chubby
o benim. her türlü tacize açığım.
!pardon! tavsiyeye açığım.
(ne tavsiyesi?!)
gerçi bu aralar chuppachupps'luktan domuz iriliğine geçme niyetim var ama...
heteroseksüel erkeğin en kıymetli yeri poposudur
heteroseksüeli bilemem ama heteroseksist bir erkeğn en değerli yeri "kavram" olarak "erkekliğidir." popo, pipi, ana, bacı, namus, rekabet... bunlar hep alt dallarıdır.
çocukla çocuk olmak
nasıl anladığınıza bağlıdır. ki genelde pek olumlu anlamda kullanılmaz.
bana göre çocuğun gelişiminde önemlidir. belki her zaman her yerde değil ama çocuğun kendini kabullenmesi / karşısındakini kabullenmesi açısından elzemdir. 6 yaşında bir çocuğa onun çıkardığı seslerle iletişim kurmak onun seviyesine inmek, ya da çocuk olmak değildir. bunun yanında bir öğretmen ya da çalışanı ile konuşan bir patron gibi konuşmak da onu bir birey olarak kabul ettiğini göstermenin yolu değildir. ama yeri geldiğinde gösterilmesi gereken davranışlardır, o ayrı.
çocukla çocuk olmak gerekir. bu hem eğlenceli hem de zordur. devamlılığını sağlamak daha da zordur. sabır ister. zorlar. dik durmanızı, özür dilemenizi, bazen boynunuzu bükmenizi, bağırmadan, açıklayarak hayır demenizi gerektirir. ama ciddiye alındığını gerçekten hisseden bir çocuğun sizinle kurmaya alıştığı iletişim, kendini gösterme şekli, size yaklaşımı yaşanacak en pozitif en güzel şeylerden biridir.
karşınızdaki sonuçta bir insan. küçük bir insan. insan yaşı kaça gelirse gelsin, ne yaşarsa yaşasın, her dönemi gibi çocukluğunu da saklar. üstünün örtülmesi, veya ben büyüdüm diyerek göz ardı edilmesi varlığını ortadan kaldırmaz. yaşadığımız pek çok sorunun altında da bu yatar. sorununuz olması için ille de çocukluğunuzda taciz edilmiş olmanız gerekmez. küçükken kapatılmamış bir hesap, cevaplanmamış bir soru, başkalarının anlayamayacağı (ya da öyle sanılan) sürekli karın ağrılarına dönüşebilir.
karşımızdaki çocuklar gibi biz de yavaş yavaş büyüdük, hala da büyüyoruz. bu yüzden araya kapkara bir çizgi çekmenin faydası değil zararı var. hem başkalarıyla hem de kendi kendimizle olan ilişkilerimiz açısından bu tür iletişimler çok önemli. önemini bilen için ise elzem.
stephen hawking'in allah'ı kabul edip iman etmesi
müsaadenizle sazanlık yaparak atlayacağım.
insanların fikirleri değişebilir. olabilir. sonuçta bilimselliğin var olmasının temelidir belirsizlik. gerçekte hem apaçık hem de aynı derecede göreceli değil midir, ey dostlar!
fakat alıntıladığım, ve o başlığa neden olan bölüm şöyle:
"profesör hawking, belki sizin iddialarınızla ters düşecek sorum ama evrenin yaratılışı, doğum ve ölüm. yaşam denen bu süreç, bizim elimizde olmadan başlıyor yine bizim elimizde olmadan sonlanıyor. hatta az evvel, ilk soruma yanıt olarak siz de yaşamın anlaşılamaz olduğunu söylediniz. sizin iddianıza göre kainatın yaratılış sürecinde ' yoktan var eden bir yaratıcı kavramına ihtiyaç yok. öyleyse hala yaşam dediğimiz bu süreç, çalışmalarınız her şeyin teorisini inşa etmeye muvaffak olmaya yaklaşsa da, hala canlılık- ya da vücuda gelme kavramı tam ve net olarak açıklanamıyor. şunu merak ediyorum, bilimin açıklayamadığı bunca görünen boşluk varken, hala ' tanrı yok ya da ' evrenin yaratılışında tanrı gereksizdir mi? ' diyorsunuz? umarım, sorum sizce net ve sizi kızdırmamıştır.
evrenin oluşumu bilimin gerçekliğine dayanır. ama bu, bilim kurallarını koyan( onları da yaratan) bir tanrı olmadığı anlamına gelmez
( burada uzun bir sessizlik oluyor, profesör hawkingin kızdığını düşünüyorum. ama o da ne, uzun sessizlikten sonra hem ben hem de cambridge üniversitesindeki uzay ve evren bilimi kürsüsündeki çalışma ekibi, yardımcıları odada şaşkınlıkla birbirimizin yüzüne bakıyoruz. uzun yıllardır bütün akademik çalışmalarını organize eden emektar yardımcısı ise inanılmaz bir ifadeyle bana bakıyor. ağzından şu cümle çıkıyor : ' profesör hawking ilk defa böyle bir açıklama yapıyor. inanılır gibi değil, bunu tüm dünya sizden duyacak.
