operazionepaura

Durum: 431 - 0 - 0 - 0 - 06.05.2023 22:32

Puan: 6602 - Sözlük Kezbanı

14 yıl önce kayıt oldu. 1.Nesil Yazar.

ısırayım da geçsin...
  • /
  • 22

chubby

o benim. her türlü tacize açığım.

!pardon! tavsiyeye açığım.

(ne tavsiyesi?!)

gerçi bu aralar chuppachupps'luktan domuz iriliğine geçme niyetim var ama...

heteroseksüel erkeğin en kıymetli yeri poposudur

heteroseksüeli bilemem ama heteroseksist bir erkeğn en değerli yeri "kavram" olarak "erkekliğidir." popo, pipi, ana, bacı, namus, rekabet... bunlar hep alt dallarıdır.

çocukla çocuk olmak

nasıl anladığınıza bağlıdır. ki genelde pek olumlu anlamda kullanılmaz.

bana göre çocuğun gelişiminde önemlidir. belki her zaman her yerde değil ama çocuğun kendini kabullenmesi / karşısındakini kabullenmesi açısından elzemdir. 6 yaşında bir çocuğa onun çıkardığı seslerle iletişim kurmak onun seviyesine inmek, ya da çocuk olmak değildir. bunun yanında bir öğretmen ya da çalışanı ile konuşan bir patron gibi konuşmak da onu bir birey olarak kabul ettiğini göstermenin yolu değildir. ama yeri geldiğinde gösterilmesi gereken davranışlardır, o ayrı.

çocukla çocuk olmak gerekir. bu hem eğlenceli hem de zordur. devamlılığını sağlamak daha da zordur. sabır ister. zorlar. dik durmanızı, özür dilemenizi, bazen boynunuzu bükmenizi, bağırmadan, açıklayarak hayır demenizi gerektirir. ama ciddiye alındığını gerçekten hisseden bir çocuğun sizinle kurmaya alıştığı iletişim, kendini gösterme şekli, size yaklaşımı yaşanacak en pozitif en güzel şeylerden biridir.

karşınızdaki sonuçta bir insan. küçük bir insan. insan yaşı kaça gelirse gelsin, ne yaşarsa yaşasın, her dönemi gibi çocukluğunu da saklar. üstünün örtülmesi, veya ben büyüdüm diyerek göz ardı edilmesi varlığını ortadan kaldırmaz. yaşadığımız pek çok sorunun altında da bu yatar. sorununuz olması için ille de çocukluğunuzda taciz edilmiş olmanız gerekmez. küçükken kapatılmamış bir hesap, cevaplanmamış bir soru, başkalarının anlayamayacağı (ya da öyle sanılan) sürekli karın ağrılarına dönüşebilir.

karşımızdaki çocuklar gibi biz de yavaş yavaş büyüdük, hala da büyüyoruz. bu yüzden araya kapkara bir çizgi çekmenin faydası değil zararı var. hem başkalarıyla hem de kendi kendimizle olan ilişkilerimiz açısından bu tür iletişimler çok önemli. önemini bilen için ise elzem.

stephen hawking'in allah'ı kabul edip iman etmesi

müsaadenizle sazanlık yaparak atlayacağım.

insanların fikirleri değişebilir. olabilir. sonuçta bilimselliğin var olmasının temelidir belirsizlik. gerçekte hem apaçık hem de aynı derecede göreceli değil midir, ey dostlar!

fakat alıntıladığım, ve o başlığa neden olan bölüm şöyle:

"profesör hawking, belki sizin iddialarınızla ters düşecek sorum ama evrenin yaratılışı, doğum ve ölüm. yaşam denen bu süreç, bizim elimizde olmadan başlıyor yine bizim elimizde olmadan sonlanıyor. hatta az evvel, ilk soruma yanıt olarak siz de yaşamın anlaşılamaz olduğunu söylediniz. sizin iddianıza göre kainat’ın yaratılış sürecinde ' yoktan var eden’ bir yaratıcı kavramına ihtiyaç yok. öyleyse hala yaşam dediğimiz bu süreç, çalışmalarınız her şeyin teorisi’ni inşa etmeye muvaffak olmaya yaklaşsa da, hala canlılık- ya da vücuda gelme kavramı tam ve net olarak açıklanamıyor. şunu merak ediyorum, bilimin açıklayamadığı bunca görünen boşluk varken, hala ' tanrı’ yok ya da ' evrenin yaratılışında tanrı gereksizdir mi? ' diyorsunuz? umarım, sorum sizce net ve sizi kızdırmamıştır.

