tahrik eden uzuvlar
ayı sözlük günlük
bir şeyler olmasın diye daha çok uğraşıyorum sanki. her gün yeni bir şeyler paylaşıyoruz. benim geri durmam kadar onun ne zaman ciddi olduğunu bilememem. sadece o an için sevmek. bir hayalin ucundan tutup ortaya gerçek bir şeyler çıkarmak için erken.
hiçbir şey olmayabilir de bir yandan. öyle olabileceğinin sinyallerini veriyoruz. arkadaşlık olarak da iyi neyse ki.
ayı sözlük günlük
off neler oldu oğlum var ya. neyse anlatmıyım. şaka şaka anlatayım biraz. gene mal gibi aşık oldum galiba. ne gönül varmış bende hayret bir şey, gidip gidip aşık oluyorum, üzülüyorum falan. öncekini unutma açısından (e artık) iyi oldu. birini sevmeye ihtiyacım vardı, önce onu gözüme kestirdim. gülümsemesinden tanıdım onu. benim olmalıydı, bu kanıya zaman içinde vardım gerçi. ama olmadı benim falan. sadece hoşlanır gibi oldu, ona yürümemi bekledi, ilk gün yürümeyince hemen bıraktı falan filan. ama daha neler olur bilemem, umarım olur ya, çok yalnızım.
ben ağırdan alıyorum yine tabii ki. o kadar alışmışlar ki hemen her şeyin olmasına, bir dakikada tüm dünyaları değişiyor. aha ilk lafımı da soktum burdan sana, okursun. hahaha, ama seviyorum seni, bilesin.
ayı sözlük günlük
sabah saatlerine doğru hornet'te canlı yayınlara takıldım. milletin ne güzel ortamları varmış da haberim yokmuş. birbirini tanıyanlar falan... evet insanların birbirini tanımalarını garipsedim çünkü ben okul/iş/ev gibi zorunlu ortamlar dışında kimseyle görüşen biri değilim. çok ayıp ediyorum aslında. neyse işte, sosyalleşmek için, ya da en azından sosyalleşmenin nasıl bir şey olabileceği konusunda fikir sahibi olabilmek için iyi geldi bana hornetin canlı yayınları.
bi ara zaman ayırıp eskiden yazdığım yazıları okumam lazım. hayvan gibi çok yazdığım için gözüm kesmiyor şimdilik. ilk psikoz dönemimde uludağ sözlükte yazdıklarımı sonradan bir hışımla silmiştim, mal gibi çöp kutusundan da sildim, onlar gitti. tabii birileri bir yerlere kaydetmemişse. iyi ki burdakiler duruyo eski hesabımda, yayında olmayan yüzlerce entry var, onları okurum bi ara. bakalım zaman bizden neler götürmüş.
sabah sabah aklıma bi fikir geldi. otuzbir çekmeyi bırakmam lazım. hiç aksatmadan her gün çekiyorum. bu gece iki kez boşaldım. bu insanlar nasıl sekse ihtiyaç duyuyor, nasıl birilerine deli gibi yazma şevkini yakalıyor diye düşünürken, olsa olsa böyle oluyodur, diye aklıma geldi. çünkü bendeki şevki kırmaya tek bir kişi yetti, onla yazışmayı kestiğimden beri kimseye yüz vermez oldum. işin ilginci o da bana otuzbiri yasaklamaya kalkmıştı. ben tabi bana dayatılan ve kendimce sebep görmediğim bir şeyi en fazla 3-4 gün sürdürebildim o zaman.
bilmiyorum ama sanki otuzbiri bırakmak sihirli değnek etkisi gösterebilir. bir süre kendi kalıtım materyalimi yemeyiveririm. -evet ziyan olmasın diye yiyorum.- daha azgın ve daha insan olurum belki bu sayede. umarım öyle olur.
sphynxinator
tanımadığı yazarların nick başlıklarına saçma sapan entryler giren biri. kimdir nedir bilmiyorum, muhabbetim yok, gelmiş bana "zor bulunan verirsin" gibi abuk ithamlarda bulunuyor. annenin bir tarafına veririm istersen.
