ayı sözlük itiraf

  • /
  • 181
evde lussekatte adında bir poğaçamsı bi şey yapmıştım, çekirge sürüsü gibi yemiş bitirmiş ailem.
sevgili adayımı korkutuyorum. nasıl mı? sürekli "artık norveçli erkeklere bakmama gerek kalmadı, sen varsın" falan diyorum, ciddi olduğumu sanıp korkuyor. "niye benden bu kadar beklenti içine giriyorsun" diyor. çok eğlenceli.
ekşi sözlük'teki lgbt onur yürüyüşü başlığına girilen yorumlar, insanı hayattan bezdirir. okumayın.
üstteki yazara aslında bir yandan katılıyorum, bir yandan da katılmıyorum. ekşi sözlük genel anlamda sol kesimin hakim olduğu bir sözlük gibi görünse de halen bu sol kesim içinde kendimizi olumlu anlamda ifade edemediğimiz bir topluluk var. önceki yürüyüşlerden de örneklerle açıklanabileceği gibi bazı aşırı hareketler malesef bizim ünümüzün kötüye yorumlanmasına sebep oluyor. yürüyüşe çoğunlukla kadınların katılması ve yürüyüşün onur yürüyüşünden çok feminist yürüyüşe dönüşmesinden açıkçası ben de rahatsızım. araya kaynayıp haydi biz de sesimizi çıkaralım boyutuna geliyor. keza kadınlar gününde lgbti'lerin de yürüyüşe katılması gibi. destek verilebilir elbet güzel bir dayanışma ama olayı sadece kendi tarafına çekecek hareketlerde bulunmak bana yakışıksız geliyor. sonuçta ortaya onur yürüyüşü değil karmançorman bir kuru kalabalık çıkıyor. kimsenin ne dediği anlaşılmıyor. saçma sloganlar falan. protesto etmek ayrı bir şey, kendi gününü kutlayarak yürümek ayrı bir şey. tutup siz kendi yürüyüşünüzde politik davranıp başkana söverseniz, onlar da sizi yürütmez. ki bunun olacağını hepimiz gayet iyi biliyoruz. valilik de yürüyüşe engel koyar.
en baştan falso vererek kendi bilincimizi, hareketimizi, anlatmak istediğimiz değerlerimizi kendimiz baltalıyoruz. bu zihniyet de bu şekilde devam ettiği sürece benim gibi düşünen çoğu lgbti bu tarz yürüyüşlere katılmayacaktır.
ne zaman lgbti gerçekten kendini olumlu şekilde yansıtacak bir zihniyete bürünür o zaman destek veririz.
ne bok istediğimi ben de bilmiyorum.
burası biraz popülerleşmiş mi bana mı öyle geldi anlamadım.
evli erkekleri, çocuğu olan erkekleri, daha önce kadınla yatmış olan erkekleri bir kenara bırakalım. onlar zaten benim yazdıklarımı okumazlar, ya da okumak istemezler.
bir de gay/gey olduğunu kabullenemeyenler varmış. onlara da ben yazmıyorum zaten.
ayının çeşitleri yoktur diyemem. ama benim ayı olmadığımı söyleyecek kişi de zaten ayı değildir.
burada sevdiğim yazarlar falan vardı, ama sürekli yazan çok az vardı. şimdi umarım artmışızdır. daha önce buradan kaçarken yaptığım saçma davranışın sebebi zaten belli. etim kuruymuş. biraz da tuzsuzmuş
bir de üzerine alınan alakasız tipler var, onlar zaten burada bile yazmıyor. onlar kapıdan girse bacadan kovuyorum. kendilerine başka efendi seçsinler ahaha.
uçuşup odamın her yerine yapışan, terimle ıslanıp çamurlaşan, parmak uçlarımla harflerin bulunduğu şu önümdeki klavyeye sürttüğüm ölü deri parçalarım tırnak aralarıma kaçmasın diye kulaklarıma neyin takılı olduğuna bakmıyorum. onun yerine bir sigara yakıp kırnak törpüleyen insanlara bakıyorum ara sıra.
taşşaklarımı hissediyorum. çenem odamdaki çalışmayan televizyonun köşesine çarpacak gibi oluyor, sokaktan sesler geliyor. porno mu açsam, duşa mı çıksam, kakamı mı yapsam, birileriyle mi konuşsam; kokuştum, terledim, yataktan kalkınca çükümü dövdüm. komşum çok gürültü yaptı, şimdi bir süredir sustular. evde tek başımayım, odamda tek başımayım, pencere yukardan açık, perde kapalı, pipom boş, sigaramı içiyorum, çoraplarım yok. ileri geri ileri geri ayaklarımı kaydırırken tırnağımı zemine sürtmeden kahvemi yudumluyorum. çıplağım aslında, odamın kapısı kitli değil.
şimdi kitledim. şimdi yine açtım. giysilerim masamın sol tarafında kalıyor. sağ tarafımda da başka bir koltuk var. üzerinde neler var neler. sol tarafıma tekrar baktım 1-2 bişeyler daha var. mesela yatağım o tarafta. çok ses çıkarıyorum... kulaklar benim değil. konuşan kulak bunlar, fısıldayan kulaklar. ne taraftalar? tam önüme bakıyorum. masamın tam ortasına, alt tarafına bile değil. ayaklarımı düzelttim. birazdan ne yapsam ahahaha.
sıkıldım sözlük, çok sıkıldım. hani öyle böyle sıkılmadım yani. bildiğin acayip sıkıldım. çok da iyi sıkıldım. sıkma beni sözlük laann oramı da sıkma. sakin ol tamam yok bir şey demedim. aferim efendi olalım. öptüm sözlük.
başka insanlar için belki de sakız çiğnemek kadar kolay olan şeyler benim için artık çok zor.

