bana her okuduğumda "sabahları sultanı" çağırıştıran burger king ismine oranla daha tercih edilebilir bir isim olmuş. hungry jack's.. hungry jack's.. söylemek bile insanı acıktırıyor... acık.. ac.. a..*
irlandalı-fransız yazar samuel beckett'ın en ünlü eseridir. absürt tiyatronun ilk eserlerinden biri olarak oyun, drama için yeni olasılıklar çağına öncülük etti. eleştirmenleri keskin bir şekilde ikiye böldü: kimi eseri çok başarılı bulurken kimisi yerden yere vurdu. kazanan ilk görüş oldu çünkü 1969 yılında samuel beckett nobel edebiyat ödülünü aldığında godot'yu beklerken'i en büyük başarılarından biri haline getirdi.
oyun boyunca çok az şey olur. vladimir ve estragon, bir yerde godot'u beklerken tartışırlar. çok geçmeden yanlarından kölesiyle bir adam geçer. köle dans eder ve tuhaf bir doğaçlama sergiler. sonra yanlarına godot'un gecikeceğini ama sonraki gün geleceğini söyleyen bir çocuk gelir. ertesi gün vladimir ve estragon gene aynı yere gidip beklerler. gene köle sahibi ile karşılaşırlar ama köle sahibi kördür. sanki onlarla hiç konuşmamış gibidir. köle sahibinden sonra tekrar çocuk gelir, o da sanki onlarla hiç tanışmamış gibidir. çocuk godot'un gelmeyeceğini söyler. iki adam da ayrılmaktan ve eve gitmekten söz edeler ancak perde kapanırken beklemeye devam ediyorlardır.
godot'y beklerken'de örneklendiği gibi absürt tiyatro 1950'lerde ve 1960'larda avrupa'da çiçeklendi. bu türdeki oyunlar içerikleriyle genelde anlamsız görünürler. gerçekten de godot'yu beklerken'in nerede geçtiği bilinmez ve iki adamın neden godot'yu bekledikleri söylenmez.
eleştirmenler oyunu, modern dünyanın varoluşsal kötü vaziyetinin insanlığın anlamlı bir şeyleri bekleyişinin ama bu şeyin ne zaman geleceğinin, gelip gelmeyeceğinin veya onun ne olduğunu bile bilmeyişinin çıldırtıcı hareketsizliğinin temsili olarak ele alırlar.
* beckett, çok ender röportaj vermiş. hatta insan içine bile çıkmazmış. 1969'da nobel ödülünü kazandığı zaman bile ödülü almaya gitmemiş, başkasına aldırmış.
bu tıpkı çocukken yeni taşındığımız mahallede, hiç tanışmadan mahalle maçına girmemiz gibidir. ya da ailemizle gittiğimiz plajda birden bire çocuklarla oynamaya başlamamız gibidir. tüm bunlar ne kadar anormalse, tanışmadan birisiyle sevişmekte o kadar anormaldir. lütfen, seks bir ihtiyaçtır. yemek yemek, işemek ve hava almak gibi. iki insan kendi hür iradeleriyle "oyun oynadıkları" sürece stres atarlar. gerginlikleri azalır. eğitimlerine veya işlerine daha iyi konsantre olurlar.
gün geçmiyor ki binilen topluma taşıma aracında yanınıza oturan teyze, abla, amca, dayı siz mesajlaşırken eğilip telefonunuza bakmasın. siz belki annenize gelirken ne alayım diye soruyor olabilir belki de erkek arkadaşınızla yatak muhabbeti çeviriyor olabilirsiniz; ancak bu bakışların sinir bozuculuğu her zaman eşit kat sayıdadır. böyle durumlarda ben yavaşça kamerayı açıyorum. daha ihtiyar ne olduğunu anlamadan ön kamerayı açıyor ve yavaşça telefonu ona kaydırıyorum. kamerada kendisiyle göz göze gelen ihtiyar hızla başını çeviriyor.