sözkonusu saçma entry'yi sildirtmek için mesaj attım ama oralı olmadı.
ayı sözlük günlük
dün gece hiç uyumadım. bütün gece oyun oynadım. bir süredir hornete nadiren giriyorum. ondan önce bi dönem her gün bakıyodum ve bana yazanları değerlendiriyordum. fazla online olmayınca kimse yazmıyor. ben de kimseye yazmıyodum zaten, çünkü birinin benden hoşlanıp hoşlanmayacağını bilemem. yazdıklarım olumlu olmayınca yazmayı bıraktım. her gün online olduğum dönem bana yazanlarla bir şeyler oldurmaya çalışıp olduramayınca bir şeyler oldurmaya çalışma hevesim de kaçtı.
dönemsel bu hayal kırıklıkları. havaların ısınmasıyla yine birileriyle konuşmayı denemek için motivasyonumu geri kazanırım sanırım.
en kötüsü de bağlanmaya hazırken, sevmeye odaklanmışken, beklentilerin uyuşmamasından ötürü biten şeyler. bir yanınızda o insanın kalması kötü. tekrar yazamam hiçbirine. onlar da bana yazmazlar artık.
insanlara yeteri kadar şans tanımıyorum, onlar da bana aynı şekilde fazla şans tanımıyor.
yalnız bazı anlarda birbirimizin sıcaklığını buluyoruz, bir yabancıda. bedenlerimiz yakınlaşıyor, nadiren elini bile tutuyorum ama sonra yollarımız ayrılıyor.
iş çevresinde de hoşlandığım tipler var. bir tanesiyle diğerlerine kıyasla daha yakınız. hoşlandığım ya da potansiyel gördüğüm herkese yaptığım gibi onu baştan çıkartıyorum. ya da çıkartıyodum diyelim. çok piç bir şekilde ayartıyorum insanları, nasıl desem, doğal yetenek gibi, ille kendime aşık ediyorum. dediğim arkadaşı da belli bi kıvama getirdim ama bir ileri aşamaya, yüzleşmeye geçemedim. gene hiçbir şey olmamış, yokmuş gibi davranmaya başladım. çünkü ben öyle bir sorumluluğu taşıyıp geri basmadan dümdüz yürüyebilmek için karşıdan da bir istek görmeliyim. geriliyorum, garanticiyim bu konuda. tutarsız ya da balık hafızalı denebilir ama paldır küldür açılıp bir şeyleri hemen netleştirmekten kaçınmanın başka bir yolunu henüz bilmiyorum. daha zamanı var yani bir şeyler olacaksa da şimdilik tam kıvamına gelmedi, ya da ben böyle kaldıkça belki hiç gelmez.
bugün yine ayaküstü muhabbet ettik. biraz sitemli gibiydi, ilgimi tekrar istiyor gibiydi, gönlünü almamı ister gibi. kanka dememe tıpkı onun bana kanka demesine içerlediğim gibi içerliyor ama yanımızda üçüncü kişiler de var, o yüzden kanka ayağı çekiyoruz o da şeyapmasın. pek sevgili çalışma arkadaşlarım.
ayı sözlük itiraf
söylemesi biraz gülünç bir şey, çok sıkıcı biriyim sanırım. bugün su içtim. şimdiye kadar bir kez seviştim. bu duruma çok bir anlam yükleyecek değilim, bir kez seviştikten sonra zaten denemiş olmanın verdiği rahatlıkla, bir kez daha aynı şeyi yaşamak için istek duymadım. sevişmek, öyle üzerinde uzun uzun düşünülür diyebileceğim şeylerden olmadı. o heyecanı, deneyimin kendi duygusunu birkaç kez anlatıp bir kenara attıktan sonra tekrar yaşamak düşüncesini aklıma getirmedim değil. öyle anlarda belki bir video izlerken mastürbasyon yapıyorum.
yazı yazmayı, okumayı seviyorum. gerçek şeyleri, gerçek olduğunu düşündüğüm şeyleri, kendi görüşlerimi, düşüncelerimi falan yazmanın yanı sıra, gerçek olmaktan uzak, hikaye gibi ya da kurmaca diyebileceğim şeyleri de yazıyorum.