bir insanla arkadaş olmam çok zor. sevgili olmam çok zor. bir insanla iletişim kurmak bile benim için çok zor. zira artık o insana olan olumlu düşüncelerime, sohbetinden aldığım keyfe, onunla geçirdiğim vakitlerin güzelliğine ve bu gibi şeylere odaklanmak yerine sadece ne zaman nerede ne şekilde yaralanabileceğime odaklanıyorum. sonra da küçük bir çocuk gibi korkuyorum. küçük bir çocuk gibi saçmalıyorum.

bugün olduğu gibi.

hayatımda bir yeri de yoktu aslında. sadece konuşmayı çok sevdiğim birisiydi işte öyle. ama fark ettim ki ben artık çok korkuyorum. hislerimden korkuyorum. hissetme olasılığım olan şeylerden korkuyorum. hissedebileceklerinden bile neden korkar ki bir insan?

ben korkuyorum. küçük bir çocuk gibi korkuyorum.

çünkü yorgunum. yorgunum ve iyileşmemiş açık yaralarımı her geçen gün daha çok hissediyorum. öfkemi her geçen gün daha çok hissediyorum. öfkemi. kızgınlığımı. yorgunluğumu.

eğer başarabilseydim bağıra bağıra ağlamak isterdim, bunu yapabileceğim sayılı omuzlardan birinde. yapamıyorum.

insanlara artık anlatamıyorum. anlatmaya mecalim ve isteğim var mı, ona da emin değilim.

insanları yönetebilen insanlar vardır. bilirsiniz onları. hani çok güzel manipüle edenler, ne istediğini tahmin edebilip ona göre davranabilenler. sınırlarını çizebilenler. ben onlardan olamadım hiçbir zaman. benim insan ilişkilerimi belli başlı düşünceler yönetti bugüne kadar.

