boysan yakar

bu haber sonrasında depresyona girmiş gibi tüm gün uyudum. hala kafamı kaldıramıyorum. yetmiyormuş gibi boysan'ın cenazesine de katılamıyorum, bu ayrı bir üzüyor beni. yarın bolu'da bir toplantıda olmak zorundayım. şişli camiindeki cenazesine ayı sözlük ailesi adına bir çelenk yolluyorum. ruhları ışıkla dolsun hem boysan'ın hem de zeliş'in.
son günlerde hak etmediği eleştirilere ve suçlamalara maruz kalıyor. lgbt birey olmasından kaynaklanan bu mobbing ve homofobik haberlere neyseki hayri inönü gereken cevabı vermiştir. boysan'ı tanıyan insanlar bilirler, kimseyi incitmeyecek bir kalbe, hayran kalınacak bir dürüstlüğe ve bir çok siyasetçiyi dize getirecek zekaya sahiptir.

(bkz: boysan yakar'ın özel kalem müdürü yapılmasına homofobik tepki)
aydın, cesur ve entelektüel bir lgbt aktivisti. bunlar yetmezmiş gibi, üstelik feci çekici...
belediyeyle ilgili son olaylardan dolayı yılgınlığa kapılmamalıdır.




allah bu milletin belasını versin! *
kent kuramayan, sistem işletemeyen ve bilime değer vermeyen bir kültürde, trafik cinayetleri nasıl ve neden son bulsun ki?????????????????
trafik cinayetlerine kaza süsü vermekten vazgeçip, seyir halindeki sürücülerin daha etkin denetlenmesine ilişkin sistemlere ağırlık vermek ve demiryollarına daha çok yatırım yapmakla başlanabilir...

medyadan izleyebildiğimiz çok özel bir değerimizdi...
ışıklar içinde uyusun...
bu ülkedeki lgbt haklar mücadelesinde şüphesiz ki en çok emeği verenlerden, en cesur adımları atanlardan, hiç yılmamış, sürekli çabalamış, açık eşcinsel kimliği ile şişli belediye başkan danışmanı olmak gibi bir işe soyunmakla bu ülke için olağanüstü bir cesaret ve azim sergilemiş, savundukları ve inandıkları uğruna, saldırılar ve yıldırma taktikleri olsa dahi hiç geri adım atmamış, bu ülkenin lgbt hakları tarihine adını, kısacık ömründe büyük şeyler yaparak, abd'de bizi temsil ederek şanıyla yazdırmış, bunun yanında da dünya tatlısı olmayı başarabilmiş bir muhteşem insan. benden iki yaş küçükmüş üstelik, bi onun yaptıklarına bakıyorum bi kendi yaptıklarıma, tırnağı olamamışım diye hayıflanıyorum son dört gündür. o bu kadar şey yaparken sahi ben ne bok yapıyordum... gerçi tamam, şartlar, aileler, şunlar bunlar aynı olmuyor ama, yine de... üstelik böylesi bir insanın, aman başına birisi birşey yapar da birşey gelir, harvey milk gibi olmasın falan diye endişelenirken, böyle pisipisine, iğrenç bir trafik kazasında, hiç de bir günahı olmadan gidivermiş olmasına anlam veremiyorum. ne rastgele dünya bu amk, adaletini sikeyim ben böyle dünyanın...

eğer bu lanet olası trafik terörü onu bizden almasaydı, bir on sene içinde, ondaki bu azim ve kararlılık ile nerede olurdu, ülkenin lgbt hareketini nereye getirirdi, düşünmek bile istemiyorum var ya... zaten halihazırda, herkes "gizlilik çok önemli" diye profil döşerken, eşcinsellerin görünürlüğü gibi lgbt hak mücadelesinin en önemli konusunda ülkeye çağ atlatmışken, bu şekilde gidebileydi daha ne kazanımlar elde edebilirdik, hiç bilmiyorum, hiç düşünmek dahi istemiyorum. ölümünü haber aldığımda dağıldım resmen, bin parça oldum, ne denilir hiç bilemedim. dört gündür de aklım dağıldığında habire onu düşünür buluyorum kendimi. çok yazık oldu, öyle üzgünüm ki...

arkadaşları o ve zeliş için bu pazar ve pazartesini kapsayan bir etkinlik düzenlemişler.bu güzel insanları tanımamış olsanız bile, sırf bu ülkedeki lgbt hakları, yani sizin haklarınız için gönlünü ortaya koyarak verdiği mücadeleye saygı için belki sembolik anlamı da olsa katılmak istersiniz.