genç eşcinsellere tavsiyeler
kitap okuyun. ingilizce film, dizi, çizgi film falan izleyin. ingilizce alt yazılı anime izleyin. bol bol hazır noodle yeyin. sık sık rol model değiştirin.
lisedeyseniz daha cesur davranmaya çalışın. önce aileniz sonra toplumun tamamı sizin köpeğinizdir. evden kaçın demiyorum tabii. ileride, siz yaşlandıkça daha az gerekli bulacağınız korku ve kaygıların gözünüzde büyümesine izin vermeyin. gey olduğunuzu, eşcinsel olduğunuzu, homoseksüel olduğunuzu çeşitli yönleriyle belli edin.
siz belli etmeseniz de zaten belli olan bir şeyi "onur/gurur" kılıflarıyla saklayıp babanızı mutlu edemezsiniz. siz neye inanırsanız inanın, bir hayatınız var. masallarla avunmayın, bu dünya sizin istediğiniz şekilde işlemez, yürümez de.
çok düşünmeyin, şair olmayın, okuduğunuz okula "ileride şu işte çalışmam lazım" diyerek gidin. alkol, sigara gibi uyuşturucularla tembelliğe kapılmayın. başkalarının sizden daha değersiz olduğunu onlara kabul ettirmeye çalışmayın. arkadaşlarınıza çok güvenmeyin. bırakın onlar havlasın. meyve suyu için.
ırkçılık, cinsiyetçilik yapmayın. sübyancı olmayın. nefrete karşı duyarsızlaşın, gülümsemekten, mutlu olmaktan utanmayın.
ayı sözlük itiraf
bugün hava aydınlıkken kıyıda bekledim. vapurların geçişi yavaşça gözümün önünde belirdi. kimsesiz bir gün. evde yalnızım. ışıksızlık, suların kesilmesi. yere oturdum. telefonumun ekran ısısını ayarlıyorum. eve pizza söyleyecek kadar onun haline bakıp. beton duvarı tepede kalan yere oturup ayaklarımı sarkıtırım. uzakta bir gölde param yok. anahtarı da odamda bırakmıştım. salondan çıkıp mutfağa girdiğimde karşımda görünmeden bekleyen kişiler arasında seçilebilir olmadığım bir an. yan tarafımda, içkili, sigara kokan biri değildi. gazetemi ona uzatıp kendime bir kahve hazırlamaya başladım. biraz sonra bir söylenti idi; bir kimse var o vapurda, şu taraftaki pelerinli adam. onun yanında, ışığın içindeki esintiyi anlatır gibi, gazete okurken balkona çıkmak içimden gelmedi. dışarısı soğuk. odamın kapısını dışarıdan kapatıp yüzü hep buruşuk ve ıslak gibi, göbeği açık bir kız geçiyor. köpüklü su damlaları. gülümsüyorum, orada bir duruyordu. yaşlı bir adam, irice göbeğini salmış buzdolabının kapağını tutuyordu. ona sarıldım. geride iki kişinin yere bakarak halıda yürüyüşünü gördüm.
aileye ve yakın çevreye eşcinsel olduğunu açıklayamama nedenleri
aslında gün gibi ortada olduğu, belli olduğu, anlaşılabildiği için,
ve kimseyi ilgilendirmediğinden ötürü.
balkona çıkıp "herkes duysun ay lav yu castin biğbır" diye bağırmaya gerek yok.
yalnız şimdi ben istesem bile salona gidip ev halkına durup dururken "ben eşcinselim" demem, diyemem de. açıklayamama kısmı bu sanırım. nedenlerini sonra anlatıcam.
cinsiyet kimliğinizi nasıl tanımlarsınız
bir soru.
erkek. deyip çıkacak oldum geçen, ayıp olur.
eski kavram kargaşalarını tüketmeye çalıştıkça yenilerini bulup çıkarıyorlar. niye demeyeceğim çünkü.