"bu içimden geliyor mu? bunu istiyor muyum? bunu yaparsam gece başımı yastığa rahat koyar mıyım?"

ama kısa bir süre önce gerçek kafama dank etti. bunlar işe yaramadı. bunlarla bir yere varamadım. yapamadım. işin daha da kötüsü yıllarca bildiğim doğrular olmadan nereye giderim orasını bilmiyorum.

yoo hayır, hep kazık yedim hep iyi niyetimden kaybediyorum triplerine girmeyeceğim. iyilik kötülük bana göre kişisel kavramlardır. benim doğru bildiğim başkasının doğru bildiği olmaz bazen, bu ne onu kötü yapar ne beni. ya da ne onu iyi yapar ne beni.

ama bu şekilde zormuş. çok zormuş. en azından ben beceremedim.

bununla ne yapacağımı bilmiyorum. kızgınım, kırgınım, öfkeliyim. sevildiğimi, değerli olduğumu hissetmeye her zamankinden daha çok ihtiyacım var ama kimseyi de yanımda hissedemiyorum. kimse yanımda değil demiyorum, ama ben hissedemiyorum artık. eğer bana uzatılan eller varsa da, ben artık hiçbirini göremiyorum. ben karayı göremiyorum ve karayı göremezken yüzmeye devam etmekten çok, çok yoruldum.

biri bir entry yazmıştı burada, sonunu da "çok yoruldum artık, takatim kalmadı, çok şükür" diyerek bitirmişti. işte aynen öyle hissediyorum.

çok yoruldum artık, takatim kalmadı. kırgınlığım, öfkem ayağımdaki taşlar, ben bu taşlarla yürüyemiyorum.

yoruldum ben. benim gücüm de, isteğim de kalmadı.

çok şükür.
insanların niyetlerini çoğunlukla anladığımı düşünsem de anlamıyor olabilirim. insanların benim niyetimi ne kadar anlayabildiğini, anladığı kadarını ne kadar kabullendiğini, ne kadar anlamazdan geldiğini sürekli sorguluyorum. çünkü bende başka hiç kimsede olmayan bir şey var. bu yazdığım yazı. başka bir şey daha var, başka hiç kimsede olmayan.
niyetime geri dönersek; niyetim kendim olarak kalmak, kendim olarak yaşamaktan zevk almak. bu dediğime bile düşmanca bakacak çok insan vardır. herkes birbirine benzesin, herkes bana benzesin, herkes sana benzesin, herkes ona benzesin, falan diyenler. görüntü olarak anlıyorlarmış, pencereden gelen sesler.
niyetime geri dönersek; niyetim kimseye ne yapıp ne yapmayacaklarını, ne söyleyip ne söylemeyeceklerini, ne olup ne olamayacaklarını söylemek değil. param var, hem de bok gibi.
kimse kendini benden sorumlu hissetmek zorunda değil. ben kendimi kendimden sorumlu tutuyorum. kalabalıklardan, gürültüden, birbirinin götünü kollayan insanlardan, birbirine koşullarla (maddi koşullar olsun, manevi koşullar olsun) bağlı insanlardan bıktım. arkadaşım yok. kimseyi sevmiyorum. ailemi seviyorum, evimi, en çok da odamı seviyorum. yalan sevmiyorum. aktifim, geyim, erkeğim. yuva yıkanları sevmiyorum. çocuk sikenleri sevmiyorum. ırkçılık yapanları sevmiyorum. beni insan olarak görmeyi değil de ten rengimi, saç rengimi, göz rengimi, burun kıllarımı falan görmeyi seçenleri sevmiyorum. kıskanç insan sevmiyorum. yetinmeyi bilmeyen insan sevmiyorum.
müzik seviyorum, sevdiğim şeyleri seviyorum. karanlıkta, sessizlikte uyumayı seviyorum. çok bira içince gelen baş ağrısını seviyorum. kusmayı seviyorum. tırnaklarımı oraya buraya sürtmeyi, garip sesler çıkarmayı, ağzımı yamultup çenemi kaydırmayı seviyorum. gözlerimi şaşı yapmayı seviyorum, burnumun ucuna bakmayı seviyorum, masamın tozunu kendim almayı seviyorum. halısız zemine çıplak ayakla basmayı seviyorum. duş almayı seviyorum. itiraf etmeyi seviyorum. tek kişilik bisiklete binmeyi seviyorum. mezarlıklarda yürüyüp isimler okumayı seviyorum. kendi kendime konuşmayı seviyorum. kıllı erkek seviyorum. öpüşmeyi seviyorum, emmeyi seviyorum, ayak seviyorum. bacaklarımı onun bacaklarına sürtmeyi seviyorum. onun bana bakmasını sevmiyorum, ima sevmiyorum, arkadan konuşma, laf çarpıtma (yanındakiyle konuşup beni tarif ettiği zaman) sevmiyorum. benim karşımda ezildiklerini çaktırmamak için, aşağılık duygularını yenmek için dürüstçe gelip benle konuşmayı denemek yerine gölgeme saklanıp beni kendilerine rakip yapan -hiç tanımadığım- insanları birbirleriyle eşit görüyorum. kendimi çok seviyorum. çok çok çok çok çok. bir elim havada şimdi. yemek yemeyi seviyorum. yeme işini seviyorum. yemeğe bakmayı seviyorum. falan filan.
günlük itiraf vaktim geldi. bazı şeylerle, özellikle de geçmişle ilgili şeylerle yüzleşmeye biraz korkuyorum. yalnız bu değil; ölüm gerçeğiyle yüzleşmek zorundayım, yalnız kendim için değil, bir tek ben yaşamıyorum. ne kadar bencil de olsam, ne kadar "kimse bana destek olmasın, ben de kimseye destek olmayayım" desem de, kendimi -kocaman bir yanılgı içinde- kaf dağında da görsem, "benden şu şu konularda daha iyi olan şu şu insanlar var" diyerek kendimi mütevazı göstermeye de çalışsam, gerçekten benim gibi olan, benim gibi olabilecek olan kişilerin varlığının farkında da olsam...