evrenin oluşumu bilimin gerçekliğine dayanır. ama bu, bilim kuralları’nı koyan( onları da yaratan) bir tanrı olmadığı anlamına gelmez…( burada uzun bir sessizlik oluyor, profesör hawking’in kızdığını düşünüyorum. ama o da ne, uzun sessizlikten sonra hem ben hem de cambridge üniversitesi’ndeki uzay ve evren bilimi kürsüsü’ndeki çalışma ekibi, yardımcıları odada şaşkınlıkla birbirimizin yüzüne bakıyoruz. uzun yıllardır bütün akademik çalışmalarını organize eden emektar yardımcısı ise inanılmaz bir ifadeyle bana bakıyor. ağzından şu cümle çıkıyor : ' profesör hawking ilk defa böyle bir açıklama yapıyor. inanılır gibi değil, bunu tüm dünya sizden duyacak’.

şaşkınlık ve mutluluk içindeyim. bir gazeteci olarak, yaşayan en büyük bilim adamından bunu duyabilmek, tarihi bir an. o an eminim ki, bu sözler ve röportaj da çok tartışılacak!)"

daha önceden okuduysanız, veya üşenmeyip şimdi okuduysanız, bir soru soracağım (ve vurgulu olsun diye uzatacağım):

"eeeee?"

devamı getirilmemiş, açıklanmamış, tartışılmamış, üstelik "aslını" (yani ingilizcesini - özellikle parantez içerisindeki açıklamayı) merak ettiren bir cümle. o kadar.

hawking belki de tam anlamıyla ayşegül hanım'ın demek istediğini söylemiş olabilir. oturduğum yerden iddia etmeyeyim. kapıyı her zaman aralık tutmakta fayda var. benim takıldığım, hawking'in fikir değiştiribilitesi (!) değil. işin gazetecilik kısmı. sadece yukarıdaki cümleden "müjdeler olsun, o artık döndü" anlamını çıkarmak için... her neyse...

sonuçta: "eeeeeeeeeee?"

akp karşıtı olup bim'den alışveriş yapan insan

yazın bim'in büyük boy ayranından tüketmişliğim çoktur. öyle böyle değil. o yüzden nankörlük yapmayı kesmemin ve diğer mutlu %50'nin yanına geçme vaktim gelmiştir.

ne mutlu bana.

ayı sözlük'teki din muhabbeti

kafamda yazacak/söyleyecek çok şey var. tutamıyoruz efendim. ama şimdilik şununla geçiştireceğim.

"felsefe yapacak kadar rahat ve mutlu olduğunuzu mu düşünüyorsunuz?"

bu cümle antolojilere geçmeli.

ayı sözlük yazarlarının şu an dinlediği şarkılar

prince - sign 'o' the times
sheila e. - sex cymbal
david a. stewart & candy dulfer - lily was here
ofra haza - ya ba ye
the b-52's - deadbeat club

biraz önce külüstür şarkılar dinlediğim için katlimin vacip olduğunu öğrendim. insan her gün neler öğreniyor, di mi?

di!

eski sevgili neden eskidir

nedeni zamandır.

eski sevgilinin yeni sevgilisidir. hele de terkedildiysek, ulaşamayacağımız o "iyi zaman" hep onunla beraberdir. bunu düşünmek ağrıtır. zorlar. sık sık da yoklar, hala acı çekiyor musun diye...

sonra hayatta kalma güdüsü ağır basar. bize de bir "zaman" yaklaşır. zaman uzadıkça avutur, bak geçti bile diye. sıkı sıkı sarılır sana, istemesen de. sonra sen de istersin sarılsın diye. sevişirsin, bazen hızlı hızlı, koşa koşa, bazen de yavaş yavaş, içine çeke çeke. zaman olur yeni sevgili. aslında yeni değildir. değeri arada bir hatırlanan kadim sevgilidir.

sonra biri girer hayata. o zaman "zaman" kenarda bekler. onun da zamanı gelecek elbette. sırası geldiğinde önce geçen zamanın acısını çıkaracak. sonra zamanın tadını çıkartacak.

