ayı sözlük roman

gözleri yorgun ve uykulu bakıyordu. aslında yorgunluk ve uykusuzluk değildi sabahın bu saatinde onu viran yapan..
bir sabahci kahvesinde oturmuş düşünüyordu ellerinin arasında başı ve yani başında soğumaya yüz tutmuş çayı. onunla böylemi karşılaşacakti
yalnızlığıydı onu yorgun kılan. bakışındaki yorgun ifade, yüzündeki belirgin çizgiler, ellerinin bileklerinden öte bir paçavra gibi hareketsiz duruşu, savaşını ve mücadelesini yitiriyormuş hissi uyandırıyordu.
konuşmak istedikçe onun bu derbeder hali karşısında kelimelerim düğümlendiyordu adeta.
bu halde olmasına neden gerçekten yanlızlığımıydı...? yoksa gizlediği , söylemeye çekindiği birşeylermi vardı.
göz göze her geldiğimizde adeta soru sormamam için yalvarıyordu. acaba ! acaba neydi sakladığı , anlatmak istemediği.
devamını getiremedim.. tüm kararlılığı gözlerinden okunuyordu. son bi can havliyle elini tutmaya yeltendim, ama nafile.
işte o zaman gözlerimden süzülen yaşlarla, titrek bir sesle peki neden dedim.
peki nedendi
nasıl başa çıkarım her bir yolsa tuzak var ki sana attıgım her adımda saptıgım yol ters kalır
ayılık onda sadece fiziksel olarak değildi... kendi kişiliği de ayıydı..
ama lanet olsun seviyordum işte.. ben bunları düşünürken birden.....
asgaride lise mezunu ne kadar gay tanıdıysam hepsinin var böyle bir rüyası . şu an yazmakta olan 17 , önümüzdeki yıl yazmaya başlayacak olan 35-40 , yazmış bitirmiş bastırmış 2 kişi tanıyorum . rakamlara bak ; ahanda sana türkiye .
...düşündüğüm tek şey neydi lan diye sordu kendi kendine. fazla uzatmıştı bu düşünmek işini. özet geçsin piçti. belki de bırakın dağınık kalsındı. elleri buz gibiydi heyecandan. kafası dumanlıydı. yanından gelip geçen omuz atan hırbo tipleri farketmemişti bile. güzel adamdı. yine de kendini çirkin ördek yavrusu gibi hissediyordu. olduğundan daha kısa ve kara kavruk hissediyordu...

nihayet buluşmak için sözleşilen yere gitti..ve o anda..
sabah terlemiş bir şekilde uyandı, yine kabus görmüştü.yatağından kalkmak için bir sebep düşünememişti.birden koridorda bir gölge fark etti ve yataktan fırladı bu...
bulabildiği ilk şey bir eski ayna idi. koridora doğru ilerlediğinde kabusunda gördüğü adam çatık kaşları ve iri cüssesiyle tam karşısındaydı. o anda ne yapacağını bilemedi, adamın o kalın sesini duyduğu anda...
adamın yüzündeki gülücüğü fark etti ve gamzesi ... daha önce böyle bi güzelliği fark etmediği için kendinden tiksinmeye başladı çünkü o kadar güzeldi ki sanki bi nisan yağmurundan sonra ortaya çıkan gökkuşağı gibiydi zaten gökkuşağını çok severdi. bi adım atmaya çalıştı bi adım ve bi adım daha fakat her attığı adında o gökkuşağı gamzeli adam uzaklaşıyordu seslendi...
adam ona doğru bir iki adım attı. çok güzeldi. çok devdi. mitoloji kitaplarındaki heykelleri andırıyordu. yüzünde lanetli medussa'nın kederi vardı ama dünyayı sırtlayan atlas gibide heybetli bir vücuda sahipti. adam, ona yaklaşırken yavaşça yutkundu. bu yutkunma kuru bir yutkunmaydı. zaten adamın vücudunu seçtikçe heyecanı artıyordu. kalp atışı yükseliyordu. neler oluyordu?!

telefon sesi duyuldu.

