sanırım en kötüsü çok sevdiğin bir insan hayatını göz göre göre mahvederken ne yaparsan yap bir işe yaramayacağını ve ona yardım edemeyeceğini anladığın an duyduğun çaresizlik.
etrafında hayata dair tüm bağların sanki hiç kurulmamışçasına yok olduğunu gözlediğin, bir adım dahi atmanın tüm gücünü yok edeceğini hissedip, kendini o karanlık suyun akışına bırakma hali..
iki sene önce tam bu gün bu saatler hissettiğim buz gibi his.
acil kırmızı alan nöbetindeyiz. nöbet devri saati yaklaşıyor, diğer doktor ve hemşire arkadaşlarla kahvaltı planı yapıyoruz. nöbet güzel geçmiş, kimse ölmemiş.
bir acı fren sesi. içeri kucağında çocuğuyla koşan bir baba ve arkada annesi. annesinin elinde omuz hizasından kopmuş bir kol. çocuğu sedyeye önümüze attılar. hafif baygın ama konuşuyor, denileni nerede olduğunu anlıyor çocuk. ailesi şok içinde, annesi çocuğun kopan kolunu çaresizce yerine yerleştirmeye çalışıyor. ortada ölüm sessizliği. hemen koşuyoruz yanına.
muayenesini yapıyorum, koca bir boşluk kolunun yerinde. kol o kadar nizami kopmuş ki damarlar ve sinirler hala kurtarılabilir düzeyde. aileyi dışarı alıyoruz, kolu buz aküsüne koyuyoruz. hemen hızlıca spançla güdük yeri kapatıp kompresyon yapıyorum, diğer doktor arkadaş cerrahlara ulaşmaya çalışıyor. çocuk ne acı hissediyor ne de ağlıyor. yüzüne dokunuyorum, nasıl oldu bu iyi misin abicim diyorum. tarlada yonca topluyorduk diyor. traktörden düşmüş ve kolu bir yere sıkışmış, sonrasını hatırlamıyor. kopuk koluna bakıyor, "böyle kalacak mı?" diyor. düzelteceğiz merak etme diyorum. arkadaş cerrahlara ulaşıyor. zor bir ameliyat olacak, plastik cerrahi kalp damar cerrahisi çocuk cerrahisi ortak girilecek. ancak ameliyat çok riskli. ve bu ameliyatı yapabilecek sayılı cerrah var. üstelik kopuk kol kanlanmadığı için çok zaman da yok. cerrahlardan bir tanesi yurtdışına taşınmış, diğeri yıllık izindeymiş.
yapabilecek bir diğer doktora ulaşıyoruz, özel hastanede çalışıyor. hastaneyle iletişime geçiyoruz, 1 milyon lira pay biçiyorlar. ailenin bunu ödemesine imkan yok, araya kendi hocalarımızı sokuyoruz fiyatı 600 bine indiriyoruz. ve aile köyden çocuğu getirmekte geç kaldığı için çocuğun zamanı kalmamış, doktor risk alıp yapacak, çok umudu yok. aileyle konuşuyoruz, bu parayı ödeyemeyeceklerini söylüyorlar. 8 kardeşi var diyor babası. ve hiçbir sosyal güvenceleri yok.
ve yardımcı olabilecek kimse yok. birilerine ulaşmaya çalışsak zaten kol artık ölmüş durumda, beklenecek saniye bile kalmamış. aile kabul etmiyor, güdük kalsın bu çocuk da nasılsa daha 5 erkek kardeşi daha var diyor babası. ve biz çocuğu kendi cerrahlarımıza emanet edip yara yeri kapanması damar onarımı için ameliyathaneye gönderiyoruz.
o an hem ailenin içinde olduğu durumu, hem çocuğun durumunu düşünüyorum. çaresizliği bu kadar hissettiğim başka bir olay yaşar mıyım bilmiyorum. sadece 600 bin lira için bir çocuğun kolsuz kalmasını kabul edemiyorum. kimileri için günlük harçlık bile olmayan o para.
bu yüzden hep zenginlerden, patronlardan, iki üç evi olan yağlı ballılardan ölesiye nefret ederim. o çocuk 600 bin liraları olmadığı için kolundan olmamalıydı. ya da olan birinden ya seve seve ya da cebren tahsil edilmeliydi. çaresizlik deyince aklıma hep o çocuk gelir, bugün iki sene olmuş hala aklımdadır.