ayı sözlük itiraf

  • /
  • 181
her sözlüğün olmazsa olması seri eksi oy veren ibnesiyle tanışmış oldum.
her zaman batıcaksam savaşmadandüşmüyorum dedim ama gözüken o ki, boşa. geçen izlediğim bir diziden 'a soldier knows when the battle is lost.'

bazen elinden gelenin en iyisini yaparsın ama yine de batarsın. işte bu çok koyuyor.
yoruldum. 22 yaşında emekliliğimi istiyorum.
az önce markette alışverişe giderken sanırım 6-7 yaşında bir çocuk tarafından ötekileştirildim.
bundan 3 yıl önce severek aldığım bir tshirt'ü giydim ve köşedeki markete gittim. önce dışarda meyva sebze reyonuna bakındım sonrada markete girdim. marketin kapısı açılır açılmaz bir velet karşımda belirdi ve aramızda şu dialog oldu.

ç:* bunları giyenler burdan alışveriş yapamaz
b: anlamadım?
ç: böyle renkli şeyler giyemezsin. olmaz.

ardından ben hafif bir tebessüm ve çatık kaşlarımla çoçuğa bakakaldım. o sırada anası belirdi. pis bir sırıtışla, onaylar bir tavırla ve böbürlene böbürlene hiç bir şey demeden çocuğunu alıp dışarı çıktı.

hani bilsemki halimden tavrımdan dolayı bunu söyledi hadi eyvallah. ama öyle olsam "15 sene sonra gel sana her yönden aydınlanma yaşatırım" diyeceğim çocuğa ama alakası yok. anası çocuğunun söylediklerini duyduğuna göre sırf bu tshirt'ü giydiğim için bana bunu reva görmüş herhalde. hani bu tshirt'ü giydiğimde zaman zaman abuk subuk bakışlara tabi kaldığımda bile karşımdakinin gözünün içine, kaşlarımı çatıp pis pis bakarım. anca ayaklarını denk alıyorlar. sonuç olarak böyle bakılacağını bilerek giyerim ve ona göre tavrımı koyarım ama burda söz konusu olan bir çocuk.

kendi açımdan bir sıkıntım yok. konu açıldığında efendi gibi tartışabilecek birisiyim ama asıl garip olan bu bakış açısının bir çocuğa öğretilmiş ve çocuğun şartlandırılmış olması ya da bunu böyle düşündürmesi.

söz konusu tshirt:

not: malum çocuklar bu yaşlarda hayal dünyası ve onun çevresinde oyunlar kurarlar ve zaman, mekan farkı olmadan böyle oynarlar. özellikle annenin tavrı bana bunu çağırıştırdı ama bu olaya şahit olan bir ebeveyn olsam durumu anlamak istedim açıkçası. muhtemelen pasif agresif bir günümdeyim. haliyle konu eşcinsellik olunca söylenen her hangi bir şeyde algıda seçicilik devreye giriyor belkide.
en yakın arkadaşımın yarışma programı için kadıköy'den yenibosnaya gittim,arkadaşıma sıra gelmedi pişman ya da üzgün değilim.yorucuydu ama destek olduğum için mutluydum ancak arkadaşımı yarın yine çağırdılar ve ben ta yenibosnaya gidiyorum ve içimden çok sövüyorum evet çok kötü bir arkadaşım ama bir saatlik çekim için 5 saat bekleten kanalın hiç mi suçu yok?çektiğim ibretlik yolu saymıyorum bile
bir yıldır tanıdığım birine düzenli aralıklarla yürüyorum.**. taş olsa çatlardı*. vazgeçmenin sınırlarındayım artık.
son 1 ayda, hatta son 1 yıldır süren sürekli depresif-mutsuzluk ruh halini ilk defa bu gece hissetmedim, bir nebze de olsa o an mutluydum. bunun sebebi düğüne gitmem. ben ve düğün dünya üzerinde bir araya gelmesi çok nadir olan şeylerden. ne klasik halay vb oyunlar bilirim, ne severim, hele de etrafda viyak viyak çocuklu, kalabalık, herkesin sizi izlediği yerlerden hoşlanırım. sözkonusu liseden en yakın arkadaşım olunca, mesafeler bile yalan oldu ve geldim, iyi ki gelmişim. hakikaten çok bi şey yapmasam da mutlu olduğumu hissettim.

