operazionepaura

Durum: 431 - 0 - 0 - 0 - 06.05.2023 22:32

Puan: 6610 - Sözlük Kezbanı

15 yıl önce kayıt oldu. 1.Nesil Yazar.

ısırayım da geçsin...
  • /
  • 22

gay bara homofobik arkadaşla gitmek

fobik kelimesinin abartılı kullanıldığına dair bir işaret olabilir. o kapıdan içeri, mekanın ne olduğunu bilerek girdiyse fobik falan değildir. en fazla önyargılarına güvenip iddialarda bulunuyordur. önyargı ve fobi kelimeleri birbirleriyle bağlantılıdır. ama önyargı fobiye eşit değildir. (bunun altını çizmek istiyorum. çünkü homofobik kelimesinin savurganlıkla kullanıldığını düşünüyorum. savurganca kullandığınız bir kelime söz lük anlamını yitirmese de gündelik kullanımda etkisini yitirebiliyor.)

"arkadaş" fobik ise zaten bırakınız kapısının önünden geçirmeyi, lafını bile etmeniz mümkün değildir. tedavi edilmek istemediği sürece meraktan eline örümcek alan araknofobik duydunuz mu? ya da kendini dolaba kapatan klostrofobik? istisnalar kaideyi bozmuyor. bu durumda, eğer heteroseksüel (yepp!) değilseniz, haydi kabul edin, arkadaşınız falan da değildir.

ayrıca, haydi bir şey oldu, o "arkadaş" oraya sizinle beraber girdi. yaptığı yapacağı saçmalıklardan kendisi kadar sen de sorumlusun. fobik olduğunu, neye potansiyelinin olduğunu biliyorsun. değiştireyim, bir şans daha vereyim derken başkalarını rahatsız etme hakkı olmamalı insanın.

daha da önemlisi, "homofobik" bir "arkadaşa" sahip olan birisinin hiç üşenmeyip sözlükten "arkadaş" ve "homofobik" terimlerinin anlamına acilen bakması gerekir. sonuçta ya arkadaşına haksızlık ediyorsun, ya da kendine.

kendisine oral seks yapılmasını sevmeyen erkek

bazı arkadaşlarımızın bi' şeyleri (yani oraları, oraları yani, hani şey olan var ya) fazlaca hassas olabiliyor. hele de karşısında hunhar takılan biri varsa zevkten çok tedirgin, hatta acı verici bir şeylere dönüşebiliyor. (kısa dönem de olsa bende de olmuştu.) o yüzden biraz temkinli yaklaşmakta fayda var. ondan sonra devamı gelir zaten.

lafım özellikle sakız gibi çiğnemeye kalkanlara.

160 boyunda sarışın kılsız ayı olduğunu söyleyen erkek

cicidir o. hem de çok şirindir. ufacıktır tefeciktir. mıncır mıncır etmeliktir. hatur hutur yapmalıdır.

kim yapmalıdır. ben tabii ki...

mado

dondurmalarını pek bir sevdiğim firmadır. hatta hep keşke evin yakınlarında açılsa derdim. yalnız, o sevgi prensiplere yenildi. üstelik evimin yakınlarında açılmasına rağmen. gezi'den beridir ne zaman önünden geçsem (bu da neredeyse her gün oluyor) içeriye, daha doğrusu müşterilerine kötücül bakışlar atmaktan kendimi alamıyorum.

güzel...di... yazık oldu.

rte'ye parmak hareketi yapıp mağdur eden kadın

ahh o hareketi gördüğünde içinden neler geçtiğini cidden bilmek isterdim. bir tarafta ona ilah olarak bakanlar, öbür tarafta fırsat buldukça nanik (!) yapanlar.

ego kontrolsüzlüğü ne feci değil mi?

sevgiliyi poposundan öpmek

muuujjkkk! + harttttt!! + şşşrlluurppp!!!

islam'da eşcinsellik

zorunluluktan eşcinsel, korkudan müslüman (ya da her ne din ise) olunca her şey mümkün.