yalnızlığı seçenlerin, yalnız bırakılanların en büyük sevgilisi: "zaman"

(hiç kendimden beklemediğim türde bir girdi oldu. hadi bakalım.)

ayı sözlük'ün feminen eşcinsellerden özür dilemesi

sözlüğün değil ama erkeksi (!) eşcinsel (!!) faşizmi yapanların derinden hissetmeleri gereken yanlışlarıdır. kaçınılmaz olarak, homofobinin sık sık adı geçtiği şu sözlük ortamında hiç beklemediğim insanların (kimseyi tanımıyorum aslında - takip ettiğim kadarıyla diyelim) bile kadınsı eşcinselleri küçümseyici, aşağılayıcı cümleler kurabiliyor. ne kadar bilinçli olduğumuzu söylesek de, bu bilinçlilik hali sadece başkalarınınki ile karşılaştırmaktan ibaret.

kendimi efemine bulmuyorum. şu ana kadar, yalnız halimle, veya biriyle beraber olduğumda, veya ender de olsa girdiğim ortamlarda bu tür davranışlara girmedim. demek ki içimde yok. ilgi/cazibe alanıma da (büyük konuşma başına gelir olasılığını da kabul ederek - sonuçta kim bilebilir?) girmiyor. ama ilgilenmemek nefret etmek anlamına gelmiyor. cazip bulmamak, insan yerine koymamak anlamına gelmiyor. hoşlanmamak, iğrenmek anlamına gelmiyor. sonuçta bu beğeni kısıtı benim sadece ve sadece özel hayatım için geçerli. başkaları için de öyle olması gerektiğini düşünüyorum.

kadınsı eşcinseller yüzünden adımız çıkıyor gibi bir laf etmek, "ben bilinçli bir insanım, farkındayım" diye attığınız sloganın sadece laftan ibaret olduğunun bir kanıtı. bu kadar kasmanın gereği yok. başkalarının gözünde yanlış (!) anlaşırız korkusu, valla ben erkek gibi erkeğim, erkekk adam errkekk gibi sevişim falan... yatak odasını, ya da her nerede sevişiyorsanız orada bunun söylenmesini anlarım da, oradan dışarı taşmasını anlayamıyorum.

dediğim gibi kasmamak lazım. neyseniz osunuz zaten. bunun altına kapkara kalemlerle çizmenin çok da faydası yok. sonra bir bakarsınız, çize çize kelime girmiş, kocaman bir karalama kalmış. ayı güruhu için konuşacak olursak, bu sendromu yaşayan kalabalık bir kesim var. en kötüsü de farkında olmamaları. cinsel kimliğinizin her şeyinizin önüne geçmesi, fırsat kapılarını daha çok aralayacaktır ama o kadar işte. karşınızdaki sizi başka türlü görmek istiyorsa zaten yapabileceğiniz bir şey yoktur. bu kafada bir insanla (siz de aynı kafada değilseniz) yaşayacağınız iletişimin kimseye faydası yoktur. en başta da size.

zaten toplumda en çok adı çıkmış, bu yüzden de en çok tepkiyi alan, en çok hakaret olarak kullanılan, hatta yine aynı özelliklerden dolayı en çok istismar edilen bir kesime, sadece "öyle" oldukları için, "onlarla karıştırılacağız" korkusu yaşadığımız için bizim de bir tekme vurmamız kabul edilebilir bir şey değil.

başta dediğimi tekrarlayayım: sözlüğün değil ama erkeksi eşcinsel (!!!) faşizmi yapanların derinden hissetmeleri gereken yanlışlarıdır. ama bu yanlış hissedilmediği sürece yapılacak özrün bir değeri de yoktur.

pasif amı

"ilgi çekmeyi istemenin 50 tonu" isimli kitapta geçtiğine göre bacak bacağa sürttüğünde kendini gösteriyormuş. bu kitapta bunun arayışı içindeki bir adamın solo-mazoşist öyküsü anlatılıyor.

