figüran

Durum: 33 - 0 - 0 - 0 - 15.10.2018 16:32

Puan: 370 - Sözlük Kezbanı

6 yıl önce kayıt oldu. 8.Nesil Yazar.

ai de mim,aipim
  • /
  • 2

figüran

sanalın tanrıları

kendilerine böyle diyorlardı...

unutmak

unutmak o kadar kolay değildir. çivi çiviyi sökerse unutursun. ama o çiviyi sökmek içinde yeni bir çiviye daha ihtiyaç duyarsın. en iyisi sevgiyi basitleştirmemek...

zülkarneyn

kehf suresinde adı geçmektedir.kur-an'ı kerim tarafından yecüc ve mecüc isimli kavmi bir yere hapsettiğinden bahsetmektedir. kimine göre peygamber kimine göre oğuz kağan ...
orhun kitabelerinin sırı ortaya çıkınca ortaya zülkarneyn oğuz kağan olduğuna dair insanlar kanıt sunmaya başladılar.
işte o kanıtlardan bahsedersek şöyledir;
+oğuz iki boynuzlu demektir. arapça da ise zülkarneyn iki boynuzlu demekmiş.
onlarda allah yerine tengri inancı vardır ama onlarda bir tanrıya inanmıştır
+ve kuranda geçenlerin aynısının orhun kitabelerinde de geçtiği görülmüş

orhun abidelerinde ise ;

" gittiğim yerlerde güneşin kavurduğu, güneşin battığı son millete gittim. onların arasında hüküm verdim. sonra dünyanın öbür ucuna, güneşin doğduğu yere vardım. orada bulduğum milleti boyunduruğum altına aldım. birbirileriyle olan çekişmelerine son verdim. ordumla tengri buyruğu olarak adalet getirdim. tengri buyruğu olarak bunları yaptım…."

kehf suresi 86. ayet ise;

nihayet güneşin battığı yere varınca, onu kara bir balçıkta batar buldu. onun yanında (orada) bir kavme rastladı. bunun üzerine biz: ey zülkarneyn! onlara ya azap edecek veya haklarında iyilik etme yolunu seçeceksin, dedik.
daha fazla bilgi için...
kaynak;http://www.onaltiyildiz.com/artikel.php?artikel_id=32

sevdim seni

payitaht izlerken görmüştüm. abdülhamid karısına söylemişti.
aslen şeyh galip' e ait olan mükemmel bir şiir

fâriğ olmam eylesen yüz bin cefâ sevdim seni
böyle yazmış alnıma kilk-i kazâ sevdim seni
ben bu sözden dönmezem devr eyledikçe nüh felek
şâhid olsun aşkıma arz u semâ sevdim seni

bend-i peyvend-i dilim ebrû-yı gaddârındadır
rişte-i cem’iyyetim zülf-i siyeh-kârındadır
hastayım ümmîd-i sıhhat çeşm-i bîmârındadır
bir devâsız derde oldum mübtelâ sevdim seni

ey hilâl-ebrû dilin meyli sanadır doğrusu
sûy-i mihrâba nigâhım kec-edâdır doğrusu
râ kaşından inhirâf etsem riyâdır doğrusu
yâ savâb olmuş veya olmuş hatâ sevdim seni

bî-gubârım hasret-i hattınla hâk olsam yine
sıhhatim rûh-i lebindendir helâk olsam yine
tîğ-i gamzenden kesilmem çâk çâk olsam yine
hâsılı beyhûde cevr etme bana sevdim seni

gâlib-i dîvâneyim ferhâd u mecnûn’a salâ
yüz çevirmem olsa dünya bir yana ben bir yana
şem’ine pervâneyim pervâ ne lâzımdır bana
anlasın bîgâne bilsin âşinâ sevdim seni

call out my name

ya galiba bu adamın ağlamasına bayılıyorum. the weekndin yaptığı her şey gerçeketen fazlasıyla güzel.
bu şarkıyı eski sevgilisi selena gomez'e yazdığı söyleniyor.
sözleri ise şöyle;
...
so call out my name (call out my name)
o yüzden adımı söyle
call out my name when ı kiss you so gently
seni usulca öpünce adımı söyle
ı want you to stay (want you to stay)
kalmanı istiyorum
...

the weeknd

r&b müzik yıldızı bu adamın yaptığı bütün müzikler çok güzel

sana bunu okumanın imkansız olduğu yerden yazıyorum

hayır hiç özlemedim sadece saçmalıyorum.

güne bir müzik bırak

sevgiliyle uyumak

sanırım bana nasip olmayacak

lolita

rus asıllı amerikalı yazar vladimir nabokov'un lolita romanı, ana karakter humbert humbert'in ergenlik çağındaki genç kızlara karşı cinsel tutkusunu konu almış. basıldığı tarihte bu konuyu romanlaştırmak elbette çok kolay olmamış.