https://www.facebook.com/events/430100477180823/
gecenin bu saati son onur yürüyüşünden bir fotoğrafımız geçti elime... buruldu içim, kat kat gece çöktü içime yine... zor bazen, çok zor...
aykut atasay 9.9.2015

boysan

pazar sabahı facebook'ta öldüğün haberini okuyunca kanım dondu. uzay boşluğunda salınma hali gibi. kendimle ve etrafımla tam bir kopukluk. bir süre sonra yukarı anneme çıktım ve ona haberi verdiğimde katıla katıla ağlamaya başladı ama ben yine donuktum. ''dört yıl baktım ona'' diyordu, başka bir şey demiyordu. hatırlarsın 'ikinci oğlum' derdi sana. iki saat sonra evimde seminer verecektim lakin odağım şaşmıştı; sokağa çıktım, açılayım, yaşadığımı fark ediyim diye. bir süre sonra zehra geldi, yavaş yavaş idrak etmeye başladım evime insanların geleceğini ama çeki düzen vermekte zorlanıyordum kendime. gelenler geldi ve seminerin en başında olanı biteni, halimi paylaştım, o sırada duygularımla yavaş yavaş temas kurmaya başladım. seminer bir şekilde aktı, arada telefona gözüm kaydığında beni arayanların, mesaj atanların olduğunu gördüm sürekli. ciddi anlamda şaşırıyordum, insanlar beni bilgilendiriyor, baş sağlığı diliyordu. şaşırmıştım çünkü eğer biri güncel olarak yaşamında değilse birinin, o kişiye böyle ölüm kalım haberleri gitmezdi, önemsenmezdi diye bir yargım varmış, onu fark ettim bu şaşkınlık haliyle kalınca. yaklaşık yedi yıldır toplasan 10 dakika sohbet etmediğim eski sevgilimle ilgili taziyeler, haberler geliyordu. hayatında kıymetli bir yerim olduğunu hatırlamama destek oldu bu aramalar sormalar. akşam cihan ile görüşmeyi seçtim. desteğe ihtiyacım vardı. onun da yıkıldığını, üzüldüğünü görünce şaşırdım; meğer onun için de kıymetliymişsin. ertesi sabah uyandığımda seni tanıyan akrabalarım, annemin arkadaşları annemi aramışlar ''bu boysan, o boysan mı?'' diye, şaşkınlığım hala devam ediyordu.

camiye gelirken donukluğum bakiydi. henüz ağlamamıştım, idrak etmemiştim vefat ettiğini. cami girişinde ablanı gördüm. sımsıkı sarıldık, bana ''seni ne kadar çok seviyordu biliyorsun, senin için regresyon bile yaptı'' dedi. şaşkınlığım iyice arttı. avlu çok kalabalıktı, gözüme çarpan herkesi neredeyse tanıyordum, yıllar olmuştu görmeyeli birçok kişiyi. her biriyle kucaklaşıp sarıldığımda anılar pörtlemeye başladı zihnimde, bu insanlarla birlikte ortak yaşadıklarımız. işte o zaman tenimi, içimi hisseder olmaya başladım; acı, üzüntü, özlem yavaş yavaş beliriyordu. sonra korkarak tabuta yaklaştım ve tabutun yanında benim atletimi giydiğin çerçeveli fotoğrafı görünce ölmüş olduğuna aydım ve katılarak ağlamaya başladım michelle'in kollarında. başımı kaldırdığımda babanı gördüm, ona sarıldım. tarabya'daki evinizde ailecek yaptığımız kahvaltılar, sohbetler aklıma üşüşüverdi babanın kollarında. annenin başı kalabalıktı. su yeşili gözleri kan çanağı olmuştu. onla da sarıldık, çok zor oldu benim için. sonra hayatımda ilk kez bir tabutun yanına yaklaştım, baran'ın varlığından destek alıyordum yanımda, ilişkimizin ilk yılında rahat rahat birlikte uyuyalım, sevişelim diye yuvasını açan baran'ın. karşımda baban, etrafta tanıdık üzgün yüzlerle başında bekledim. yine ilk kez bir tabutu taşıma cesareti ve isteği duydum, ağırlığını son kez hissedeyim diye. mezarlıkta, yasmin ajda'nın ''ya sonra'' şarkısını söylemeye başladığında senin adına mutlu oldum. sözleri dokunsa da, varlığını kutlama gibiydi bu en sevdiğin şarkılardan biri benim için. annen, ablan ve babanla mezarda yeniden biraraya gelmeye gönlüm dayanmadı, oradan usulca uzaklaştım tek başıma.