paçoz

özensiz dendiğine göre benim. onca iyi niyetli müdahale de bende işe yaramadığına göre: "paçozluk... ömür boyuuuuu"

ateistlere söylenemeyecek 15 söz

üniversiteye kadar agnostik, üniversite ve sonrasında ise ateist biri olarak, kendi adıma cevap vereyim. bu sorular gerçekten cevabı merak edilerek soruluyorsa hiç bir problem yok. kaldı ki doğruya en çok yaklaşmanın yolu tartışmadan geçer. ayrıca, bakmayın "yok sormayın", "yok kızdırmayınlara". özellikle insan ateizmi (ya da her hangi inancı) ilk kendisine yakıştırmaya başladığı zamanlarda, hani bir şey olsa da tartışsak/kendimi göstersem diye düşünmüyor değil.

ama bu sorular cevap almak için değil de sadece ön yargıyı pekiştirmek için sorulursa; ki bu durumda soruyu soran cevap beklenen kişiden daha önce açıklama yapmaya başlar, eh, o zaman kim olsa kızmaya haklıdır.

ayrıca, ateistliğin ermenilik gibi, hristiyanlık gibi, anarşistlik ibi, hatta kürtlük gibi hakaret olarak da kullanılabildiğini unutmayın. bu yüzden bazı hassasiyetleri mazur görmek gerek.

meraktan, merakını göstermekten, fikirlerini söylemekten, iyi niyetli olduğunuz sürece, karşınızdakini dinlemeyi bildiğinizi sürece zarar gelmez.

ayrıca; didişmelerinden hazzetmediğim iki yazarın (subjugator ve muahhhh) en uyuşmadıkları konuda böyle güzelce fikirlerini ortaya koyabildiklerini görmek, gerçekten güzel.

hayatında hiç domuz eti yememiş insan

şu ana kadar iki kere domuz eti yedim. ilki pastırma ile salam arası, adını hatırlamadığım incecik bir şeydi. biraz tuzlu ve kayış gibi gelmişti. pek beğendiğim söylenemez. diğeri, bağdat caddesinde bir yerde tavsiye üzerine bayağı tombik bir sosisti. normalde sosis sevmiyorum ama hem tadı hem de yumuşaklığı muhteşemdi bence.

sonuçta, insanların dini hassasiyetlerinden dolayı yememelerini normal karşılıyorum. bu sebep tek başına yeterliyken ağzına koymadıkları bir şey hakkında atıp tutmalarına da gerek yok aslında. ille de yesene diye ısrar etmek, yemiyor diye çok saçma şeklinde eleştirmek de ayrı bir gereksizlik.

sana ne. bana ne.

pasif taşağı

"boşalıyorsan aktifsindir!" süper slogan değil mi? her hücresi akkkktifff bir errrkkkkekkk olduğunu hissetmek için bir neden daha. ollleeeyyy!!!

iyi de pasifler boşalmıyor mu? yani onlar aslında aktif miydi? özellikle ceviz boyu benden büyük olanlar. yani biz aktif aktife yani aslında ben pasifff mi... mi... mi...

işte insanlarla böyle "ya aktifsindir ya pasif" denklemi kurmaya çalışınca, taraflar bertaraf olabiliyor.

ayı sözlük yazarlarının şu an dinlediği şarkılar

oohh ohhhh 80ler...

aneka - japanese boy
abc - how to be a zillionaire (bond street mix)
bronski beat & marc almond - i feel love (fruit mix)
alisha - baby talk (special remix)
kon kan - i beg your pardon (club mix)

kuyruk acısı

bende bir tane, hatta bir tane daha var. sormayın gitsin. hani bir organını kaybeden insanlar bazen o kayıp bölgede inanılmaz bir kaşıntı hissedermiş ya. benim olmayan kuyruğum da öyle yokluyor işte bazen. neyse, şimdilik kuyruk acısıyla saçma sapan tırnak/diş/hırıltı gösterilerine girmedim. bunca zamandan sonra da olmaz. bu da bana avuntu olsun. e mi?!

sağlam irade. sağlam acı.