aslında zor bir ikilem. daha önce girdiğim yazı; bu durumda olan geniş mi geniş kesimin "aaa çok saçma" diye bir çırpıda kenara atılmasına yönelikti. insandır, her istediğini seçebilir ama seçimini savunurken gerçekten "seçtiğinden" mi bahsediyor, orası muallakta. seni sevmeyen birini sevip, benim sevgim yeter diye karşılıksız bir şeyler yapmanın kendince keyifli, ego besleyici bir yanı olabilir. ama süreklilik haline geldiğinde dipten kaçınılmaz bir şekilde suçluluk duygusu, kendini sevmemezlik, ne olduğundan çok ne olmadığını öne çıkararak işini daha da zorlaştırma gelecektir. insan doğası bu.

hepimiz insanız, hepimizin bir şeylere inanmaya ihtiyacı var. bir şeylerin var olduğuna, ya da var olmadığına. ancak öldüğümüzde cevabını alacağımız sorular. aslında cevaplanmadığı sürece bizi ayakta tutacak sorular. fakat sorgulamadığımız sürece kabul ettiğimiz hiç bir fikir gerçekten bize ait değildir. bize ait olmayan fikir(ler) üzerine kuracağımız hayatta... aslında bize ait değildir.

yoksa herkes ister inancı kıyafet gibi üzerine geçirip markasını göstermeyi. içinle mi tanıyayım seni, yoksa üzerindeki ile mi?

ak parti mitinginde hırsız var pankartı

aferin diyorum. gerçekten ihtiyacımız olan cesaretin birilerinde var olduğunu görmek hem umut verici, hem de kendi adıma utanç verici.

yine de kafama takılmadan olmuyor: başka partinin mitinginde böyle bir pankart açılsaydı alacağı tepkiler pek medeni olmazdı herhalde.

medya haddinden fazla özgür

"medya", "had" ve "özgürlük" kelimeleri sözlükteki karşılıklarını taşısa da innsanların ağzında anlamlarını kaybettiği için bambaşka anlamda söylenmektedir. yani herhalde öyledir? değil mi?

"çok" kısmına gelince. evet gerçekten de "çok" oldu.

dövmesini göstermek için aşırı çaba sarfeden insan

yapmayın; muppet show'daki huysuz ihtiyarlar gibi beğenmem-cilik yapmayın.

çekmiş o kadar acıyı, karar verene kadar beyni erimiş. hor görmeyin garibi. açık açık göstersin, göstermiyor gibi yapıp göstersin, mutlu olsun.

değil mi sevgili insanlar, değil mi kelebekli mutluluklar?

)hıck(...

dövme

eskiden burun kıvırırken şimdi aklımı çelen süs şeyi. neyi?

ama ben neyi yaptıracağıma karar verene kadar... insan ömrü o kadar uzun değil işte.

eşcinsel polis memurunun iffetsiz sayılıp meslekten ihracı

full-time nefret ettiğimiz polislere part-time sempati duymamızı sağlayacak olaydır.

...da sempati duymak için yolunun tüm hayatını etkileyecek bir baskıdan geçmesi pek manidar.

o da bizim gibi insan, o da bizim gibi çekecek diyenlere tayyip tarzı "bunnlllaaar, insanlıktan annnlamazzzzz" diye bağırmak istiyorum.

2014 oscar ödülleri

kim neyi almış kısmına elimde olmadan göz atmaktan kendimi alamasam da, açıklanmasının ardından "en iyisi buydu, yok yok buydu, belanı bul, asıl şuydu, geber" tarzı tartışmaları, veya "hasta/biyografi/yahudi/köle: alacak tabii" tarzı çok bilmiş geyiklerinin dönmesinden gına geldiği ödüllerdir.

g.ı.n.a.!

frozen

müthiş william orbit düzenlemesi, craig armstrong'un elinden geçmiş yaylılar, çöl soğuğunda (!) chris cunningham tarafından çekilmiş video, the sheltering sky filminden etkilenilmiş sözler, kendini kanıtlama peşinde koşmayan bir madonna.

madonna'nın yüzünü elektroniğe çeviren, kaliteli işler çıkarmasına rağmen giderek düşen satış grafiğini yükselten, yeniden doğmasını sağlayan, daha da ilginci eleştirmenlerin yüzünde gülümsemeler oluşmasına neden olan, ray of light albümünün çıkış parçası. kimileri için baş yapıtı.

aynı zamanda live to tell'den sonra madonna'ya yüzümü çevirmemi sağlayan şarkı.

