özkan uğur
sanatın sinema alanında da başarılı olduğunu kanıtlamıştır. sert hatlı yüzünden beklenmeyecek kadar neşeli ve sıcak ruhlu biridir. şimdilerde nasıldır bilmiyorum ama sıkı içer, içince de alkolün keyfini sonuna kadar yaşar, etrafa neşe saçardı. ünlü-münlü olmayı takmadan insanlar arasına girip, hiç kasmadan dostluk edip, çene çalması da beni şaşırtırdı.
çok yakından tanımam; birlikte olduğum birkaç ortamdaki görüşlerimi yansıttım sadece.
nejat yavaşoğulları
ben onu hep idealist kimliği ile hatırlarım; müziğinden ve sesinden birşey anlamam. ayrıca bir aktivist olarak da yeterince cevval değil gibi. yine de bunca yıl özgürlükler adına hep birşeyler yapması, en azından çabalaması ile saygıyı hak ediyor. nice karizmatik ve de pek havalı eylemcinin iki-üç yılda ortalamaya, sıradana, paraya bağladığını çok gördük de... nejat ise 20 sene önce neyse, hala aynı. yıllar onun asi ruhunu hiç törpüleyemedi.
pazartesi sendromu
"benim gibi boş gezenin boş kalfalarının bilmediği durumdur" demeyeceğim. öyle yoğunki bu "pazartesi sendromu", her p.tesi sabahı ben bile hissederim.
gerçi tam da bilemiyorum; belki de okul çağlarından kalma bir korkudur. zaten o korku yüzünden işsiz güçsüz bir serseri olduk.
tanrı çalışanlara güç, kuvvet versin; çalışanlar da şanslarına şükredip p.tesileri bile koşar adım gitsinler işlerine. unutmayın: "çalışmak özgürleştirir". (bu özlü sözün auschwitz kampının "kanada" adlı ayrıcalıklı bölümünün duvarında yazdığını da kısık sesle ekleyeyim!)
hüsnü şenlendirici
klarnet modasıyıla popüler olmuştur.
serkan çağrı sting ile klarnet çaldı... o dünya starından övgüler aldı. birkaç haber oldu. pek de duyulmadı. deniz seki denen -evliliğe saygı duymayan- kimlikle olan bu zevat her hafta iki posta basındaydı.
gün onların. sezen aksu da "bir arkadaşımın eşine yakınlık duyarsam yatarım" demiş ve baş tacı edilmişti.
ha, unuttum: gezi parkı sürecinde ortaya atlayıp "konser vericemmm" dedi, herkes karşı çıkınca "vazgeçtim" diye beyanatta bulundu. veremedi.
keser döner sap döner, gün gelir hesap döner.
taş yerinde ağırdır.
zengin parasıyla fakir karısıyla oynarmış
fakir kocaların oynayacağı zaman kahveye, birahaneye, şuraya-buraya gitmediği bir gezegeninin özlü sözüdür.
mustafa kemal atatürk
farklı, çok farklı bir kimlik olduğunu görmemek imkansız. olumlamıyorum, olumsuzlamıyorum; sadece lise tarih kitaplarındaki bilgileri bir yetişkin akl-ı selimi ile okuyanın bile dikkat çekici biri olduğunu anlayacağını biliyorum.
bilinmeyen, ya da pek bilinmeyen yanları vardır ulu önderin: örneğin cumhurbaşkanlığı sürecindeki hızla bozulan sağlığı, pek duyulmamıştır: kaşıntıları, başına yığılan doktor denen cellatlardan usanmışlığı, dostlarına yazdığı mektuplarda bunlardan "şekvacı olması".
cephede soğuk, açlık, tehlike, leblebi, alkol = adrenalin ile var olan bu zorlu adamı, bu dehayı, dandik tipler arasına, kısır politik dansözlükler içine at... adamı hasta et. en zorlu konumlarda lider olarak var olan bu adam, o ortamlardan savarona sürecine girince neden hasta oldu? ya... evet: çok yoruldu cephede dimi? zarrrttttt! o adam asıl fedakarlığı gerçeği olan savaş alanlarından koparak, elde edilenleri şuna buna kaptırmamak için acayip hallerde durmayı göze almakla yaptı!
