gay bara homofobik arkadaşla gitmek
fobik kelimesinin abartılı kullanıldığına dair bir işaret olabilir. o kapıdan içeri, mekanın ne olduğunu bilerek girdiyse fobik falan değildir. en fazla önyargılarına güvenip iddialarda bulunuyordur. önyargı ve fobi kelimeleri birbirleriyle bağlantılıdır. ama önyargı fobiye eşit değildir. (bunun altını çizmek istiyorum. çünkü homofobik kelimesinin savurganlıkla kullanıldığını düşünüyorum. savurganca kullandığınız bir kelime söz lük anlamını yitirmese de gündelik kullanımda etkisini yitirebiliyor.)
"arkadaş" fobik ise zaten bırakınız kapısının önünden geçirmeyi, lafını bile etmeniz mümkün değildir. tedavi edilmek istemediği sürece meraktan eline örümcek alan araknofobik duydunuz mu? ya da kendini dolaba kapatan klostrofobik? istisnalar kaideyi bozmuyor. bu durumda, eğer heteroseksüel (yepp!) değilseniz, haydi kabul edin, arkadaşınız falan da değildir.
ayrıca, haydi bir şey oldu, o "arkadaş" oraya sizinle beraber girdi. yaptığı yapacağı saçmalıklardan kendisi kadar sen de sorumlusun. fobik olduğunu, neye potansiyelinin olduğunu biliyorsun. değiştireyim, bir şans daha vereyim derken başkalarını rahatsız etme hakkı olmamalı insanın.
daha da önemlisi, "homofobik" bir "arkadaşa" sahip olan birisinin hiç üşenmeyip sözlükten "arkadaş" ve "homofobik" terimlerinin anlamına acilen bakması gerekir. sonuçta ya arkadaşına haksızlık ediyorsun, ya da kendine.
kendisine oral seks yapılmasını sevmeyen erkek
bazı arkadaşlarımızın bi' şeyleri (yani oraları, oraları yani, hani şey olan var ya) fazlaca hassas olabiliyor. hele de karşısında hunhar takılan biri varsa zevkten çok tedirgin, hatta acı verici bir şeylere dönüşebiliyor. (kısa dönem de olsa bende de olmuştu.) o yüzden biraz temkinli yaklaşmakta fayda var. ondan sonra devamı gelir zaten.
lafım özellikle sakız gibi çiğnemeye kalkanlara.
160 boyunda sarışın kılsız ayı olduğunu söyleyen erkek
cicidir o. hem de çok şirindir. ufacıktır tefeciktir. mıncır mıncır etmeliktir. hatur hutur yapmalıdır.
kim yapmalıdır. ben tabii ki...
mado
dondurmalarını pek bir sevdiğim firmadır. hatta hep keşke evin yakınlarında açılsa derdim. yalnız, o sevgi prensiplere yenildi. üstelik evimin yakınlarında açılmasına rağmen. gezi'den beridir ne zaman önünden geçsem (bu da neredeyse her gün oluyor) içeriye, daha doğrusu müşterilerine kötücül bakışlar atmaktan kendimi alamıyorum.
güzel...di... yazık oldu.
rte'ye parmak hareketi yapıp mağdur eden kadın
ahh o hareketi gördüğünde içinden neler geçtiğini cidden bilmek isterdim. bir tarafta ona ilah olarak bakanlar, öbür tarafta fırsat buldukça nanik (!) yapanlar.
ego kontrolsüzlüğü ne feci değil mi?
sevgiliyi poposundan öpmek
muuujjkkk! + harttttt!! + şşşrlluurppp!!!
islam'da eşcinsellik
zorunluluktan eşcinsel, korkudan müslüman (ya da her ne din ise) olunca her şey mümkün.