cinsiyet kimliğim kendimi, benliğimi tanımlarken kullanmayı seçtiğim cinsiyettir. o da biyolojik cinsiyetim ile aynı. (aynı olmayabilirdi fakat aynı)
cinsel yönelim/tercih dediğimiz şey ile cinsiyeti birbirine karıştırmamaya çalıştıkça daha tranny tanımlamalar türemek zorunda. çünkü kimse tecavüze uğrayan kızların, tecavüzcülerinin penislerini kıtır kıtır doğraması gibi konuları açmak istemiyor.
benim bakış açıma göre yalnızca iki cinsiyet var. bu iki cinsiyet'in de farklı yönelimleri (istek duydukları taraf, birlikte olmak istedikleri kişinin cinsiyeti) olabiliyor. trans birey olmak da bu ilk iki meseleden biraz daha farklı bir konu.
ibne deyip geçiniz. ibne erkek de denebilir. kulampara da olur aslında bana daha uygun; hatta böyle oğlancı falan deyin bana. çünkü ben kendime gey demeyi yakıştırsam da yaşadığım toplumun arap sevici olması çoğu şeyin değerini küçültüyor.
edit: sonra düşündüm de bu dediklerim farklı anlaşılabilir. ırkçı değilim, dil üzerinden bir bakış açısı oluşturmaya çalıştım, oradan da kültüre bağladım. orta doğu kültürü. "ibne" sözcüğü arapça bir sözcük, oğlan demek. kulampara da farsça oğlancı demek. rol dağılımını dil üzerinde kaydırmaca şeklinde yapan kültürü ben dışlıyorum. çünkü bu kültürlerde temel olarak dışlanan şey kadın. bir cinsiyeti dışlayıp kalan her şeyi, tüm normları bu anlayış üzerine kurmak bana tiksinti veriyor.
ayı sözlük'te bir garip heteroseksüel olmak
aktivizm değilse nedir? belki can sıkıntısı, belki ilginç (muhtemelen de gizli) bir merak, eğlence anlayışı. gey kafelere arkadaşlarıyla takılmaya gelen hetero kızlar gibi işte.
hoşlanılan erkeğe açılamamak
gey gençlerin çoğunda gözlemlenebilecek bir sıkıntı, bir tıkanıklık durumu. benim de lise, hatta üniversite yıllarım birilerine açılamamakla geçti.
biraz geç açıldım ben de. çok piç değildim. en azından şimdi olduğum kadar piç değildim. şimdi babam bile beni karşısına çekip azarlarken "taksim nonoşları gibisin" dediğinde çok utanmıyorum. çünkü artık kime nasıl göründüğümü umursayarak ömrümü çürütmeye değmeyeceğini anlamam gereken bir yaştayım.
başkalarının nelere takıldığı, neler uğruna süründüğü beni ilgilendirmiyor.
eskiden olduğum kadar masum kalmadığıma sevinirken, o halime de dudağımı büküp burun kıvırarak bakıyorum. yine de ona teşekkür etmek lazım. daha erkenden daha kötü düşebilirdim.
"şimdi olsa şöyle yapardım" lafları da aynı "keşke şöyle yapsaydım" lafları gibi. o utangaçlığa insanı iten koşullar başkalarını da saldırganlığa itiyordu. kimse için kabul edilir görülmeyen şeyleri evcilik oynar gibi yaşamamız ilk başta normaldi. şimdi ise içinden çıktığım o akvaryumun sağladığı ortamı uzaktan izleyip, "ben sigaraya yeni başladığımda birkaç senedir alkol kullanıyordum, arkadaşlarım da şunları şunları denemişti," gibi gereksiz gözlemler yapmak dışında bakılacak daha farklı şeyler olup olmadığını değil de
geçmişe değil geleceğe bakalım artık diyorum. herkes her şeyi anlardı da niye bozamazdık o gidişi diye soracak birisi değil de sorulacak kişi olduğumu şimdi anladım. o insanlar bensiz de aynı yerde olacaktı; ben kendime çok fazla yer açmadım. çünkü gereksiz bir korku, gençlik, toyluk, körlük, cahillik...
birilerini bakışlara hapsetmekle, başkalarını yanımda sıkıntıdan öldürmekle, duygusal iniş çıkışlara çekip kimi zaman küçük düşürerek, kimi zaman köpek gibi peşine düşerek; her şeyi, her duyguyu üstü kapalı yaşamaya çalıştığım zamanlar geçip bittiği için mutluyum. toplum beni bir uzaylı yerine koyduğu için belki, bir hastalık gibi davranmak dışında bir şey gelmedi elimden. şimdi aşısı tamam neredeyse. yalnızca eski köpekler havlamaktan bıkmadı. onlar da hevesi kursağında kalmış kıskanç pislikler olduklarını iyi bilirler. her neyse konuyu çok dağıttım.