söylenemeyecek şeyler var. aile içindeyken bile söylenemeyecek şeyler.
nefret dolu olduğumu kabul ediyorum. normal olmadığımı da kabul ediyorum. herkesi karşıma aldığımda sığınabileceğim yerleri hiçe sayıp kendime zarar vererek gülünç duruma düştüğümün de farkındayım çoğunlukla.
söylenemeyecek şeyler var. onu çok üzdüğümü burada açık açık yazamam. çünkü daha iyi olmak istiyorum. benim için kimin hangi sıfatı taşıdığının, hangi vasıflarla doğduğunun gerçekten çok bir önemi yok. (pencereden duyduğum sese karşılık olarak: bu dediğimi seks düşünen erkekler anlayamayabilir. ben kendime kadın bile derim gerekirse. pipili kadın olurum. hayvan terbiyecisi değilim.)
hangi vasıflarla doğduğunun çok bir önemi yok. insan gibi karşıma geçip konuştuğunda dinlerim. yanıt bekliyorsan yanıt da gelir.

insanlıktan çıkmayı, insanlıktan çıkmanın yollarını, insanlıktan çıkmanın yollarını çeşitlendirmeyi, insanlıktan çıkmanın çeşitli yollarını daha şeytanca, daha kanlı, daha çıldırtıcı hale getirmeyi ben de biliyorum. bunun bir çözümsüzlük olduğunu kabullenilen bir şey gibi görmeye alışmış kimselerin televizyonları benim en büyük düşmanım değildir. televizyonlar her rengi göstermek zorunda.

dipnot: tam burada unuttuğum bir mesele var.