"lolita sadece kendi bedeniyle doğrulamıştı varlığını işte. varla yok arası bir güneş emrimize amade, kavak ağaçlarında yürek gibi atıyordu. akıl almaz bir görkemin içinde yapayalnızdık. gözlerimi diktim, baktım ona; gül yaprağına, altın tozuna bulanmıştım, hazzımın o hep ölçülü, hep sakınımlı peçesi ardındaydım, o ise farkında bile değildi, böyle bir şeyin varlığından habersizdi. güneş dudakları üzerinde oynaşıyor, kıpır kıpır dudakları anladığım kadarıyla artık bilincime ulaşmayan o karmenli marmenli şarkının sözcüklerini biçimliyordu. işte artık her şey hazırdı. zevkimin sinir uçları apaçık ortaya çıkmıştı. alyuvarlarım, akyuvarlarım, tümyuvarlarım şimdi cinnetin eşiğini atlamak üzereydiler. en ufak bir temas cennetin kapılarının ardına kadar açılmasına yetecekti. artık hav hav humbert değildim; kendisine çok geçmeden tekmeyi indirecek ayağın dibinden ayrılmayan o gözü yaşlı yoz enik olmaktan çıkmıştım. gülünçlüğün, zavallılığın acılarıyla ıstıraplarının üstünde, kınamaların, azarların ötesindeydim. kendi kurduğum sarayda özgürlüğümün bütünüyle bilincinde olarak cariyelerimin en gencini, en nazlısını sevip okşama anını bile isteye geciktiren gürbüz, mutluluktan uçan bir sultan gibiydim."


ne diyorduk, hapis korkusu...
çağımızda pornografi dendiğinde akla bayağılık, ticarilik ve belli kesin anlatı kuralları gelir; pornografik romanlarda olay örgüsü klişelerin çiftleşmesiyle sınırlı kalmak zorundadır. üslup, yapı, imgeler, bunların hiçbiri okuru zevklenmesinden çekip ayırmamalıdır. dahası, kitaptaki seks sahneleri gittikçe yükselen bir çizgide ilerlemek zorundadır falan.

yayınevlerinin lolita'yı basmak istememe nedeni öncelikli olarak burada saklanıyor. her şeyden önce kitap sıradan bir pornografi romanı değil. erotik sahneler yoğunlaşarak artmıyor, dahası roman dallanıp budaklanırken aynı çizgide gelişmiyor, aksine radikal sıçramalar yaşıyor; sapık bir düşünce temeline rağmen kitabın ikinci yarısı ile birlikte anlatım hızı gittikçe azalıyor... yayınevleri, bu gibi sebeplerle kitaba temkinli yaklaşırken, lolita basılırsa nabokov ve tüm çalışanların hapsi boylama ihtimalleri de var. kitabın anonim bir isimle basılması bir kaçış alternatifi olsa da yazarın amacına ters düştüğü için nabokov imzasından kaçmak da akıl karı değil.


fırtınalı bir yayınlanma hikayesiyle birlikte kitap okuruyla buluşunca tepkiler yağmur gibi yağmaya başlıyor tabii ki
ama nabokov'a göre lolita, ne ahlaki bir ders veren kitap ne de öğretici niteliğe sahip iddialı bir tepki ölçer. bir sanat eseri, kabaca estetik mutluluk diyebileceği şeyi sağladığı sürece varolabilen, temel ölçüt olarak alınan sanatın -merak, sevecenlik, yufka yüreklilik, haz- bir yerde herhangi bir biçimde öbür varoluş biçimleriyle kesiştiği bir varoluş durumundan ibaret sadece.