eski-gerçek arkadaşlarınızın kıymetini bilin, onlar değer verin.
selam. sözlüğe yeni geldim. savrulup duruyorum işte. millet yeni mekanları keşfe çıkıyor, yeni barları, yeni arkadaşları, yeni ortamları bense yeni sözlükleri.

şu sıralar herkese atanacağım demekle meşgulüm. 'neden dışarı hiç çıkmıyorsun' sorularına -çünkü atanıcamm yhaaaaa şeklinde çemkiriyorum.
neden telefonlarımızı açmıyorsun, neden düğünüme gelmedin, neden, neden, neden sorularından gına geldi. her soruya 'atanıcam' diyorum. öyle ki annemin 'akşama ne yemek yapsak' sorusu bile atanacağımı söylemekle noktalanıyor. bob marley'in sesi çınlanıyor kulaklarımda.. dont worry be happy. öyle diyorsun da bob, olmuyor be reis.
köpeklerin yanına, insanların yanında olduğumdan çok daha mutluyum. ormanda baktığım 5-6 köpek var. en iyi dostlarım onlar.

canlılarla iletişimim sadece köpeklerle dostluk ve insanlarla seks ile sınırlı. ben köpeklerle otururken, karşımda tahta masalarda iki arkadaş baş başa söyleşip içenlere öyle özeniyorum ki... ben sadece birlikte olacağım kişilerle içerim. birlikte olmayacağım kişilerle içince de sıkıntıdan patlarım. sıradan konulardan konuşamam yıllardır. ortalama kişilerle (ki, aslında ortalama insanların sıcaklıklarına, farklı dürüstlüklerine, yani sadeliklerine gerçek bir sempati duyar, kalplerinin benden daha yüklü olduğunu bilirim) iletişimde boğulurum, o ortalama kişilerle rahatça sevişebilsem de...

derin entelektüel ve kültürel birikimi olan bir dost arıyorum. sempati duymanın ötesinde birşeyler hissedeceğim biri... saygı gibi... hayranlık gibi... aşk gibi belki de. sekse doymuşum, o olmasa da olur. saygı ve aşk. buldum işte! eksiğim sadece bunlar!

fark ettik yazarken en azından derdimizi. "başlamak, bitirmenin yarısıdır" diyor sol framede bir başlık. sorunu da fark etmek halletmenin yarısı olsa gerek.

yolu yarıladım demek ki. ancak robert frost'un stopping by woods on a snowy evening şiirinden alıntı yapayım: "miles to go before i sleep".

"yol gözümü dağlıyor" demeyeceğim (hayko cepkin'in kulakları çınlasın); yolun uzunluğu da, zorlu olması da gözümü dağlamıyor. gözümü korkutan yolda kimsenin olmaması.
banyodan çıktıktan sonra saçlarım kabarmasın diye ikiye ayırıp örüyorum.
sonra eşarp bağlıyorum. sabah uyandığımda düzleştiriyorum. sonra bir maşayla hafif dalga veriyorum. en sonunda saçımı bağlayıp çıkıyorum.
tüm bu işkenceyi hala niye yaptığımı çözmüş değilim.
çok sıkıldım ama bu hiçbir şey yapmamaktan- ne yapıcağını bulamamaktan değil, bilhassa kaldıramayacağım kadar yükü (istemeden de olsa) omuzlamamdan ötürü. bu kadar yorgunluğun üstüne - mutsuzluktan ve yalnızlıktan bahsetmiyorum bile - aynı şeyi bir de yazın çekmek, kendimde o gücü görmüyorum zira çok bunaldım. kaybetmekten yoruldum.

