işçi sınıfını arkasına alarak fransız devrimini gerçekleştiren, sonrasında onlara sırtını dönerek iktidara yerleşen ve ortaya çıktığı günden itibaren tüm sanat akımlarınca eleştirilen ama kapitalizmin kaygan zeminini kendi ayaklarına göre hazırlamış burjuva sınıfının ikiyüzlülüğünü günümüze göre en iyi biçimde deşifre eden, yerden yere vuran dizi.
8. sezon hapiste geçiyor galiba, senaristler sistemin hangi yaralarını deşecek merak edilesi bir sezon geliyor.
bernarda albanın evi (abla diye okunur genelde) yerma ve kanlı düğün oyunları kadın üçlemesi olarak anılır. çok iyi oyunlardır.
yaşadığı dönemde açık yaşayacak kadar cesur bir eşcinseldir.
takım elbise ile ankara ekin tiyatrosunda homofobi haftasında düzenledikleri bir panele gitme gafletinde bulunduğum, ünlüymüşüm gibi her yerden flash patlattıklarında kaçtığım, oraya geliş amacımın sanki kendimi teşhir amacı güttüğünü düşünen, sonra da "sivil sandık" diyen ve beni her türlü eylemlilikten uzaklaştıran kuruluş.
kutu kadar evlerde yaşayıp, tc nolarla barkotlanmak, attığınız her adımınızın mobeselerle izlenmesi, truman show daki kadar özel hayat.. kısaca kapitalizmin kuklaya dönüştürdüğü insana idealize edilerek ehlileştirilme aşamasında cazip gösterilen hayat.
tek kişilik yaşam, prototip robot insan(!), ölüm.
fight club filminden alıntı: "yolculuğun hoş tarafı; gittiğin her yerde hayat miniktir. otele gidersin, minik sabun, minik şampuan, tek kişilik tereyağı, minik gargara ve tek kullanımlık diş fırçası. yanımda oturan tek kullanımlık insanlarla minyatür arkadaşlıklar kurarım."
her defasında yeşil cini görücem diye hevesle içip bir kopuş ve slayt gibi fotoğraf sahneleriyle hatırladığım gecelerin felfecir sabahlarından sonra asla içmicem dediğim tadı bozuk meret.
iki gay hapse düşer. ikisi de gizli, birbirlerinden haberleri yok. zamanla libido tavan yapar.
ikiside düzdürme derdinde. en sonunda biri dayanamaz;
+ sana bir soru soracağım şimdi, bilirsen sen beni, bilemezsen ben seni zükücem.
- (sevinerek) sor, peki.
+ damda gezer miyav miyav der
- timsaaah..
+ bildin...
önce çok takmamaya çalışırsınız. her şeyin düzeleceğine dair bir umudunuz hala vardır çünkü. aslında bu umut ayrıldıktan sonra da devam edecektir. oysa hiç bir şeyin artık eskisi gibi olamayacağını, biraraya gelemeyeceğinizi biliyorsunuzdur. kitapların hiç bir anlamı kalmaz. ya da filmlerin ya da şarkıların. çünkü dinlediğiniz, okudğunuz ve izlediğiniz süre boyunca kendinizi bir karakterle özdeşleştirip ağlak modda trajedinizi büyütmek için her şeyi yaparsınız. sürekli feysbukunu takip edip, telefonunuzun sesini kıstıktan sonra sürekli bakıp durursunuz. et yığını gibi hissedersiniz çünkü yaşadığınız mekanın/ülkenin ortamının bir tür kasaphane olduğunun farkındasınızdır öyle ya da böyle. mungan şiirlerine tutunursunuz. arkadaşlarınızla vakit geçirmeye çalışırsınız. hepsi size en olmaz şebekliklerini yaparlar. müstehzi bi tavırla gülersiniz zoraki. bir süre sonra hayata kendinizi kaptırıp genelgeçer işlere yoğunlaşmaya çalışırsınız; yaparsınızda. ama bir an gelir, ayı radyoda bir şarkı çalar, durursunuz o an, dünya durur, her şey durur ve düşünürsünüz hayatınızdan nasıl teğet çizip gittiğini o kişinin ve artık siz de eksilmiş yüreğinizle yaşamayı anlamlandırmak için başka çareler bulmanız gerektiğini anlarsınız. anladığınız anda süreci doldurmuşsunuzdur.
kıldan, tüyden nem kaparak, armutun sapında üzümün çöpünde derinlikli manalar bularak ilk belirtilerini gösteren genel anlamda kadınlara atfedilen, gay ortamında genelinde pasif eşcinsellerin dramaqueen liğe geçiş döneminde az, geçildiğinde iyileşmesi imkansıza yakın tribal hastalık.
2001 yılı başrolünü jake gyllenhaal ın oynadığı fantastik ama bir o kadar da hayata dair alt metni olan güzel film.
filmin muhteşem soundtrackı; mad world..
iki gay hapse düşer. ikisi de gizli, birbirlerinden haberleri yok. zamanla libido tavan yapar.
ikiside düzdürme derdinde. en sonunda biri dayanamaz;
+ sana bir soru soracağım şimdi, bilirsen sen beni, bilemezsen ben seni zükücem.
- (sevinerek) sor, peki.
+ damda gezer miyav miyav der
- timsaaah..
+ bildin...
2007 yapımı gerçek yaşam öyküsünden esinlenerek yapılmış, bir gencin hayatta başarılı olmasına rağmen kapitalizmin çirkin yüzünü görüşü, insanların ikiyüzlülüğüne katlanamayışıyla robinson un adasına benzer bir yere bütün kimliklerini, kredi kartlarını ve hatta parasını imha ederek gidişini ve orada yaşadıklarını anlatan güzel film.
özellikle gay barlarda ya da belirli bir yaş grubunu ya da jenerasyonu içine alan, ne söylediğini ve hatta hangi dilde bile konuştuklarını anlamadığım ve bu sırada bir gitarın akortunu yaparken çıkan sesi andıran tek telin tınlayışını sürekli kulağımda hissettiren güruha söylenebilecek en iyi söz sanırım.
başrol oyuncusu bi defa çok gay. yani devran çağların erkek hallerini anımsatıyor. hetero bi ilişkiye yabancılaştırıyor insan görünce. ayrıca birçok sahnenin çekim şekli apartılmış. fight club ve requiem for a dream filmlerini izleyenler "siktir ln" moduna girmiştir kesin. kamera açısını ya da kullanılış biçimine eyvallah. ama duygular da aynı be arkadaş. (merdivenden iniş, eve kapanıştaki aynı şeylerin sürekli tekrarı) senaryo ise aids yönünden zaten zıçılmış bi hadise. "nasıl bi konu buluruz daha önce yapılmayan ve ucuza mal olacak" diye çıkan bi senaryo belliki. aşk! çok suni. metazoriyle şekillenmiş gibi, adamın acısının inandırıcılığı yok yani. evde arkadaşınızla bira içerken ses yapsın mantığıyla götünüzle izleyeceğiniz bir film.
1- bir eşcinsel arkadaşı vasıtasıyla merakından hayvanat bahçesine gider gibi cebinde fıstıkla giden kız
2- hiç bir barda o kadar rahat davranamayacağını ve ilgi çekemeyeceğini anlayan ortayaş üzeri kadınlar
3- delik arayan tiplere delik olma heveslisi kadınlar
4- fahişeler