salaklığın tarihi

kamera... ışık... ekşın!

sırat köprüsünden kgs ile geçmeye çalışırken şarampole yuvarlanan vaftiz edilmemiş papazın görüş açısında peder, maraş dondurmacısı ve bilumum melekler var. pederin gözü rüzgarda eteği açılan bir kızın bacaklarına takılıyor. insanların kusurlarına bakma obsesyonu olan kız pederin kulaklarını henüz fark etmedi. maraş dondurmacısı bir kez daha hızlıca çana vuruyor, "a4 kağıt helvacısı seni yendim" diyerek. ortalıkta bir düello kokusu var. derken fırlattığı çöp çöp tenekesine potalı da olsa sayı olarak kayda geçen yaşlı bir kadın kucakta bebek sallamalı gol sevinci yapıyor. belli ki katlayamadığımız gazeteye ortadan vuran, aramızda ve etrafımızda rahat dolaşan biri. sonra bardaktan erken boşalırcasına bir yağmur yağıyor, seller akıyor, diday diday day. faşist turuncu uzaylılara benzeyen bir çocuk yağmurdan adam yapıyor, burnunu da havuç suyundan. başka bir çocuk, hayır hayır çocuk değil bu, denizkızı'na aşık olan ayak fetişisti bir adam. kafasında şinorkelle avm'den içeri giriyor. zoraki bir sevimliliğin sonucu şapla şamanı birbirine karıştıran tezgahtarlar her zamanki yerlerinde. pozitronik beyinli robotları andıran müşteriler de keza. ve işte, yürüyen bir merdiven tak diye duruyor. durduğu an, o güne dek hep yanlış yöne gittiğini fark ediyor. bakalım bu bilinç kaç kişiye sirayet edecek. hayır etmeyecek. çünkü bir melek arp çalarken serçe parmağını kırdığı için sahne blok flüt taksimiyle sonlanıyor.

stooop... kestik!
bir aslan bir antilobu kızartmadan yiyor. bir timsah bir fil yavrusunu löp diye mideye indiriyor. 13+ ve genel izleyiciler sakin. saati altı buçuk yapalım. çevir çevir. pasifik'te bir denizatı soru işareti olup suyun aklına düşüyor. o anlarda ortadoğu'da bir tayyip attan düşüyor. bar çıkışı olur öyle şeyler. yine de 18+ ve tüzel izleyiciler tedirgin. dahası şerifin karısı huysuzlanıyor. gözlüklü olan, morpheus bana binanın planını çıkar diyor. b planını mı. hoff saati 21.47 yapalım. bir ördek yan komşunun balon tarlasına giriyor. bir bağırış, bir çağırış. kadın balonlarım gitti diye ortalığı yıkıyor. gerçekten de balonların yarıdan çoğu patlamış. çevir çevir. adam karısını kasanın içinde unutuyor. kasanın anahtarının yeri, bilgisayarındaki bir dosyada yazılı. dosyanın şifresi, o kasanın içindeki bir kağıtta. adam ikisini de unutuyor. 50+ ve güzel izleyicinin umru değil. saati 23.01 yapalım. adam sabahki gazeteyi yeni açıyor. sayfa üç. cesedi ortadan kaldırmak için yardıma gelecek arkadaşının ölüm haberini görüyor. saati ne yapalım. boşver bırak. o kendini yapılandırıyor. trak tiki tak.
bir kadın bir adamla yürüyor. sefkili bunlar, yürüyüşlerinden bariz. tükkanların önünden geçiyorlar aheste. kadın vitrinde bir ilgi görüyor. adam ilgi değil, saat sefiyor. kadın sadece ilgiye bakmıyor. arada camdan hala yanımda mı diye de kontrol ediyor sefkilisini. ve son bir kez ilgiye bakıp arkasını dönüyor. adam yok. hay allah demin burdaydı, adam nere gitti. adamı göremiyor. adamı bir daha hiç göremiyor.
zarif, tutkulu olduğu kadar gaddar ve tutucu bir adam kapıdan şimdi girdi. bir öfkeyi yutarken boğulup suni teneffüsle hayata döndürülmüş bir kadın yatakta uzanıyor. açılmayan bir kapıyı çaldığı için yaşamının gerisini utanç içinde geçirmek zorunda bir otel görevlisi gidip bir sigara daha yakıyor. adam, kadın, görevli. hepsi de biraz zalak. çevir. amsterdam'da bir adam geneleve gidiyor. derken okeyde kırmızı beşli çalanı görünce başka bir adam ıstaka deviriyor. donanımı güvenle kaldıran bir hacker uyuklarken, kafiye olsun diye yazmayan bir şayir susuzluktan ölüyor. genel geçer çözümün değil kanıksanmış sorunun parçası olmuş bir trans uzaktan öpücük atıyor. ben de seni öpüyorum. travesti egemen bir toplum isteyen insan olarak. insan mı. ahahahahah.
zekeriya beyaz. herkesin aslında yemesi gereken yanaklara sahip. ama aylardan ramazan. ve bir izleyici yaşar nuri öztürk'ü yoda sanıyor. mekke ne güsel bi yer allaam. kabe etrafı dön dön bitmiyor. dön bak sağ tarafta ne var: mısır'da bir kahve falı, üç vakte kadar, falına baktığım fincan senin ruhunu çağırmak için kullanılacak diyor. uzakdoğu'da bir sihirbaz, "hiçbir kadını ortadan ikiye bölmüyorum. bu numarayı öğrenmek yıllarımı aldı... şimdi uçmamak üzerinde çalışıyorum ama bu daha da zor bir numara." dedikten sonra kılıcıyla kendini ccart diye ortadan ikiye ayırıyor. pasifikte bir zaman makinası tamircisi, sadece geçmişe gidebildiği için bir makinadan soğuyor. daha demin çamaşır makinasına anılarını atan bir kadın vardı. kadın gitti. kadın gidince önce bahçedeki çiçekler soluyor. sonra, bahçeye sık sık gelen iki sokak kedisi zayıflıyor. sonra da adam ölüyor. adam kimdi?
her şey bir elma ile başladı.
"adam tokalaşmak için elini uzatarak: 'ahmet...' dedi.
kadın: 'hayııır... esra!'
adam gülümsedi: 'ahmet ben'...
kadın: 'demin de bana dediniz. deli misiniz siz?! gidin başımdan.'
adam olduğu yere çöktü ve hıçkırarak ağlamaya başladı: 'normalim ben'