i've heard there was a secret chord that david played, and it pleased the lord but you don't really care for music, do you? it goes like this the fourth, the fifth the minor fall, the major lift the baffled king composing hallelujah
hallelujah, hallelujah hallelujah, hallelujah
your faith was strong but you needed proof you saw her bathing on the roof her beauty in the moonlight overthrew you she tied you to a kitchen chair she broke your throne, and she cut your hair and from your lips she drew the hallelujah
hallelujah, hallelujah hallelujah, hallelujah
baby i have been here before i know this room, i've walked this floor i used to live alone before i knew you. i've seen your flag on the marble arch love is not a victory march it's a cold and it's a broken hallelujah
hallelujah, hallelujah hallelujah, hallelujah
there was a time when you let me know what's really going on below but now you never show it to me, do you? and remember when i moved in you the holy dove was moving too and every breath we drew was hallelujah
hallelujah, hallelujah hallelujah, hallelujah
maybe theres a god above but all ive ever learned from love was how to shoot at someone who outdrew you its not a cry you can hear at night its not somebody who has seen the light its a cold and its a broken hallelujah
hallelujah, hallelujah hallelujah, hallelujah
you say i took the name in vain i don't even know the name but if i did, well, really, what's it to you? there's a blaze of light in every word it doesn't matter which you heard the holy or the broken hallelujah
hallelujah, hallelujah hallelujah, hallelujah
i did my best, it wasn't much i couldn't feel, so i tried to touch i've told the truth, i didn't come to fool you and even though it all went wrong i'll stand before the lord of song with nothing on my tongue but hallelujah
hayatımda tiksindiğim sayılı porno oyuncularından birisi. onu görünce hemen başka pornoya atlıyorum. belki 14 yaşında bir oğlan çocuğuna benzediği içindir. belki yarrağı her yediğinde suratında beliren o "bebeğim geliyor benim" bakışındandır.
bu yanlış anlaşılmalar hep date kavramının türkçede uygun karşılığı bulmamasından kaynaklanır. insanlar sanıyorlar ki birisiyle beraber olmak için ille onu "sevmek" arabesk arabesk "selvi boylum al yazmalım" cingılında gezmek gerek. iki insan aralarında hiçbir şey olmadan nasıl seks yapabiliyorsa, birbirlerini tanımak için bir kaç ay pekala beraber takılabilirler. işte o bahsettiğiniz bir ay çıkıp iki güne unutan "nankör" kediler hep türkçede date kavramını karşılayacak bir kelime olmadığı için yanlış anlaşılıyorlar.
ellie goulding'in fifty shades of grey için hazırladığı şarkı. ana'nın hislerini çok güzel açıklarken albüm kapağında canlandırdığı alt dudağını ısıran kız pozu zihnimizde direk ana'yı canlandırmamıza sebep olmuştur.
"alt dudağını ısırmaya devam edersen seni çok fena beceririm," dedi grey.
gustave flaubert'in 1857 yılında yazdığı romanı. 19. yüzyılın ilk büyük eserlerinden biridir. romanın hikayesi bu zamanlar için sıradan karşılanmasına rağmen, tatmin olmamış, zina peşinde koşan bir kadının tasviri o zamanlar için devrim sayılırdı. olay örgüsü flaubert ve yayıncısının müstehcenlikten yargılanmasına sebep olunca halk öfkelendi.
genç emma bovary, rahibeler tarafından eğitilmiş ve kırsal bölgede yetişmiştir. sadece ortalama bir zenginlik ve asgari bir yetkinlik sahibi burjuva bir doktorlar evlendikten sonra evliliğinin donuk gerçeklikleri idealize ettiği beklentilerini karşılamaz. annelik bile ruhunu yüceltemez; romantik aşk gibi bir şeyi özler, ama istekleri amaçsız ve değişken kalır. emma birinin kalp kırıklığıyla ve diğerinin sıkıntıdan bittiği, evlilik dışı iki ilişki yaşar. kocası tamamıyla habersiz olmasına rağmen, emma boşboğazlığı ve aşırı borçlanarak işi sonunda fahişelik yapmaya götürmesine neden olan para harcama konusunda dikkatsiz davranır. ümitsizlik içinde, kendisini zehirleyerek ölür.
madam bovary'i yazmak flaubert'in beş seneden fazla zamanını aldı. arkadaşları onu bu projeyi bırakması için zorlamışlardı ama o kendisini tamamen bu projeye adamıştı.
