kukulata

Durum: 75 - 0 - 0 - 0 - 25.07.2015 01:31

Puan: 758 - Sözlük Kezbanı

10 yıl önce kayıt oldu. 5.Nesil Yazar.

Henüz bio girmemiş.
  • /
  • 4

pisinge

üç sütun üstüne kıpkırmızı haykıran puntolarla yazıyorum buraya, gördüğünde gülümsersen hayat da en az bu kelime kadar güzeldir beybi:

hoş geldin.

facebook fenomeni ve hayatın gerçekleri

ilkokul 4'teyiz...

önceki 3 seneyi 'insan güzeli' denebilecek bir öğretmenin idaresinde geçirdik. kah güldük, kah ağladık, kah talımıçı. sonra o meleğin eş durumundan başka bir ile tayini çıkınca yerine yeni bir kadın örtmen yolladılar. aynı yıl, bir de atakan isminde bir çocuk dahil oldu sınıf mevcuduna. atakan bildiğin anarşist! en sakin geçirdiği günü üç vukuatla tamamlıyor. o kulaklar eşeğinkilere döndü çekilmekten, iki yanakta patlayan tokatın haddi hesabı yok. evde desen bunları da kapsayan geniş bir yelpazede başka yöntemler de deneniyor. en sık başvurulanı da kömürlüğe kapatılmak. fakat ne yapsan durulmuyor bu ayarsız enerji, durdurulamıyor... derken bi sabah nefis bir fikirle sınıfın karşısına geçti bizim yeni örtmen. dedi ki, "çocuklar bundan böyle kimse atakan'la konuşmayacak. şayet konuşmak isteyen varsa parmak kaldırsın, ama bilsin ki, tüm sınıf onunla da konuşmayacak." 40 küsur kişiyiz, 1 tane parmak kalktı. bilin bakalım kim?

sonra atakan'la bizi duvar kenarı en arka sıraya postaladılar. önümüzdeki ve yanımızdaki ikişer sıra da boşaltıldı. resmen tecrit koşullarındayız. o tabii çok daha koyularına alışık olduğu için pek yadırgamadı durumu, yıkıcı eylemlerine son sürat devam ediyor. bense "kara murat benim!" edasıyla kendimi içine yuvarladığım yalnızlığın farkına vardığım andan itibaren birlikte bişiler yapabilir miyiz'in stabilize yollarında koşmaya başladım. ve her "bişiler yapalım mı?" sorum, "hadi müdürü yakalım!" türünden cevaplarla geri dönüp elimde patladı.

burada bir parantez açayım.

olayın yaşandığı gün anneme telefon açılarak okula çağrılmış. neden böyle bişi yapmış olabileceğim, evde bi sorunum olup olmadığı vs sorulmuş. ben tabii bunu, akşam yemekten sonra odama zıpladığımda, beş dakika sonra arkamdan gelen annemin, "naber kuşum, okul nasıl gidiyor?" sorusuna, "iyi işte nolsun" türünden bi cevap üfürüp, "emin misin, yok yani bi sorun?!" şeklindeki retorik sorusuyla karşılaşınca anladım, ve anlattım olan biteni. tam "bi daha konuşmayacaksın o çocukla..." diye başlayan bir nutukta başrol oynamaya hazırlanırken, "afferin kuşuma" destekli iki öpücük buldum yanağımda. ki bu, yalnız geçen o iki ayın tek motivasyonuydu benim için.

kapaparantez.

sonra işte 23 nisan arefesinde sınıf süslenirken, bizim de çocuk olduğumuzu hatırlayıp vicdan yapan örtmenimiz sınıfa dönüp "hadi çocuklar barışın artık arkadaşlarınızla" deyiverdi. onlar da sağolsunlar kırmadılar örtmenlerini. geldiler, barıştık! aradan yıllar geçti, facebook diye bi site icat olundu. dediler ki, herkes ilkokul arkadaşını buluyormuş. o an, kimi bulmak isteyebileceğini düşünüyorsun. okulun bahçesinde 3 yıl boyunca seksek oynadığın ama örtmenin 2 cümlesiyle yeryüzündeki varoluşunu sıfırlayan zeynep'i mi mesela? hadi yapmayın. sadece bi an atakan geldi aklıma. sonra düşündüm, kim bilir hangi yeraltı örgütünün başında şimdi, ne işi var facebook'ta filan...