etik yasalarını kendimce uyguladığım her halimden bellidir aslında. kimseye vurmam, biri bana bağırmadıkça bağırmam, içimden gelmeyen bir şeyi sırf bana yapmam zorunlu gibi hissettirildiği için yapmam. bu tarif ettiğim ben, başka bir ben. bu bene biraz uzaktan bakıyorum şu an. bir böcek gibi. böyle böcekleri yerden alıp masama koyarım. yürümelerini, ses çıkarmalarını, kıpırdamalarını, uçmalarını beklerim. hiçbirini yapmayıp öylece durdukları zaman yanlarına başka böcekler gelir. başka böcekler de onları parçalamak istediği için kıskaçlarını, zehirli iğnelerini, keskin çenelerini kabuklarından içeri geçirmeye çalışır. kabuğu sert çıkan bazısına daha da sokulmaya, etrafında dönüp dans etmeye, vızırtılar çıkarmaya başlarlar. o anda da toparlanıp kabuğunun altında gizli kaldığı yerden çıkmak yerine taş kesildiklerini gördüğümde o diğer böceklerin hepsini masadan aşağı atarım. sıra benim böceklerime gelir. kıpırdamaları, ses çıkarmaları, yürümeleri, uçmaları gerek. parmaklarımdan birinin ucundaki tırnakla o böceği masanın kenarına doğru yavaş yavaş itmeye başlarım. ya yürüyecek, ya uçacak, ya ses çıkaracak, ya kıpırdayacak.

dipnot: hatırladığım kadarıyla.
değişim ya da gelişim. düşünmenin arkasındaki önündeki ortasındaki maksat. yaratılmak istenen yeni şey. kazancı yalnızca kazancı. hissettiğin gibi. ülkende bulamadığından. tek başına kaldığında. başkalarını ne kadar savunduğunu sorguladığında. tek başına tek. sen ya da ben. yaratılan yeniliğin kazançsızlığı. kimin umurunda söylesene. ben gittiğimde de umurunda olmayacak olması beni üzer. yeni bir sözcük icat ettim o yüzden. tasmanın ucundaki ipi benim ellerime dolayan bir sözcük bu. söylememe gerek yok şimdilik
değişim ya da gelişim. kimin umurunda. kendim için yaptıklarımı satmadığım koşulda. herkes kendi analarını satmanın derdine düştüğünü yüzüme haykıran lafları fısıldaşırken. anılarımı çöpe attığımı. çöpten yemek toplayanlara mı anlatıyorsun bakalım.

radyoda en sevdiğim kanalı açtım. ledzeplin çalıyor. sabah saat 9 falan sanırım şu an. okula biraz geç kaldım. densing deyz. psikolojini bozduğum için özür dilerim. geçmişe dönemeyiz, dönmemeliyiz de. gelecekte parıltıları izleyeceğini düşündüğünü hayal ediyorum. benimle ya da bensiz. parıltıların yansıması kadar gerçek geleceğinde tek başına bile yürüyebileceksin, istediğin zaman, istediğin yerde.
çok açım sözlük. yemek yemeliyim ama önce antrenman yapmalıyım. sağ ol sözlük.
birine bağlanamıyorum. bu beni iyice çıkmaza sürüklüyor.
kimi kişilerin gerçekten gey olduğuma inanmadıklarını düşünmeye başladım.
belki de gurur meselesi falan yaptığımı sanıyorlar. öyle değil. ergenliğe girmeden önce bile gey olduğumun farkındaydım, tabii o zamanlar bunun ne demek olduğunu bilmiyordum.
orta okulda bi çocuk vardı, o gey değildi galiba, fakat ben geydim. çünkü mastürbasyon yaparken hep, her zaman erkekleri hayal ettim. okul müdürünü çok hayal ederdim bir de.

