genellikle sanatçıların kendi eserlerini birbirleriyle (güya) kıyaslayamadıklarını anlatmaya çalışırken kullandıkları deyiş.
ben sanatçı olmasam da, yaptığım/çizdiğim resimleri kıyaslayabiliyorum.
bu deyişi kendi eserleri için değil de, sevdiği şeyler için kullanmayı akıl eden kişiler de yok değildir diye düşünüyorum. mesela kavun, karpuz, beyaz peynir, buzlu kola, soğuk bira, limon suyu falan gibi bir liste yapacak olsam, "hepsi benim bebeklerim gibi" demekten çekinmezdim.
sevdiğim (hiç tanımasam da sevdiğim) bazı insanlar için de aynısını söyleyebilirim. söyleyebilirim fakat, gelip bu başlığın altında ressam isimleri, yazar isimleri, müzisyen isimleri falan bıraksam onlara saygısızlık yapmış sayarım kendimi.
hangi yazarın bebeeni doğururdunuz anketi. ben de karar veremedim, bir düşüneceğim.
edit: sait faik'e kesin verirdim. burroughs'a, ece ayhan'a, turgut uyar'a falan da verirdim. başka aklıma gelirse onları da ekliycem.
anlatı türüne öykü türünden daha yakın bir edebi tür. anı metinlerine örnek ver deseler, aklıma gelen ilk örnek tezer özlü'nün yaşamın ucuna yolculuk'u olabilir.
eski sevgiliyi özlemek eylemi öncelikle bir ya da birden fazla eski sevgiliye sahip olmayı gerektirir. özleme kısmı değişik bir duygu, aslında bir duygu değil, birden fazla olduğunu düşünüyorum. ilk aklıma gelen nostalji duygusu, ikincisi; o hani onun da seni istediğini bildinde, karşılıklı oturup konuşurken, gülümsediğinizde, birbirinize dokunduğunuzda oluşan duygunun kalıntısı/izi, eksikliği.
eski sevgililerim dediğim küme, birden fazla farklı kümenin kesişim noktası. kesişimi oluşturan bu farklı kümelerin şimdilik en değerli, en gerçekçi olanı, yaz aşklarımı içinde tutan kümedir. sonrasında dating app'lerde bulup, tanışıp (yaşadığım şehirde) görüştüğüm birkaç kişiyi içine alan küme gelir. gerisini saymaya gerek bile yok. saydıklarım da bir iki haftayı geçmeyen flörtler aslında. tek seferlik sevişmeyi de "sevgililik"ten sayamayacağıma göre aslında benim eski sevgilim olmadığı bile savunulabilir dersem o görüştüğüm insanların bana güceneceklerini falan hayal ediyorum. çünkü kısıtlı sürelere de sığsa, az da olsa güzel duygular paylaştığım kişilere, sırf ayrıldık diye kin beslemeye başlayan tiplerden değilim. benim değillerse bile, benim anılarım oldular, bana bir şeyler öğrettiler. o yüzden özlerim elbet eski sevgililerimi.
her koşulda sizi üzecek olan ayarlardır. en iyimser ihtimalle ileride, yaptığınız şeyin (verdiğiniz ayarın) saçmalığını hatırlayıp vicdan azabı duyarsınız. lezbiyen bir kadın olsam belki ağzımın suyunu akıta akıta burada anlatırdım. gey bir erkek, üzdüğü kızları (arkadaşlarını) niye anlatmak istesin ki, çok bir marifetmiş gibi.
hem şimdi aklıma gelen iki örneği anlatacak olsam "eski defterleri açmış" gibi olurum, yok yere birilerine "yanlış anlama" fırsatı da tanımış olurum.
kızlar bana nasıl davranırsa davransın, öncelikle iyilikle, nazikçe, kırmamaya çalışarak karşılık vermek gerektiğini öğrendim belki de sonunda.