yazarın amacı nedir ya da daha kötüsü bu herif ne demek istiyor gibi soruları soran birçok okur, eleştirmen vardı tabii ki. nabokov ise, üzerinde çalıştığı kitabı tamamlayıp bir an önce kurtulmak istediğini söylüyor, bir türlü oturmayan hikayesini birkaç kere yakmak istediğini ekliyor hatta. çeşitli tepkilere maruz kalan nabokov kitabın esin kaynağını şöyle anlatıyor:

lolita’nın ilk, küçük sancısı 1939 sonları ya da 1940 başlarında paris’te, amansız bir göğüs nevraljisi kriziyle yatağa düştüğüm sıralarda geldi geçti içimden. hatırlayabildiğim kadarıyla ilk esin ürpertisi jardin des plantes’da bir bilim adamı tarafından aylarca sıkıştırıldıktan sonra, eline verilen kömür parçasıyla şimdiye kadar herhangi bir hayvanın çizdiği ilk resmi çizen maymunla ilgili bir gazete haberinden kaynaklanmıştı. söz konusu karalama, zavallı yaratığın kafesinin parmaklıklarını gösteriyordu.

şimdi bu satırları yazarken tüylerim ürperiyor. humbert karakterinin temelinde bu gibi bir esin kaynağının olması kitabın kendisi kadar etkiledi beni.

kitabın ilk sayfalarına şöyle bir not almışım: rahatsız ediyor, doğru gelmiyor, sinirlerimi bozuyor ama okumaya devam ediyorum çünkü müthiş bir tatmin sağlıyor bir yerlerde. yazarın hastalıklı dünyası benim için ne zaman anlaşılır olacak?

dürüstlükle söyleyebilirim ki lolita'nın yalnızca 9 yaşından 14 yaşına kadar sürecek bir supericiği evresine duyulan hayvani dürtüye hiçbir zaman aşk diyemedim ve anlaşılır gelmedi. fakat, humbert humbert'in kafesteki parmaklılar içerisindeki bir maymun olduğunu her sayfada derinden hissettim. bu ikilem hem humbert'i çok sevmeme, onun yaşlı başını alıp okşayarak tüm bunların suçlusunun o olmadığını söyleme isteğine hem de sonsuz bir adalet duygusu ile onu cezalandırmak isteğine yol açıyordu.

nabokov kitapta belli başlı temel yapıtaşlar belirlemiş sanki. şimdi denklemi çözüp burada tat kaçırmak istemiyorum ama yüzeysel olarak dile getirmem gerekirse, kitabın ilk bölümünde kilit karakterleri tanıyıp yazarın avcuna düştüğümü ve o ne kadar beceriksizlik yaparsa yapsın son sayfaya kadar soluksuz olarak gideceğimi biliyordum. fakat, yazar hikayenin çarpıcılığının arkasında tüm gözlerden uzak bir yerde müthiş bir ağ örmüş, zaman zaman sivrilen diliyle okurunu sayın jüri üyesi ilan etmiş; ince sarkastik bir tutum ile eleştiri oklarını çevirmeyi başarabilmiş.


kitabın hukuki boyutu da oldukça ilgimi çekti
mürekkep yalamış okurunun sınırını zorlayan yazar, bu hastalıklı durum karşısında sultanlardan, edgard allan poe gibi ünlü isimlerden bahsederek savunma yapıyor ve meşru kılma çabalarına girişiyor; içinde bulunduğu yılda değil de atıyorum iki yüz yıl önce bu gibi bir yasak aşk yaşansaydı hukuk karşısında suçlu bulunmayacağını iddia ediyor. burada şöyle bir sorgu içerisinde bulmuştum kendimi, kanunların belirlediği kırmızı çizgiler, değişebilen, esnetilebilen ya da daha koyu renklerle tekrar boyanabilen türden bir yanılsama aslında. sözgelimi, amerika eyaletlerinin birinde yaşayan bir pedofilin davası belirli bir yaş göz önünde bulundurularak sonuçlandırılırken, başka bir eyalette aynı dava farklı bir hükümle sonuçlanabilir. iki yüz yıl önce farklı bir kanun referans alınarak değerlendirilen ceza, şeriatın geçerli olduğu bir ülkede bambaşka koşullarda değerlendirilebilir; yasalar ve toplum ilişkisi adına bu korkunç bir gerçek olarak çarpıyor okurun yüzüne.

yazar, hukukun disiplinler arası tarafını, değişken yüzünü biraz olsun kaşımış kitabında fakat tam olarak odaklanmamış, tolstoy'a göz kırparak sadece ilerlemiş, takılı kalmamış ve bence öğretici tarafının olmaması en çok bu nokta ile ilişkili. bir eleştiri ekseninde şekillenip düşüncelerle boğulmak yerine estetikten ibaret bir mutluluğa boğuluyoruz sayfalar ilerledikçe.