internete sansür yasasının kabul edilmesi

cumhurbaşkanı tarafından onaylanmasına, politikaya geri dönme planını hesaba katarsak hiç de şaşırmamak lazım. niye yoluna taş koysun ki? zaten şaşırtmadı da. onaylanmasındaki baş amaç milletçe huzurumuz, geleceğin sağlam temelleri, özel hayata saygı falan değil. ama bu olayın böylece kapanmayacağı kesin. özellikle seçimlerden sonra ortamın, tepkilerin daha bir kızışacağını tahmin ediyorum. sanırım hepimiz tahmin ediyoruz.

işin asıl merak ettiğim kısmı, şu kendilerine oy veren neredeyse %50 kesimin, hadi sıkı akp-fanlarını hesaptan düşün, kalanlarının ne düşündüğünü, tüm bu olanları nasıl sindirdiğini gerçekten çok merak ediyorum. öyle böyle değil.

iyi insanların erkenden ölmesi

iyi insanlar denilince akla ünlülerin gelmesi... nasıl diyelim... pek manidar.

ne kadar romantikleştirsek (le zughurt tesellisi) de ölüm kimseye yakışmıyor bence. elbette erken yaşta birilerini kaybetmek, ölümünü duymak çok üzücü. ama yaşayanların değerini bilmeyip gidenleri zorla badem gözlü yapmak da... nasıl diyeyim... yine pek bir manidar.

rte'nin yerel seçimleri kaybettikten sonra yapacakları

bak bir kaybetsin, o mahkemelerden sıkılmaya vakti kalmaz.

ama, her güzel şey gibi, bu da bir ütopya. ne kadar güzel, o kadar saçma.

hoşlanılan adamın acayip pasaklı olması

benden gıdım hoşlanıp (bakınız, bir gıdım bile yeter) da kişiliksiz giyim tarzım ve pasaklı ev hayatım nedeniyle benden uzaklaşan biri için hemen tarzımı değiştirebilirim. sonuçta muhafazakar bir yaşam tarzına sahip değilim. ayrıca kimseden böyle bir şey duymasam da fedakar biri sayılabilirim. yani orada burada duyduğum şeyleri paylaşmak hoşuma gider. paylaşmak da güzeldir.

olur mu?

ali ismail korkmaz'ın dövülmesini hukuka uygun bulmak

düz matematik mantıkla bakınca, avukat olduğuna göre savunması gerekiyor. bu da yeterli geliyor demek ki. oysa hak-hukuk çerçevesinden, iş ahlakı çerçevesinden bakınca anında iğrenç kokmaya başlıyor. sizin hukukunuza...

aslında, az biraz gözünü aralayana, havayı koklayana, kulak kesilene 360 derecede her yer iğrenç.

porno izlemek aldatmak mıdır

tek başına porno izleyip kendini tatmin etmek aldatmaya giriyorsa, tek başına romantik film izleyip başkasının ilişkisiyle heyecanlanmak, veya hüzünlenerek ağlamak da, duygusal olduğu için daha bir aldatma olur herhalde.

ama bunu yapan kişi beraber olduğu kişiye, "ufff vücutlar süperdi, muameleler şahane" diye ağzı sulanarak anlatırsa, hele de aralarında duygusal bağ varsa, karşısındakinin bozulmalarına, öfke dalgalarına hazır olması da gerekir. öyle "ne alakası var canım" demekle de geçmiyor.
  • /
  • 22

belladonna of sadness

bu yıl 50. yaşına basan japon anime kültü.(1973) seks, şeytan, şiddet of of.

psychelic müzikleri, atmosferi, dokusu alır duvardan duvara çarpar. 100 tane modern anime izleyip sinefil kesilen sidikli uyduruk anime övcülere ders niteliğindedir.

Toplam entry sayısı: 431

eski sevgilimin yeni sevgilisine not

söyleyecek laf çoktur da...

ama artık içinde "ben" olmayan ilişkide bana laf düşmez. cidden.

hatta söylemesi ve kabul etmesi en zor şekliyle söyleyeyim: onu bunu aydınlatmak yerine bazı 2. ve her 3. şahıs gibi "benim de vazgeçilebilir" olduğumu kabullenmem gerek. aklımız nasıl anca bize yetiyorsa, o büyük olasılıkla tanımadığım(ız) 3. kişinin de , biz aydınlatıcı (!) bilgiler verirken hissedeceği, düşüneceği şey budur.

bu arada tekrar edeyim: o ilişkide ki asıl 3.kişi hala ben(dir).