ayı sözlük itiraf

bazen kafamı o kadar zorluyorum ki, bu hayatta gerçekten ne fonksiyonum var diye sormak zorunda kalıyorum. aslında bir soru değil, yanıtın ta kendisi. bu hayat bana yakışmadığından, daha iyisini hak ettiğimden, kimsenin beni anlamadığından, seviyemde/derinliğimde (evet canımmm, eee) birilerini bulamamaktan gibi boktan, ego pompası mazeretlerden değil. fazlalık-mışım gibi geliyor. gereğim yokmuş gibi. çok fazla/az eksik gibi. gereksiz yere kendine acımak, küçük görmek gibi. böyle düşünen tarafımı beynimin içinden elimle koparıp atmak geliyor. mecazi ile gerçek anlamlar birbirine bulaşıveriyor. içimde ki o "beter diğerinden" bir an önce kurtulmak. hani olmadık zamanlarda kendini hatırlatan o biri. ama nasıl?

bunlar hep böyle aşağılık kompleksi, bunalım, sıkıcı şeyler işte.

basbayağı çok sıkıcı...yım.

daha çok unutmak için daha fazla sevişmek

becerebilseydim yapmak isterdim. kimisi acıdan kabuğunu açtıkça açar. iyice acısın, öyle bir acısın ki bir daha da acımasın diye.

kimi de sımsıkı kapatır. ben o kapatanlardanım işte. şu var ki, yaşamını rahip hayatına çevirmek pek çok insanın sizi takdir etmesine neden oluyor. ama bu o boşluğu doldurmuyor işte. acıdan kafamı duvara vurana kadar, kanser olacakmış kadar içini sıkana kadar, hastalıklıymış gibi insanlardan kaçana kadar millet folloş desin, kimin umrunda.

ne yazık, folloş olamayacak kadar korkağım.

saçım şekil önümden çekil

bunu yapan bir çocuk olduğu için, özellikle son yaptığı hareketle komik değil, tedirgin edici geldi bana. asıl şaşırdığım bu videonun bir çok koldan "gülmekten altıma yaptım", "amk psikopatı" şeklinde yorumlarla paylaşılması oldu.

çok mu ciddiye alıyorum ne...

(evet, gayet ciddiye alıyorum.)

ayı sözlük yazarlarının en sevdiği kokular

şu sokaklarda paket olarak satılan lavanta kokusu. nedense pek bir heyecanlandırır.

sarımsak kokusu. yemek için en sağlam afrodizyak. soğan kokusu karın doyduktan sonra itici gelirken sarımsak etkisini sürdürmeye devam ediyor.

hiç bir şekilde çözemediğim, kibrit yakıldığına ilk çıkan koku.

ten kokusu. başkaları da belirtmiş. her insanın kendine özgü bir kokusu var. o vücut sıcaklığıyla ortaya çıkan koku yerine göre çekici, yerine göre rahatlatıcı olabiliyor. ama bunun için burnu dayamak şart. şikayeti olan?!
  • /
  • 22

belladonna of sadness

bu yıl 50. yaşına basan japon anime kültü.(1973) seks, şeytan, şiddet of of.

psychelic müzikleri, atmosferi, dokusu alır duvardan duvara çarpar. 100 tane modern anime izleyip sinefil kesilen sidikli uyduruk anime övcülere ders niteliğindedir.

Toplam entry sayısı: 431

eski sevgilimin yeni sevgilisine not

söyleyecek laf çoktur da...

ama artık içinde "ben" olmayan ilişkide bana laf düşmez. cidden.

hatta söylemesi ve kabul etmesi en zor şekliyle söyleyeyim: onu bunu aydınlatmak yerine bazı 2. ve her 3. şahıs gibi "benim de vazgeçilebilir" olduğumu kabullenmem gerek. aklımız nasıl anca bize yetiyorsa, o büyük olasılıkla tanımadığım(ız) 3. kişinin de , biz aydınlatıcı (!) bilgiler verirken hissedeceği, düşüneceği şey budur.

bu arada tekrar edeyim: o ilişkide ki asıl 3.kişi hala ben(dir).

golden shower

hani bazen insanın "şu anda her şeyi yapabilirim" dediği anlar vardır ya...

yok mu? sadece ben mi?

her neyse, bazen merak etmiyor değilim. sonra, vitamin aldığım zaman çişimi saran o kokuya nasıl dayanamadığım aklıma geliyor. ya da herhangi bir umumi tuvaletteki koku. o zaman hızla ıh-ıh moduna geri dönüyorum.

sandığınız gibi değil. valla bak. açık..laya..bilir...dim.