nabokov'u göz isimli kitabı ile tanıdıktan sonra lolita'yı okumak yazarı yalnızca bir kitabı ile değerlendirmenin ne kadar eksik olduğunu öğretti bana. aynı zamanda bir kelebek yakalayıcısı olan nabokov, şüphesiz derinlerden yakalayıp sarstı beni. onu, kitapları arasında tekrar yarattığı karakterini tanımış olmak büyük bir keyif.

ayı sözlük yazarlarının şu an dinlediği şarkılar

günün sözü

"rahatını kaçıran ne? kalbinin kararını nedir bozup dağıtan? kapının tokmağına el süren kim? kim sokaktan sana seslenip de, açık kapıdan girip yanına gelmeyen? ah, bu, senin rahatını kaçırdığın, kapısının tokmağına el sürdüğün, senin kendisine sokaktan seslenip de, açık kapısından içeri girmeye yanaşmadığın kimseden başkası değil."
franz kafka
  • /
  • 2

ateist ve dindar gay ilişkisi

ateist biri başka biriyle buluştuğunda dindara ''vallahi kuran çarpsın ben kimseyle buluşmadım'' derse eğer yürür bu iş.

ateist ve dindar gay ilişkisi

arada inançlara ve düşüncelere saygıdan ödün verildiğinde en zor ilişkilerden biridir. birlikte duş alıyorken birden "sen artık çık ben boy abdesti alacağım" ile başlayan, sevişme esnasında ezan okunmasıyla sevişmenin bir anda durması, ibadet zamanlarında "ya siktir et gel sevişelim / alkol alalım" teklifleri ile zaman içinde yok olacak ilişkidir.

biseksüel

karşısındaki insanı kadın/erkek olduğu için değil insan olduğu için seven, aşkın cinsiyeti olmadığını bilen kişi.

biseksüel

ahan da bu ben
ne zamandan beri biliyorum:14 yas
kendimle barışmak:+5 yıl
şu anki sevgilim:erkek
öncesinde:6 kadın 2 erkek
olabiliyor mu:baya da evet.anca sevgilim victoria's secret izlerken beni yakalarsa öldürür aşırı kıskanç

artık ona ulaşamıyorum

en temiz ayrılma şekli. şartlar her daim seni destekler durumda. beynin sana oyun oynamaz ve aklında kalan tek şey biri vardı olacak.

artık ona ulaşamıyorum

21. yüzyılın büyük düşünürlerinden figüran'ın sözüdür.

figüran

yeni sözlük yazarı. aramıza hoş geldin.

(bkz:askk)

Toplam entry sayısı: 33

zülkarneyn

kehf suresinde adı geçmektedir.kur-an'ı kerim tarafından yecüc ve mecüc isimli kavmi bir yere hapsettiğinden bahsetmektedir. kimine göre peygamber kimine göre oğuz kağan ...
orhun kitabelerinin sırı ortaya çıkınca ortaya zülkarneyn oğuz kağan olduğuna dair insanlar kanıt sunmaya başladılar.
işte o kanıtlardan bahsedersek şöyledir;
+oğuz iki boynuzlu demektir. arapça da ise zülkarneyn iki boynuzlu demekmiş.
onlarda allah yerine tengri inancı vardır ama onlarda bir tanrıya inanmıştır
+ve kuranda geçenlerin aynısının orhun kitabelerinde de geçtiği görülmüş

orhun abidelerinde ise ;

" gittiğim yerlerde güneşin kavurduğu, güneşin battığı son millete gittim. onların arasında hüküm verdim. sonra dünyanın öbür ucuna, güneşin doğduğu yere vardım. orada bulduğum milleti boyunduruğum altına aldım. birbirileriyle olan çekişmelerine son verdim. ordumla tengri buyruğu olarak adalet getirdim. tengri buyruğu olarak bunları yaptım…."

kehf suresi 86. ayet ise;

nihayet güneşin battığı yere varınca, onu kara bir balçıkta batar buldu. onun yanında (orada) bir kavme rastladı. bunun üzerine biz: ey zülkarneyn! onlara ya azap edecek veya haklarında iyilik etme yolunu seçeceksin, dedik.
daha fazla bilgi için...
kaynak;http://www.onaltiyildiz.com/artikel.php?artikel_id=32

figüran

ayı sözlük itiraf

kendi dinimi kurucam yasakları olmayan

figüran

call out my name

ya galiba bu adamın ağlamasına bayılıyorum. the weekndin yaptığı her şey gerçeketen fazlasıyla güzel.
bu şarkıyı eski sevgilisi selena gomez'e yazdığı söyleniyor.
sözleri ise şöyle;
...
so call out my name (call out my name)
o yüzden adımı söyle
call out my name when ı kiss you so gently
seni usulca öpünce adımı söyle
ı want you to stay (want you to stay)
kalmanı istiyorum
...