insanların niyetlerini çoğunlukla anladığımı düşünsem de anlamıyor olabilirim. insanların benim niyetimi ne kadar anlayabildiğini, anladığı kadarını ne kadar kabullendiğini, ne kadar anlamazdan geldiğini sürekli sorguluyorum. çünkü bende başka hiç kimsede olmayan bir şey var. bu yazdığım yazı. başka bir şey daha var, başka hiç kimsede olmayan.
niyetime geri dönersek; niyetim kendim olarak kalmak, kendim olarak yaşamaktan zevk almak. bu dediğime bile düşmanca bakacak çok insan vardır. herkes birbirine benzesin, herkes bana benzesin, herkes sana benzesin, herkes ona benzesin, falan diyenler. görüntü olarak anlıyorlarmış, pencereden gelen sesler.
niyetime geri dönersek; niyetim kimseye ne yapıp ne yapmayacaklarını, ne söyleyip ne söylemeyeceklerini, ne olup ne olamayacaklarını söylemek değil. param var, hem de bok gibi.
kimse kendini benden sorumlu hissetmek zorunda değil. ben kendimi kendimden sorumlu tutuyorum. kalabalıklardan, gürültüden, birbirinin götünü kollayan insanlardan, birbirine koşullarla (maddi koşullar olsun, manevi koşullar olsun) bağlı insanlardan bıktım. arkadaşım yok. kimseyi sevmiyorum. ailemi seviyorum, evimi, en çok da odamı seviyorum. yalan sevmiyorum. aktifim, geyim, erkeğim. yuva yıkanları sevmiyorum. çocuk sikenleri sevmiyorum. ırkçılık yapanları sevmiyorum. beni insan olarak görmeyi değil de ten rengimi, saç rengimi, göz rengimi, burun kıllarımı falan görmeyi seçenleri sevmiyorum. kıskanç insan sevmiyorum. yetinmeyi bilmeyen insan sevmiyorum.
müzik seviyorum, sevdiğim şeyleri seviyorum. karanlıkta, sessizlikte uyumayı seviyorum. çok bira içince gelen baş ağrısını seviyorum. kusmayı seviyorum. tırnaklarımı oraya buraya sürtmeyi, garip sesler çıkarmayı, ağzımı yamultup çenemi kaydırmayı seviyorum. gözlerimi şaşı yapmayı seviyorum, burnumun ucuna bakmayı seviyorum, masamın tozunu kendim almayı seviyorum. halısız zemine çıplak ayakla basmayı seviyorum. duş almayı seviyorum. itiraf etmeyi seviyorum. tek kişilik bisiklete binmeyi seviyorum. mezarlıklarda yürüyüp isimler okumayı seviyorum. kendi kendime konuşmayı seviyorum. kıllı erkek seviyorum. öpüşmeyi seviyorum, emmeyi seviyorum, ayak seviyorum. bacaklarımı onun bacaklarına sürtmeyi seviyorum. onun bana bakmasını sevmiyorum, ima sevmiyorum, arkadan konuşma, laf çarpıtma (yanındakiyle konuşup beni tarif ettiği zaman) sevmiyorum. benim karşımda ezildiklerini çaktırmamak için, aşağılık duygularını yenmek için dürüstçe gelip benle konuşmayı denemek yerine gölgeme saklanıp beni kendilerine rakip yapan -hiç tanımadığım- insanları birbirleriyle eşit görüyorum. kendimi çok seviyorum. çok çok çok çok çok. bir elim havada şimdi. yemek yemeyi seviyorum. yeme işini seviyorum. yemeğe bakmayı seviyorum. falan filan.
kırmızı mavi plastik şeyli karton 3d gözlüklerimin kulak dibi kısmında duran marka. kesmeyi düşündüm ama telle mi tutturucam diye kendi kendime sordum sonra. gözlük nereden geldi hatırlamıyorum, fakat üzerindeki reklama bakılırsa birinin aldığı gazeteden çıkmış.
ille yalan söylemem bekleniyorsa eğer; bunun bir de balıklı, timsahlı olan gözlüğü vardı bizde. habertürklü değildi gerçi o. hangi gazetenin markasındandı unuttum.