(yalnız duş görevi gören arkadaşların nasıl da şeffaf işediklerini görünce, sanırım bunun için ayrı bir diyete giriyorlar.)

feminenlere saygı duyuyorum

şu "saygı duyuyorum ama..." diye başlayan cümleleri düşünüyorum ve tdk'ya bakıyorum.

http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=c...

saygı
isim
1. isim değeri, üstünlüğü, yaşlılığı, yararlılığı, kutsallığı dolayısıyla bir kimseye, bir şeye karşı dikkatli, özenli, ölçülü davranmaya sebep olan sevgi duygusu, hürmet, ihtiram
"insanlara saygıyı yitirdin mi yandın bittin, on paralık oldun demektir." - y. kemal
2. başkalarını rahatsız etmekten çekinme duygusu

sonra bir bakmışsın, gaylere saygı duyuyorum ama yaklaşanın kafasını kırarım, kadınlara saygı duyuyorum ama çok açık geziyorlar, erkeklere saygı duyuyorum ama hepsi sarkıyor, pasiflare saygı duyuyorum ama hepsi kompleksli hetero-kadın düttürüsü, farklı düşüncelere saygı duyuyorum ama monako falan filan...

ben dedim oldu (bölüm xix)

debbie gibson



debbie gibson'ı (çıktığı zamanlarda) daha şirin bulsam da bu kavgada tarafım tiffany.
şaka bir yana, zamanında sıkı rakip/düşman gibi gösterilseler de (çünkü "everybody loves a good catfighting") aslında hiç öyle olmamışlar.
not: felaket efektleri ve uyduruk dev hayvanların kapıştığı kötünün kötüsü syfy/asylum yapımı 2011 yapımı megapython vs. gatoroid'den alınma.

belladonna of sadness



ya da tam ismiyle: 哀しみのベラドンナ (kanashimi no beradonna)

anime ile içli dışlı olmamakla beraber çok sevdiğim, hem hikayesiyle hem de tarzıyla etkileyici bulduğum bir filmdir. hele cazcı masahiko satoh'nun psychedelic ile folk arasında gezinen müziği müthiş. bayıldığım giriş parçasının zamanında bizde hümenyra'lı bir aranjmanının yapılmaması ilginç. belki film çok sonradan ünlü olduğu içindir.

modern anime izleyicilerinin çoğunlukla seveceğini sanmıyorum. aslında hak bile veriyorum. çünkü film/hikaye daha çok sabit görüntüler üzerinde gidiyor. henüz izlememiş maceracı seyircilere tavsiyemdir.

gudubet

the good, the bad & the gudubet

yataklıdan rahatsızım

adına da derler seks...

http://www.hurriyet.com.tr/gundem/227028...

üzerine uzun uzun yorum yapmak gibi bir güdüm var, kenarda hevesle bekliyor. ama tabii ki gündem değiştirmekten başka hiç bir amacı olmayan bir açıklama. ama eminim destekleyeni de vardır. bizim gibi sazan gibi atlayıp "n'oluyosunuz" diyeni de...

ama ilk okuduğumda, saftirik bir ateist olarak ağzımdan arapça bir şeyler çıkmaya çalıştığı durumunu yadsıyamayacağım. ne de olsa her türk mazluman, yok müslümhan, ya da her neyse ondan doğar.

zombi

haiti kaynaklı bir kavram olan zombi, büyü yoluyla canlandırılan ölü demek. sinemada ilk örnekleri ruhu olmayan beyaz gözlü insanlar şeklindedir. romero'nun klasiği night of the living dead ile, ama özellikle devam filmi dawn of the dead ile bugün küçük çocukların bile bildiği, hastalık sonucu aşırı etoburlaşmış ölülere dönmüş durumda. 2000'lerde ise her şeyin daha bir hızlanması, kağnıdan da ağır yürüyen zombileri etkilemiş, danny boyle'un 28 days later'ının ses getirmesi ile ciddi anlamda hareket hızı kazanmışlardır. ilk örneklerde zombiler egzotik bir korku öğesi iken, 70'lerde bu korku öğesinin tüketim toplumun temsil etmesi devrimsel sayılsa da tür olarak kendisi bir tüketim malzemesi haline çoktan gelmiş durumda.

