ozbuyucusu

Durum: 98 - 0 - 0 - 0 - 24.05.2013 02:27

Puan: 1860 - Sözlük Kezbanı

12 yıl önce kayıt oldu. 3.Nesil Yazar.

Henüz bio girmemiş.
  • /
  • 5

8 mart dünya emekçi kadınlar günü

tarihçesi 1857'ye kadar dayanır, 8 mart 1857'de greve giden tekstil işçileri polis şiddetiyle karşılaşınca kendilerini fabrikaya kilitlerler. ardından ne büyük talihsizliktir ki yangın çıkar* ve polis barikatıyla yangın arasında kalan tam 129 işçi can verir. 1912de ise danimarkada toplanan ulusal sosyalist kadınlar günü bu talihsizliği dünya emekçi kadınlar günü olarak anmaya başlar. başlangıçta farklı ülkelerde bahar aylarında kutlanıyordu, martın sonu, nisana kadar bile gidiyormuş, 1975de ise birleşmiş milletler 8 mart'ı dünya kadınlar günü olarak kabul edince devamında diğer ülkelerde de bi kesinliğe kavuştu bu durum.

sadece kadınlar günü deyip geçiştirmeyin sevgili sözlük, kadına şiddet, okumak istediği için öldürülen ya da evlilik içi tecavüz, maddi manevi taciz, kadın işçilere uygulanan düşük ücret gibi konulara duyarlı olmak lazım diyorum.

ha bi de bakın şu var, bread and roses

ayı sözlük yazarlarının şu an dinlediği şarkılar

beck - everybody's gotta learn sometime

rüzgar erkoçlar

cinsiyetini değiştirdikten sonra şaka maka alıcı gözüyle bakmaya başladığım insan. ne sevimli olmuş o öyle. cesareti, tüm bu kötü söylentilere rağmen, erol köse ve diğerleri gibi adabını bozmaması ise takdire şayan.

keanu reevesin saskin yuzu

sıkıntılı zamanlarımda sık sık dert yandığım, her defasında da bana katlaanbilen, bi kere bile olsun "aa, sen de hep aynı şeyleri diyosun" vs gibi tepkiler vermeyen** can dostum. çok telefonla haşır neşir olmayı sevmediğimi bildiği için kendisine mesaj falan attığımda " inanmıyorum, bu mesajını ömür boyu saklıcam" gibi sevimli tepkiler veren, duygusal, özlenen dost.

adele

kendisinden önce coverlarını dinlediğim şarkıcıdır, ayrıca adele mi adel mi diye okunacağı da hala halk arasında bir tartışma konusudur efenim.

feminizm sapık bir ideolojidir

feminizmi hiç anlayamamış muhterem yazar demek istediğim yazıdır, çoklukla sözlüğe bakmak zorunda kaldım ancak bi yerden sonra sözlük bile yetersiz kaldı, aralarında ise anladığım ama anlamlandıramadığım bikaç bişey şunlardır efenim

(bkz: inek gibi yalayarak dondurma yemek)
(bkz: deve hörgücü gibi başörtü)
(bkz: zilli çıngıraklı gülmek)
(bkz: feminizm sapıklıktır)

inception

belli bir sonu olmayan filmler kategorisine girer kendileri. ancak 9gagde sonuyla alakalı gördüğüm bir açıklama ilgimi çekti, açıp tekrar bakmadım da harbiden de öyle mi diye.
--- spoiler ---
yok isimler geçerken tak sesi geliyormuş da topaçın düştüğünü anlıyormuşuz falan filan gibi açıklamalarla karşılaştık hepimiz de, ama asıl açıklama burda bana sorarsanız**
sonunda dönen topaç esas oğlanın(leonardo) eşinin totemidir. ve leonardo'nun dediğini hatırlarsak bu noktada, tamamen kendine ait bir eşyayı totem yapman gerekir, başka birinin nesnesini totem yapmak zihin karıştırabilir. leonardo'nun totemi ise yüzüğüdür, son sahnede topaçı bırakırken baktığımıza booom, leonardo'nun elinde yüzük yok, o zaman bu demek oluyor mu ki, aslında bunlar hep gerçek mi sahiden de?