bizler o ulu kişiye borç olarak cumhuriyet ve batı standartları kadar, bu konumu "bizler için" kabul etmesini de borçluyuz.
kim dinler, kim aldırır?
yav he he
ekşi ergenlerden çıkmıştır. sıkıntı yoktur. isteyen istediği gibi konuşur.
türkçe sözlü rock müzik
neden olmasın?
manga... ödüller... yetmez mi?
ha bi de anımı anlatayım: geçen yıl yazın şarköydeydim. bir rock barda; bilen bilir, dışarıda da oturulacak yer var. bir de çok güzel bir hanım ökse olarak... işletmecisiymiş meğer.
grubun adını unuttum; güzel de çalıyorlardı. manga istedim... tam şu yanıtı verdiler: "biz de bunları çalmak istiyoruz ama..."
bu olayda geçen kişiler ve durumlar tamamen gerçek yaşamdan alıntıdır.
redd dağıldı...
ayı sözlük yazarlarının keşkeleri
beni bu evde yaşamaya tutsak eden "o" kararı almasaydım keşke.
tutsaklık illa fiziksel hareket özgürlüğünün kısıtlanması ile ilgili değildir. zaaflara tutsak olmak, tutsaklığın en beteridir belki de.
ancak zaaflar kurtuluşa yönlendiren yön tabelalarıdırlar aynı zamanda... öyle acı verirler ki, sonunda zayıflığını aşarsın; çünkü o ileriye giderken yüzleşeceğin acı, tutsakken yaşadığından az gelir bir gün.
sadece acı varsa ileri, istemediğin yerlere, kurtuluşa gidiş vardır. buna "mahmuz tesiri" de denir.
önceden yazdım: "acıda bilgi yok sadece, haz da vardır" diye... ekliyorum: "acıda kurtuluş da vardır."
yaşasın bdsm.
kızarmış biber kokusu
bana özlemi hatırlatıyor... ve de tutsaklığı: ya eve, ya da eşe, ya da aileye.
bu üç olgu ile asla, asla, asla bağımlı olmadan "kollabore" olamazsın. bu üç zevatın bağımlılığı çaktırmadan gelir. çaktığında öyle batmışsındır ki... kabul edemezsin. ettiğinde battığın derinleri görüp tümden boğulacağını bilirsin. o aldanış, gerçek hayata bağlayan bir nefes borusudur.
yaşasın açlık!
aq çok açım...
erkek severlik
ağırbaşlılığı, zorlukları omuzlamayı, az ve öz konuşmayı, sadece gerekince anlatmayı, soğukkanlılığı, edebi ve adabı, o farklı gücü bilmektir erkeklik. ve de bunları sevmektir.
bize ibne derler... bizler belki de -heterolardan bile- daha gerçek erkekleriz.
ayı sözlük yazarlarının şu an dinlediği şarkılar
bruce dickinson - change of heart
yazarları tanımlayan cümleler
sivas kangal
"köpekler, neandertal çağlarda insanları ısıtıp, hayatta kalmalarına yardımcı oldular."
o zamanlarda insanlar arpadan yaptıklarını içti... yani içki ile hayatta kaldılar.
evet.
not: ilgilenene adı geçen araştırmanın linki yollanır.
transseksüel'den eşcinsel olmaz
doğru argümandır. trans bireyler -karşı- cinsin özelliklerini taşımayı özlerler. oysa -adı üzerinde- "eş" cinsellik ait olduğun cinsin özelliklerinden uyarılmaktır.
bir daha yazayım: erkeksi özellikleri ile tanınan ilk çağ yunan kahramanları (örn. akhilleus ve patroklos) ve de sümer gılgamış destanı kahramanı kral gılgamış ve enkidu sevgilidirler.
translar gay sanıldığı için üzerimize "ayol" baskısı kuruluyor. oysa gaylar en "bi" erkek adamlardır. heterolardan bile!..
beğenmeyen trans olur, sıkıntı yok; ama bana gayim diye (bisexim o da ayrı) "gök kuşağının yedi rengi" bindirilmesi ahmakça geliyor. neden renk renk olacakmışım gayim diye? neden "efendim aşkım, nerdesin aşkım" diye bağıracakmışım topluluklarla?