ben hiçbir şey yapmadan böyle saatlerce durmak, duvara bakmak istiyorum.
eskiden hoşlandığım çocuk orospu olduğunu açıkladığında beni çok sevdiğini belli ediyordu. bana 'ben buyum' dediğinde sesi çok titriyordu.
o gece son lafı, 'bana orospu diyebilirsin ama orospu çocuğu diyemezsin' oldu.
evet ben bu olayda çok üzüldüm. bunu seçme şansı var mı yok mu bilmiyorum ama ben parasız kaldığımda orospu olmuyorsam, olunmaz herhalde.
tekyönde gördüm. 'yanımda müşterim var' dedi.
ama öptü.
müşteri helaya kaçtı.
ben utandım ve ayrıldım. kulağıma 'beni duygusallaştırma' dedi.
'seni olduğun gibi kabul ediyorum, yapacak başka şeyim yok' dedim.
aldı müşterisini gitti. mutluluk taklitleri ile. yüzündeki sahte gülümseyiş ile. o gülümsediğinde parlayan sahte zirkonyum kaplı beyaz dişleri ile.
onu görünce sadece üzülüyorum. içimde ne negatif ne de pozitif bir duygu var.
her koyun kendi bacağından asılır.
kadın ruhundan anlamıyorum.
üşüyorum ve midem bulanıyor. hastalık değil bence, hayır. karanlık sadece, bilmiyorum, çok.
bir video izledim..

adamın birine araba çarpıyor. saatlerce yerde yatıyor ölü. gelen bakıyor, geçen bakıyor. acınası bir durum.. sonum bu adam gibi mi olacak acaba? eteklerim açılmış olur belki. altıma giydiğim o çok sevdiğim gri iç çamaşırım gözükür soğuk asfaltta..
tabiki böyle bir son değil beklediğim. neyse ülkemde hala insaflı insanlar var. neden ben de o 'insaflı' grubuna katılamıyorum.

sokakta çöp toplayan adama aşık olmuştum bir kere. ne kadar aptalım. hala aşkla şefkati ayıramıyorum.. yanından en seksi halimle geçişimde cinsel organına bakmadığımı hayal ediyorum.. bu dürtülerini tamamen nasıl silmiş olabilir? ikincisini düşünmek istemiyorum.. hayır hayır, elbetteki sıradan birini etkileyebilirim. gene küstah tavırlara bürünüyorum.. o çöp toplayan adam için ağladım.. ama yanı başımda ondan daha deli olan yaşlı amca o'na acımasızca tekmeler savururken sesimi çıkaramadım. uçurtma avcısı'nın emir'iydim. neyse ki bunların hepsi geride kaldı.
yine, aynı geçen yaz gibi, hissizleştiğim ama akıntıya kapıldığım bir yaz dönemi daha içerisindeyim. bu sefer karşı koyacak mıyım yoksa sürüklenecek miyim bilmiyorum
bazı kuşlar kafeslenmemeli sözlük..

ben o kuşlardan hiç olmadım mesela. düşüncelerimin hayallerimin ucu bucağı yok. ama ayaklarıma bir pranga takılmış olsa dahi durumu yadırgamam. şu anki halimin müebbetlik bir mahkumdan farkı yok. keşke, keşke idam yasallaşsaydı da bir an önce hayatımın sonuna gelseydim durumlarındayım. o değilde ciddi ciddi beni idam sehpasına götürseniz ödüm bokuma karışırdı. hem insan ölümü istemek için bile cesur olmalı. ben de sadece cesaretin sözcük anlamını bilecek kadar yaratılış var. durumu fıtrat özelliklerime atarak allah'a tam bir teslimiyet haline bürünmüş oluyorum. gerçekten, yukarılardan bana bakınca ne düşünüyordur merak ediyorum. bir babanın hayal kırıklığı kadar basit midir durum acaba.. bir son verilmeli.. ya durumuma ya da hayatıma..
iş dönüşü öncelikle son anda bir ineğe çarpmamak için durdum, sonrasında başka bir semtte koyun sürüsünün geçmesini bekledim. itiraf bunun neresinde derseniz; bütün bunlar istanbul'da oldu. ya da ben artık az içmeliyim.
beyazıt öztürk 'le sevgili olmak istiyorum .
'ayı' olmaktan hoşlanmıyorum. vki sonucuma göre, bu gruba girdiğimi söyleyebilirim herhalde. hayatım boyunca hep kilolu bir insan oldum. yemek yemeyi,yapmayı seven ve tembel birisi olmanın da verdiği ve gerek ailemin bu konudaki sürekli telkinleri, gerek onlardan bana da geçen mükemmeliyetçilik sebebiyle kilo konusundan hep muzdarip oldum. her ne kadar özgüveni yüksek olan-öyle bir görünüm çizen birisi olsam da kilonun birçok şeye engel olduğunu düşünüyorum. bunun en basit örneğinin de ilişkiler olduğunu kanaatindeyim.