--- spoiler ---

ayı sözlük itiraf

mutsuzum sözlük. kötü şeyler oluyor etrafımda ve ben kendimde bunları veya benim üzerimdeki etkilerini azaltmak, engellemek için bir güç, bir istek göremiyorum. hayattan bezdim galiba, insanlara güvenim azaldı, ve sisteme karşı koyamamaktan, ve daha da kötü sistemin çarklarında bi dişli olmaktan hoşlanmıyorum. korkuyorum velakin, sıkıldım, geleceği kestirememekle birlikte, geçmişteki kimi olayların o zamanki anlamını yitirmesi bi nevi hayal kırıklığı yaşatıyor bana. çok mu saçmaladım acaba, itirafa biraz uzak kalsa da yazdıklarım, içimi dökmek istedim, off sözlük off, ergen triplerine bağlayasım var.

aşk

son zamanlarda bana neler yaptırttığına şaşırdığım hadise. normalde insanların giyimine, görünüşüne ya da efenim cümleler arasındaki saçma kelimelerine çok takılmasam da, şimdilerde mevzu bahis olan kişiyle alakalı her bir detaya dikkat eder oldum, gözlüğünün markası, atkısının boyu, pantolonunun rengi*, penyesinin üzerindeki yazılar, burnunun yandan profili, dişleri falan filan. tanrım, biri beni durdursun. koldaki kıllarının seyrek ya da sık olup olmadığı bile dikkatimi çeker oldu ya da traş olup olmadığı, saçının uzayıp uzamadığı, off evet sıkıntı büyük, çok sakat var.

sivil toplum kuruluşları

insanların seslerini duyurmak için, birlik olmak için, dayanışma amaçlı kurulan örgütlerdir. her ne kadar toplum arasında çok popüler olmasa da*...

hebun

facebook üzerinden kendilerinden haberdar oldum. paylaşımlarını severek takip ediyorum

türk çocukları gay çiftlere veriyorlar

akp çocuklardan elini çek!

hollanda’da yaşayan türkiye göçmeni bir aileden alınarak velayeti başka bir aileye verilen çocuk hakkında burjuva basınında çıkan haberler, ayrımcılığın son örneği olarak karşımızda duruyor. velayeti alan ailenin eşcinsel bir çift olması, gericilerin teyakkuza geçmesinin bahanesi oldu. mutluluğu için ailesine geri verilmesi gerektiğini savunanlar, henüz 9 yaşında olan çocuğun adını ve fotoğrafını yayınlamakta ise bir sakınca görmediler.

konuya burnunu sokmakta gecikmeyen akp’li bekir bozdağ, avrupa çapında bir araştırma yapacaklarını, velayeti eşcinsel ve hıristiyan ailelere verilen çocuklar için hukuk mücadelesi başlatacaklarını açıkladı. ordusunu, müslüman olmayan ailelerin çocuklarını küçük yaşta alıkoyup zorla dinlerini değiştirilerek “devşiren” osmanlı’ya öykünen akp kendisiyle çelişmektedir. “tarihle hesaplaşmayı” amentüsü haline getiren iktidar, işe sahiplendiği siyasi gelenekle başlamalıdır.

gökkuşağının kızılı olarak, konunun velayeti alan ailenin eşcinsel olması üzerinden tartışılmasına itiraz ediyoruz. lgbt’lerin eşit yurttaşlık hakları arasında yer alan evlilik ve çocuk yetiştirme hakları, tartışma konusu olamaz. bizim açımızdan üzerinde asıl durulması gereken nokta, çocuk yetiştirmenin sadece ailelerin değil toplumun sorumluluğunda olması gerektiğidir.

