2007 yapımı gerçek yaşam öyküsünden esinlenerek yapılmış, bir gencin hayatta başarılı olmasına rağmen kapitalizmin çirkin yüzünü görüşü, insanların ikiyüzlülüğüne katlanamayışıyla robinson un adasına benzer bir yere bütün kimliklerini, kredi kartlarını ve hatta parasını imha ederek gidişini ve orada yaşadıklarını anlatan güzel film.
2001 yılı başrolünü jake gyllenhaal ın oynadığı fantastik ama bir o kadar da hayata dair alt metni olan güzel film.
filmin muhteşem soundtrackı; mad world..
hayvan derisinden çeşitli figürlerin ışık aracılığı ile gerilmiş perdeye yansıtılarak oynatılmasıdır. yaşadığımız topraklardaki en tanınan örneği hacivat karagözdür. ilk çıkışı asya kökenlidir, ki bir rivayete göre eşi ölen bir çin imparatoruna soytarısı perde çektirerek karısının taklidini yapmıştır. keyif alan imparator sürekli olarak bu gösteriyi izlemiş başka gösterilerin yapılmasına da izin vererek yayılmasını sağlamıştır.
büyük tragedya oidipus tan almıştır ismini. kısaca bu konuyla ilişkin kısmı, oidipus yaşadığı üvey ailenin yanından annesiyle ilişkiye gireceğini bir kahinden öğrenmesiyle kaçar. yolda bilmeden babasını yani gittiği yer tebai nin de kralını öldürür. sonrasında ise dul kraliçeyle evlenir, ki o da annesidir. sonu her tragedya kahramanı gibi hazindir..karşıtı yani kadınlarda görüleni ise elektra kompleksidir.
kitaba karşın bugünlerde (ya da 90lardan bugünlere) "tutunamayan" olma tribini oğuz atay görse idi eminim ki bu kitabı yayınlatmazdı. kitabı belli yaş ve dönemlerde zaman zaman okumaya yeltendim. bunun en büyük sebebi ilk okuma alışkanlığı edinmeye çalıştığım süreçte kalın bir kitap oluşuydu elbette. gururlanacaktım ya! sonra yaş yirmilere geldiğinde gittiiğim her bar, söyleşi, sohbet ortamında "entel" abi ablaların kitaptan alıntılar yaparak kendilerine dair "tutunamayan" vurgularıydı. yine de başaramadım okumayı. sonra yarım kalan kitaplar arasından uzun süre çıkamadı. elim sikimde gezdiğim zamanların acı hatırası gibi şimdilerde. kitabı ağır ağır okuduğum ve muhtemel otuz yaş sendromuna tekabül eden zaman da ise hem kendime sorular sormamı sağlamış hem de isminin aksine başka türlü bir tutunma yaşatmıştır bana. üzüldüğüm, ve çok dile getiremediğim ise tutunamayan tribinin ya da bu kitabı okumanın tam anlamıyla anlamak olmadığına dair (ki ben de bunu iddia etmiyorum) saptamanın insanlarda tıpkı "ötekileşme" ya da "yabancılaşma" kavramlarına yapıldığı gibi yozlaştırılmasıdır. kitap her yaşta okunabilinir elbette. ve en büyük özelliği klasik kitap özelliği taşımasıdır bence.
birinin dediği gibi yani; klasik kitaplar ilk kez okunduğunda yeniden, yeniden okunduğunda da ilk kez okunuyormuş izlenimi verir, gibi.
tiyatro oyunları, tv dizileri/kurmacaları ya da sinemada kalabalık olan sahnelerde tek tek replik yazmak yerine rabarba kelimesini yazar yazman. ya da yönetmenin söylemi üzerine oyuncuların kuru gürültü yapması.
kıldan, tüyden nem kaparak, armutun sapında üzümün çöpünde derinlikli manalar bularak ilk belirtilerini gösteren genel anlamda kadınlara atfedilen, gay ortamında genelinde pasif eşcinsellerin dramaqueen liğe geçiş döneminde az, geçildiğinde iyileşmesi imkansıza yakın tribal hastalık.
kökeni antik yunan olan dyonisosu anma ritüelleri gibi, ülkemiz topraklarında da çok da uzak olmayan tarihlere kadar baharın gelişinin kutlanmasına benzer, esrik, ahlak kurallarının çokca gözetilmediği eğlenceler.
kıta avrupasında feodalitenin çöküşü ve burjuva sınıfının iktidara yerleşmesiyle birlikte aynı topraklarda yaşayan, ortak kültür ve gelenekten gelen insanlarınn bütünü.
mono (kimya derslerinden de hatırlayacağımız gibi) bir ya da tek demek, gami; latince ya da eski yunanca "gamete" yani evlenen kız ya da gamos yani düğün olan kelimelerin birleşimiyle "tek düğün" anlamını ortaya çıkarır.
nasıl ? şöyle ki; bunlar kendini aktif ya da pasif ilişkiye girmeyen biri olarak tanıtıp tıpkı beargi nin 44. sayısında yayınlanan glzli eşcinseller gibi alkol aldıktan sonra sibel can modunda pasif ilişkiye girmekte kararlı olduklarını, hatta bunun sebebinin hatta sizin cazibeniz! olduğunu ilişki sonuna kadar tekrarlayan tiplerdir.
iki gay hapse düşer. ikisi de gizli, birbirlerinden haberleri yok. zamanla libido tavan yapar.
ikiside düzdürme derdinde. en sonunda biri dayanamaz;
+ sana bir soru soracağım şimdi, bilirsen sen beni, bilemezsen ben seni zükücem.