soğuk ter damlalarıyla ıslanıp, birlikte alınan bir duş şeklinde hayalini kurduğum sendrom. benimki öyle olmamıştı. çünkü duşa girecek değildik orada. çıkardığımız giysileri giyip dışarı çıktık. onu bir daha hiç özlemeyeceğimi düşündüm. ertesi gün özlemeye başladım. kaç hafta sonraydı unuttum, özlemem geçmiş. o günlerden beri pek isteğim olmadı, biriyle buluşup deneyim kazanmak için. şimdi de çok hevesli değilim.
alpha/zero serisindeki giysilerini, sega megadrive'da çıkan -nintendo entertanment system versiyonundaki kasetlerde de oynanabilen- ilk oyunlarındaki giysisinden daha çok sevdiğim, atari salonlarında jeton beslediğim makinalarda en çok seçtiğim karakterlerden biri.
yöneticilerle fazla dalaşmayın. arkadaş olamazsanız birbirinizi üzecek şeyler yapabilirsiniz. o noktada karşılıklı iki kişinin birbirinin özel hayatlarını yargılaması/yadırgaması falan başlıyor. kimin haklı olduğunun bir önemi yok. kimse kimsenin yaşamına girmek zorunda değil. bence önemli olan benzer yönlerimiz, bu yönlerin bizi buraya getirmiş olması, burada birbirimizi anlamamız, desteklememiz. bir de on sekiz yaşından büyük olun bir zahmet.
uçuşup odamın her yerine yapışan, terimle ıslanıp çamurlaşan, parmak uçlarımla harflerin bulunduğu şu önümdeki klavyeye sürttüğüm ölü deri parçalarım tırnak aralarıma kaçmasın diye kulaklarıma neyin takılı olduğuna bakmıyorum. onun yerine bir sigara yakıp kırnak törpüleyen insanlara bakıyorum ara sıra.
taşşaklarımı hissediyorum. çenem odamdaki çalışmayan televizyonun köşesine çarpacak gibi oluyor, sokaktan sesler geliyor. porno mu açsam, duşa mı çıksam, kakamı mı yapsam, birileriyle mi konuşsam; kokuştum, terledim, yataktan kalkınca çükümü dövdüm. komşum çok gürültü yaptı, şimdi bir süredir sustular. evde tek başımayım, odamda tek başımayım, pencere yukardan açık, perde kapalı, pipom boş, sigaramı içiyorum, çoraplarım yok. ileri geri ileri geri ayaklarımı kaydırırken tırnağımı zemine sürtmeden kahvemi yudumluyorum. çıplağım aslında, odamın kapısı kitli değil.
şimdi kitledim. şimdi yine açtım. giysilerim masamın sol tarafında kalıyor. sağ tarafımda da başka bir koltuk var. üzerinde neler var neler. sol tarafıma tekrar baktım 1-2 bişeyler daha var. mesela yatağım o tarafta. çok ses çıkarıyorum... kulaklar benim değil. konuşan kulak bunlar, fısıldayan kulaklar. ne taraftalar? tam önüme bakıyorum. masamın tam ortasına, alt tarafına bile değil. ayaklarımı düzelttim. birazdan ne yapsam ahahaha.
john waters'la çektikleri eski siyah beyaz filmleri, kısa filmleri falan bir yerden çıksa da izlesek diye beklediğim sanatçı. pink flamingos'u izlediğimde büyülenmiştim.
dinlere inanmamak. din deyince hemen "inanç" diyesim geliyor, öyle değil. din daha çok inandırma işinin edebiyata vurulması gibi. kandırıkçılığı, kısır döngü içindeki süzgeçlerden geçirip inanç yani hayal öbekleri oluşturup, bu öbekleri içine alan kişiye söz hakkı tanınınca ortaya çıkan dogmatik metinlere de hemen "din" denemez. din olması için önce kült olması lazımmış çünkü. bu, birbirinin sırtını kaşıma geleneğinin neresinden tutarsan tut elde kalan şey buruk acı bir tat. yarrak tanrıları da am tanrıları da hayvan tanrıları da aynı bok değil mi diye soracak oluyorum kendi kendime.