sevdim seni

payitaht izlerken görmüştüm. abdülhamid karısına söylemişti.
aslen şeyh galip' e ait olan mükemmel bir şiir

fâriğ olmam eylesen yüz bin cefâ sevdim seni
böyle yazmış alnıma kilk-i kazâ sevdim seni
ben bu sözden dönmezem devr eyledikçe nüh felek
şâhid olsun aşkıma arz u semâ sevdim seni

bend-i peyvend-i dilim ebrû-yı gaddârındadır
rişte-i cem’iyyetim zülf-i siyeh-kârındadır
hastayım ümmîd-i sıhhat çeşm-i bîmârındadır
bir devâsız derde oldum mübtelâ sevdim seni

ey hilâl-ebrû dilin meyli sanadır doğrusu
sûy-i mihrâba nigâhım kec-edâdır doğrusu
râ kaşından inhirâf etsem riyâdır doğrusu
yâ savâb olmuş veya olmuş hatâ sevdim seni

bî-gubârım hasret-i hattınla hâk olsam yine
sıhhatim rûh-i lebindendir helâk olsam yine
tîğ-i gamzenden kesilmem çâk çâk olsam yine
hâsılı beyhûde cevr etme bana sevdim seni

gâlib-i dîvâneyim ferhâd u mecnûn’a salâ
yüz çevirmem olsa dünya bir yana ben bir yana
şem’ine pervâneyim pervâ ne lâzımdır bana
anlasın bîgâne bilsin âşinâ sevdim seni

zülkarneyn

kehf suresinde adı geçmektedir.kur-an'ı kerim tarafından yecüc ve mecüc isimli kavmi bir yere hapsettiğinden bahsetmektedir. kimine göre peygamber kimine göre oğuz kağan ...
orhun kitabelerinin sırı ortaya çıkınca ortaya zülkarneyn oğuz kağan olduğuna dair insanlar kanıt sunmaya başladılar.
işte o kanıtlardan bahsedersek şöyledir;
+oğuz iki boynuzlu demektir. arapça da ise zülkarneyn iki boynuzlu demekmiş.
onlarda allah yerine tengri inancı vardır ama onlarda bir tanrıya inanmıştır
+ve kuranda geçenlerin aynısının orhun kitabelerinde de geçtiği görülmüş

orhun abidelerinde ise ;

" gittiğim yerlerde güneşin kavurduğu, güneşin battığı son millete gittim. onların arasında hüküm verdim. sonra dünyanın öbür ucuna, güneşin doğduğu yere vardım. orada bulduğum milleti boyunduruğum altına aldım. birbirileriyle olan çekişmelerine son verdim. ordumla tengri buyruğu olarak adalet getirdim. tengri buyruğu olarak bunları yaptım…."

kehf suresi 86. ayet ise;

nihayet güneşin battığı yere varınca, onu kara bir balçıkta batar buldu. onun yanında (orada) bir kavme rastladı. bunun üzerine biz: ey zülkarneyn! onlara ya azap edecek veya haklarında iyilik etme yolunu seçeceksin, dedik.
daha fazla bilgi için...
kaynak;http://www.onaltiyildiz.com/artikel.php?artikel_id=32

artık ona ulaşamıyorum

belki de unutmanın zamanı geldi...

hey sen

bana eksi vermekten sıkılmadın mı? (bak bunu görünce yine eksi vericek)

başlık sıçmak

anancılık yapasım geldi...

bazen şu çevirimiçi listesindekileri

benim hikayem

onu daha önce hiç görmemişsindir... öyle aşık eder ki kendine... onun gibi hiç bir erkeği tanımadım dersin. onun kişiliğine, sesine ve cümlelerine aşık olursun. sonra bütün güzel şeylerin onda nasıl vucud bulduğunu merak edersin. ama onu göremezsin. 'belki bir gün oraya gelirim' der. her gördüğünü o sanarsın. ve sonra bu adamın sadece seninle konuşabilen bi hayal olduğunu anlarsın...

başlık sıçmak

ooo gençler sıçıyo muyuz?