***

yaşlı adam bankta oturmuş güvercinleri yemliyordu. güvercinlerden biri yaşlı adama 'amca bak ne yapacağım şimdi' dedi ve havalandı. yaşlı adam ağzını açmış güvercini seyrediyordu. güvercin yaşlı adamın tepesinde iki takla attı ve pisledi yaşlı adamın üstüne. yaşlı adam: 'bana düzenli bir hayat yaz evladım, bu aksiyonlar yoruyor beni.' dedi..sonra güvercin ağlamaya başladı: 'normalim ben'... 'anlıyorum ızdırabını' dedi yaşlı adam.


***

kızılderili ve soluk benizli, nehirden geçiyorlardı.
soluk benizli, kızılderiliye sordu: 'yere kulağını dayayıp bakar mısınız acaba, bufalolar geçecekler mi?'
kızılderili: 'tabii...' dedi. az daha boğuluyordu. soluk soluğa kaldırdı başını ve soluk benizliye dönerek: 'senin betin benzin atmış.' soluk benizli özür diliyor ve hıçkıra hıçkıra ağlıyordu..: 'normalim ben'

***

adam güneşi göstererek 'sakın bakma! gözlerin bozulur.' dedi kadına.
kadın gülümsedi ve 'ne kadar incesin sen.. benim göz sağlığımı düşünüyorsun.' dedi.
sarıldılar... yazar ağlıyordu: 'normalim ben'...

***

bankta otururken yaşlı adamın yanına bir adam oturdu, 'merhaba' diyebildi yorgun bir şiveyle. elini uzattı ve 'osman benim ismim' dedi. 'peki efendim, memnunum' dedi yaşlı adam nazik bir tavırla. diğer adam gülümsedi. dişleri güneşte fazla kalmıştı galiba, bronzlaşmıştı. ve arasında çimenler çiçek açmıştı ya da maydonos yemişti, kim bilir...
'lanet olası osman' dedi bizim yaşlı adam diğer adama. 'lanet olsun bee' diye bağırıp durdu, durup bağırdı. 'osmaaaan' diye... 'lanet olsun' dedi ve osman'ı yumruklamaya başladı. osman, yaşlı adam kendisine vurdukça daha da coşuyor, daha bir güzel oluyordu hikaye.
'noluyor çocuğum, beni seslendirmişsin yine?' dedi yaşlı adam yazara.
'evet beyamca... canım sıkılıyor, aksiyon istiyorum' dedi yazar.
'amaan sende..' deyip çekti gitti yaşlı adam... peki neyi çekti gitti? hmmm, elbombasının pimini çekip gitti yaşlı adam. sonra yığğılıp ağladı: 'normalim ben'...