bu gece cips yeyip bira içiyorum, enerji içeceğim, soğuk çayım da var. sigarayı daha bırakamadım.
bir ara çok sıcakladım. gözlerim kamaştı. algılarımın çarpıklaştığını anladığımda saate bakıyordum. gerçek ne ki, diye sorma. ben de bilmiyorum. o yüzden sürekli uyduruyorum. en olasılıksız şeyleri düşünüp hayal ettiğine, üstelik hayal ettiğin şeylere inandığına diğer herkesi inandırabilirsen, saçmalıklarını öncelikle kendin yediğin izlenimini başkalarına verebilirsen, olasılıksızlıkların içinde inanmadığına kendini inandırdığın şeylerle yalnız başına kaldığını anlıyorsun. bunları yazmak için aslında para almam lazım.
bugün gittiğim iş görüşmesinin sonucu inşallah olumsuz olur, umarım vodafonedan beklediğim haber gelir, bira zammı iptal olur ve 3 film zirvesi için artık bir tarafını kaldırıp gelirsiniz.
iş görüşmem çok iyi geçti sözlük. fransa kökenli bi şirketmiş. acaba yapabilecek miyim back end developing'i ya. hiç denemedim daha önce.
çok uyuz bir insanım. belli oluyordur da hem. bir yandan da kendimi sevimli buluyorum. itiraf ediyorum, çocukken ayak tırnaklarımı yedim. defterden boş sayfa koparıp uçak falan yaptım. arkadaşlarım bana çok şeyler öğretti. ben de onların yanında durmayı gerçekten düşünmenin hatırlamaktan da öte bir şey olacağına inanamadım önce. internet benim arkadaşım değil. sözlerimi bir kağıda çizip banyoda yaktığımda karbonlu gazların tütsülü kokusunu içime çekip rüzgarın esişini hayal eden bakışlarla izlediğim bir manzara yoktu önümde. tümüyle geçmişten örülü bir gelecek hayal edemiyorum.
hayal ediyorum ki süzgeçlerden geçen dağınık çizgiler yıldızlara varana kadar açılır, uzanır. peynir ezmesi fırlatmış gibi görünen tombul erikler oturan aygıtlara binerler. televizyon kumandası heykelinin yanındaki süpürge tohumu kabak tatlısı olmaya özenir. temiz ayaklar ahşap masalara tutunur. kavruk gözün kepekli kıvrımı tepe ışığında süzülürken, mantı sosu acı ezmenin yanında iyi giderdi. yaman papyonunu takan sebil tembel resimler çizse de, akü mandalı tutan yumurta kabuğu gibi sesi geç duyulurdu. köpek bu dalda tanrı suyu istemiş. cetvelini kırıp çiçek toplayan temiz ayaklar ahşap masalara tutunur sigara içerken. saçının teri boynundan içeri göğüslerine ıslanıp yapışan anlarda, tırnakları uzamış, göbek deliği, göbek deliği. tuzlu suya teneke kutu süzülerek indi, haziran güneşi batık kayaları geçmişe fırlatırken düşündüğümde ayak parmakların. yağlı boya yere döküldüğü günkü gibi kupkuru meme uçlarında sivri sulardan bacak aralarına parmaklarımın arkası hafifçe değerek eriyen çamurda tüylü dudaklar pense dişlerim kamaşarak biriktirdim yumuşak ellerini yere akıtırken burun deliklerini emdim. mantı sosu acı ezmenin yanında iyi giderdi
tatile gidiyorum sözlük 1 hafta yokum. tekneyle deniz sefası yapacağım. sanki 1.5 yıldır tatilde değilmişim gibi adsfadsfad. ohh gel keyfim gel.
bir süredir uzağım buralardan :) nedeni; bu sözlük formatı beni açmadı. özgür hissetmiyorum burada bile. bu yüzden kalıp rahatsızlık vermektense gitmeyi tercih ediyorum; hayatımın pek çok yerinde de uyguladığım gibi...
telefon uygulamalarının hepsini indirdim sohbet chat buluşma vs.
en azından cinsel kimliğinden emin insanlarla muhabbet etmek istedim hepsi bu.
hiç mi hiç memnun kalmadım deneyimimden, daha insancıl bir deneyim olurdu diye umuyordum. olsundu ama deneyim işte adı üstünde...
  • /
  • 181