şimdi çevremdeki sıradan insanlarla konuşurken bile onlar için yüz kızartıcı sayılabilecek meselelerin konusunu açmaktan çekinmiyorum. işin kötü tarafı, kimseyi sevmeyen bir insan olmam. yoksa, arasaydım, isteseydim birilerini bulur, hatta açılır, teklif bile ederdim gibi geliyor. belki öyle düşünebildiğim bir alanı yarattığım için yetinebiliyorum. yoksa acaba şimdiki
şimdiki özgürleşmiş aklımla eskiye dönebilsem o son tombul benim olur muydu? üzerine gitmeye geç kalmayı beklediğim için olamamıştı ya hani. neyse ki benim gibi geç olgunlaşan bir paraziti hayatına fazla sokmadı.
bak şimdi aklıma geldi yine. bu açılamamak, bu korkular, sıkışma falan
bize hayat diye, yaşam diye gösterilen şeyi, alışıldık olan şeyleri fazla ciddiye aldığımız için. en azından bizim gibilerin hayatı çok da ciddiye almaması lazım. çünkü çocuk olmak için gelmedik, çocuk kalanlara biz dadılık etmek zorunda kalıyoruz yalnız. milyonlarca insanın yaşayıp bildiği şeylerin
neyse işte o çocukla şimdi yine görüşmeye başlasam, eskiden belli ede ede yürüyordum ya, şimdi belki "senden hoşlanıyorum" falan diyebilirdim. belki yine kaçardı ahaha
ilk pasif olma hikayesini anlatan youtuber
videosunu ilk kez burada görüp izlediğim youtuber. videoda anlattıklarını dinlerken kendi kendime "cesur çocukmuş" dedim. video biterken baktım, kanalının ismi de cesur'muş zaten.
sırf, herkese açıkça anlatılması zor olduğu düşünülen bir şeyi paldır küldür anlatabildiği, bunu yapmayı seçtiği için saygı duydum. izleyen insanları gerebiliyor olması bile insan kültürünün, ataerkil anlayış düzeninin bir ayıbı. bu sebeple kendisinin yaşam tarzını açıkça anlatırken, çevreden aldığı edinimler ile kendi iç dünyasında oluşturduğu çelişkili halleri doğal akışı bozmamaya çalışarak göstermesi beni çok rahatsız etmedi.
kendim dinsizim diye, başkalarının —benim gereksiz bulduğum bir anda— din hakkında konuşmaya başlamasını yadırgayabileceğimi düşünecek değilim.
yalnız izleyecek olan gençlere verdiği mesajın yalınlığı, onları salak yerine koymaya çalışmaması falan hoşuma gitti. tabii izlenmek için çektiği bir video olması, videonun bir misyon taşımayacağı anlamına gelmez.
cinsel ilişkide edilgenlik utanılacak, aşağılanacak bir şey olarak görülüyorsa, böyle videoların daha da fazlalaşması gerektiğini düşünüyorum.
alttaki yazara soracaklarım var
bir gün herhangi bir insanla evlenebileceğimi düşünmüyorum. evleneceğimi de düşünmüyorum.
bu evlilik olayını bana reelde, yüzyüze soran insanlara, evlenmek istemediğimi, ilerde evlenmeyi de düşünmediğimi, fakat yaşım geçmeye başladıktan sonra belki —hani olur da— çocuk falan istersem sırf çocuk için "belki" evlenmek isteyebileceğimi söylüyorum.
