çocukken yapılan saflıklar

burnuma leblebi sokmakta üzerime yoktu! sonrasında annem elinde bir cımbız, danalar gibi koştururdu beni evin içinde. eğer annemin cımbızı işe yaramadıysa, önce temiz bir şaplak sonrasında dispanser yolu..
say say bitmez efenim, " sen ne kadar salak bi çocuksun" diye söylenenlere "senin kadar" diye cevap verirdim. hugo'yu tutturan apartmandaki tek çocuk olmama rağmen telefonu tolga abinin suratına kapadım heyecandan*, bisikletini vermeyen çocuğa dalmak, ve tuvalet deliğine ayağını sıkıştırmak* bunlardan birkaçı.
havaya pamuk üfleyip, onların birleşip bulut oluşturacağını düşünmek.
bokumda ne var diye uzun uzun incelemekten bünyemde hep fazla metan vardı. bataklığa düşsem adaptasyon neticesiyle daha geç boğulurum.

bir de banyoda gözlerimi kapayınca hayaletler gelip beni öldürcek sanardım. yalnız hala banyoda gözlerimi kapayamam ve bir de hala bokuma bakıyorum.
balkondan aşağı tükürmek ve aşağıdakilerin bunu yağmur sanacağını sanmak!
evde bulunan her tülbenti, kumaşı pelerin yapmak, ruhsarcılık oynamak ve tabi ki favorim koltuktan baş aşağı oturmak. ne güzelmiş çocukluğumun zamanları, hey gidi hey.
evde tek başıma kalmaktan korkmazdım, annem de bunu komşularına falan öve öve bitiremez, benle gurur duyardı. bir gün yine babam işte annem de üst kat komşumuz olan hülya teyzemlerde idi. muhtemelen yine, evde tek başıma kalmamla övünüyordu. ben de hummalı bir çalışma başlatıp yatak odasındaki şifonyerin çekmecelerini alt üst ediyordum. üstünde sağlık bakanlığı yazılı kare kare küçük poşetler buldum. içinde ne var acaba diye merak ediyor, bastırdıkça bi o yana bi bu yana kaçan bir cisim hissediyordum. dayanamadım açtım. içinden çıkanı da * * * * tamamen açtım. balon lan bu dedim kendi kendime. şişirdim oynadım. akabinde annemin salonda birkaç tane balon yapılmış prezoları görmesi, benim evde tek başıma kalmamın bana hissettirilmeden yasaklanışı, sonrasında alınan gerçek balonların çabuk patlamasından mütevellit anneme her defasında ''bunlar kalitesiz balon, bunların uçlularından alalım bidahaya'' dedikçe annemin çıldırması ''yok balon malon sana sıçarım balonuna'' demesine mukabil gözümden dökülen yaşlar... *
okumaktan büyük keyif aldığım başlık oldu.
seksek oynarken ben yanmayacağım deyip bütün mahalleyi ki uçurum kenarı, bitmeyen yokuş aşağı ve bitmeyen rampalardan mürekkep bir mahalle, tek ayakla sekerek dolaşırdım. üzerinize afiyet bacaklar biraz uzunca her nedense yorulduğumu hissetmezdim. ya da nasıl bir inat. tabi sabaha kadar bacak ağrısıyla kıvranmalar...

beş on kafadar bir arı kovanı keşfettik. hemen minibüs yolunun kenarı. kovan değil mübarek ayrı bir şehir. her halde bir iki metre uzunluğunda vardı. kaptığım gibi taşı kovana imzamı attım. ardındana arkadaşlarım, bokunu çıkartıp kaya denecek taşları imece usulü kaldırıp paramparça etmeye başladılar. tabi arı aşireti silahlanıp bizi sokmaya karar verdiklerinde ne yapacağımızı şaşırıp çil yavrusu gibi dağıldık. bir minibüs o sırada yolcu indiriyordu. ve minibüs-bakkal henüz durmuştu. netice: arı tarafından sokulmadık bir kişi bile kalmadı bulutlu tepede. ne gündü ama.