ayrıca madam bovary, anna karenina ve aşk-ı memnu gibi önemli edebi eserlere esin kaynağı olmuştur.
eğer halı silkeleyen sığırın üst katındaki komşuyla anlaşırsanız, el birliğiyle çabucak yapılacak şeydir. ama bu çocukken kuzenlerle balkondan sevmediğiniz komşunuzun kel kafasına kabuklu yemiş atmaya benzemez. hazırlıklı olacaksınız. çişiniz gelmiş olacak. sığır pencereyi açtığı an koşarak komşuya çıkacak ve yıkama işlemine başlayacaksınız.
hayatında hiç hakkari'yi görmemiş, mardin'de ikamet etmemiş, diyarbakır surlarına çıkmamış bir trolün akıllara zarar provokatif beyanı. sorsan misak-i milli sınırları diye çığırır ama hayatında malatya'nın ötesine geçmemiştir.
ciddiye alınmaması gerek. bu ülke herkesindir. bu toprakları seven, insanlarını seven herkes bu ülkede hak iddia edebilir.
öncelikle herkesin yaptığı işe saygı duyuyorum. kimse oturduğum yerden eleştirmeye hakkım yok, biliyorum. sonuçta ben tüm lgbt'leri destekleyen arkadaşlarıma rağmen kendimde onur yürüyüşünde yürüyecek gücü bulamıyorum. sonuçta tüm arkadaşlarım facebook profillerini gökkuşaklarıyla döşerken ben hiçbir şey olmamış gibi devam ettim. türkiye'de yapılan onur yürüyüşüne de son derece saygı duyuyorum ancak zaman zaman kendime "neden onur yürüyüşüne katılmaktan bu kadar çekiniyorsun" diye sormadan edemiyorum.
şimdi izin verirseniz burada biraz bunu açıklayacağım. ama en başında şunu özellikle belirtmek istiyorum, bu uğurdan yapılan her şeye son derece saygı duyuyorum. sadece benimki biraz özeleştiri gibi.
eskiden en yakın arkadaşım olan çocukla, o da gay olduğunu öğrendim, onur yürüyüşü hakkında konuşurken "ya biz orada lgbt bireylerin hakkını savunuyoruz yoksa orospuların gördüğü polis şiddetini mi savunuyoruz?" diye sordum. "ben orada anneme aşkımı savunacağım yoksa aileme para karşılığı bedenini satmanın doğru bir şey olduğunu duyuracağım? ailem benim bir erkekle sevişmenin kabul edememişken beni bir hayat kadınıyla kol kola görseler ne düşünürler?" ki seks işçileriyle hiçbir problemim yoktur. ama benim yürüyüşümle bunun alakası ne?
biliyorsun türkiye'de tanzimattan sonra pek çok şey avrupa'dan direk alındı. biz roman üretmedik. şiir yazmadık. avrupa'dan alıp onu taklit ettik. bize hep batıyı takip etmek derken hep batıyı taklit etmeyi öğrettiler. şimdi onur yürüyüşünde yapılanda aynen bu. biz amerika'da bu yürüyüş nasıl yapılıyorsa aynen onu alıyoruz. taklit ediyoruz. senin muhattap olduğu adam obama değil ki? senin komşun kızını beceren adamla futbol izleyen john doe değil senin komşun kızını bir erkekle el ele görse tekme tokat döven onu eve kilitleyen hasan usta! seni nasıl bir amerika'lı gibi yaparsın?
recep ile şaban'ın arasın ramazan giremez! allah aşkına bu sloganı ne kadar düşündünüz? siz akp'nin yüzde 40 mhp'nin yüzde 16 aldığı bir ülkede, ki chp ile hdp'de ki muhafazakarları saymıyorum bile, bu şekilde saygı göreceğinizi mi bekliyorsunuz?