sonra kendi inançlarım aklıma geliyor. ne safmışım. çocukken daha da saftım, o zamanlar dinlere bile inanırdım. şimdi geriye kendimi ilgilendiren kendi inançlarım kaldı biraz, dinleri zaten yarı yolda bırakmıştım. kendi dinsizliğimden beni şüphe ettirecek şeyler yaşanmadı değil. o şeyler de beni daha inançsız yaptı.
mış gibi yapmaktan asla vazgeçmedim. hep aynı oyunu oynadık. onlar da bana uydu. onları belimde çevirirken neye taptıklarını sormadım. peşimi bırakmazsan seni babana söylerim. sopam kalın.
onlar mış gibi yapınca suratlarına tüküresim geldi. uykusuz kalmıştım, sinirliydim. tam dalıyordum ki çok fazla mış gibi yapmaya başladılar. kulaklarımı tıkadım.
gördüğüm suratlar çirkindir. duyduğum sesler kötüdür. kokular ise...
çok kuyruk sallamışım, öyle dedi.
yalnız biliyorum ki benimle olmayanlar onlar. olamayacaklarını geç hazmediyorlar. tırnağımı bile kestirmiyorum artık. bdsm sevmiyorum. herkesin nefret ettiği biri olmanın bedeli özgürlüğümmüş. odamdaki fişin üç-beş gündür çekili olduğunu
inanmaya değer bir hayal kurulamadığını toplumun kendisinden öğrenmek için toplumu umursadığım rolünü oynamaya razı olmadım. giysilerimi kendim seçtim. peşimde de yalnızca röntgenciler kaldı. röntgencilerin dedikodusunu yapmak için de dinler konusunda görüş bildirme fikri aklıma geldi. her şeyi birbirine ilintileme çabasını aptalca bulmaya başladığımda kustum.
dinsizlik benim için, öncelikle kendimizi nasıl kandırdığımızı, sonra bizi nasıl kandırdıklarını iyice öğrenmek; bunları yaparken de dürüstlüğünü yitirmemek demektir. dinsizliğin içinde bir cep de kendim dikersem, yolculuk sırasında geçmişte kulağını tersten gösterenlerin gerçekte nereye baktıklarını anlatmaya vakit harcamış sayılırım. bu sebepten ipi kopuk köpeklerim kendilerini öldürene kadar koşmanın peşinde sanırım. at koşturun
(bkz:agnostisizm)
internetin en güzel köşelerinden biri.
uzun süredir uğramıyordum. burası bana güzel şeyler hatırlatmıştı, şimdi de hatırlatıyor. gardrobumun içini artık yadırgamadığımı anladığımı kendime gösteren aynaya bakma kısmını çoktan geçtiğim anı anladığımda burada önceden yazıp bıraktığım, sonra da unutup gittiğim şeylere bakıyordum. çoğu hypertext gibi çember çizerek beni başa döndüren, yolda topladıklarımı eteklerimden döktüren, döktükten sonra da dönüp baktığımda ayaklarımın altında sürüklenip ezilenleri gösteren bir yer oldu. anlayışım kıtmış biraz, hâlâ anlayamadığım noktalar yok değil
artık bıkkınlık veren, yoran bir sözlük. tamamen siyaset odaklı bir dil kullanmaya alışmış yazarları cebinde topluyor. a desen b anlaşılıyor. buraya geri dönmek de bu sabah aklıma geldi.