gözlerimi telefon sesine isyan edercesine zorla açtım. adamı daha fazla görmek istiyordum, lanet olsun! arayan kimdi acaba? elbette ev sahibimdi. bir süre açmamayı düşündüm. başımı yastıkların altına gömdüm. bir ara ses kesildi ve ben tekrar uyuma umuduyla, uyuyup rüyama kaldığım yerden devam etme umuduyla başımı yastığın altından çıkarmadım. derken telefon tekrar çalmaya başladı. hiç kaçışım yoktu lanet olsun!
ve birden kapıdan dışarı çıktı o gökkuşağı gamzeli adam.ne yapmalıydı peşinden mi gitmeliydi ? karar veremedi
o eski aynanın yanında bi müddet bekledi yansımasına baktı yüzündeki çizgilere zaman ne çabuk geçiyor diye içinden geçirdi ve koridordan geçip odasına yatağına geri döndü masanın yanındaki sigarasını aldı ve yaktı
bu kadar öksürmesinin sebebi bu sigaralardı çok içiyordu 23. yaşının ilk saatlerinde söz vermişti bırakacaktı fakat bu kaçıncı sözdü ? ki kendine verdiği sözleri bile tutamayan biriydi
sigarasını söndürdü dışarı çıkmak için hazırlandı giyebildiklerini giydi zaten yükü çok fazlaydı
kapıdan bi adım attı etrafına baktı kimsecikler yoktu yürüdü fakat hala kimseyi gorememişti o eski püskü ve anılarıyla dolu caddelerde
insanlar nereye gitmişti ?
birden bi ses duydu irkildi ....
"kerem!" diye çıkıştı telefonun karşısındaki ses. tanrım, saat sabahın sekiziydi ve adam kavga etmeye hazırdı.

"osman amca," dedim korkuyla karışık. 4 aylık ev kirası için aradığından adım kadar emindim.

"oğlum 4 ay oldu! amca babam öldü idare et dedin, ettim. amca ameliyat olacağım dedin, sustum. amca işten çıkarıldım dedin, olur öyle şeyler dedin. ama olmuyor artık. 3 çocuk okutuyorum. bu ev kirasına benimde ihtiyacım var. ödeyemiyorsan çık git evimden!"

"osman amca," dedim, gerçekten uykuluydum. "söz veriyorum bir haftaya iş bulup kiranızı ödeyeceğim."

"ödesen iyi edersin. bak birsen teyzeni zor tutuyorum!" dedi ve kapattı. birsen, osman'nın karısıydı ve eve girdiğim ilk günden beri evinde oturmama karşıydı. sanki virüslüymüşüm ve bunu aile apartmanının her yanına bulaştıracakmışım gibi..

bir süre ahize elimde, ayakta dikildim. tüm uykumun kapitalist sistemin ev sahibi tarafından sikilip atıldığına karar verdikten sonra mutfağa gidip bir şeyler atıştırmaya karar verdim.

ama ne atıştırmak. dolapta hiçbir şey yoktu. iki gece önce ozan'ın mcdonald's'tan sipariş ettiğinden arta kalan patates kızartmasını saymazsak. "iş bulmalısın.." diye söylendim. "iş bul yoksa bu evden sikik bedeninin ölüsünü çıkaracaklar..."