***

'ho ho ho' dedi noel baba...
'hadi be sende... ne oyuncağı! yara bandı var mı ondan haber ver. bak bombalanıyor her yer.' dedi küçük çocuk. sustu noel baba... ve hıçkırarak ağlamaya başladı: 'normalim ben'...

***

'gördün mü gökkuşağını... güneşi görünce nasıl da renkten renge girdi...' diye gülümsedi adam. kadın hüzünlendi ve
dudak büktü.
adam kaşlarını çatarak: 'dudak bükme... etim acıyor' dedi. sarıldılar... ayrılmaları gerekiyordu.

'neden çocum?'
'ayrılsınlar beyamca.'
'hasta mısın sen?'
'hayır. tecrübeliyim.'
'kötü tecrübe evlat, kötü tecrübe...'
'ya tamam bi sus amk, yazamıyorum.'
'afedersin çocum ama, skime yaaz, dşaama yazma... çok da umrumdaydı.'
'sktin ilhamı, yazasım kalmadı.
'güvercinler?... güvercinleri yazabilirsin.'
'güvercinlerini skiim, çık hikayemden.'
'hadi hadi... sen de beni yazmak istiyorsun aslında ama...'
'ama'?
'veya köte... ne fark eder. sen istedikten sonra...'
'la bistr git ya...'
'sen bilin...'


***

'yaşlı adam?'
'efendim?'
'ceplerime bakar mısın... gömleğimin üzerinde olacaktı.'
'aah evet... buradalar.'
'içinde bir akrep olacaktı.'
' neyin?'
'saatin.'
'aah evet.'
'kaçı gösteriyor?'
'0'
'aslında saatlerde sıfır bulunmaz.'
'hmmm... yani?'
'çünkü zaman sadece bir kere sıfırdan başlamıştır. daha fazla bilgi veremem, beni asarlar.'


***

öğretmen sınıfa girdi, büyük bir sessizlik koptu aniden. nasıl oluyorsa ...neyse, her neyse.
'merhaba arkadaşlar açın ellerinizi, cetvelle vuracağım...' dedi ve sonra olduğu yere çömbeld (ben uydurdum, çömeldi gibi bir eylem işte) ve ağlamaya başladı: 'normalim ben'...

***

adam son bir kez kadının gözlerine baktı. gözleri doldu. bir ses, sadece bir ses, bir kelime dökülseydi kadının dudaklarından.. yeterdi.
kadın tam adama güzel bir şeyler söyleyecekti ki, yazar mani oldu.

'ne şerefsiz insansın sen evladım!'
'insan mıyım be... hadi sarılıp ağlayalım.'

adam yavaşça arkasını dönüp çıktı hikayeden. yazar gözlerini kadına belertti.(ahahaha şık) gölge gibi sessizce yaklaştı,
kadının omuzlarına ellerini koydu.

'koydu itici.'
'bıraktı?'
'eh.. daha sempatik.'

***

yaşlı adam denizin kenarına gitti utana sıkıla. yanakları al al olmuştu. tatlı bir tebessümle yavaşça
fermuarı aralayıp suya işemeye başladı.
'niye böyle yapıyorsun bana anlamış değilim.'
'seviyorum seni, anlamıyor musun.'
bir kaç saniye sonra su fokurdamaya başladı ve bir denizkızı çıktı su yüzüne..
'bu denizkızı benim mi yoksa evladım?'
'hayır denizanası senin... bu deniz kızı benim. bekler misin iki dakika.'