çok keyifli bir deneyim. bu yöntemi uyguladığımda alttan çeşmem açılmıştı, yerde birikmişti. yatağa uzanırken, eğilip, serbestçe duran ürperip titrememeye alışmış deliğine önce parmaklarımı batırdım. mmmh. sonra yalamağa başladım.
benden önce odanın tuvaletine girdiği için olsa gerek (belki de işin tekniğini o yaşa geldiği için bildiğinden) tadı nefisti. iyice emip sömürdüm.
partnerim de çok zevk almıştı bu ön sevişmeden.
kitap okuyun. ingilizce film, dizi, çizgi film falan izleyin. ingilizce alt yazılı anime izleyin. bol bol hazır noodle yeyin. sık sık rol model değiştirin.
lisedeyseniz daha cesur davranmaya çalışın. önce aileniz sonra toplumun tamamı sizin köpeğinizdir. evden kaçın demiyorum tabii. ileride, siz yaşlandıkça daha az gerekli bulacağınız korku ve kaygıların gözünüzde büyümesine izin vermeyin. gey olduğunuzu, eşcinsel olduğunuzu, homoseksüel olduğunuzu çeşitli yönleriyle belli edin.
siz belli etmeseniz de zaten belli olan bir şeyi "onur/gurur" kılıflarıyla saklayıp babanızı mutlu edemezsiniz. siz neye inanırsanız inanın, bir hayatınız var. masallarla avunmayın, bu dünya sizin istediğiniz şekilde işlemez, yürümez de.
çok düşünmeyin, şair olmayın, okuduğunuz okula "ileride şu işte çalışmam lazım" diyerek gidin. alkol, sigara gibi uyuşturucularla tembelliğe kapılmayın. başkalarının sizden daha değersiz olduğunu onlara kabul ettirmeye çalışmayın. arkadaşlarınıza çok güvenmeyin. bırakın onlar havlasın. meyve suyu için.
ırkçılık, cinsiyetçilik yapmayın. sübyancı olmayın. nefrete karşı duyarsızlaşın, gülümsemekten, mutlu olmaktan utanmayın.
düşünecek vakit bulduğum günlerde de, hep olduğu gibi bolca sigara içiyorum. içtiğim her sigaranın bana verdiği zararı düşünmeye ayrılacak kadar bir düşünce payını da yazmaya ayırabilirim. kimi anlarda hissedilebileceği varsayılacak olanların yokluğu, soğuk gecelerin temiz kokulu sabahları öten kuşlarla birlikte soluduğumuz havaya katmakla da olsa paylaştığımız yokluğu beni yazmaya itebilir. sıcaklığa daha yakın akşamlarda tek başıma, odamda olsun, balkon ya da terasta olsun yürüyebildiğim —çemberler, dönüşlü yollar çizecek şekilde— dolanabildiğim, dolaşabildiğim yerlerde olsun, yalnız olduğumu gerçekten hissedebildiğimde neyi arıyor olduğumu anımsamaya çalışırım. neyi istediğimi, ne demeye çalıştığım belli ediyor olacaktır.
eski arkadaşlarım hatırıma geldiği zaman onların yalancılıkları kadar bana verdikleri değeri de görür gibi olmaya çalışıyorum. olduğum gibi kalmadığımı görünce hatırlanmadıklarını değil de, önemsenmediklerini yine anlamak için
bana verilen bu öfke çok değişti, bir sürü aşamadan geçti. aynı kalanları unutmayı seçtim. kimsenin aynı kalmaya değer görülemeyeceğini her geçen gün ile daha da iyi anladığım söylenebilir. meyve suyu ile çeşitli gazlı içecekleri karıştırarak yaptığım turuncu sıvıdan içiyorum.
beni önemseyen kimseler arasından yaşam biçimime saygı duymayanları, kendi üstün yönlerini yüksek sesle söyleyebiliyor olmanın gerçek özgürlük olduğu kanısına varmış olsalar bile diyeceklerimi kimsenin duymadığı bir yere gitmeye gerek duymadığım söylenemez. bağırmadan da yaşanabileceğini kendime kanıtlamak için öncelikle yapılması gerekenleri yapmak içimden gelmediğinde sırtımı arkaya yaslayıp kafamı kaldırarak odamın duvarına asılı olan saate bakıyorum. aynı yerde duruyor.