şaşkınlık ve mutluluk içindeyim. bir gazeteci olarak, yaşayan en büyük bilim adamından bunu duyabilmek, tarihi bir an. o an eminim ki, bu sözler ve röportaj da çok tartışılacak!)"
daha önceden okuduysanız, veya üşenmeyip şimdi okuduysanız, bir soru soracağım (ve vurgulu olsun diye uzatacağım):
"eeeee?"
devamı getirilmemiş, açıklanmamış, tartışılmamış, üstelik "aslını" (yani ingilizcesini - özellikle parantez içerisindeki açıklamayı) merak ettiren bir cümle. o kadar.
hawking belki de tam anlamıyla ayşegül hanım'ın demek istediğini söylemiş olabilir. oturduğum yerden iddia etmeyeyim. kapıyı her zaman aralık tutmakta fayda var. benim takıldığım, hawking'in fikir değiştiribilitesi (!) değil. işin gazetecilik kısmı. sadece yukarıdaki cümleden "müjdeler olsun, o artık döndü" anlamını çıkarmak için... her neyse...
sonuçta: "eeeeeeeeeee?"
akp karşıtı olup bim'den alışveriş yapan insan
yazın bim'in büyük boy ayranından tüketmişliğim çoktur. öyle böyle değil. o yüzden nankörlük yapmayı kesmemin ve diğer mutlu %50'nin yanına geçme vaktim gelmiştir.
ne mutlu bana.
ayı sözlük'teki din muhabbeti
kafamda yazacak/söyleyecek çok şey var. tutamıyoruz efendim. ama şimdilik şununla geçiştireceğim.
"felsefe yapacak kadar rahat ve mutlu olduğunuzu mu düşünüyorsunuz?"
bu cümle antolojilere geçmeli.
ayı sözlük yazarlarının şu an dinlediği şarkılar
prince - sign 'o' the times
sheila e. - sex cymbal
david a. stewart & candy dulfer - lily was here
ofra haza - ya ba ye
the b-52's - deadbeat club
biraz önce külüstür şarkılar dinlediğim için katlimin vacip olduğunu öğrendim. insan her gün neler öğreniyor, di mi?
di!
eski sevgili neden eskidir
nedeni zamandır.
eski sevgilinin yeni sevgilisidir. hele de terkedildiysek, ulaşamayacağımız o "iyi zaman" hep onunla beraberdir. bunu düşünmek ağrıtır. zorlar. sık sık da yoklar, hala acı çekiyor musun diye...
sonra hayatta kalma güdüsü ağır basar. bize de bir "zaman" yaklaşır. zaman uzadıkça avutur, bak geçti bile diye. sıkı sıkı sarılır sana, istemesen de. sonra sen de istersin sarılsın diye. sevişirsin, bazen hızlı hızlı, koşa koşa, bazen de yavaş yavaş, içine çeke çeke. zaman olur yeni sevgili. aslında yeni değildir. değeri arada bir hatırlanan kadim sevgilidir.
sonra biri girer hayata. o zaman "zaman" kenarda bekler. onun da zamanı gelecek elbette. sırası geldiğinde önce geçen zamanın acısını çıkaracak. sonra zamanın tadını çıkartacak.
yalnızlığı seçenlerin, yalnız bırakılanların en büyük sevgilisi: "zaman"
(hiç kendimden beklemediğim türde bir girdi oldu. hadi bakalım.)
ayı sözlük'ün feminen eşcinsellerden özür dilemesi
sözlüğün değil ama erkeksi (!) eşcinsel (!!) faşizmi yapanların derinden hissetmeleri gereken yanlışlarıdır. kaçınılmaz olarak, homofobinin sık sık adı geçtiği şu sözlük ortamında hiç beklemediğim insanların (kimseyi tanımıyorum aslında - takip ettiğim kadarıyla diyelim) bile kadınsı eşcinselleri küçümseyici, aşağılayıcı cümleler kurabiliyor. ne kadar bilinçli olduğumuzu söylesek de, bu bilinçlilik hali sadece başkalarınınki ile karşılaştırmaktan ibaret.
kendimi efemine bulmuyorum. şu ana kadar, yalnız halimle, veya biriyle beraber olduğumda, veya ender de olsa girdiğim ortamlarda bu tür davranışlara girmedim. demek ki içimde yok. ilgi/cazibe alanıma da (büyük konuşma başına gelir olasılığını da kabul ederek - sonuçta kim bilebilir?) girmiyor. ama ilgilenmemek nefret etmek anlamına gelmiyor. cazip bulmamak, insan yerine koymamak anlamına gelmiyor. hoşlanmamak, iğrenmek anlamına gelmiyor. sonuçta bu beğeni kısıtı benim sadece ve sadece özel hayatım için geçerli. başkaları için de öyle olması gerektiğini düşünüyorum.