aslında zor bir ikilem. daha önce girdiğim yazı; bu durumda olan geniş mi geniş kesimin "aaa çok saçma" diye bir çırpıda kenara atılmasına yönelikti. insandır, her istediğini seçebilir ama seçimini savunurken gerçekten "seçtiğinden" mi bahsediyor, orası muallakta. seni sevmeyen birini sevip, benim sevgim yeter diye karşılıksız bir şeyler yapmanın kendince keyifli, ego besleyici bir yanı olabilir. ama süreklilik haline geldiğinde dipten kaçınılmaz bir şekilde suçluluk duygusu, kendini sevmemezlik, ne olduğundan çok ne olmadığını öne çıkararak işini daha da zorlaştırma gelecektir. insan doğası bu.
hepimiz insanız, hepimizin bir şeylere inanmaya ihtiyacı var. bir şeylerin var olduğuna, ya da var olmadığına. ancak öldüğümüzde cevabını alacağımız sorular. aslında cevaplanmadığı sürece bizi ayakta tutacak sorular. fakat sorgulamadığımız sürece kabul ettiğimiz hiç bir fikir gerçekten bize ait değildir. bize ait olmayan fikir(ler) üzerine kuracağımız hayatta... aslında bize ait değildir.
yoksa herkes ister inancı kıyafet gibi üzerine geçirip markasını göstermeyi. içinle mi tanıyayım seni, yoksa üzerindeki ile mi?
ak parti mitinginde hırsız var pankartı
aferin diyorum. gerçekten ihtiyacımız olan cesaretin birilerinde var olduğunu görmek hem umut verici, hem de kendi adıma utanç verici.
yine de kafama takılmadan olmuyor: başka partinin mitinginde böyle bir pankart açılsaydı alacağı tepkiler pek medeni olmazdı herhalde.
medya haddinden fazla özgür
"medya", "had" ve "özgürlük" kelimeleri sözlükteki karşılıklarını taşısa da innsanların ağzında anlamlarını kaybettiği için bambaşka anlamda söylenmektedir. yani herhalde öyledir? değil mi?
"çok" kısmına gelince. evet gerçekten de "çok" oldu.
dövmesini göstermek için aşırı çaba sarfeden insan
yapmayın; muppet show'daki huysuz ihtiyarlar gibi beğenmem-cilik yapmayın.
çekmiş o kadar acıyı, karar verene kadar beyni erimiş. hor görmeyin garibi. açık açık göstersin, göstermiyor gibi yapıp göstersin, mutlu olsun.
değil mi sevgili insanlar, değil mi kelebekli mutluluklar?
)hıck(...
dövme
eskiden burun kıvırırken şimdi aklımı çelen süs şeyi. neyi?
ama ben neyi yaptıracağıma karar verene kadar... insan ömrü o kadar uzun değil işte.
eşcinsel polis memurunun iffetsiz sayılıp meslekten ihracı
full-time nefret ettiğimiz polislere part-time sempati duymamızı sağlayacak olaydır.
...da sempati duymak için yolunun tüm hayatını etkileyecek bir baskıdan geçmesi pek manidar.
o da bizim gibi insan, o da bizim gibi çekecek diyenlere tayyip tarzı "bunnlllaaar, insanlıktan annnlamazzzzz" diye bağırmak istiyorum.
2014 oscar ödülleri
kim neyi almış kısmına elimde olmadan göz atmaktan kendimi alamasam da, açıklanmasının ardından "en iyisi buydu, yok yok buydu, belanı bul, asıl şuydu, geber" tarzı tartışmaları, veya "hasta/biyografi/yahudi/köle: alacak tabii" tarzı çok bilmiş geyiklerinin dönmesinden gına geldiği ödüllerdir.
g.ı.n.a.!
frozen
müthiş william orbit düzenlemesi, craig armstrong'un elinden geçmiş yaylılar, çöl soğuğunda (!) chris cunningham tarafından çekilmiş video, the sheltering sky filminden etkilenilmiş sözler, kendini kanıtlama peşinde koşmayan bir madonna.
