aşkın cinsiyete ve cinse göre sınıflandırılmasini yanlış bulsam da, somut bir gerçeklik olup olmadığı da meçhul. belki de kişiden kişiye şiddeti değişiyordur, o yüzden herkese göre tanımı başkadır. varsa, herkes ve her şey için vardır yoksa da yine herkes ve her şey için yoktur.
sorsan her şeyin özgür olmasından yana olan insanların içine düştüğü gaflet.
kendi gibi düşünmeyen insanları çatır çatır yargılayıp, inandıkları ya da sevdikleri şeyleri aşağılayıp sonra karşısında kendininkine benzer davranışlar görünce ağlayıp ''faşist'' demeyi görev sayar bu kafadaki insanlar. o doğrudur ya da bu doğrudur demeden sadece saygı duymayı öğrendiğimizde bir şeyler düzelir inş.
kalben sağdıç'ın kendini anlattığı, dilenecek özrünün kalmadığını söylediği şarkı.
kalbimde bir tas, gozumde yas
yurur ayyas sapar boynuma
insan kendine yakalanir
insan kendinden yaralanir
ah kendimden bi ciksam
kossam kossam ve atlasam
deniz alsa, balik sevse, evinde misafir etse
sussam sussam, balik sussa, opse ve de koklasa
sakin ol evladim diye, sakin ol evladim diye, sakin ol evladim
tuttum adami cenesinden
vurdum tam sol memesinden
kut kut bam gum fis fis yoktur
kovdum seni hevesimden
tuk tuk tukuruk gibi tuketip omrumu
ozrumu dileyip her birisinden
hadi hadi gittim
hadi gittim ben
dünya üzerindeki en muhteşem çikolata/ tatlı olma ihtimali olan şey. adına yaraşır, süt ve tahıl dolgulu mühendislik harikası. (bkz: gıda mühendisliği)
aslında böyle yerlerdeki zorbalığın derecesi lgbt bireyim açık yaşama derecesine ve eğitimin hangi kademesinde olduğuna göre değişir. kendini daha fazla açık ettikçe daha fazla zorbalığa mazur kalınır kısaca. fakat diğer herkes gibi toplumun normlarına uygun yaşayınca ve mümkün olduğunca maskülenseniz (transeksüelleri hariç tutuyorum burada) pek fazla sıkıntı çıkmamaktadır, küçük bir şehirde yetişmiş biri olarak bulunduğum bölgedeki insanlara yavaş yavaş açıldığım süreç boyunca hiçbir şekilde zorbalığa ya da tacize maruz kalmadığımı söyleyebilirim. aksine ne onlar kadar ''normal'' olduğumu görünce biraz da olsa kafalarındaki genel ön yargıların yıkıldığını düşünüyorum.
onun haricinde şimdiye kadar en fazla zorbalığa maruz kaldığım dönem ilk okul ve orta okuldur. lise hayatımdan itibaren azalarak şu anki üniversite hayatımda tamamen yok olmuştur. ha tüm bu evrelerden sonra insan cinselliğini yaşamaya başladığı zaman küçük şehirlerde seçeneklerin ve cesaretin azlığından dolayı küçük şehirlerde yaşamak sıkıntı olabilmektedir.
insanı depresyondan çıkaran, mükemmel bir aile hayatıyla iç ısıtan üst düzey komik dizi. phil sanırım en çok güldüğüm karakter, yok ya cam yok yok gloria. hepsi güzel hepsi harika. yedinci sezon gelse de izlesek, siz de izleyin.
mockumentary tarzına olan bağımlılığımın doruk noktası, finaliyle hayli üzen dizi. the office ve modern family ardından çerez gibi iki haftada bitebiliyor. oyunculardan bazılarının fazlaca çekici olması (bkz: chris pratt) diziye kitliyor insanı. favori karakterim leslie knope olsa da hemen her karakter ayrı bir güzel.
canım okulumun en sevdiğim yerlerinden biri. derslerden sonra gidip çimlere yayılarak neredeyse her gün tadını çıkardığım, amerikan futbolu veyahut ragbi oynayan abilerimize şoklar içinde bakakaldigim mekan. en keyifli zamanları ise saha ikiye bölünüp bir tarafında rugby oynanıp diğer yarısında da quidditch antrenmanı yapıldığı zamanlardır.
canım okulumun en sevdiğim yerlerinden biri. derslerden sonra gidip çimlere yayılarak neredeyse her gün tadını çıkardığım, amerikan futbolu veyahut ragbi oynayan abilerimize şoklar içinde bakakaldigim mekan. en keyifli zamanları ise saha ikiye bölünüp bir tarafında rugby oynanıp diğer yarısında da quidditch antrenmanı yapıldığı zamanlardır.
büyük lokma yiyip, büyük konuşmaması gereken geydir. kimin ne zaman kimi seveceği belli olmuyor sonuçta. feminenlerden hoşlanmıyorum diye kendini kısıtlamasa daha mutlu bir insan olabilir aslında.
son 3 ay öncesine kadar yaklaşık 8 aylık bir süreç için de facto olarak, son 3 ay ise resmi olarak gerçekleştirdiğimiz eylem. kolay değildir. ama zor da değildir. tamamen kişilere bağlı olmakla birlikte partnerlerin ayrı bireyler olduğu unutulmadığı ve buna bağlı olarak kişisel alan ''çok fazla'' ihlal edilmediği sürece (her ne kadar kısıtlanmıyor desek de evini, yatağını, düşüncelerini, hislerini ve vucudunu paylaştığın insan sonuçta) gayet de güzel giden şeydir. otogarlarda, dolmuşlarda, sinemalarda, kafelerde geçirilen onlarca saatten sonra aynı evi paylaşıp, birbirini görmek için hiçbir çabaya gerek kalmadan olan bütün gücünü partnerine yansıtabileceğin bir ortam oluşturmaktadır ve karşındaki insanı çok daha iyi tanımana vesile olur. fakat en çok dikkat edilmesi gereken unsur bana göre; ayrı zevkleriniz sadece kendinize ayırdığınız vakitlerinizin olması, olabilmesi. ayrı ayrı arkadaşlarınızla görüşebilmeniz veya kendi başınıza vakit geçirebilmeniz. çünkü bir süre sonra buna ihtiyacınız oluyor. kendinizi birbirinize kapatmayın. birbirinizi tüketmeyin, insan asalak bir yaratık olmaya çok müsait. sadece seviyorsunuz diye sömürülmeyin ve karşınızdakini sömürmeyin maddi ve manevi olarak. ha bir de son olarak sevgiliniz sizinle yaşamasın, siz sevgilinizle birlikte yaşayın.
henüz eve döneli iki gün oldu, iki gündür salondaki kanepede yatıyorum. bu gece dayanamayıp anne artık odana gider misin yalnız kalmak istiyorum dedim. gözlerime bakıp daha çok yalnız kalacaksın dedi. bu güne kadar hiçbir şey bu kadar canımı yakmamıştı.
kürdü de türkü de leş olan ideoloji. hele hele, kendi seçiminden kaynaklı olmayan özelliklerinden dolayı ayrımcılığa maruz kalmış insanların nasıl milliyetçi olabildiklerini aklım almıyor. galiba insan olmamızın önemini kavramak önemli olan. cinsiyetsiz, milliyetsiz bir toplumun varlığı anca o zaman sağlanabilir. haydi ne mutlu insanım diyebilene.