ayı sözlük yazarlarının şu an dinlediği şarkılar

masumiyetin tatlı kanatlarından...
doris day - fly me to the moon

erotizmin hafif çırpınmalarına doğru...
alessandro alessandroni - devil's nightmare

ve seks seks seks...
anthony newley & fiona richmond - my first time

derken bir anda karanlık basar...
the aloof - one night stand

ardından hissettiğin huzur mu, huzursuzluk mu... ona kendin karar ver.
sigur rós - fjögur pianó

golden shower

hani bazen insanın "şu anda her şeyi yapabilirim" dediği anlar vardır ya...

yok mu? sadece ben mi?

her neyse, bazen merak etmiyor değilim. sonra, vitamin aldığım zaman çişimi saran o kokuya nasıl dayanamadığım aklıma geliyor. ya da herhangi bir umumi tuvaletteki koku. o zaman hızla ıh-ıh moduna geri dönüyorum.

sandığınız gibi değil. valla bak. açık..laya..bilir...dim.

(yalnız duş görevi gören arkadaşların nasıl da şeffaf işediklerini görünce, sanırım bunun için ayrı bir diyete giriyorlar.)

feminenlere saygı duyuyorum

şu "saygı duyuyorum ama..." diye başlayan cümleleri düşünüyorum ve tdk'ya bakıyorum.

http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=c...

saygı
isim
1. isim değeri, üstünlüğü, yaşlılığı, yararlılığı, kutsallığı dolayısıyla bir kimseye, bir şeye karşı dikkatli, özenli, ölçülü davranmaya sebep olan sevgi duygusu, hürmet, ihtiram
"insanlara saygıyı yitirdin mi yandın bittin, on paralık oldun demektir." - y. kemal
2. başkalarını rahatsız etmekten çekinme duygusu

sonra bir bakmışsın, gaylere saygı duyuyorum ama yaklaşanın kafasını kırarım, kadınlara saygı duyuyorum ama çok açık geziyorlar, erkeklere saygı duyuyorum ama hepsi sarkıyor, pasiflare saygı duyuyorum ama hepsi kompleksli hetero-kadın düttürüsü, farklı düşüncelere saygı duyuyorum ama monako falan filan...

ben dedim oldu (bölüm xix)

debbie gibson



debbie gibson'ı (çıktığı zamanlarda) daha şirin bulsam da bu kavgada tarafım tiffany.
şaka bir yana, zamanında sıkı rakip/düşman gibi gösterilseler de (çünkü "everybody loves a good catfighting") aslında hiç öyle olmamışlar.
not: felaket efektleri ve uyduruk dev hayvanların kapıştığı kötünün kötüsü syfy/asylum yapımı 2011 yapımı megapython vs. gatoroid'den alınma.

gudubet

the good, the bad & the gudubet

yataklıdan rahatsızım

adına da derler seks...

http://www.hurriyet.com.tr/gundem/227028...

üzerine uzun uzun yorum yapmak gibi bir güdüm var, kenarda hevesle bekliyor. ama tabii ki gündem değiştirmekten başka hiç bir amacı olmayan bir açıklama. ama eminim destekleyeni de vardır. bizim gibi sazan gibi atlayıp "n'oluyosunuz" diyeni de...

ama ilk okuduğumda, saftirik bir ateist olarak ağzımdan arapça bir şeyler çıkmaya çalıştığı durumunu yadsıyamayacağım. ne de olsa her türk mazluman, yok müslümhan, ya da her neyse ondan doğar.

bir insanı tanımaya başladıkça eski heyecanın kaybolması

birini ilk tanımaya başladığınızda kafanızda onun için ayırdığınız yer %99 (ya da biz öyle diyelim, sembolik, metaforik bik bik bik) boştur. bu alan sizin serbest alanınızdır ve istediğiniz gibi doldurursunuz. bunu yapmanın heyecanı, zevki bambaşkadır. henüz yaşamadığınız, görmediğiniz özellikleri kimbilir nasıldır diye, en küçük hareketinden çıkardığınız koca koca anlamlarla ballı şerbetli yaratılmayı bekler. yaratılır da... ama, kaçınılmaz bir şekilde, istemeseniz de, tanıdıkça o geçici süreyle kapatılmış boşlukları kendi doldurmaya başlar. sonra da gelsin o meşhur "göründüğü gibi değilmiş" muhabbetleri.