kadınsı eşcinseller yüzünden adımız çıkıyor gibi bir laf etmek, "ben bilinçli bir insanım, farkındayım" diye attığınız sloganın sadece laftan ibaret olduğunun bir kanıtı. bu kadar kasmanın gereği yok. başkalarının gözünde yanlış (!) anlaşırız korkusu, valla ben erkek gibi erkeğim, erkekk adam errkekk gibi sevişim falan... yatak odasını, ya da her nerede sevişiyorsanız orada bunun söylenmesini anlarım da, oradan dışarı taşmasını anlayamıyorum.
dediğim gibi kasmamak lazım. neyseniz osunuz zaten. bunun altına kapkara kalemlerle çizmenin çok da faydası yok. sonra bir bakarsınız, çize çize kelime girmiş, kocaman bir karalama kalmış. ayı güruhu için konuşacak olursak, bu sendromu yaşayan kalabalık bir kesim var. en kötüsü de farkında olmamaları. cinsel kimliğinizin her şeyinizin önüne geçmesi, fırsat kapılarını daha çok aralayacaktır ama o kadar işte. karşınızdaki sizi başka türlü görmek istiyorsa zaten yapabileceğiniz bir şey yoktur. bu kafada bir insanla (siz de aynı kafada değilseniz) yaşayacağınız iletişimin kimseye faydası yoktur. en başta da size.
zaten toplumda en çok adı çıkmış, bu yüzden de en çok tepkiyi alan, en çok hakaret olarak kullanılan, hatta yine aynı özelliklerden dolayı en çok istismar edilen bir kesime, sadece "öyle" oldukları için, "onlarla karıştırılacağız" korkusu yaşadığımız için bizim de bir tekme vurmamız kabul edilebilir bir şey değil.
başta dediğimi tekrarlayayım: sözlüğün değil ama erkeksi eşcinsel (!!!) faşizmi yapanların derinden hissetmeleri gereken yanlışlarıdır. ama bu yanlış hissedilmediği sürece yapılacak özrün bir değeri de yoktur.
pasif amı
"ilgi çekmeyi istemenin 50 tonu" isimli kitapta geçtiğine göre bacak bacağa sürttüğünde kendini gösteriyormuş. bu kitapta bunun arayışı içindeki bir adamın solo-mazoşist öyküsü anlatılıyor.
paçoz
özensiz dendiğine göre benim. onca iyi niyetli müdahale de bende işe yaramadığına göre: "paçozluk... ömür boyuuuuu"
ateistlere söylenemeyecek 15 söz
üniversiteye kadar agnostik, üniversite ve sonrasında ise ateist biri olarak, kendi adıma cevap vereyim. bu sorular gerçekten cevabı merak edilerek soruluyorsa hiç bir problem yok. kaldı ki doğruya en çok yaklaşmanın yolu tartışmadan geçer. ayrıca, bakmayın "yok sormayın", "yok kızdırmayınlara". özellikle insan ateizmi (ya da her hangi inancı) ilk kendisine yakıştırmaya başladığı zamanlarda, hani bir şey olsa da tartışsak/kendimi göstersem diye düşünmüyor değil.
ama bu sorular cevap almak için değil de sadece ön yargıyı pekiştirmek için sorulursa; ki bu durumda soruyu soran cevap beklenen kişiden daha önce açıklama yapmaya başlar, eh, o zaman kim olsa kızmaya haklıdır.
ayrıca, ateistliğin ermenilik gibi, hristiyanlık gibi, anarşistlik ibi, hatta kürtlük gibi hakaret olarak da kullanılabildiğini unutmayın. bu yüzden bazı hassasiyetleri mazur görmek gerek.
meraktan, merakını göstermekten, fikirlerini söylemekten, iyi niyetli olduğunuz sürece, karşınızdakini dinlemeyi bildiğinizi sürece zarar gelmez.
ayrıca; didişmelerinden hazzetmediğim iki yazarın (subjugator ve muahhhh) en uyuşmadıkları konuda böyle güzelce fikirlerini ortaya koyabildiklerini görmek, gerçekten güzel.
hayatında hiç domuz eti yememiş insan
şu ana kadar iki kere domuz eti yedim. ilki pastırma ile salam arası, adını hatırlamadığım incecik bir şeydi. biraz tuzlu ve kayış gibi gelmişti. pek beğendiğim söylenemez. diğeri, bağdat caddesinde bir yerde tavsiye üzerine bayağı tombik bir sosisti. normalde sosis sevmiyorum ama hem tadı hem de yumuşaklığı muhteşemdi bence.