***

'yalnızlık...' diye bağırdı son mohikan.
'hadi oğlum
git, tut onu paçasından
sürüye sürüye bana getir

ahahahaha'

***

'ne iş yapıyorsunuz' dedi alımlı kadın.
yakışıklı bey: 'efenim ben kiralık katilim' dedi. gülüştüler... kahkahalar yükseldikçe yükseldi... ikisi de gülüşme krizine girmişlerdi. kahkahalar yerini kahkahaya bıraktı. adam güle güle kalktı masadan, kadın da gülmekten öldü. yan masaya yöneldi adam. masadaki bey: 'ne iş yapıyorsunuz?' dedi. adam: 'kiralık katilim.' gülüştüler... bir çift kahkaha patladı, kahkahalar yerini kahkahaya bıraktı. adam güle güle ayrıldı masadan.

***

yaşlı adam bağıra çağıra uyandı. ama nasıl uyanmak... 'yeter be' diye bağırıyor, ortalığı kırıp geçiriyordu. ağzından takma dişlerini çıkarıp duvara fırlattı. gözlüğünü yere atıp ayaklarıyla ezdi. piposunu kırdı. çukulata kokulu tütünlerini de saçtı etrafa. havaya yükselerek duvara bir uçan tekme fırlattı.
'aman evladım bir tarafımı kıracağım, sakin yaz olur mu...''
hmmmm, peki.
yaşlı adam ağır ağır gözlerini araladı. 'yeter be!' diye haykırdı.. 'yine mi aynı tavan'... sırt üstü yatmaktan bıktım be!... lanet olsun yahu...' dedi.

***

açın kapıyı, polis! sizi tevkif edeceğim.
ama böyle söylerseniz açmam kapıyı. lütfen...
açmazsanız kapıyı kıracağız
pencereden kaçarım o zaman? : )
....
gümüş mü bu kelepçeler peki?"
kadın nezle oluyor. gözler sis, ses çatallı, burun ıslak, boğaz kuru, kalp temiz. uykudaki hormonlar salgılansın diye uyuması gerek. uykunun yaptığı en iyi şey beyinde bastığı "mute" tuşu, bu asosyalizmin aç meyveleriyle aramızda ki bi paravan! diyor. kafa tası yastıktayken. johnny bravo'lar sizi diyor. derken uyuyamıyor. ruhhas tası. delinin biri uçuruma aşık oluyor, uçurum dağın tepesinde. dağa tırmanmak için taşları oya oya merdiven yapıyor. ömrünü veriyor bu işe. sonunda uçuruma geliyor. uçurumla kavuşunca çok mutlu oluyor, öyle mutlu oluyor ki... ''işte aşk!'' diyerek sevinçle ağlaşırken gözü aşağı ba.. kayıp düşüyor. ah bahsetmedi tabii hiç, okuldan yeni çıkmış bir kız "ben evleniyorum yeaa" diye çığlık atıyor. öyle bi dönem oluyor erken yaşlarda. son dakikalarda nabıyorum ben diyip vazgeçecekken, hah işte tam o dakikalar tam başlayacakken, bi kaza oluyor ve: "evlendim ben". sonrası facia tabii. bir tepenin en tepesinde üç adam peyote çiğniyor. önünde uzanan kuş uçmaz, kervan geçmez bir yol. biraz daha peyote çiğniyorlar. sonra arabalar geçiyor, trafik sıkışıyor, kaza oluyor filan. kollarını iki yana açmış bir ambülans bağırarak ve çırılçıplak oraya gelirken, polisler toma'dan su içiyor. derken o curcunanın ortasına güm diye bir uçak çakılıyor. küller küllere...
bir adam düşünmüyor, yine de var.
duvardaki saat bir o yana bir bu yana salınıyor. saat değil, saniye çubuğu salınıyor. sonra o da sabitlendiği merkezin hizasında durup kim bilir kaçı gösteriyor. saatin arkasından çıkan bir örümcek örümcekliğine lanet ediyor. nasıl etmesin, bugün onun doğum günü. kasırga gibi bir şarkı, bir şapşalın yüzünü yalayıp geçiyor. birtakım şarkıların geçerken yalaması. bir dahi buna hayret ediyor. o kadar da dahi değil demek ki. evrensel şezlonga uzanmışlar arasından bir bacak sarkıyor yandan bakınca. he-man'in kardeşi olamaz, zeytinyağı desen o hep aynı şişede. vefakat şimdi he-man'e küfretsen anında yatırırlar. sanki adalet varmış gibi. hey. aynı boklu derede iki kez boklanamazsınız. çünkü adalet bir puşttur. sözünden dönen kuştur. heyyamola...