bir süre amaçsızca kafam buz dolabının içinde bekledikten sonra kalkıp ozan'ı aramaya karar verdim. ozan'ın bana karşı olan ilgisini biliyordum. ne zaman yardıma ihtiyacım olsa yanımdaydı. muhtemelen mükemmel evinde uyanmış, anneciğinin kendi elleriyle hazırladığı krepleri mideye indirmiş, aynanın karşısında 5 dakika dişlerini kazıdıktan sonra, evet o fırçalamazdı adeta kazırdı, işe gitmek üzere yola çıkmıştı. ....
doğduğum ilk sabah- silah işlemeli bi masanın üstünde uyanıyorum. güneşin kafama dayadığı uzun sarı mermiler gözümden girip beynime ulaşıyor. kirli beyazımsı, içi bok dolu uzun ince bir kağıt parçası tutuşturuyor koca kafalı tanrı elime. spermlerim yalvarırcasına yakmak istiyor sigarayı. peçeteler kanlı ve kirli şekilde sararıyor önce. masanın üzerinde ki saydam altı patlar tüfekle sigaranın kafasına sıkıyorum acımasızca. böğrümü becerircesine süzülüyor duman ellerimde.parmak arası eklemlerim orgazm oluyor. protez bıyıklı adamlar gülümsüyor telefonumun ekranında, "altımı üstüme getirircesine sik beni" diyen koca göbekli çirkin adamlar. var mı çiçek ? diye soruyorum diğer kişiliğime. saygı değer bi kişiliktir kendileri. (kedilerin bağırsaklarına ot sarıp içmeye bayılır mesela,bir o kadar da kedi severdir üstelik) bacak araları beyaz,yüzü siyam bir torbacının yanına ışınlanıyorum birden. sahil kenarında kağıttan bankların üstünde yeşil orospular pazarlıyor. kerpetenle söktüğüm 50 altın cüce dişlerini cebimden çıkartıp uzatıyorum. yokluyor bir kaç tanesini. "beğenmediysen annenin yumurtalığına yuva kurmuş 20 santimetrelik realistik vibratörü verebilirim" diye teklif sunuyorum. hiç düşünmeden kabul ediyor palyaço gözlü travesti ruhlu torbacı. orospularımı alıp penisime sürttükten sonra göt cebime yerleştiriyorum. ağızlarından ölü seks kokusu yayılan,kalabalık bir insan topluluğunun bulunduğu kargo aracına biniyorum. "şurdan bir uzaylı uzatır mısınız ?" diye seslenip önümde ki fahişe kılıklı sarışın çıplak ruhlu kadının omzuna dokunuyorum. cebimde ki orospularım ülkenin en iyi oryantaliymiş gibi kıvırıyor loblarımın üzerinde. şöför'ün gözleri saçlarının arasından beni kesiyor. elleri, göğüs uçlarımda ki damarlara ince uçlu şırıngadan sevişme duygusu aşılıyor. kıvırcık saçlı,balık etli bir çocuk ellerimden tutup beni o kalabalığın içinde kafam beynimi kusarcasına çeviriyor. meyve restoranının yanında ki uzun minareli klisenin önünde iniyorum. dua etmek için girdiğim genelevde kırmızı işlemeli krem bir ruh onunla mastürbasyon yapmam için beni ikna ediyor. boynumda ki saçak dişlerim yeşil orospularımı kemiriyor. ruh birden tırnaklarımın arasında ki kir'e dönüşüyor. yaratıcılık abidesi bir kaç pezevenk uzanıyor kollarıma. burnumun soluduğu; uçan kristal renkli kaplumbağalar,ayak bileklerime eşarplar sarıyor. adamlar tanrı oluyor gözümde. tanrıları beceriyorum sonra. hamile kalan tanrılar çocuklarını pazarlamak için senet imzalatıyor bana. "pezevenk tanrıların,orospu çocukları işte" kedim apollon beni arayıp 5.ayağının nerde olduğunu soruyor bana. kırıldı diyorum. köpek suratlı baban sana tecavüz ederken kırıldı. veteriner yahni yapıp entel kasap ile birlikte afiyetle yedi ayağını. farelerin metro istasyonundan geçip evime varıyorum. kedim ellerini ve ayaklarını kuyruğu ile bağlayıp kafasını klozete sokmuş. intihar etmiş aklı sıra. uyansana be suratsız diye tekmeliyorum hayvancağızı. ölmüş -müş. iyi de sen ölümsüzsün unuttun mu aptal kedi? camda bulunan soba bacası büyüklüğünde ki delikten yağmur kokulu, casus kılıklı,koca burunlu bir adam giriyor içeriye. kedinin mamasından bir avuç yedikten sonra televizyon karşısına kuruluyor. ne düşüncesiz adam. insan gelirken bir kaç tane tırtıl kulağı getirir. ölü kediler'i