çocukken yapılan saflıklar

fişi prize takarken,dur bakalım parmakları fişe temas ettirince ne oluyor acaba diye çarpılmaktır. hangimiz saf değildik ki küçükken?ben de istemez miydim arkadaşlarımın bana; "pony slaystation 6 yaşında, arkadaşları ona einstein diyor" demelerini, olmayınca olmuyor işte.
size pislik diyen insana ''sen nesin temizlik!'' demeniz... *
o kişi daha ağır şeyleri hak ediyor oysaki.
kuzenimin beni göbek deliğiyle oynayınca balon gibi söneceğime inandırması. akabinde, 3-4 yıl boyunca göbek deliğinin yıkanmaması bunun en güzel örneklerindendir.
filmlerin sonundaki the end yazısını mutlu son olarak uyarlamıştım kafamda. birinden duymuştum hatırlıyorum end son demekti; e o zaman the ne olabilirdi ki. o esnada izlediğim filmlerin hepsi de mutlu bitmiş olacak ki teşhisi koymuştum the mutlu demekti; the end de mutlu son. tabi acı bir sonla biten bir filmden sonra ekranda the end yazısını görmemle filme mi ağlayayım yoksa çürüyen teorime mi bilememiştim.
apartman kapısının biraz ilerisindeki mazgala bozuk para atardım, büyüyünce onun kapağını kaldırıp içinde biriken paraları alırım diye düşünürdüm...

bozacıdan korkardım... çünkü gece yarısı sokakta böyle bas bir sesle "boozaa" diye yaşayan ölüden başka kim bağırabilirdi?
çizgilere basmadan yürüme çalısmalarını sanki dünyanın en büyük olayı gibi başarmaya çalışmak ve başaramayınca başına kötü bir şey geleceğini düşünmek de bunlardan biri olabilir.
evde teksem o uzun koridordan korkarak tuvalete gidemem ve salondaki çiçeğe işerdim. *
evde teksem o uzun koridordan korkarak tuvalete gidemem ve salondaki çiçeğe işerdim. *
evde teksem o uzun koridordan korkarak tuvalete gidemem ve salondaki çiçeğe işerdim. *
evde teksem o uzun koridordan korkarak tuvalete gidemem ve salondaki çiçeğe işerdim. *
evde teksem o uzun koridordan korkarak tuvalete gidemem ve salondaki çiçeğe işerdim. *
evde teksem o uzun koridordan korkarak tuvalete gidemem ve salondaki çiçeğe işerdim. *
dut yerken bazılarının tatlı olmamasından dolayı dutları satın aldığımız adamların tatlı olmayan dutların içine şeker koymayı unuttuğunu sanmak.
ilkokul birinci sınıfta komşumuzun bana hediye ettiği ayakkabı şeklindeki kalemliği patik gibi birşey sanmam.kadının patiğin öbür tekini almaya parasının yetmediğini düşünmem ve onu üzmemek için hiç bir şey söylememdir. oysa bildiğin fermuarlı kalemlikti. çocukluk işte.
ansiklopedi kelimesinde sırf -sik hecesi geçiyor diye ansiklopedi demezdim,onun yerine şu kitap deyip işaret ederdim.
çoook küçükken *eski türk filmlerindeki klasik sahnelerde "hayır sezer'in asıl babası benim" diyen adama "yahu ne saçma annesi kimle evlenirse babası odur. ne demek asıl babası" diye yorum yapardım.
(bkz: eşeyli üreme)
900 lü hugo hattını arayıp bir dakika dolmadan faturaya yazmaz nasılsa diye 59sn hugo'nun o yavşak sesini dinleyip telefonu kapatmak. ay sonunda babamın fatura elinde beni kovalaması hala dün gibi.
böcek yemek, bir bebeğe 'türkçe biliyor musun?' diye sormak, saksı çiçeklerini kökten söküp yerine geri koymak, sıkılınca masa altına girmek... çok marjinal bir çocuktum...
kuyudan çekilmiş buz gibi suyun içine yaz sıcağında minik ördek yavrularını belki yüzerler diye boğarcasına sokmak, sonrasında garibanların soğuk su sebebiyle şoklanması, yürüyemez hale gelmeleri, bunlar olurken babaya yakalanmak ve eşek sudan gelinceye kadar sopa yemek...
  • /
  • 3