girmedim hiç.

turn bebeyim

dünya bir yuvarlak, tarih bir tekerlektir. ikisi de döner.(biri tavuk) ilki batıdan doğuya, ikincisi hep ileriye doğru. tavuk bir döner, horoz bir öterdir. ikisi de kesilir. biri kılıçla(döner kılıcı) ve ince, diğeri pıçakla ve vakitsiz. dünya, tarih, tavuk, horoz. hepsi insan eliyle işlenen birer cinayettir. ve cinayet mahalline sadece katil değil, bazen maktül de döner. literatürde buna "eski sefkiliye dönme sendromu" denir. dönerken sinyal vereceksin ama, şems saçacaksın.

patlıcanı okşamak

bir kedi alıyorum. kedi sıkıntıdan obez oluyor. dismorfik bir kaplana dönüşüyor. gürbüz bir hayvan hayal edin, kallavi. 30'lü yaşlarına gelmiş kedili kadın oluyorum ve hayatımı da bu minvalde tekrar düzenliyorum. sosyal bir varlığa dönüşüyorum. belki ispanyolca kursuna da gidiyorum. pek az tanıdığım insanlarla vakit geçirmek adına sosyalleşiyorum. defalarca yapılan konuşmaları orada da devam ettiriyorum. anla işte mainstream... civanla sinemaya gidiyorum. sinema sonrası flörtöz olduğumdan eve bir kahve içmeye davet ediyorum. minimalist kahve kupalarına kahveyi, hi-tec müzik setime chill out cd’yi koyuyorum. insan evladın vasat esprilerine ahaha diye gülüyorum. her şey çok yolunda. haneke'nin burjuva ahlakını nasıl güzel irdelediğinden dem vuruyoruz. daralmıyorum, ilgiyle dinliyorum. kedi odaya giriyor. hemen kediyi kavrıyorum ve kucağıma yerleştiriyorum. arzuyla kediyi okşarken bir yandan modern, ilerici söylemlerden birini terennüm ediyorum. sessizlik oluyor. işte o an “yandan yedim ama yıkılmadım hüznü” temalı bakışı gözüme yerleştiriyorum. kediyi okşama şiddetimi artırıyorum. beklenen soru geliyor:

-kedinin adı ne?
-patlıcan.

zaman kaybetmeden, gözlerinin içine baka baka ekliyorum:

-patlıcanı biraz okşamak ister misin?

ulrike meinhof

allaam ne hoş gelişler yolluyorsun böyle...

insanlık

içine insan koyulan, insandan hallice bişi. kalemlik gibi.

ikiyüzlü insan

o kadar da kötü değil bence, yeter ki yüzlerinin ikisi de gerçek olsun.

ya tek bir sahte yüzü varsa?

aldatılmak

galiba en kötüsü de, son anda kaçırdığına inandırdıkları trenin, aslında hiç var olmadığını fark etmek.

insan

en basit özgürlüklerini, mesela ömrü billah sezen aksu övmeye mecbur olmadığını unutuyor nedense.

ramazan

hayat

çoğu zaman ya benzer değişiklikler ya da farklı farklı tekdüzeliklerle yaşanıyor.

aşk

bir çember üzerinde köşe kapmaca oynayan iki körün dramına benziyor bazen.

sevgili

kusurlarını başkalarının kusurlarından daha güzel bulduğunuz kişi.

tanrı

varsa şayet erkek olduğu kesin, yoksa ilk vahiy şöyle olurdu:

- rica etsem şunu bi okur musun.

müzik

dünyaya yeniden gelirsem olacağım şey.
  • /
  • 4
Henüz bir favori entry yok.

Toplam entry sayısı: 75

sinead o'connor

"bu amcığın rolling stone kapağında ne işi var?" - sinead o'connor

http://www.independent.co.uk/arts-entert...
Henüz takip ettiği biri yok.