şahsi olarak ısrarla tavsiye edebileceğim zombi/zombili filmleri:

1920 - das cabinet des dr. caligari
1932 - white zombie
1943 - i walked with a zombie
1945 - dead of night
1964 - the incredibly strange creatures who stopped living and became mixed-up zombies (adı üstünde bir film, trippy!)
1966 - the plague of the zombies (hammer tarzı, ürkütücü suratlı zombiler)
1968 - night of the living dead
1971 - la noche del terror ciego (tombs of the blind dead) (en favori filmlerimden / ölü şövalyeler dehşet saçıyor)
1972 - children shouldn't play with dead things (gizli klasik)
1972 - pánico en el transiberiano (horror express) (atmosferi yeter)
1972 - dead of night (deathdream) (üzgün bir korku filmi)
1973 - ataque de los muertos sin ojos (return of the blind dead) (ya da ölü şövalyelerin dönüşü)
1974 - non si deve profanare il sonno dei morti (let sleeping corpses lie) (çok çok çok sevdiğim bir film. çok demiş miydim?)
1977 - rabid (ilk zamanlar ki cronenberg i özlemiyorum desem yalan olur)
1977 - shock waves (ilk nazi zombilerden)
1978 - dawn of the dead
1979 - zombi 2 (zombie flesh-eaters) (bir fulci klasiği. hastasıyım.)
1979 - zombie holocaust (doctor butcher, m.d.) (o kadar kötü ki... seviyorum bu filmi)
1980 - paura nella città dei morti viventi (city of the living dead) (açık ara en sevdiğim fulci filmlerinden biri. hatta bir nevi fetiş.)
1981 - ...e tu vivrai nel terrore! l'aldilà (the beyond) (fulci fulci ulci)
1981 - le notti del terrore (burial ground: nights of terror) (bu da cidden kötü bir film, porno film mantığıyla nasıl bir korku filmi çekilirin iyi bir örneği)
1981 - dead & buried (sağlam atmosferi olan, gerçekten ilginç bir filmdir. çocukken izlediğim için unutmam mümkün değil.)
1981 - the evil dead (klasik!)
1983 - one dark night
1985 - day of the dead (bugün izlediğimiz zombilere asıl şeklini veren film desek daha doğru olur)
1985 - re-animator (bir başka klasik.)
1985 - the return of the living dead (korku ile komedinin en başarılı kokteyllerinden biri)
1986 - night of the creeps
1987 - prince of darkness (hastasıyım carpenter'in. aynı zamanda sinemada tek başıma izlediğim ilk film.)
1987 - evil dead ii (dead by dawn! dead by dawn!)
1988 - dead heat
1990 - night of the living dead (tom savini'nin yeniden çevirimi. hiç de fena değil.)
1990 - bride of re-animator
1992 - braindead (dead alive) (en şirin zombie filmi #1)
1993 - return of the living dead 3 (ilkinden daha az komik, efektleriyle göz dolduruyor.)
1994 - dellamorte dellamore (cemetery man) (anında unuttuğum yeniden çevirimi bu filmin 1/10'u bile etmiyor. çok sağlam filmdir.)
2002 - 28 days later (koş zombi koş ya da zombileri tekrar hortlatan film #1)
2002 - deathwatch
2004 - dawn of the dead (zombileri tekrar hortlatan film #2. asıl filme saygıda kusur göstermemesi ayrı bir takdire şayanlık.)
2004 - shaun of the dead (en şirin zombie filmi #2)
2006 - black sheep (zombi koyun? aynen öyle!)
2006 - fido (korku filmi olmayan zombi filmi)
2006 - poultrygeist: night of the chicken dead (tam bir troma çılgınlığı. tam bana göre bir film. ciddi sinemaseverler ısrarla uzak dursun.)
2007 - mulberry street (sürpriz)
2007 - planet terror (çok sevmemekle beraber tür severlerin izlemesi gerektiğini düşünüyorum. hala izlememişlerse tabii.)
2008 - otto; or up with dead people (ai gai, ai zombi)
2007 - [●rec] (züpper! özellikle ilk izleyiş tam bir rollercoaster.)
2007 - the signal
2008 - deadgirl
2008 - trailer park of terror (fena değil.)
2009 - la horde (fransız sinizmine sahip zombi filmi)
2009 - pontypool (izlediğim en enteresan, en cesur zombi filmlerinden biri. macera seven sinemaseverler mutlaka izlemeli)
2009 - [●rec]2 (ilki kadar olmasa da sırf enerjisi için izlemeli)
2009 - the revenant
2012 - the cabin in the woods (arızalı bir klasik! neredeyse orgazmik.)