kimin neyi ne şekilde yaşayabileceğinin ölçüsünü ben tutmuyorum, en azından bu yaşadığım yerde. yatağımın üzeri biraz dağınık. bir ayna almak istiyorum. uzun uzun bakıp hiçbir şey dememek için yeterli gördüğüm tek şey ayna şimdilik. bakmayı sevdiğim şeyler arasında şarj aletimin kablosu da var. esinti, odamın sessizliği içinde varlığını sürdürüyor. sokaklar karardı, boşaldı, uzak, boğumlu bir gecenin altında kaldı. yanık tütün dumanı perdelerimden süzülüp akıyor dışarı.
renkleri düşünüyorum, düşlüyorum. hepsi birbirinin aynı değil; öyle olduğu söylenemez diyenlerden değildim önceden.
solgun bir umutla yazmak için dişlerimi dilimle sıvazlıyorum. pençelerim karanlık.
iri gülüşlerle yanından geçip gittiğimi duymamış olanlarla birlikte, sisli bir sabah ışığı bekliyoruz. iki elim de boş; uzanıp kırdığım bir çalının dalını hatırladığım yere gitmeden. gölgelerin seçilemez olduğunu kim söylerse söylesin, onların giysileri ne kadar kirlenmişse kirlensin, beklemek bitmiyor.
durduğum yerde, tam da ucunda durduğum yerde sivrilen bir sıcaklık var. sıcağında bulunduğum sivrilik ile ucunda vardığım bakış aynı olmamalı. hamburger paketinden çıkan iki kağıt tuz görüyorum. sesleri ıslak gibi. gidecekleri yer, benim gitmelerini istediğim yerdir.
off neler oldu oğlum var ya. neyse anlatmıyım. şaka şaka anlatayım biraz. gene mal gibi aşık oldum galiba. ne gönül varmış bende hayret bir şey, gidip gidip aşık oluyorum, üzülüyorum falan. öncekini unutma açısından (e artık) iyi oldu. birini sevmeye ihtiyacım vardı, önce onu gözüme kestirdim. gülümsemesinden tanıdım onu. benim olmalıydı, bu kanıya zaman içinde vardım gerçi. ama olmadı benim falan. sadece hoşlanır gibi oldu, ona yürümemi bekledi, ilk gün yürümeyince hemen bıraktı falan filan. ama daha neler olur bilemem, umarım olur ya, çok yalnızım.
ben ağırdan alıyorum yine tabii ki. o kadar alışmışlar ki hemen her şeyin olmasına, bir dakikada tüm dünyaları değişiyor. aha ilk lafımı da soktum burdan sana, okursun. hahaha, ama seviyorum seni, bilesin.
gerçek anlamda yattığım bir erkek oldu, o erkekle de bir kez yattım. anal penetrasyon vardı, öpüşme vardı, dil emme vardı, yalaşma vardı, okşamalar vardı, göt emme vardı, sik emme vardı, parmak sokma vardı, handjob vardı. bir tek alttan/arkadan içime almadım, diğer hepsini yaptım, hem de tek bir adamla.
kapımı çalanlar olmuştu, aynı az önce anlattığım adam da kapımı çaldı, sürtünmeden ileri gidemediler. aslında uygun olsaydım az önce anlattığım adamla onu da yaşardım çünkü önce o beni içinde istedi, istediğini aldı.
başkalarıyla başka başka yatma/sevişme deneyimleri yaşadım. kimi yalnızca öpüşürken benimkini tutup sıvazladı sıktı, karşılıklı elleşmeler yaşandı. kimisiyle 69'u sıraya dizip öyle yaşadık, önce ben sonra o, önce o sonra ben falan filan.
kimsiyle kumlarda yan yana oturdum, kimisiyle kayalıklarda yan yana yattım.
yatıp, sarılıp uyuyabildiğim biri henüz olmadı. ileride olmasını umuyorum.