çocukların bakımı, sağlıklı bireyler olarak gelişimi ve eğitimi, devletin güvencesinde olmalıdır. bu doğrultuda mahallelerde ve işyerlerinde yeterli kapasitede kreşler açılmalıdır. çocukların yetiştirilmesinde ailenin rolü merkezi değil, tamamlayıcı bir işlev görmelidir. aile kurumu, kapitalizm koşullarında üstlendiği iktisadi ve ideolojik misyonlardan ancak bu sayede arınabilir. böylesi bir toplumsal dönüşüm ise ancak sosyalist planlamanın araçlarıyla başarılabilir.

toplumsal cinsiyeti ortadan kaldıracak dönüşümler sayesinde, yeni nesillerin yetiştirilmesinde sorumluluk alan ailenin biyolojik olarak çocuğun ebeveyni olan kişilerden oluşup oluşmadığı, aile üyelerinin ulusu, dini, cinsiyeti veya cinsel yönelimi önemimi yitirecektir.

ülkemizi ucuz işgücü cehennemine çevirme politikasının bir uzantısı olarak evlenmeyi ve çok çocuk yapmayı teşvik eden akp iktidarı için ise, önemli olan çocukların sağlıklı ve mutlu bireyler olarak yetiştirilmesi değildir. son yıllarda çocuklara yönelik hak ihlallerinde ve cinsel suçlarda patlama yaşanmıştır. çocuk işçilerden ve gelinlerden oluşan dindar bir nesil yetiştirme yönünde kararlılıkla ilerleyen akp çocuklardan elini çekmelidir!

gökkuşağının kızılı

21 şubat 2013

hebun lgbt facebook sayfasından

90lar türkçe pop

türkiye'de 90ların müziğini, modasını şekillendiren sevimli şarkılardan oluşur. seviyorum 90ların müziğini.

(bkz: çelik ateşteyim )
(bkz: yonca evcimik - aboneyim )
(bkz: sezen aksu - gülümse )
(bkz: burak kut - yaşandı bitti )
ve tabiki de
(bkz: tarkan - fındıkkıran ) falan filan*

doktor erol bey

bana baygınlıklar geçirten melodisi ve klibi olan, 90lardan günümüze dek hala adından bahsettirebilen erol köse ve sibel gökçe'nin söylediği şarkı. sözler ve melodi o kadar uyumsuz, o kadar kulak tırmalayıcı ve klipteki tipler o kadar yapmacık ki, ajdar açıp dinlemeyi bile düşündüm, sonra tekrar düşününce "napıyorum ben tanrım" deyip hemen bir queen açtım. küçük bir alıntı yapıcam, belki bikaçınızın aklına gelir şimdi

"doktor erol beeeey, ben aşık oldum..."

ebru gündeş

1997 yapımlı deli divane dizisinden hatırlarım kendilerini. galiba o diziden sonra kendisiyle pek ilgilenmedim. şimdi baktım, hala oturup izliyorum lan, biri beni durdursun. yıl 2013 olmuş hala youtube'da "ebru gündeş deli divane" aratıp, bi de oturup izliyorum. merak edenler için ilk bölümden sizleri heyecanlandıracak küçük part sevgili sözlük yazarları.

yapılmış en aptalca dalgınlıklar

akbil yüklerken cüzdanda para bulamayıp arka tarafa dönüp "pardon, fazlalık kağıt paranız var mı" diye sormak.

insanların sadece aptal birer piyon olması

insanların mücadeleden vazgeçmesi ya da korkması durumunda pasif olarak "bana dokunmayan yılan bin yaşasın" havasında kendine verilen görevleri uslu, terbiyeli çocuk olmak, bir gün şirinleri* de görmek umuduyla yerine getirmek, koyunlaşmaktır. tüm kitleleri harekete geçirmeye çalışan insanlara ise erol büyükburç* muamelesi yapılır. evet, sinirliyim sözlük.