biraz önce paylaşılan görüntüleri izledim. yahu sen nasıl benim onur yürüyüşümde gidip oral seks yaparsın. bok. bok. bok. bok. boksunuz. ben anneme saatlerce iki erkeğin aşkını anlatayım, kalp hastası babamı iki erkeğin birbirini sevebileceğine ikna etmeye çalışacağım siz gidin benim cinsel yönelimimi içine aldığınız bir "onur yürüyüşü" düzenleyin ve çırılçıplak birbirinize oral seks yapın. boklar. boksunuz işte. şimdi bu görüntüyü ailem görse ben onlara ne derim? 1 senedir uğraştığım şeyi nasıl hiç edersiniz? hep üzülüyordum lgbt'ler haber programların yer bulmuyor diye. iyi ki bulmuyorlar. gerizekalılar.
bundan sonra bu ülkede tek kelime etmem lgbt hakları için. bana ne? yarın gidip ailemede tövbe ettim yok öyle bir şey derim. ne diye üzüyorum ki ben ailemi? sessiz sakin hayatımı yaşarım. okulumu bitirince de siktir olup giderim amerika'ya.
aziz ordumuzun uçaklarla cepheden cepheye uçuştuğu şu mübarek günlerde, sözlükte tek başına trollenmekten ve bilimum savaş karşıtı insana göğüs germekten memeleri sarkan, ışık ve sevgiyle, green apple'a cephe arkadaşları aramaktayız. eğer sizlerde 7/24 sol framei türklerin boklarının ne kadar pembe olduğuna dair doldurabilir, bütün bearhairy başlıklarının altına çemkirebilirseniz, durmayın başvurun.
aranan kriterlerimiz;
-düşük bir zeka -bütün gün bilgisayarda vakit harcayacak kadar işsiz olmanız -yazım yanlışları ve imla hatalarıyla dolu bir grameriniz -2 veya 3 kelimeden fazla cümleler kurmamanız gerekmektedir.
hadi ne duruyorsunuz! dutchbear'ın eksikliğinde bu ablanıza sahip çıkmak, onu cephede bu savaş karşıtı çiçek çocuklarla yalnız bırakmamak için alın elinize klavyelerinizi.
okullar okunmuş, iş güç sahibi olunmuş, evlenmemeyi tercih etmiş adamın ailesiyle yaşama durumudur. annesinin yaptığı yemekleri yemenin, temiz ve ütülenmiş çamaşırlar giymenin rahatlığını bırakamamış adamdır. muhtemelen ev işlerine uygun değildir. tek başına bıraksan ya yemeği yakar ya da gömlekleri ütülerken kat izi bırakır. aileyle oturmak demek, anne ve babanın otoritesini kabul etmek ve hayatını onların dünya görüşlerine göre şekillendirmek demektir. bir insan 30 yaşını geçtiği halde hala evin oğluşu muamelesi görüyorsa oturup düşünmesi gerekir.
tabii istisnası olanları bu durumun dışında tutuyorum.
erkeklerin sekse çok fazla önem vermesi. özellikle genç çiftlerin en büyük sorunu bu. seks, seks, seks. heteroseksüel bir çiftte en azından kadın ilişkinin duygusal tarafını sırtlayabilirken, bakınız lezbiyenlerin daha sağlam ilişkilerinin olması, bizde bu duygusal tarafı sırtlayacak kimsenin olmaması. bakınca otuza yaklaşmış veya otuzun üstünde geylerin ilişkileri daha sağlam. çünkü adamlar ancak belli cinsel hazzı içlerinde çürütünce ilişki yaşayabilecek kafaya gelebiliyorlar.
genelde feminenleri rahatsız eden durum, anlıyorum.
ancak pek çok yazarında dediği gibi bir gey olarak maskülenlik arıyorum. pizzayı elleriyle yiyen, tornavidayı alıp ev işi yapan, araba bozulunca kendi işini görebilecek birisini. lady gaga dinleyip, skinny jeans pantolonların içinde kırıtan birisini değil. ben ilk kategorideyim ve ilk kategoriden hoşlanıyorum. bu yüzden arayışıma daha çabuk ulaşabilmek için feminenler yazmasın diyorum.
