bi de balon palyaçolar var. önce ayaklarınızı giyersiniz, sırtınızda dik duran bir (doğal gaz bacalarına benzer) boru vardır yukarı bakan. sonrasında arkadan biri kapatır kostümü. boynunuzda kolye gibi asılı bir kiloluk akü vardır. kablo zımbırtılarını takıp, takıştırıp düğmeye basarsınız. içi hava dolar. o sırtınızdaki borudan üflüyordur. ancak kukla hareketleri yapabilirsiniz içinde. dışardan görülen göğüs kısmına denk gelir başınız. çoğu çocuk düşürmeye çalışır göğsüne vurduğunu sanıp suratınızı yumruklar. akü değişiminde mola verirsiniz ancak. sauna gibidir temmuz ayında ankara/incek te bu kostümün içinde olmak. her zıplayıp, bay bay yaptığınızda kapitalizm ve aracı herşeye yaratıcılığınızın tavana vurduğu küfürler sayarsınız.
türban tartışmalarının ilk zamanlarında başı açık olanların teşhirle tahrike sevk ettiğine dair açıklamalara "asıl kapalılık cezbeder, çekici gelir erkeklere" açıklamasını yapan modacı.
keyifli bir metin kaçan kitabı. ve 96 yılında okan bayülgen, müjde ar, burak sergen (ki şimdilerde istanbul da tiyatro baykuşta vahşi batı adlı oyunda oynuyor) küçük iskender in de rol aldığı aynı adlı kitaptan uyarlanarak çekilen muhteşem, izlenesi film.
bağıra çağıra sağırlar diyaloglarının iletişimsizliği içinde kaybolup giden mimiklerimizin son görünümleriydi belli ki yüzündeki ifade bu suskuda. kocaman elleri masanın üzerinde sanki yumruklayacakmış gibi duruyordu. kalın kaşları çatık, gözleri kan çanağı, ateş saçıyor, biraz ağlamaklı, bıyıklarını yiyor. çizgili mavi beyaz gömleği; üç düğmesi açık, beyaz atleti görünüyor altında ve göğsünün kılları, pantolonu kırışmış, ayakkabılarından topuklarını dışarı çıkarmış. geceden kalma hırpalanma yayılmış ruhuna, giysilerine. yüzüğünü çıkarıp masanın üzerine bırakıyor birden. oturup kalıyorum kararsız masada. "şey..ben.."
askerde çok olur bunlardan. kendini kesen, ağır abi takılıp, arıza yaratan, secereli tiplerdir. dosyalarında "antisosyal kişilik bozukluğu vardır" yazar, çoğu yatarak yapar askerliğini. kimse elleşmez onlara. sivil toplumdaki profili ise klasik ergen mitoslarından biridir. 16 sında; asiyim, anarşistim, skrm bu dünyayı diyen "antisosyal" olduğunu iddia edenlerin çoğu 40 yaşında evli, çocuklu ve liberal olurlar.
bir de böyle olduğunuzu düşünen heteroseksüel arkadaşlarınız vardır. hayatınızın merkezindedir sanki cinsel kimliğiniz. oturduğunuz ortam bar, sinema, kampüs, ev neresi olursa olsun gay olduğunuzu öğrendikten sonra bir şekilde çeşitli eşcinsel atraksiyonlar, espriler yapmaya başlarlar. bir süre eşcinselliğin "janeeeem naaaapııyosuuuun" la başlayan, tanga giyen, sürekli gözleri fır fır sevişecek birini aramaktan ibaret olmadığını, kendi halinde, kaşlarını alıp poposuna ağda yapmayan, hayatta bi şekilde tek başınalığın dezavantajını kavrayıp bununla mücadele eden ve hatta bunu başaran bir çok insan olduğunu anlatmaya çalışırsınız. nafiledir çoğu çabanız ama bir kişi bir kişidir.
işte o.. sabah, akşam günün herhangi bir saatinde, herhangi bir mekanda, herhangi bir kentte, herhangi bir zaman da ve yüzyılda karşılaştığınız heteroseksist faşizm...
iki gay hapse düşer. ikisi de gizli, birbirlerinden haberleri yok. zamanla libido tavan yapar.
ikiside düzdürme derdinde. en sonunda biri dayanamaz;
+ sana bir soru soracağım şimdi, bilirsen sen beni, bilemezsen ben seni zükücem.
- (sevinerek) sor, peki.
+ damda gezer miyav miyav der
- timsaaah..
+ bildin...