çocukken hayal edilen tanrı şekli

benim de bir adamdı, koca dev gibi bir adam, ama aksine sakalı, asası cüppesi falan yok, genç, saçları ensesine kadar uzun ve dalgalı, köse, iri yapılı bir adamdı, dev gibiydi, ben onun 8de biri gibi bişeydim. bizim eve oturmaya gelmişti rüyamda. biz onu konuk ediyorduk. o günden sonra uzun bi süre aklımda hep öyle kaldı, ne yalan söyleyim.

komşunuzu hayal edip eşinizle sevişin

partnerinizi aldatacaksanız, belki öncesinde başvurulabilecek önlemlerden biri olabilir. ha bi de komşunun karşıdaki kişiden daha çekici geldiği zamanlar da olacaktır, işte o zaman

(bkz: epic fail )
(bkz: profesyonel değilseniz bunları sakın evde denemeyiniz )

love will keep us alive

scorpions'un humanity hour i isimli albümünden nadide güzel bir parça. günlerdir bunu dinliyorum sözlük, neyse geri kalanını itirafa yazayım ben. benzerleri için

(bkz: all you need is love )*

dan da dinleyebilirsiniz bu güzide şarkıyı
  • /
  • 5
Henüz bir favori entry yok.

Toplam entry sayısı: 98

çocukken yapılan saflıklar

evde bulunan her tülbenti, kumaşı pelerin yapmak, ruhsarcılık oynamak ve tabi ki favorim koltuktan baş aşağı oturmak. ne güzelmiş çocukluğumun zamanları, hey gidi hey.

çocukken yapılan saflıklar

say say bitmez efenim, " sen ne kadar salak bi çocuksun" diye söylenenlere "senin kadar" diye cevap verirdim. hugo'yu tutturan apartmandaki tek çocuk olmama rağmen telefonu tolga abinin suratına kapadım heyecandan*, bisikletini vermeyen çocuğa dalmak, ve tuvalet deliğine ayağını sıkıştırmak* bunlardan birkaçı.

faşizm

her aklıma geldiğinde aklıma şu kısa anekdot* gelmektedir:

good morning vietnamda, bir subay bir vietnamlıyı bardan kovmaya çalıştığında adrian cronauer layıkıyla şöyle cevaplamıştır:

"eğer vietnamlıları kovarsan, sonra çinlileri, zencileri ve yahudileri kovman gerekir. o zaman sadece birkaç beyinsiz ırkçı kalır."

(bkz: good morning vietnam)

murat menteş

korkma ben varım ve dublörün dilemması gibi iki güzel romanın yazarı ve çok farklı bir kafa yapısına sahip olduğunu düşündüğüm, tanışmak istediğim yazarlardan biridir. yeni şafak ta da köşe yazarlığı yapmaktadır. kendini tasavvufa vermiş bir adam gibi görünüyor ve kitaplarındaki cümlelerinin basitliği, yalınlığı ama bir o kadar da güzel olması bendenizi benden almaktadır.

yapılmış en aptalca dalgınlıklar

akbil yüklerken cüzdanda para bulamayıp arka tarafa dönüp "pardon, fazlalık kağıt paranız var mı" diye sormak.

rüzgar erkoçlar

cinsiyetini değiştirdikten sonra şaka maka alıcı gözüyle bakmaya başladığım insan. ne sevimli olmuş o öyle. cesareti, tüm bu kötü söylentilere rağmen, erol köse ve diğerleri gibi adabını bozmaması ise takdire şayan.

kadınları hafifçe dövüp korkutabilirsiniz

biri bana lütfen şaka olduğunu söylesin. milletvekillerinden biri kalkıp kadınlar gününde "kadınları hafifçe dövüp korkutabilirsiniz" diyor, nasıl bi zihniyettir, kadınlar gününde kadınlarla alakalı kur'an'dan bişe bulayım söyleyeyim demiş, ama ödevi copy-paste yapan çocuklar gibi ilk bulduğu şeyi alıp getirmiş zannımca. nolcak canım, dövsünler bizi, en fazla ölürüz dimi, biz ölsek nolur ki, eşit de değiliz zaten, neden bunları görmek istemiyoruz, düzeni huzuru bozan sonra biz oluyoruz, ayıp yapıyoruz dimi.

(bkz: gel de sövme ama şimdi )
Henüz takip ettiği biri yok.