bir de kafa yapısı olarak çok farklıyız. etrafımdaki kadın arkadaşlarıma bakıyorum bir de feminen geylere bakıyorum... nasıl başarıyorlar bilmiyorum ama kadın arkadaşlarımdan daha kadın olmayı başarıyorlar. bilmiyorum belki burada da dendiği gibi aslında onlar gey değildir. transtırlar. ya da başka bir yaşam formu. gerçi onlar kendilerini ne olarak tanımlıyorlarsa o'durlar. benim haddime değil. ama hoşlanmıyorum işte. umarım onlarıda seven birileri vardır. hem benim sevgime muhtaç değiller ki. takılmasınlar bu kadar.
geçenlerde yukarıda bahsi geçen yazar bana mesaj atmış. benim yazdığım ikinci c sendin xxxxx, diye. çok şaşırdım ve üzüldüm. çünkü kendisine özel bir düşmanlığım yok. düşmanlığı bırakın sözlüğe ilk kayıt olduğum günlerde seri eksi verdiğim günün gecesinden dark bear tarafından uyarıldıktan sonra yaptığımın pasif-agresif ve sinsi bir davranış olduğunu fark edip seri eksi oy vermeyi bıraktım. ha,genelde artık eksi oy vermem ama hoşlanmadığım bir yazarın düşüncesini beğenmediysem anında eksiyi basarım ki tanım cümlelerini, bilgi cümlelerini asla eksilemem. dediğim gibi sevmediğim yazarların belli başlı görüşlerini eksilerim. ama beğenmediysem.
şimdi bu yazar bana öyle diyince ne yalan söyleyeyim üzüldüm. çünkü kendisiyle daha doğru düzgün tanışmadan onun düşmanı olduğumu düşünmüş. bir kaç gündür entrylerini gördükçe artılıyorum. kafasında soru işareti kalmasın diye. aman alt tarafı bir sözlük, eksi - artı için birbirimizi üzmeye değer mi? artılar feda olsun.*
türkiye'nin acı gerçeği. eğer tıp fakültelerini ve hukuk fakültelerini çıkarırsanız bu okullar dışında türkiye'de doğru düzgün bir tane üniversite yok. belki itü veya bilkent'in bazı bölümleri bazı konularda iyi olabilir ancak genele baktığımızda bunlar bir üniversiteyi iyi yapmaya yetmiyor.
bir de şöyle bir tesellisi vardır bu okullara girmeyenlerin/giremeyenlerin* önemli olan nereden mezun olduğun değil nasıl mezun olduğun.*
bir savaş esnasında sikimde olmayan bakıştır. tsk'nin görevi savaşmaktır, ülkeyi iç ve dış tehditlerden korumaktır. bilim kurumu değildir.
bu duruma üzülüyorum çünkü tsk'nin bu bağnaz tutumu yüzünden çocukluk hayalim olan f16 pilotu olma hayalimden vazgeçmiştim. liseden mezun olduğumda harp okulu sınavlarını kazanmıştım. hem de iyi bir dereceyle. o zamanlar seks yapmayı bırak hiçbir erkeği öpmemiştim bile. tam intibak eğitimine gideceğim sabah vazgeçtim. odamdaki bütün uçak posterlerini tek tek söktüm.
ha, uygun ortam koşullarında oturulur konuşulur. bakış açısı yanlıştır. düzeltilebilir. amerika değiştirmiştir. amerikan ordusuda hep pozitif değildi eşcinselliğe karşı. önce şu trafik polisini kalleşçe vuran itlerden kurtulalım sonra onlarında sırası gelir.
okullar okunmuş, iş güç sahibi olunmuş, evlenmemeyi tercih etmiş adamın ailesiyle yaşama durumudur. annesinin yaptığı yemekleri yemenin, temiz ve ütülenmiş çamaşırlar giymenin rahatlığını bırakamamış adamdır. muhtemelen ev işlerine uygun değildir. tek başına bıraksan ya yemeği yakar ya da gömlekleri ütülerken kat izi bırakır. aileyle oturmak demek, anne ve babanın otoritesini kabul etmek ve hayatını onların dünya görüşlerine göre şekillendirmek demektir. bir insan 30 yaşını geçtiği halde hala evin oğluşu muamelesi görüyorsa oturup düşünmesi gerekir.
tabii istisnası olanları bu durumun dışında tutuyorum.