görünüm, kim ne derse desin heteroseksüel ilişkilerde de önemli ancak en yazık ki iyi-kötü gözlemlediğim, bizim ' çevrede ' bu önem daha da artıyor. bu filmlerdede böyle, medyaya yansıyan çoğu gerçek aşk hikayelerinde de böyle, henüz tersine rastlamadım (olabilir tabi). geçenlerde yine bu başlıkta çok güzel bir şey demişti ' iç güzellik karpuzda önemli ' diye, hani gerçekten öyle. tabi ki şimdi çok iyi gözüküp, içi boş vs olan yüzeysel insanlar hakkında saatlerce konuşabiliriz ama dürüst olmak gerekirse, parçası olduğumuz toplulukta görünüm hemen hemen %80-ki bunu kimsenin inkar edebileceğini de düşünmüyorum. bu heteroseksüel ilişkilerde de böyle, eşcinsel ilişkilerde de böyle - kimya diye açıklanan, kişiye duyduğunuz o çekim ilk başta fitili ateşleyen. hani haksız mı deseniz, değil ? çirkin kızlar bile yanında ryan gosling gibi birilerini isterken genelde kendine her anlamda bakan eşcinsel camiasında herkesin iç çamaşırı mankeni gibi birileriyle birlikte olma isteğini de bir bakımdan anlıyorum. sonuçta herkes yanında hem kendisinin beğeneceği hem de de diğerlerinin imrenerek bakacağı 'seksi' birini istiyor, hakkıdır da. ' sevimli ' olarak nitelendirilmek kötü olmayabilir ama ne yazık ki oyuncak ayı değiliz.

belki çok sınırlı- önyargılı bir bakış açısına sahibim bu konuda : bu zamana kadar bir ilişki yaşamadım - bir ilişki teklifi, flört aşaması bile yaşamadım, düşündüklerim belki yaşanmamışlıklarımdan da olabilir ama çevremde açık olup da ilişki vs yaşayan insanlar da bunu gözlemlemekteyim, hani herkes kendi 'puanında' birileriyle. buraya katıldığımdaki o kilolu-ayı olma durumunun okey olmasının açıkcası gerçek hayatta etki bulduğuna inanmıyorum. yani her ne kadar kendimizi benimsesek de aslında istediğimizin-aklımızdakinin bu olmadığını düşünürüyorum, bana bunu düşündüren de buradaki tutum- en azından benim yaptığım çıkarım bu. hepimiz (birçoğumuz) kilo konusundan muzdaribiz ama çoğu entry'ye konusu olan erkek tipi kaslı vb görünümlü fit erkek gibi geliyor bana.

uzun lafın kısası, belki çok önyargılı ve yanlış düşünüyor da olabilirim ama bu olayın- ' kendimizi sevelim ve bu sayede birileri de bizi sevicek' mottosunun- sadece lafta kaldığını düşünüyorum. yani iyi bir kalbi olan ve iyi gözüken birini de bulabilirsiniz (iyi şanslar), hani bu bence piyango olur ama görünümün kişiliğin önüne geçtiği kanaatindeyim.
  • /
  • 181