sonuçta, insanların dini hassasiyetlerinden dolayı yememelerini normal karşılıyorum. bu sebep tek başına yeterliyken ağzına koymadıkları bir şey hakkında atıp tutmalarına da gerek yok aslında. ille de yesene diye ısrar etmek, yemiyor diye çok saçma şeklinde eleştirmek de ayrı bir gereksizlik.
sana ne. bana ne.
pasif taşağı
"boşalıyorsan aktifsindir!" süper slogan değil mi? her hücresi akkkktifff bir errrkkkkekkk olduğunu hissetmek için bir neden daha. ollleeeyyy!!!
iyi de pasifler boşalmıyor mu? yani onlar aslında aktif miydi? özellikle ceviz boyu benden büyük olanlar. yani biz aktif aktife yani aslında ben pasifff mi... mi... mi...
işte insanlarla böyle "ya aktifsindir ya pasif" denklemi kurmaya çalışınca, taraflar bertaraf olabiliyor.
ayı sözlük yazarlarının şu an dinlediği şarkılar
oohh ohhhh 80ler...
aneka - japanese boy
abc - how to be a zillionaire (bond street mix)
bronski beat & marc almond - i feel love (fruit mix)
alisha - baby talk (special remix)
kon kan - i beg your pardon (club mix)
kuyruk acısı
bende bir tane, hatta bir tane daha var. sormayın gitsin. hani bir organını kaybeden insanlar bazen o kayıp bölgede inanılmaz bir kaşıntı hissedermiş ya. benim olmayan kuyruğum da öyle yokluyor işte bazen. neyse, şimdilik kuyruk acısıyla saçma sapan tırnak/diş/hırıltı gösterilerine girmedim. bunca zamandan sonra da olmaz. bu da bana avuntu olsun. e mi?!
sağlam irade. sağlam acı.
ayı sözlük itiraf
bazen kafamı o kadar zorluyorum ki, bu hayatta gerçekten ne fonksiyonum var diye sormak zorunda kalıyorum. aslında bir soru değil, yanıtın ta kendisi. bu hayat bana yakışmadığından, daha iyisini hak ettiğimden, kimsenin beni anlamadığından, seviyemde/derinliğimde (evet canımmm, eee) birilerini bulamamaktan gibi boktan, ego pompası mazeretlerden değil. fazlalık-mışım gibi geliyor. gereğim yokmuş gibi. çok fazla/az eksik gibi. gereksiz yere kendine acımak, küçük görmek gibi. böyle düşünen tarafımı beynimin içinden elimle koparıp atmak geliyor. mecazi ile gerçek anlamlar birbirine bulaşıveriyor. içimde ki o "beter diğerinden" bir an önce kurtulmak. hani olmadık zamanlarda kendini hatırlatan o biri. ama nasıl?
bunlar hep böyle aşağılık kompleksi, bunalım, sıkıcı şeyler işte.
basbayağı çok sıkıcı...yım.
daha çok unutmak için daha fazla sevişmek
becerebilseydim yapmak isterdim. kimisi acıdan kabuğunu açtıkça açar. iyice acısın, öyle bir acısın ki bir daha da acımasın diye.
kimi de sımsıkı kapatır. ben o kapatanlardanım işte. şu var ki, yaşamını rahip hayatına çevirmek pek çok insanın sizi takdir etmesine neden oluyor. ama bu o boşluğu doldurmuyor işte. acıdan kafamı duvara vurana kadar, kanser olacakmış kadar içini sıkana kadar, hastalıklıymış gibi insanlardan kaçana kadar millet folloş desin, kimin umrunda.
ne yazık, folloş olamayacak kadar korkağım.
saçım şekil önümden çekil
bunu yapan bir çocuk olduğu için, özellikle son yaptığı hareketle komik değil, tedirgin edici geldi bana. asıl şaşırdığım bu videonun bir çok koldan "gülmekten altıma yaptım", "amk psikopatı" şeklinde yorumlarla paylaşılması oldu.
çok mu ciddiye alıyorum ne...
(evet, gayet ciddiye alıyorum.)
ayı sözlük yazarlarının en sevdiği kokular
şu sokaklarda paket olarak satılan lavanta kokusu. nedense pek bir heyecanlandırır.
sarımsak kokusu. yemek için en sağlam afrodizyak. soğan kokusu karın doyduktan sonra itici gelirken sarımsak etkisini sürdürmeye devam ediyor.
hiç bir şekilde çözemediğim, kibrit yakıldığına ilk çıkan koku.
ten kokusu. başkaları da belirtmiş. her insanın kendine özgü bir kokusu var. o vücut sıcaklığıyla ortaya çıkan koku yerine göre çekici, yerine göre rahatlatıcı olabiliyor. ama bunun için burnu dayamak şart. şikayeti olan?!