not: cranberries meselesine gelince... şimdi kızanı, eksileyeni çok olacak ama celine dion'un my heart will go on'una kimi insan nasıl katlanamıyorsa ben de bu parçaya katlanamıyorum. ha, evet, bir de dolores o'riordan'ın titrek sesini de sevemedim bir türlü. yalan değil, bunda çevremdekilerin kendisi için "bir tanrıça, dünyaya inmiş bir melek vazu vizu" propogandalarının etkisi de büyük. oysa, ilk çıktıkları dreams'i severdim. hakikaten. ama olmadı, olamadı.

bir insanı tanımaya başladıkça eski heyecanın kaybolması

birini ilk tanımaya başladığınızda kafanızda onun için ayırdığınız yer %99 (ya da biz öyle diyelim, sembolik, metaforik bik bik bik) boştur. bu alan sizin serbest alanınızdır ve istediğiniz gibi doldurursunuz. bunu yapmanın heyecanı, zevki bambaşkadır. henüz yaşamadığınız, görmediğiniz özellikleri kimbilir nasıldır diye, en küçük hareketinden çıkardığınız koca koca anlamlarla ballı şerbetli yaratılmayı bekler. yaratılır da... ama, kaçınılmaz bir şekilde, istemeseniz de, tanıdıkça o geçici süreyle kapatılmış boşlukları kendi doldurmaya başlar. sonra da gelsin o meşhur "göründüğü gibi değilmiş" muhabbetleri.

hayal kırıklığı yaşıyorsanız, bunun acısının nedenin yarısı size aittir. çuvaldızı zaten ona batırıyorsun, şimdi o iğneyi kendine çevir ve...

gay rolü oynar mısın

samimiyetsiz bir sorudur. hele bu soruyu sormadan atlayanlar yok mu... niye bir katili, dolandırıcıyı, hırsızı vs. gibi insanlara kötülük yapanları canlandırır mısın diye sormazlar da... hadi lan!

futurelavirs

bu adamın yazılarındaki kıvraklık, anlattığı konuya hakimliği ve hınzır gözlemciliği bende olsa kıçımın seviyesi çoktan burnumun üstüne çıkmıştı. keyifle ve merakla takipteyiz.

(..yız?! biz kim?! ben takipteyim, ben!)

her konuştuğu gayin kendisine yazdığını sanan gay

bu gay kardeşlerin (!) ne de çok derdi varmış dedirten başlıktır.

"her konuştuğu gayin kendisine yazdığını sanan gayin kendisine yazdığını sanan gay" arkadaşlara derin gir nefes çekip buradan selam gönderiyorum.

ayı sözlük yazarlarının şu an dinlediği şarkılar

efenim, "ayı sözlük yazarının şu anda dinlediği şarkılar" kısmına geçmeden önce minik bir açıklama yapacağım.

ayısözlük'e girdiğim zamanlarda yaptığım standart bir davranışım var. bilgisayarın hafızasındaki binlerce ne oldukları bilinerek koyulmuş şarkıdan oluşan klasörlerden itinayla ve hızlı bir şekilde 5 parça seçilir. çalmaya başar. genelde 15-25 dakika arası tutar. süre bittiğinde göz gezdirme de bitmiş olur. yani paylaştığım şarkılar "en favori çalma listem" değil. kaldı ki öyle bir başlık olsa girdi de bulunmazdım. sevdiğim, vazgeçemeyeceğim şarkılar o kadar çok ki listesini yapmam mümkün değil. (niyet-sonuç ilişkisi)

ayrıca bu tarz girdileri olan eni topu 2 kişiyiz herhalde. o kadar girdi arasında arada bir "ısrarla" yapılan bu paylaşımların niye "cidden tuhaflaştığını" alamadım. adı üstünde: "ayı sözlük yazarlarının şu an dinlediği şarkılar".

not: cümlelerimin hiç birinde gizli ima, alaycılık veya dişini gösterme öğesi bulunmamaktadır. eleştiri yapan yazar(lar)ın iyi niyetine inanılarak yazılmıştır.
Henüz takip ettiği biri yok.