pazartesi ve salı ''daha çok gençti'', ''yapacak tonla güzel hayali, işi vardı'', ''nerede ilahi adalet?'' gibi serzenişlerde bulundukça, fark ettim ki hem senin içimdeki varlığından kopuyordum hem de hayattan. olanla nasıl kalabilir, olanı nasıl kabul eder ve yol alabilirdim, pek emin değildim. çünkü sanırım sevdiğinin ölüm haberini almak, hayatın akışına dair en büyük hayırımız, itirazımız. neden, nasıl olur, niye o, neden şimdi? gibi soruların cevabı yok böyle bir durumda. oldu işte. oldu ve bu haberi alanlar darmadağın oldu. ilk kez bir ölüm haberinde ne kendi ölüm korkumla, kaygımla kalmayı, ne başına gelenden dolayı hayatı, birilerini suçlamayı seçmek istemiyordum, çünkü senden kopuyordum. ölüm haberin sonrası yaşadığım tüm şaşkınlarda gördüm ki senle ne olmuşsa bir şekilde içimdeki o sevgi bağını bastırmayı seçmişim, bunu fark ettiğimde çok üzüldüm ve bu kişisel gelecek endişesiyle ya da yaşama lanet okuma haliyle kalmayı gerçekten istemedim. seni arıyordum içerlerde bir yerde ve yeniden karşılaşmak istiyordum seninle.

dün akşam cihan ile telefonda konuşurken ona neden bu kadar etkilendiğini sordum senin ölümünden. o da bana seninle aranızda fark etmediği bir bağ oluştuğunu, seni hiç tanımasa da çok sevdiğini ve seninle yüz yüze gelip konuşamadığı için bunca geçen yılda üzüntü hissettiğini belirtti. bu duyduklarım ilaç gibi geldi bana ve bir fişeği ateşledi kalbimde. aşık olup senden ayrıldığım insan, senle o günlerin acılarına dair iletişime geçmek istiyormuş meğer. bir kez daha şaştım. şaşkınlık halinde şunu hatırladım. ben senden ayrılıp cihan ile ilişki yaşamaya başladığım ilk beş-altı ay yüzde elli sen, yüzde elli cihan olarak yaşadım. ve o an fark ettim ki hem bu halle kalmamak ve cihan'a dikkatimi vermek hem de yaşadığın o büyük acıdan dolayı kendimi suçlamayı bırakmak adına içimdeki bağı kesmeyi seçmişim. pazar günü eski bilgisayarımı açıp senle birlikte çekilen fotoğraflarımızı aradığımda bir tane bile bulamadım, hepsini silmişim. bunu fark edince büyük bir üzüntü çöktü içime. hayat bu ya, onca yıl da karşılaştırmadı bizi orada burada. ayrılığın ilk aylarında da çok istedim yeni bir aşkın olsun, ayrılığımızın acısını kolayca unut diye.

utandığım ve suçluluk hissettiğim için seninle iletişimimi kesmişim. son aylarda yeniden facebook arkadaşı olduğumuzda daha bir yanaşasım gelmişti sana yeniden bağlarımızı kuvvetlendirmek için. lakin yaşam hazır olmamızı, senin veya benim adım atmamı beklemedi. dün gece ve bu sabahtan beri de sadece şunu yapıyorum, kendimi anılarımıza açıyorum, neler geliyorsa sadece duygusunu yaşamaya izin veriyorum. bedük konserinde sahne almadan önce tüm vücudunu gri spreyle boyadığım anı, bozcaada'yı gezdirişini, üniversiteden mezun olasın diye bitirmeye çalıştığımız işler için sabahladığımız geceleri, sarhoş sarhoş topuklu ayakkabılarınla sabaha karşı istiklal caddesi'nde rahatça yürüyesin diye kendimi sana siper edip veletlerden yediğim tekmeleri, gönlümü almak için hazırladığın kahvaltıları, birlikte ürettiğimizi belgesellerin söyleşi kısımlarında benle sahnede yer alışını, annemin odamda dudak dudağa öpüştüğümüz anda kapıyı açıp bizi görmesini, kavga ettiğimizde kendini tuvalete kitlemelerini, bana ''aakutesk'' diyeşini, kafanı öne eğip, dudaklarını büzüştürüp bana bakmanı, baban fark etmesin diye yan odadaki yatağı her sabah yalandan dağınık bırakmayı ve tonla anıya açıyorum kendimi. üzülüyorum, mutlu oluyorum, gözlerim doluyor, boğazım düğümleniyor. seni yıllar sonra yeniden yaşıyorum. keşke'ler beliriveriyor bazen, onları da bundan sonraki yakın ilişkilerimde emek ve özen göstermeye dikkat koymak adına küpe yapıyorum kulağıma.