- (sevinerek) sor, peki.
+ damda gezer miyav miyav der
- timsaaah..
+ bildin...
önce çok takmamaya çalışırsınız. her şeyin düzeleceğine dair bir umudunuz hala vardır çünkü. aslında bu umut ayrıldıktan sonra da devam edecektir. oysa hiç bir şeyin artık eskisi gibi olamayacağını, biraraya gelemeyeceğinizi biliyorsunuzdur. kitapların hiç bir anlamı kalmaz. ya da filmlerin ya da şarkıların. çünkü dinlediğiniz, okudğunuz ve izlediğiniz süre boyunca kendinizi bir karakterle özdeşleştirip ağlak modda trajedinizi büyütmek için her şeyi yaparsınız. sürekli feysbukunu takip edip, telefonunuzun sesini kıstıktan sonra sürekli bakıp durursunuz. et yığını gibi hissedersiniz çünkü yaşadığınız mekanın/ülkenin ortamının bir tür kasaphane olduğunun farkındasınızdır öyle ya da böyle. mungan şiirlerine tutunursunuz. arkadaşlarınızla vakit geçirmeye çalışırsınız. hepsi size en olmaz şebekliklerini yaparlar. müstehzi bi tavırla gülersiniz zoraki. bir süre sonra hayata kendinizi kaptırıp genelgeçer işlere yoğunlaşmaya çalışırsınız; yaparsınızda. ama bir an gelir, ayı radyoda bir şarkı çalar, durursunuz o an, dünya durur, her şey durur ve düşünürsünüz hayatınızdan nasıl teğet çizip gittiğini o kişinin ve artık siz de eksilmiş yüreğinizle yaşamayı anlamlandırmak için başka çareler bulmanız gerektiğini anlarsınız. anladığınız anda süreci doldurmuşsunuzdur.
kıldan, tüyden nem kaparak, armutun sapında üzümün çöpünde derinlikli manalar bularak ilk belirtilerini gösteren genel anlamda kadınlara atfedilen, gay ortamında genelinde pasif eşcinsellerin dramaqueen liğe geçiş döneminde az, geçildiğinde iyileşmesi imkansıza yakın tribal hastalık.
2001 yılı başrolünü jake gyllenhaal ın oynadığı fantastik ama bir o kadar da hayata dair alt metni olan güzel film.
filmin muhteşem soundtrackı; mad world..
iki gay hapse düşer. ikisi de gizli, birbirlerinden haberleri yok. zamanla libido tavan yapar.
ikiside düzdürme derdinde. en sonunda biri dayanamaz;
+ sana bir soru soracağım şimdi, bilirsen sen beni, bilemezsen ben seni zükücem.
- (sevinerek) sor, peki.
+ damda gezer miyav miyav der
- timsaaah..
+ bildin...
2007 yapımı gerçek yaşam öyküsünden esinlenerek yapılmış, bir gencin hayatta başarılı olmasına rağmen kapitalizmin çirkin yüzünü görüşü, insanların ikiyüzlülüğüne katlanamayışıyla robinson un adasına benzer bir yere bütün kimliklerini, kredi kartlarını ve hatta parasını imha ederek gidişini ve orada yaşadıklarını anlatan güzel film.
özellikle gay barlarda ya da belirli bir yaş grubunu ya da jenerasyonu içine alan, ne söylediğini ve hatta hangi dilde bile konuştuklarını anlamadığım ve bu sırada bir gitarın akortunu yaparken çıkan sesi andıran tek telin tınlayışını sürekli kulağımda hissettiren güruha söylenebilecek en iyi söz sanırım.
başrol oyuncusu bi defa çok gay. yani devran çağların erkek hallerini anımsatıyor. hetero bi ilişkiye yabancılaştırıyor insan görünce. ayrıca birçok sahnenin çekim şekli apartılmış. fight club ve requiem for a dream filmlerini izleyenler "siktir ln" moduna girmiştir kesin. kamera açısını ya da kullanılış biçimine eyvallah. ama duygular da aynı be arkadaş. (merdivenden iniş, eve kapanıştaki aynı şeylerin sürekli tekrarı) senaryo ise aids yönünden zaten zıçılmış bi hadise. "nasıl bi konu buluruz daha önce yapılmayan ve ucuza mal olacak" diye çıkan bi senaryo belliki. aşk! çok suni. metazoriyle şekillenmiş gibi, adamın acısının inandırıcılığı yok yani. evde arkadaşınızla bira içerken ses yapsın mantığıyla götünüzle izleyeceğiniz bir film.
1- bir eşcinsel arkadaşı vasıtasıyla merakından hayvanat bahçesine gider gibi cebinde fıstıkla giden kız
2- hiç bir barda o kadar rahat davranamayacağını ve ilgi çekemeyeceğini anlayan ortayaş üzeri kadınlar
3- delik arayan tiplere delik olma heveslisi kadınlar
4- fahişeler