madonna'nın yüzünü elektroniğe çeviren, kaliteli işler çıkarmasına rağmen giderek düşen satış grafiğini yükselten, yeniden doğmasını sağlayan, daha da ilginci eleştirmenlerin yüzünde gülümsemeler oluşmasına neden olan, ray of light albümünün çıkış parçası. kimileri için baş yapıtı.
aynı zamanda live to tell'den sonra madonna'ya yüzümü çevirmemi sağlayan şarkı.
internete sansür yasasının kabul edilmesi
cumhurbaşkanı tarafından onaylanmasına, politikaya geri dönme planını hesaba katarsak hiç de şaşırmamak lazım. niye yoluna taş koysun ki? zaten şaşırtmadı da. onaylanmasındaki baş amaç milletçe huzurumuz, geleceğin sağlam temelleri, özel hayata saygı falan değil. ama bu olayın böylece kapanmayacağı kesin. özellikle seçimlerden sonra ortamın, tepkilerin daha bir kızışacağını tahmin ediyorum. sanırım hepimiz tahmin ediyoruz.
işin asıl merak ettiğim kısmı, şu kendilerine oy veren neredeyse %50 kesimin, hadi sıkı akp-fanlarını hesaptan düşün, kalanlarının ne düşündüğünü, tüm bu olanları nasıl sindirdiğini gerçekten çok merak ediyorum. öyle böyle değil.
iyi insanların erkenden ölmesi
iyi insanlar denilince akla ünlülerin gelmesi... nasıl diyelim... pek manidar.
ne kadar romantikleştirsek (le zughurt tesellisi) de ölüm kimseye yakışmıyor bence. elbette erken yaşta birilerini kaybetmek, ölümünü duymak çok üzücü. ama yaşayanların değerini bilmeyip gidenleri zorla badem gözlü yapmak da... nasıl diyeyim... yine pek bir manidar.
rte'nin yerel seçimleri kaybettikten sonra yapacakları
bak bir kaybetsin, o mahkemelerden sıkılmaya vakti kalmaz.
ama, her güzel şey gibi, bu da bir ütopya. ne kadar güzel, o kadar saçma.
hoşlanılan adamın acayip pasaklı olması
benden gıdım hoşlanıp (bakınız, bir gıdım bile yeter) da kişiliksiz giyim tarzım ve pasaklı ev hayatım nedeniyle benden uzaklaşan biri için hemen tarzımı değiştirebilirim. sonuçta muhafazakar bir yaşam tarzına sahip değilim. ayrıca kimseden böyle bir şey duymasam da fedakar biri sayılabilirim. yani orada burada duyduğum şeyleri paylaşmak hoşuma gider. paylaşmak da güzeldir.
olur mu?
ali ismail korkmaz'ın dövülmesini hukuka uygun bulmak
düz matematik mantıkla bakınca, avukat olduğuna göre savunması gerekiyor. bu da yeterli geliyor demek ki. oysa hak-hukuk çerçevesinden, iş ahlakı çerçevesinden bakınca anında iğrenç kokmaya başlıyor. sizin hukukunuza...
aslında, az biraz gözünü aralayana, havayı koklayana, kulak kesilene 360 derecede her yer iğrenç.
porno izlemek aldatmak mıdır
tek başına porno izleyip kendini tatmin etmek aldatmaya giriyorsa, tek başına romantik film izleyip başkasının ilişkisiyle heyecanlanmak, veya hüzünlenerek ağlamak da, duygusal olduğu için daha bir aldatma olur herhalde.
ama bunu yapan kişi beraber olduğu kişiye, "ufff vücutlar süperdi, muameleler şahane" diye ağzı sulanarak anlatırsa, hele de aralarında duygusal bağ varsa, karşısındakinin bozulmalarına, öfke dalgalarına hazır olması da gerekir. öyle "ne alakası var canım" demekle de geçmiyor.