bir de evimizin tam karşısında beş metre kadar ilerisinde minaresiz bir cami vardı. caminin sağ tarafında bir ev ve aralarında dar ve yine yokuş aşağı ve rampası olan bir sokak. evin kocaman bir bahçesi vardı ki dut, incir, kavak ve bilmediğim kocaman ağaçları vardı. yine caminin arka bahçesi de incir ağaçlarıyla doluydu. akşam olduğunda o sokağa korkudan girilmezdi. arkadaşlarla iddiaya girdik. ben geçerim o sokaklardan dedim. çocuk aklı, sekiz on yaşlarında ya varım ya yokum. sübhanekeyi yeni ezberlemişim ya kendimi güvende hissediyorum, adeta 'allah muhafaza' desem görünmez bir kalkan beni koruyacak. ama komik olanı inersem diğerlerine elleyecem. tey allam. duamı okudum. kış gecelerinde anlatılan cin hikayelerinden aklımda kalan, cinlerden korkmayın, yokmuşlar gibi davranın, heyecanlanmayın, sakın ıslık çalmayın öğüdüyle daldım sokağa. sanki ne, düşünceli bir ifade, arada az önce uykudan kalkmış gibi göz kırpmalar, rahat görünmeler, eller cepte... kırmızı halıda yürüyorum adeta. adımlar da sakin, ola ki hızlanırsam cinler musallat olabilir. yolun sonuna geldiğimde ilk sokak lambasının altında oturup üç buçuk heyecanını gidermek için herhalde beş milyon kere sübhanekemi okudum. ve sokağın başına geldim. yok, sübhaneke korkumu dindirmeye yetmedi bu defa. arkamda kimse olmayınca da hepten tırstım. tam geri dönüyordum ki... iki köpek. işte mahalleye nasıl çıktığımı bilmiyorum. artık koştum mu bir melek beni mahalleye mi uçurdu bilmiyorum. ama elletecek olan arkadaşlarımdan hakkım olanı almak için her birinin tek tek sıkıştırdım. allahım, nasıl utanıyorum şimdi. iyi ki görüşmüyorum. ya onlar da hatırlıyorsa. *
abimin satın aldığı mobiletin benzini bittiğinde, çok sıkıldığım bir gün de çalışır umuduyla deposuna su koyduğumu söylemek istiyorum ama sözlükten atılmam umarım. 12 yaşındaydım
izleyip etkilendiğim filmlerin baş karakteri olduğumu sanırdım. bir iki gün o havayla geçerdi. şizofrenin kıyısından kenarından dönmüşüm.
küçükken, sanırım 6 kardeşin içinden en uslu olanıydım. babamdan bir kez bile dayak yemeyen tek aile ferdi olmamı da buna borçluydum galiba..
evin içinde görünmez adam gibi yaşar giderdim.. yeme içme gibi toplu yapılan etkinlikler dışında kendi kafama göre takılırdım.
bazen ağıldaki kuzuları, buzağıları ziyaret eder onlarla dertleşirdim. kah kümese gidip kuluçkaya yatmış tavuğun kanatlarını kaldırıp yumurtalar çatlamış mı diye kontrol eder, kah dam başına çıkıp ot yığınları arasına uzanır, gökteki bulutların şekilden şekile girmesini seyreder, onları devlere, savaşan ordulara, mitolojik hayvanlara benzetir hayal kurardım. köy yerinde hayal gücünü harekete geçirecek yeterince mekan ve harcayacak bolca
zaman vardı nasıl olsa..
daha olmadı ırmak kıyısına gider, kestiğim kamışlardan kendime düdük yapar, bağrışıp duran kurbağalara nispet yaparcasına öttürüp dururdum. paçaları sıvayıp ayaklarımı suya sokar, suda taş kaydırırdım saatlerce..
etraftaki bitkileri, uçuşup duran kuşları, suya konup kalkan kız böceklerini seyreder hayallere dalardım..
güya ben kaptan cousteau idim, köyün zavallı boklu deresi amazon ırmağıydı ve ben bilimsel araştırmalar
yapıyordum..
gösterişsiz serçeler alımlı papağanlara, kurbağalar timsahlara, sığ suda yüzen yavru alabalıklar ise vahşi piranhalara dönüşüyordu hayallerimde..
evde olduğum anlar varlığım hissedilmediği için, yokluğum da farkedilmiyor ve ben kendi kurduğum dünyada mutlu mesut yaşıyordum.
duvara işeyerek kim adını yazabilir deyip arkadaşlarımın similyasına bakarken hep üstüme işerdim
tv'de okey reklamı oynarken babama okey ne diye sormuştum. canım babam ise bilmiyorum diye geçiştirmişti.
mesleği astsubay olan babama sen askerliğini nerde yaptın diye sormak.
annemle babamın düğün fotoğraflarını görüp ağlamışım beni neden çağırmadınız diye.
tombul tombul memeler şarkısı her çaldığında ağlardım. meme dedi ayıp diye.
kuzenime oral seks teklifinde bulunmak alenen. neymiş çükün çok güzelmiş.
ulan meme dedi diye ağlayan çocuk oral seks teklifi mi edermiş demeyin. ediyormuş işte...
bilmem hatırlar mısınız.eskiden power rangers vardı tv'de.onları hep kartepe(izmit)' nin arkadasında olduklarını sanardım.
ezanı allahın okuduğunu sanmak
üşütmüşüm diyen komşunu karısına ''-akşam bize gel baba seni kucağına alsın terletsin. ben üşütünce öyle yapıyorum hiç bişeyim kalmıyo'' demek. resmen babama kadın ayarlamaya çalışmışım. *
  • /
  • 3