sevindiren tek şey budur çünkü. ölü bir kedi olmayı diledim beni yaratan belirsizlikten. ölmek güzel şeydi düşünüldüğünde. ama ölü insan olmak güzel değil,ölü kedi olmak güzeldi. gözleri pudradan çakıl renkli bir su samur'u zilimi çalıyor. yürüyen bir su samuru mu? oysa bulutların taşıdığı kafam çoktan yeraltı çekirdeğine adaş olmuştu. ölümü yaratan kişinin kendisi olduğunu iddaa etti. kısacası insansı görünen yürüyen et parçalarını o yaratmıştı anladığım kadarıyla. def ettim hepsini evimden. kediyi de buzdolabına gömdüm. uyumak için gittiğim silah işlemeli masanın üzerine boylu boyunca uzandım. uyudum. ve uyandığımda güneşin beynime sıktığı o sarı renkli kurşunlar ilk gün ki gibi canımı hiç acıtmadı. (bkz: yeraltı edebiyatı)
yabancı bi yatakta , yabancı bi şehirde ve yabancı insanlarla yeni bi güne daha uyanmıştı. bir ay önce taşındığı bu şehre bir türlü alışamamış , 1 haftadır her akşam gördüğü o rüyadan bi demet daha yaptırmıştı. kızıl sakallı , gamzeli , hiç unutamadığı ve hiçbir zaman duygularını açamadığı o adamı rüyalarında büyütüyordu . neden her zaman gülüşleri rüyasına misafir oluyordu ki diye geçirdii içinden ve son bir aydır yaptığı gibi ilk işi bi sigara yakmak oldu . etrafına baktı yabancılaştığı nesnelere sonra sigarasından bi nefes alarak yatağından kalktı
mutfağa doğru yol almaya başladı , her adımda yükü daha da ağırlaşıyordu , bi kahveye ihtiyacı vardı . dışardan gelen ayak sesini uyursamamayı , kendi dünyasıyla ilgilenmeye çalıştı
kahvesini hazırladı , aldığı her yudumu sigarasıyla birleştiriyordu . televizyonu açmaya yeltenirken birden kapısı çaldı
üzerine bütün haksızlığı ve yalnızlığı alarak kapıya doğru yöneldi ....
durdu. sessiziği dinledi. kapının ardındaki bilinmezlik yoruyordu onu. asla hazır hissetmezdi bilinmeyen için. fakat bu bilinmezlik gizliden gizliye duyduğu heyecanı doğuran yegane unsurdu. kapının ardındakinin o olacağı ihtimali... duyduğu heyecan buydu işte.
kapının deliği olmadığı için sessizce küfrederek kilidi açtı. kapıyı aralayarak kimin geldiğine baktı ve hayal kırıklığıyla uğradı. gelen...
bana oyun mu oynuyorsun sen ? dedi aynaya bakıp. ne kitabı ne çayı, kahretsin yine başaramamıştı,''ikimizden biri bu gece yarısı bu aynada olmayacak'' evet,iki kişiydiler aslında ; o ve aynadaki ona benzeyen adam. aynadaki ifadesiz yüzüyle dikilip bakan vicdanından ne yapsa kaçamıyordu, artık ikisi birden yaşayamazlardı. birine veda etme zamanı gelmişti. savaşmaya hazırlardı. peki ya hangisiydi gerçek ?etiyle kemiğiyle kendisi mi yoksa yıllar önce söküp attığı vicdanı mı?
iki dirseğini de pencereye dayadı yüzü avuçlarında dışarıyı izliyordu. taa ki o el omuzuna dokunana kadar. başta irkildi, dönüp baktığında da kalakaldı. kapıdan gelen de aynadaki gördüğü kendisine bakan ifadesiz surat da beyninin oynadığı oyunlardan değildi,büsbütün gelen oydu,her şeyiyle oydu. şimdi ne yapacaktı ?
... sen, sen bu hayata tutanmamı sağlayan tek kişi artık anlasana seviyorum seni. buraya gelmem, bunca emek sarf etmem, cesaretimi toplamam o kadar çok zamanımı aldı ve beni yaraladı ki... ama olsun hiç bir şey sensizlik kadar yaralayamaz beni. sahi ben gururumu bir kenara bırakıp kendimden bu kadar emin konuşurken, duygularımı tüm saflığıyla ortaya dökerken sen ne demek istersin? var mı bu duyguların karşılığı sende? elimi tutup bir bütün olabilecek miyiz, her şeye göğüs gerebilecek miyiz gücümüzün sonuna kadar? yoksa karşılığı yok deyip tutanamayanlardan mı yapacaksın beni? iğrenç hayatımda sensiz mi kalacağım? gerçi sensiz kalırsam iğrenç hayatım diye bir şey söz konusu olur mu, daha ne kadar dayanabilirim bilmiyorum. histerik bir aşk benimkisi belki de. seni o kadar çok seviyorum ki...
  • /
  • 2