyorum hayatıma.
ben açıldım bir şey olmadı babamla hornette geziyoruz artık
aslında yapılması gerekli bir şey ama ailenizi üzme ihtimali olduğundan birkaç kez düşünülmesi gerekiyor. aileyi üzmek birinin isteyeceği son şeydir çünkü.
ben de açıldım. saçıldım ama beni öyle görünce anne babanın önünde çıplaklık olmaz diye azarladılar beni.
yüzde doksanı hüsranla sonuçlanıyor önermem denendi
yapıcağım en son şeylerden birisi olurdu düşününce.
küçük bir ilçede yaşıyorum her açıdan diğer illere nazaran geri kalmış bir yer herhangi evli bir çiftin bile el ele tutuşup dışarıda gezmesi bile yadırganıyorken aileme açılmak mı pek sanmam annem ile yaşıyorum pek yargılamaz beni bana karşı ama içten içe kendini yer bitirir senelerce bunca zaman yaşadığım zorlukları verdiğim mücadeleri düşünmeden edemez o yükün altında bırakmam istemiyorum
o tarz bir gereksinim duymuyorum , bilseler ne yazar bilmeseler ne . sanki ne kadar bir süre hayatımda olacaklar , elbet bir gün hepsi ölecek veya kısa bir dönemde ben göç edeceğim huzur kaçırmanın manası yok bence .
bir drama queen eylemi. olayları dramatize etmekten hoşlanan kişiler tarafından tercih edilebilir. bir heteroseksüelin ailesine “ey ailem ben kadınlardan hoşlanıyorum bilginiz ola!” demesi kadar anlamsızdır. eşcinsel olup da heteroseksüel yaşamı dayatmalarına özenip sevgilinizi ailenizle tanıştırma,nişanlanma vb.şeyler yaşamak tatmin edecek mi sizi gerçekten bunu sorun kendinize. kimden hoşlandığınız ya da kiminle seviştiğiniz aileniz tarafından bilinmek ya da desteklenmek zorunda değil. bu tamamen sizin özel hayatınız. ek olarak her ne kadar eğitimli modern ailelere sahip olsanız da(ki bu ülke şartlarında azınlık grubu oluşturuyor) bu insanlar muhtemelen 50 yaş üstündeler. okudukları,gördükleri,izledikleri şeyler bülent ersoy, travesti dehşeti manşetli gazeteler vs. bu insanlara geri kalan kısa ömürlerinde bir şok(?) veya bambaşka bir yenilik yaşatmak yukarıda açıkladığım sebepler yüzünden değer mi tartışılır.
sene 2016, ergenlik gümbür gümbür. yine sinir krizi geçirip farkında olmadan kız kardeşin ödünü bokuna karıştırdığım bir günün sonunda anne beni çekti, anlattım böyle böyle, "çok normal" karşıladı, ya da ben öyle sandım, o ara odamda canan tan'ın eşcinsellik üzerine bir romanı vardı adını hatırlamıyorum, iki gün sonra o roman artık yoktu, baya gestapo gibi yırta yırta imha etmişler, işte efendim ben etkileniyor muşum falan, üstelemedim yemedi. aradan iki sene geçti, ergenlik yine tavan, kafa da güzel çıktım karşılarına "ben topum ulannn, aha buyum" diye sayko gibi konuştum, o ara baba ağlıyordu. ertesi gün baktım ortam çok gergin, "içkiliydim vs" ayağıyla geçiştirdim onların da işine geldi tabi. şimdi yaş oldu 22, iki gün önce kafa güzel yine çıktım babanın karşısına "lan oğlun bu yaşına kadar koluna iki kız takmadı hiç mi şüphelenmedin" diye başladım, adam kalktı "etken misin edilgen misin?" diye sordu amk ona göre oğluna cinsiyet atayacak. şimdi o enteresan diyalog hiç yaşanmamış gibi rol kesiyoruz, her neyse, böyle döngü gibi gidiyor işte. ne ben tam cesaret ediyorum ne onlar tam kabullenebiliyor, ara ara patlamalı, ortaya saykodeli manzaralar çıkartmalı bir ilişki.
asla açıklayamayacağımı düşündüğüm durum. en yakın hetero arkadaşıma yarım yamalak anca açılabildim. bakalım tepkisi ne olacak zamanla göreceğim
aileme açılalı dokuz on yıl oldu. hiçbir zaman yabancıların “pride” dediği oğlum ibne olmanla gurur duyuyorum aşamasına gelmeyecekler, ne zaman eşcinsel, gay filan desem ay sessiz ol komşular duymasın tribine giriyorlar. olsun küçük yerde yaşıyoruz onları da biraz tolere etmek lazım. fakat en azından sen ne zaman evleneceksin ne zaman bi kız bulacaksın soruları bitti, onların yanında başkası sorarsa onlar da lafı değiştirmeye çalışıyor, sırf bu yüzden açılmaya değer derim.
hem günde onlarca kez ne zaman evleneceksin sorusuyla karşılaşmamak için hem de ailenizin sürekli hayal kurup umutla kız arama sevdasını bitirip yormamak için yapılması mantıklı bir eylem.
kendi ayaklarınızın üzerinde durmadan önce yapmamanız gereken 3 şeyden biri.
diğer ikisi de başka bi entry'nin konusu
insanı özgürleştiren bir şey. benim ailem eski sevgilimin ondan başka kimsem kalmasın diye beni ifşalaması sonucu öğrenmişlerdi. küçük yer tabii herkese yayıldı. şu an koca ailemden sadece annemle, iki open minded kuzenimle ve bir teyzemle bağımız kaldı. onlarla da eskisi gibi değil tabii. hepimiz yeni yeni öğreniyoruz benim kimliğimle barışmayı, yaşamayı.
artık kimse ne zaman evleneceksin baskısı yapmıyor, gariban kızlara umut verip benimle tanıştırmaya çalışmıyor. ben ailemin hastalıklı genetiği bozuk bir bireyiyim. nasıl ki sendromlu bir çocuğu kimse yadırgamazsa, beni de böyle kabul ettiler anlaşılan. düzeltmeye uğraşmıyorum, açıkçası hastalıklı sanılmanın özgürleştirici bir yanı da var, tıpkı deli olmanın olduğu gibi.
sadece anneme fazla yükleniyorlar biliyorum. özellikle baba tarafı onu suçluyordur, en çok buna üzülüyorum. ben babamı değil annemi rol model aldığım için, annemin çocuğu olmayı seçtiğim için... annemin suçlarından biriyim.
bir gün beni doğururken bir suç yumağı doğurmadığını, kendi kanıyla beslediği çocuğunun bir canavar olmadığını anlayacak. sadece zamana ihtiyaç var biliyorum, biraz daha zaman.
  • /
  • 10