hayal kırıklığı yaşıyorsanız, bunun acısının nedenin yarısı size aittir. çuvaldızı zaten ona batırıyorsun, şimdi o iğneyi kendine çevir ve...

zombi

haiti kaynaklı bir kavram olan zombi, büyü yoluyla canlandırılan ölü demek. sinemada ilk örnekleri ruhu olmayan beyaz gözlü insanlar şeklindedir. romero'nun klasiği night of the living dead ile, ama özellikle devam filmi dawn of the dead ile bugün küçük çocukların bile bildiği, hastalık sonucu aşırı etoburlaşmış ölülere dönmüş durumda. 2000'lerde ise her şeyin daha bir hızlanması, kağnıdan da ağır yürüyen zombileri etkilemiş, danny boyle'un 28 days later'ının ses getirmesi ile ciddi anlamda hareket hızı kazanmışlardır. ilk örneklerde zombiler egzotik bir korku öğesi iken, 70'lerde bu korku öğesinin tüketim toplumun temsil etmesi devrimsel sayılsa da tür olarak kendisi bir tüketim malzemesi haline çoktan gelmiş durumda.

şahsi olarak ısrarla tavsiye edebileceğim zombi/zombili filmleri:

1920 - das cabinet des dr. caligari
1932 - white zombie
1943 - i walked with a zombie
1945 - dead of night
1964 - the incredibly strange creatures who stopped living and became mixed-up zombies (adı üstünde bir film, trippy!)
1966 - the plague of the zombies (hammer tarzı, ürkütücü suratlı zombiler)
1968 - night of the living dead
1971 - la noche del terror ciego (tombs of the blind dead) (en favori filmlerimden / ölü şövalyeler dehşet saçıyor)
1972 - children shouldn't play with dead things (gizli klasik)
1972 - pánico en el transiberiano (horror express) (atmosferi yeter)
1972 - dead of night (deathdream) (üzgün bir korku filmi)
1973 - ataque de los muertos sin ojos (return of the blind dead) (ya da ölü şövalyelerin dönüşü)
1974 - non si deve profanare il sonno dei morti (let sleeping corpses lie) (çok çok çok sevdiğim bir film. çok demiş miydim?)
1977 - rabid (ilk zamanlar ki cronenberg i özlemiyorum desem yalan olur)
1977 - shock waves (ilk nazi zombilerden)
1978 - dawn of the dead
1979 - zombi 2 (zombie flesh-eaters) (bir fulci klasiği. hastasıyım.)
1979 - zombie holocaust (doctor butcher, m.d.) (o kadar kötü ki... seviyorum bu filmi)
1980 - paura nella città dei morti viventi (city of the living dead) (açık ara en sevdiğim fulci filmlerinden biri. hatta bir nevi fetiş.)
1981 - ...e tu vivrai nel terrore! l'aldilà (the beyond) (fulci fulci ulci)
1981 - le notti del terrore (burial ground: nights of terror) (bu da cidden kötü bir film, porno film mantığıyla nasıl bir korku filmi çekilirin iyi bir örneği)
1981 - dead & buried (sağlam atmosferi olan, gerçekten ilginç bir filmdir. çocukken izlediğim için unutmam mümkün değil.)
1981 - the evil dead (klasik!)
1983 - one dark night
1985 - day of the dead (bugün izlediğimiz zombilere asıl şeklini veren film desek daha doğru olur)
1985 - re-animator (bir başka klasik.)
1985 - the return of the living dead (korku ile komedinin en başarılı kokteyllerinden biri)
1986 - night of the creeps
1987 - prince of darkness (hastasıyım carpenter'in. aynı zamanda sinemada tek başıma izlediğim ilk film.)
1987 - evil dead ii (dead by dawn! dead by dawn!)
1988 - dead heat
1990 - night of the living dead (tom savini'nin yeniden çevirimi. hiç de fena değil.)
1990 - bride of re-animator
1992 - braindead (dead alive) (en şirin zombie filmi #1)
1993 - return of the living dead 3 (ilkinden daha az komik, efektleriyle göz dolduruyor.)
1994 - dellamorte dellamore (cemetery man) (anında unuttuğum yeniden çevirimi bu filmin 1/10'u bile etmiyor. çok sağlam filmdir.)
2002 - 28 days later (koş zombi koş ya da zombileri tekrar hortlatan film #1)
2002 - deathwatch
2004 - dawn of the dead (zombileri tekrar hortlatan film #2. asıl filme saygıda kusur göstermemesi ayrı bir takdire şayanlık.)
2004 - shaun of the dead (en şirin zombie filmi #2)
2006 - black sheep (zombi koyun? aynen öyle!)
2006 - fido (korku filmi olmayan zombi filmi)
2006 - poultrygeist: night of the chicken dead (tam bir troma çılgınlığı. tam bana göre bir film. ciddi sinemaseverler ısrarla uzak dursun.)
2007 - mulberry street (sürpriz)
2007 - planet terror (çok sevmemekle beraber tür severlerin izlemesi gerektiğini düşünüyorum. hala izlememişlerse tabii.)
2008 - otto; or up with dead people (ai gai, ai zombi)
2007 - [●rec] (züpper! özellikle ilk izleyiş tam bir rollercoaster.)
2007 - the signal
2008 - deadgirl
2008 - trailer park of terror (fena değil.)
2009 - la horde (fransız sinizmine sahip zombi filmi)
2009 - pontypool (izlediğim en enteresan, en cesur zombi filmlerinden biri. macera seven sinemaseverler mutlaka izlemeli)
2009 - [●rec]2 (ilki kadar olmasa da sırf enerjisi için izlemeli)
2009 - the revenant
2012 - the cabin in the woods (arızalı bir klasik! neredeyse orgazmik.)