şimdiden, şu andan söz etmek gerekirse ben çocuk falan da istemiyorum, hatta çocukları genellikle sevmiyorum ve yorucu buluyorum. her çocuk aynı olmasa bile, ne kadar sempatik olurlarsa olsunlar enerji tüketme kapasiteleri çok yüksek; çocukla çocuk olma gücüm kısa sürede tükendikten sonra sevimli arkadaş rolü yapma aşamasına geçiyorum ister istemez, o da kısa sürüyor. çoğu yapıştığı için kolay sökülmüyor, tekrar tekrar görüştüklerim de ne bok bir yetişkin olduğumu anladıkları için bana uyuz olmaya başlıyorlar.
ayrıca aile kurmak, çocuk sahibi olunmasa bile bir yığın gereksiz sorumluluk demek.
oldu da eşcinsel evlilik yasallaştı diyelim. yine evlenmem.
evliliğin yasal/kurumsal açıdan faydalarını, evlenemeyen gey çiftlerin mahrum kaldıkları hakları falan daha önce ben de dinledim, tabii ki o da olsun, tabii ki istediğimiz zaman bizimle aynı cinsiyette kişilerle evlenebilelim. ama işte pek bana göre bir şey değil.
olur da biriyle bitmek bilmeyen bir ilişkim olur, birlikte yaşamaya falan başlarım, o zaman belki "işte bak kağıt üzerinde olmasa da evlendik" falan diye şakasını yaparım ancak.
alttaki yazara sorum:
eşcinsel olduğunu belli ederek mi yaşıyorsun yoksa gizleyip rol mü yapıyorsun? belli ederek yaşıyorsan, çevredeki insanların davranışlarında ne gibi değişimler gözlemledin belli ettiğin süre boyunca?
bir de ikinci soru olarak yurt dışında ya da başka şehirde yaşamaya gitmek konusunda düşüncelerini merak ediyorum.
kedi
iş bulup ayrı eve çıkma konusunda en büyük motivasyon kaynaklarından biri sayılabilecek evcil hayvan. arkadaş gibi bir şeydir kedi. evlat gibi de, sevgili gibi de, garip bir durum kedi beslemek.
kedimden ayrı kaldığım için artık sokakta gördüğüm kedilere daha anaç duygularla bakıyorum. laf attığım, göz kırptığım, öpücük yolladığım, pisi pisi dediğim, gülümsemekle yetindiğim, selamladığım kediler oluyor.
evde kedi bakmayı düşünenleriniz varsa, ara sıra duş kabinine falan sokup yıkamanız gerektiğini, tüylerin de ara sıra taranması gerektiğini hatırlatayım. ben bu dediklerimi yapmaya üşendiğim için evdeki diğer insanlar tüyleri bahane edip kedimi uzaklaştırdı. gerçi şimdi bahçeli bir evde, iyi bakılıyor. özlüyorum.
seksi bir erkeğin kucağına oturmak
konforlu bir eylem.
ayrıca eşcinsel seksin olası fotoğraf karelerinden biri. yukarıda bir yazar çok güzel öyküleştirip adım adım betimlemiş. okurken sertleşti benimki. bari porno falan açayım da boşa gitmesin, diyerek fare imlecinin yöneldiği taraf saat iki yönü gibi.
tek gecelik ilişki
tek sevişmelik ilişkidir. gece yaşanır olmayanı tek günlük ilişki olarak da anılabilir.
tek kullanımlık mendil gibi, "tek seferlik ilişki" denebilir mi böyle ilişkiler için?
tek seferlik ilişki dersek, ilişki dediğimiz şeyin hangi boyutta yaşandığının, ilişme meselesinin katmanlarının bir değeri kalmıyor sanki.
dokunmanın iç içe geçmek halini aldığı an niye en son nokta olsun ki, değil mi? bu sebeple mi zamana yayılan şeylerin tek sefer sayılmadığı kanısına varmaya çalışıyorum
benim de böyle bir ilişkim olmuştu. üstelik gece falan da değildi.
