elif şafak ile yıllar önce üniversitede karşılaşmıştık. o zamanlar bu kadar popüler değildi. televizyonlarda da boy göstermiyordu.
elif şafak'ı ben de özel kılan tarafı, romanlarındaki konularıyla birlikte yazdığı roman karakterlerini çok gerçekçi ve etkileyici bulmamdır.
en sevdiğim romanlarından biri de araf.
araf, bi kaç kere okuduğum, altını çizdiğim cümlelerin çokça olduğu , sayfalarını daha çok karaladığım nadir romanlardan. az önce tekrar elime alıp özlem giderirken şu satırlara denk geldim.
...
"alegre, gailin zumlayamayacağı yeni bir konu açmak için müslümanların oruç tutma alışkanlıklarını sordu. sakıngan adımlarla usul usul açılarak farklı dinlerin yasakladığı yemekler ve yasakların mantığı üzerine konuşmaya başladılar. muhabbetten ziyade gözcülüğü andırıyordu, herkes vazife başındaki nöbetçi gibiydi, dışlayıcı olmasa da çekingen ve dikkatli. çünkü hepsi farklı kimliklere sahip insanlardan oluşan gruplarda, ilk kez karşılaşan ya da birbirlerini iyi tanımayan alakasız insanlar arasında, bir konuya girmek onun etrafında donarak önceden keşif yapmayı gerektirir. karşındakilerin seni kültürel arka planını ne kadar bildiğinin, ne kadar alıcı olacaklarının, önyargılarının nerede başlayacağının haritasını çıkarman gerekir. çünkü bir yerleri yapışmış bir ön yargı daima vardır. abed böylesi bir ihtiyatla, malumatı dinsel değil de, kültürel bir seviyede tutarak, ramazan ayından bahsetmeye başladı. onlara bu ay boyunca yapılan yemekleri, pidelerim mis gibi kokusunu, gün boyu oruç tuttuktan sonra en basit bir zeytin ya da hurmanın bile nasıl lezzetli geldiğini anlattı. sonunda da bütün bu işin temelde yemekten uzak durmak gibi görünebileceğini ama aslında bundan daha soyut olduğunu temel amacın hırsı ve arzuyu bastırma, sabretmeyi öğrenme olduğunu belirtti."
araf'ı ilk önce 2005 yılında kütüphaneden alıp okumuştum. sonra çok beğendiğimi bilen bir arkadaşım kitabı bana hediye etti.
20.12.2006