önce çok takmamaya çalışırsınız. her şeyin düzeleceğine dair bir umudunuz hala vardır çünkü. aslında bu umut ayrıldıktan sonra da devam edecektir. oysa hiç bir şeyin artık eskisi gibi olamayacağını, biraraya gelemeyeceğinizi biliyorsunuzdur. kitapların hiç bir anlamı kalmaz. ya da filmlerin ya da şarkıların. çünkü dinlediğiniz, okudğunuz ve izlediğiniz süre boyunca kendinizi bir karakterle özdeşleştirip ağlak modda trajedinizi büyütmek için her şeyi yaparsınız. sürekli feysbukunu takip edip, telefonunuzun sesini kıstıktan sonra sürekli bakıp durursunuz. et yığını gibi hissedersiniz çünkü yaşadığınız mekanın/ülkenin ortamının bir tür kasaphane olduğunun farkındasınızdır öyle ya da böyle. mungan şiirlerine tutunursunuz. arkadaşlarınızla vakit geçirmeye çalışırsınız. hepsi size en olmaz şebekliklerini yaparlar. müstehzi bi tavırla gülersiniz zoraki. bir süre sonra hayata kendinizi kaptırıp genelgeçer işlere yoğunlaşmaya çalışırsınız; yaparsınızda. ama bir an gelir, ayı radyoda bir şarkı çalar, durursunuz o an, dünya durur, her şey durur ve düşünürsünüz hayatınızdan nasıl teğet çizip gittiğini o kişinin ve artık siz de eksilmiş yüreğinizle yaşamayı anlamlandırmak için başka çareler bulmanız gerektiğini anlarsınız. anladığınız anda süreci doldurmuşsunuzdur.
kıldan, tüyden nem kaparak, armutun sapında üzümün çöpünde derinlikli manalar bularak ilk belirtilerini gösteren genel anlamda kadınlara atfedilen, gay ortamında genelinde pasif eşcinsellerin dramaqueen liğe geçiş döneminde az, geçildiğinde iyileşmesi imkansıza yakın tribal hastalık.
2001 yılı başrolünü jake gyllenhaal ın oynadığı fantastik ama bir o kadar da hayata dair alt metni olan güzel film.
filmin muhteşem soundtrackı; mad world..
iki gay hapse düşer. ikisi de gizli, birbirlerinden haberleri yok. zamanla libido tavan yapar.
ikiside düzdürme derdinde. en sonunda biri dayanamaz;
+ sana bir soru soracağım şimdi, bilirsen sen beni, bilemezsen ben seni zükücem.
- (sevinerek) sor, peki.
+ damda gezer miyav miyav der
- timsaaah..
+ bildin...
2007 yapımı gerçek yaşam öyküsünden esinlenerek yapılmış, bir gencin hayatta başarılı olmasına rağmen kapitalizmin çirkin yüzünü görüşü, insanların ikiyüzlülüğüne katlanamayışıyla robinson un adasına benzer bir yere bütün kimliklerini, kredi kartlarını ve hatta parasını imha ederek gidişini ve orada yaşadıklarını anlatan güzel film.
özellikle gay barlarda ya da belirli bir yaş grubunu ya da jenerasyonu içine alan, ne söylediğini ve hatta hangi dilde bile konuştuklarını anlamadığım ve bu sırada bir gitarın akortunu yaparken çıkan sesi andıran tek telin tınlayışını sürekli kulağımda hissettiren güruha söylenebilecek en iyi söz sanırım.
başrol oyuncusu bi defa çok gay. yani devran çağların erkek hallerini anımsatıyor. hetero bi ilişkiye yabancılaştırıyor insan görünce. ayrıca birçok sahnenin çekim şekli apartılmış. fight club ve requiem for a dream filmlerini izleyenler "siktir ln" moduna girmiştir kesin. kamera açısını ya da kullanılış biçimine eyvallah. ama duygular da aynı be arkadaş. (merdivenden iniş, eve kapanıştaki aynı şeylerin sürekli tekrarı) senaryo ise aids yönünden zaten zıçılmış bi hadise. "nasıl bi konu buluruz daha önce yapılmayan ve ucuza mal olacak" diye çıkan bi senaryo belliki. aşk! çok suni. metazoriyle şekillenmiş gibi, adamın acısının inandırıcılığı yok yani. evde arkadaşınızla bira içerken ses yapsın mantığıyla götünüzle izleyeceğiniz bir film.
1- bir eşcinsel arkadaşı vasıtasıyla merakından hayvanat bahçesine gider gibi cebinde fıstıkla giden kız
2- hiç bir barda o kadar rahat davranamayacağını ve ilgi çekemeyeceğini anlayan ortayaş üzeri kadınlar
3- delik arayan tiplere delik olma heveslisi kadınlar
4- fahişeler