gece yaşanan ilişkilerimi düşündükçe ağlayacak gibi oluyorum, çünkü onlarda tek seferlik ilişkinin değil, sevişmenin anlamını sorgulamıştık. dokunmak sevişmek demekti. konuşmak, konuşmaya çalışmak, dinlemek, gülümsemek, neşelenmek, hatırlamak, anlatmak... geceleri sahilde bir kişiyle —bana "gel" demeyi öğreten adamla— otururdum o kumlarda. tek gece de değildi, sikişmek de değildi; yalnız dokunmak, okşamak, sıkmak, ittirmek. ahaha. sarılmayı ne ara atladım.
benim eskilerim hep böyle hikâye oldu. anımsıyorum da içli içli gülümsüyorum kimi zaman. içkim bile yok şimdi üstelik.
füzyon mutfağı
aşçılıkla yeteri kadar içli dışlı, deneyimli olmadan ya da bilinen/denenmiş bir tarife bakmadan yapılmaması, girişilmemesi gereken bir uğraş.
kendim bu konularda çok budala olduğum için abuk sabuk malzemeleri bir araya getirip yenmesi neredeyse imkansız şeyler pişirmiş, sonra da ziyan olmasın diye tat alma duygumu döve döve hepsini bitirmiştim (bir aralar, birkaç kez).
füzyon mutfağıyla ilgili kendi deneyimlerimden yola çıkarak birkaç püf noktası vermek isterdim. neyin neyle yakışabileceğini kestirebilecek durumda değilseniz bulaşmayın.
yapabileceklerinize değil de yapmak istemeyeceğiniz şeylere bir örnek vermek gerekirse: makarna, pirinç falan gibi normalde tuzlu olan yemeklere armutu küp küp doğrayıp katmayın. rendesini, bütününü, iri iri doğranmışını da katmayın. tadı leş gibi oluyor, yemeye çalışırken kusabilirsiniz.
berber dayaması
bir sıcaklık, bir yumuşaklık.
eskiden sık sık farklı berberlere giderdim. bir kez gittiğim bir berberde geçici olarak duran bir ağbi vardı. dükkanın sahibi başta oradaydı, konuşuyorlardı, sonra gitti. emanetçi arkadaş saçımı kesmeye başladı. yok dayamadı aslında, o yüzden anlatmıyorum. çok tatlış bişeydi. tombik seni. neyse işte bu böyle sakin sakin, kıtır kıtır saçımı kırpıyor, bir yandan da benle konuşuyor. konuştuklarımız klasik berber muhabbeti, okuyo musun çalışıyo musun nerelisin falan gibi şeyler. tombik o kadar aheste ki, yalnız elleri değil sesi de yavaş, kısık, çabasız; böyle yumuşak, dingin bir ses tonuyla benle konuşup bana sorular sorarken ben de onu tedirgin etmemeye çalışan ses tonumla kesik kesik cevaplar veriyordum. bir yandan da boşta kalan parmaklarından birkaçının ucuyla başıma dokunurken saçımı kesiyor. aslında ne konuştuk hiç hatırlamıyorum ama o hırıltılı sesini hâlâ anımsar gibiyim.
sonra o güzel elleriyle saçımı da yıkadı. bu anlattığım adamın dokunuşlarında büyü gibi bir şey vardı sanırım. sesi de kafama dokunması, saçımı yıkayıp kafa derimi ovalaması da iç gıdıklayıcı, mayıştırıcı bir özellik taşıyordu. o zamanlar öyle bir şey yoktu (ya da —popüler değildi— vardı da ben bilmiyordum), şimdi
asmr yapmış diyebiliyorum. çok iyi berberdi, öyle eyesemar yapan başka berberler aradım, aynı yere üst üste birkaç kez de gittim ama ne o adamı ne de onun gibi saç kesip yıkayanı bulamadım.
bir de sanki ben bu hikayeyi burada daha önce de anlattım gibi hissettim şimdi. olsun dönüp karşılaştırırım anlattıysam.
orada konuşulanlardan aklımda kalan şey tombik'in o akşam taksiye çıkacağıydı. her işi denemeye kalkan, bir sürü arkadaşı (belki akrabası) olan bir adammış demek ki.
tombik burayı okuyorsan bir şey yapmana gerek yok tatlım. berberliğe geri dön yalnızca.