ne çok insana dokunmuşsun, onları kucaklayıp sevmişsin, bir kez daha tanık oldum ve imrendim cenazende. senin girişkenliğini,yakınlığını, insanlara olan düşkünlüğünü ve sıcaklığını hep gıptayla izlemiştim. ne kadar dolu dolu bir 31 yıl yaşamışsın diye de içimden geçirdim ve mutlu oldum. seni içimde taşımaya ve insan ilişkilerine özen konusunda seni bundan sonra kendime ilham kaynağı olarak almaya niyet koyuyorum. manen kolumdasın, madden olamasan da.

varsa hallolmamış meselerimiz ve varsa bir dahaki yaşam diye bir şey, seve seve yeniden başka bedenlerde karşılaşmaya istekliyim seninle. bu yazdıklarımı okuyacağına, okurken gülümseyip bir yandan ağlayacağına dair niyeyse bir inanç var içimde.

öpüyorum minik burnundan.

(yazarının kamuya açık facebook profilinden alıntıdır. oldukça duygulu ve güçlü bir yazıydı ve o günlerde beni çok etkilemişti. boysan'ın anısına paylaşmak istedim, istek gelirse kaldırabilirim)
ilk ghetto'daki onur haftasına destek için yapılan partide gördüğüm, hem orada hem gezi parkında da konuşmasıyla, fikirleriyle beni etkileyen yakışıklı kişi.
sabahın köründe aldığım haberle yıkıldım resmen! nasıl olur yahu? nasıl? trafik kazasında kaybetmişiz boysan'ı inanılır gibi değil! beynimden vurulmuşa döndüm! daha iki ay önce onur yürüyüşünde birlikte büyük lgbti bayrağını taşımıştık, onedio'ya içerik olmuştuk, sevinmiştik beraber... daha çok güzel işler yapacaktın... hiç olmadı boysan bu hiç... eksik kaldık sensiz... kelimelere sığmıyor ne desem çok üzgünüm çok...
sanirim kafayi yiyicem... onun gibi biri... pirlanta gibi annesi... ne yazilir bilmiyorum buraya, ne bicim bi dunya ya bu...
bir mücadele insanını kaybettik.görünürlüğümüzü artıran biriydi kendisi.allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun yiğit adamın.
geçensene kent konseyinin yaptığı gezi direnişini konu alan bir toplantıda dinleyip tam bir dava adamı olduğunu görmüştüm. feci şekilde aklımda şu konuşması dolanıyor:

" bizi ölü ya da diri yakmaya hevesli bir güruh varken; ölümü, öldürülmeyi bekleyerek yaşayamayız. bu yüzden sesimizi çıkartmak zorundayız. mücadele etmeden elde ettiğimiz keyfi gelecek nesilin yaşayabilmesi neredeyse imkansız. "

kısa bir tanışma ve sohbetimizde (her ne kadar eşcinsel kimliğimi paylaşmasam bile) " görünür olmaktan başka çaremiz yok " diye konuştuğumuzu düşünmek beynimi karıncalandırıyor. huzur içinde uyusun...

not: gözünü seveyim artı beğeni sakın yapma. camianın acısını paylaşabilmek için eksile ya da ne bileyim yorum falan at. ama bu entry i beğenme, beğenme, beğenme.
(bkz: gökkuşağında üç fidan)

http://homojen.ayisozluk.com/gokkusaginda-uc-fidan-boysan-mert-ve-zelis/
aramızdan ayrılışının birinci yılı, pazartesi günü evinde anılacakmış. tüm sevenlerine duyurulur.

burada da sema anne ile yeni yapılmış bir röportajı var: http://ayisozluk.com/lnk/ac0de8