not: cranberries meselesine gelince... şimdi kızanı, eksileyeni çok olacak ama celine dion'un my heart will go on'una kimi insan nasıl katlanamıyorsa ben de bu parçaya katlanamıyorum. ha, evet, bir de dolores o'riordan'ın titrek sesini de sevemedim bir türlü. yalan değil, bunda çevremdekilerin kendisi için "bir tanrıça, dünyaya inmiş bir melek vazu vizu" propogandalarının etkisi de büyük. oysa, ilk çıktıkları dreams'i severdim. hakikaten. ama olmadı, olamadı.

anatidaefobi

http://www.magdaboreysza.com/portfolio/m... tarzı bir şeyse korkacak bir şey yok, ama veya gibi ise o zaman ben de anatidaefobik bir kişiliğim.

futurelavirs

bu adamın yazılarındaki kıvraklık, anlattığı konuya hakimliği ve hınzır gözlemciliği bende olsa kıçımın seviyesi çoktan burnumun üstüne çıkmıştı. keyifle ve merakla takipteyiz.

(..yız?! biz kim?! ben takipteyim, ben!)

her konuştuğu gayin kendisine yazdığını sanan gay

bu gay kardeşlerin (!) ne de çok derdi varmış dedirten başlıktır.

"her konuştuğu gayin kendisine yazdığını sanan gayin kendisine yazdığını sanan gay" arkadaşlara derin gir nefes çekip buradan selam gönderiyorum.

ayı sözlük yazarlarının şu an dinlediği şarkılar

efenim, "ayı sözlük yazarının şu anda dinlediği şarkılar" kısmına geçmeden önce minik bir açıklama yapacağım.

ayısözlük'e girdiğim zamanlarda yaptığım standart bir davranışım var. bilgisayarın hafızasındaki binlerce ne oldukları bilinerek koyulmuş şarkıdan oluşan klasörlerden itinayla ve hızlı bir şekilde 5 parça seçilir. çalmaya başar. genelde 15-25 dakika arası tutar. süre bittiğinde göz gezdirme de bitmiş olur. yani paylaştığım şarkılar "en favori çalma listem" değil. kaldı ki öyle bir başlık olsa girdi de bulunmazdım. sevdiğim, vazgeçemeyeceğim şarkılar o kadar çok ki listesini yapmam mümkün değil. (niyet-sonuç ilişkisi)

ayrıca bu tarz girdileri olan eni topu 2 kişiyiz herhalde. o kadar girdi arasında arada bir "ısrarla" yapılan bu paylaşımların niye "cidden tuhaflaştığını" alamadım. adı üstünde: "ayı sözlük yazarlarının şu an dinlediği şarkılar".

not: cümlelerimin hiç birinde gizli ima, alaycılık veya dişini gösterme öğesi bulunmamaktadır. eleştiri yapan yazar(lar)ın iyi niyetine inanılarak yazılmıştır.
Henüz takip ettiği biri yok.