söylemesi biraz gülünç bir şey, çok sıkıcı biriyim sanırım. bugün su içtim. şimdiye kadar bir kez seviştim. bu duruma çok bir anlam yükleyecek değilim, bir kez seviştikten sonra zaten denemiş olmanın verdiği rahatlıkla, bir kez daha aynı şeyi yaşamak için istek duymadım. sevişmek, öyle üzerinde uzun uzun düşünülür diyebileceğim şeylerden olmadı. o heyecanı, deneyimin kendi duygusunu birkaç kez anlatıp bir kenara attıktan sonra tekrar yaşamak düşüncesini aklıma getirmedim değil. öyle anlarda belki bir video izlerken mastürbasyon yapıyorum.
yazı yazmayı, okumayı seviyorum. gerçek şeyleri, gerçek olduğunu düşündüğüm şeyleri, kendi görüşlerimi, düşüncelerimi falan yazmanın yanı sıra, gerçek olmaktan uzak, hikaye gibi ya da kurmaca diyebileceğim şeyleri de yazıyorum.
kitap okuyun. ingilizce film, dizi, çizgi film falan izleyin. ingilizce alt yazılı anime izleyin. bol bol hazır noodle yeyin. sık sık rol model değiştirin.
lisedeyseniz daha cesur davranmaya çalışın. önce aileniz sonra toplumun tamamı sizin köpeğinizdir. evden kaçın demiyorum tabii. ileride, siz yaşlandıkça daha az gerekli bulacağınız korku ve kaygıların gözünüzde büyümesine izin vermeyin. gey olduğunuzu, eşcinsel olduğunuzu, homoseksüel olduğunuzu çeşitli yönleriyle belli edin.
siz belli etmeseniz de zaten belli olan bir şeyi "onur/gurur" kılıflarıyla saklayıp babanızı mutlu edemezsiniz. siz neye inanırsanız inanın, bir hayatınız var. masallarla avunmayın, bu dünya sizin istediğiniz şekilde işlemez, yürümez de.
çok düşünmeyin, şair olmayın, okuduğunuz okula "ileride şu işte çalışmam lazım" diyerek gidin. alkol, sigara gibi uyuşturucularla tembelliğe kapılmayın. başkalarının sizden daha değersiz olduğunu onlara kabul ettirmeye çalışmayın. arkadaşlarınıza çok güvenmeyin. bırakın onlar havlasın. meyve suyu için.
ırkçılık, cinsiyetçilik yapmayın. sübyancı olmayın. nefrete karşı duyarsızlaşın, gülümsemekten, mutlu olmaktan utanmayın.
tek sevişmelik ilişkidir. gece yaşanır olmayanı tek günlük ilişki olarak da anılabilir.
tek kullanımlık mendil gibi, "tek seferlik ilişki" denebilir mi böyle ilişkiler için?
tek seferlik ilişki dersek, ilişki dediğimiz şeyin hangi boyutta yaşandığının, ilişme meselesinin katmanlarının bir değeri kalmıyor sanki.
dokunmanın iç içe geçmek halini aldığı an niye en son nokta olsun ki, değil mi? bu sebeple mi zamana yayılan şeylerin tek sefer sayılmadığı kanısına varmaya çalışıyorum
benim de böyle bir ilişkim olmuştu. üstelik gece falan da değildi.
gece yaşanan ilişkilerimi düşündükçe ağlayacak gibi oluyorum, çünkü onlarda tek seferlik ilişkinin değil, sevişmenin anlamını sorgulamıştık. dokunmak sevişmek demekti. konuşmak, konuşmaya çalışmak, dinlemek, gülümsemek, neşelenmek, hatırlamak, anlatmak... geceleri sahilde bir kişiyle —bana "gel" demeyi öğreten adamla— otururdum o kumlarda. tek gece de değildi, sikişmek de değildi; yalnız dokunmak, okşamak, sıkmak, ittirmek. ahaha. sarılmayı ne ara atladım.
benim eskilerim hep böyle hikâye oldu. anımsıyorum da içli içli gülümsüyorum kimi zaman. içkim bile yok şimdi üstelik.
tavuk büzüğü ile ayı ayağı arasındaki fark üzerine düşünüyorum. şişman olmadığım aklıma geliyor. saç boyası reklamı izlerken daha ırkçıyım.
dün otobüste yanıma oturdu. nefsimi tuttum. sonra dayadı.
oh ne güzeldi. gözlerim kapalıydı. sürtündükçe yumuşadı.