(ha, şunu da diyim: bu "ayı" sözlükten çıkarken bile "bebeğim" yemek zoruma gidiyor da... neyse.) neden çevrede "adam gibi adam" denilen ve gay olan fazla kimlik yok?
bizlerin hatası bu! bizlerin, ortaya çıkmaya korkma hatası.
bu entryi ben mi girdim lan duygusu
ayı sözlük yazarlarından yatak önerileri
bir yatak odası istiyorum, ama şimdi. güzel olsun... benim olsun. söz mü?
(artık olsun.)
sevdiğim çocuk bana abi deyince
hiç sorun yok. ben sürekli "ücretliyim abi" diyorum. kimse de gocunmuyor. "abi" sözcüğü "büyüğümsün, ailemsin" anlamında d eğil ki? bir sürü erkek kızlara da abi diyor.
fazla kafaya takmamak gerek.
kıllı olmanın zararları
aq bunu itirafta mı yazsam, bilemedim şimdi: cute bir kimlik olarak her kılını, en değerli varlığı gibi baş tacı edenlere sorulmaması gereken sorudur.
yalanım varsa... ne olayım... neyse...
ev arkadaşım full bear, koltuk altlarını kesip duruyor! o canım kılları yoluyor resmen! elinden gelse, yüreği yetse epilasyona gidecek!
ben ise her bir ince tüycüğüme bakıp, "acaba badem yağı mı sürsem büyürler mi, kocaman olurlar mı?" diyorum.
önceden de yazdım, beğenilmedi: erkeği erkek yapan androjen hormonlar veriyor kılı. (vermediğine de vermiyor.) yani -bana göre- kıl istemeyen acep andorjen'in verdiklerini mi istemiyor? sanki kadınların kıl istemesi gibi bir durum mu bu!
düz mantık yaptık. bu sonuca vardık. sözlerim "ayı" sözlükte de beğenilmezse...
sekste haz ve acı
acıda sadece bilgi değil
"mebzul miktarda da" zevk vardır. bdsm'deki (açılımını uzun uzun yazacak mecalim yok) "adrenalin rush" denen (havalı bir laf ama türkçeye çevirmek de zor; meraklısı netten bunu da aratsın) olay gerçektir:
gözler kararır önce
beyin (ve de kimlik) dağılır; çünkü acı korkusu -eşiğinin bekçisi acı olan geçit- geçilmiş; ıtırlı bahçeye ulaşılmıştır. itırlı bahçe, beynin önceden belki de hiç kullanılmamış bir yerlerine varış, oraları uyandırıştır. titretir, kendine getirir o topraklara ayak basış
glaucus'un "daha önce hiçbir arının uçmadığı çimenliğe girişi" gibidir. bitersin
hazdan tükenirsin
ve de yok olmayı öğrenirsin. bir yanın sıfıra ererken, diğer yanın hiç korkmadan, sanki uzaktan, olanı biteni soğukkanlılıkla ve de şaşkınlıkla izler.
acı ile cinsel hazzın aynı kumaştan biçildiğini -kutsallıkta erkeklere beş basan- kadınlar bilir en çok: bir bakın bir kadın ve bir erkeğin sevişirken yüz ifadelerine
ne dediğimi anlayacaksınız"dır"!
biraz daha ileri gideyim: aslanlar kutsaldır paganizmde. ana tanrıça'nın (örneğin kibele'nın) hep iki yanındadırlar. ve onlar avlarını önce dişlerini boğazına saplayarak boğar, sonra yerler. bir takım paganist bdsm'ciler avlanan genelde- ceylanların aslında o anda zevk içinde öldüğünü iddia ederler.
bilemem bu kadarını
pek de ilgilenmem. insan beynine sahibim çünkü; ne ceylan, ne de aslanım. ama insan gibi bilirim bdsm'yi yaşamayı.
sevdiğinizle, ya da güvendiğiniz partnerinizle, hele ki "sıkıntı" denen o kaçınılmaz bitiş yavaştan ele geçiriyorsa ilişkinizi
bir deneyin derim.
sormak istediğiniz varsa yazın. çekinmeyin.