şimdi düşününce yasaklanması aslında iyi olmuştu. bu uygulamayı keşfeden ülke insanları fotoğrafsız profille, fotoğrafını oraya koymaktan korkmayan gençlere falan sürekli rahatsız edici, taciz içeren, hakaret içeren mesajlar atıyordu.
hornet bu durumun önüne geçti sanırım. ne istediğinizi profilinize açık seçik yazsanız bile, yok rol yok arayış yok bilmem ne diye aslında aynı şeyi anlatan yeni sözcükler uydurup birbirlerine sorarak karşılarındaki kişiden istediklerini alabileceklerini sanan biraz aptal insanlara "senle ilgilenmiyorum" deyince küfürler hemen başlıyordu. insanları istediğim kıstaslarla bloklama özgürlüğüm neyse ki var. fakat iyi çalışan bir raporlama sistemi de lazım. ban yemeleri için falan, moderatörlere gönderip inceletmek için.
en çok istediğim şey de bu gibi uygulamalarda resim yüklemeden etrafa bakan kişilere görünmemeyi sağlayacak bir opsiyon, bir seçenek. bunların yarısından çoğu hetero sapıklar olup aralarında türlü pislikler bulunabilir.
en çok istediğim ikinci şey de kendi yüz resmini profiline koyduğu belli olan kişilerin, mesela yüz resmi yerine sigara paketi resmi, ya da ne bileyim karikatür falan koyan kişileri bir gruba flag'leyebilmesi. o işi yapay zekayla falan halletmek daha zor olur.
hadi yüz resmi olmasın da göbek resmi, ayak resmi olsun diyecekler de var, onlara da ayrı gruplama çıksın. isteyen istediğini, ilgilenen ilgilendiğini bulsun. diye düşünüyorum.
ben dışlamadım, dışlayanı da görmedim henüz.
(bkz:chaser)
(bkz:cub)
(bkz:butch)
(bkz:lezbiyen)
bir de trans bireyler var. onlar kendilerine ayı diyemez mi? burası hayvanat bahçesi kafesiyse...
ille de "kendi adına konuş" diye düşünenlere düşüncemi söylemem lazımmış gibi anlatayım bir de. burası "ayı/bear" temalı olabilir. yalnız gerçekten "ayı" olanlar girsin dersek, aynı mantıkla buranın porno sitesi olduğunu da düşünebiliriz. e ayı sevenler de girsin madem, dediğin zaman da kendin gibi olmayan*, ama aynı senin gibi toplumda dışlanan cinsel yönelimdeki/oluştaki/durumdaki insanları dışlamış sayılırsın. o sebeple kadını, erkeği ayırmadan her tür ibne olarak birbirimize destek çıkmak gerektiği düşüncesinin yeni bulunmuş bir şey olduğunu sanmıyorum.
ayı ağırlıklı bir sözlük olduğu gerçeğinin yadsınamayacağı gibi konuşmalar yapacak olsam burayı lezbiyenler basar zaten. ki varlar da, görmezden gelmiyorum.
peki bu başlığı niye açtık biz diyecek kişilerle düşüncelerimi paylaşmak için yazı yazarken ağırlık olarak zayıf*, gey, kıllı bir erkek olduğumu da hatırlatmam gerekirmiş. öyle dedin.
benden söz açmışken, ha benim de dışladıklarım olur. ama onları tüm sözlüğe kural diye getirecek halim yok. herkesle sevişecek halim de yok. biseksüelleri sevmiyorum. evli erkekleri sevmiyorum. heteroları sevmiyorum.
yaş olarak genç geyleri hele hiç sevmiyorum.