kendi yatağın
alışkanlıklarımızdan biridir
bir yerde uyumaya çalışsak hep şu cümleler kurulmuştur çünkü çocukluğumuzdan beri:
-oolum hadi kalk yerine yat.
o günlerden kalmadır kişide yerini yadırgamak
beşamel sos
en çok,fırınlanacak yemeklere yakıştırdığım bir sostur(lazanyada muzzam oluyor kendileri).bazı yerlerde paşamel sosu diyenler de var.
artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak
gülerken sevinç
yüzerken deniz
senin hiç yaşamadığın mevsimleri yaşarken biz
hep biraz eksik olacak artık her şey
hep biraz eksik
her geçen yıl birer birer masadan eksiliyor dostlar
eksilirken dostlar birer birer
şimdi ben ölsem en çok bardakta çay soğur
hayyamhatemi
kazağını sol omuzuna at
üşümemek için bir şarkı söyle içinden
ben de sana bakmakta olacağım nasıl olsa
beni yine meydanda bekle
ellerin ceplerinde
antony hegarty
ron mueck
avustralya, melbourne doğumlu (1958) sanatçı, kariyerinin ilk yirmi yılında profesyonel kukla yapımcılığı ve oynatıcılığı işi ile uğraşmıştır. shirls neighborhood (çocuklar için hazırlanan televizyon şovu) ve labyrinth (çocuk filmi) sanatçının hem kukla karakterlerini gerçekleştirdiği hem de seslendirmelerini yaptığı prodüksiyonlar arasındadır. mueck, ayrıca ny muppet workshop şirketinde muppet tasarım ekibiyle de çalışmalar gerçekleştirmiştir.
mueck, 1996 yılında paula rego için yaptığı pinokyo heykeliyle londranın ünlü galericisi (saatchi gallery) ve sanat-koleksiyoncusu charles saatchinin dikkatini çekmiş, sanatçı ile tanışan saatchi, 1997 yılında royal academydeki (londra kraliyet sanat akademisi) sensation sergisinde, mueckin ölü baba isimli erken dönem heykeline, sergilenen diğer yapıtlar arasında yer vermiştir.
ölü baba sanatçının kendi saç telini kullandığı tek çalışmasıdır. bununla birlikte genellikle fiberglas (cam lifi), silikon ve karışık malzeme kullanarak gerçekleştirdiği heykeller birçok evreden geçerek son halini alırlar. sanatçı heykelin pozunu belirlemek için öncelikle fotoğraftan ya da gerçek modelden faydalanarak kilden bir seri küçük model yapar. daha sonra heykelin boyutlarını belirlemek amacıyla çizimler gerçekleştirir. sonraki aşama figüre ifade ve dokusunu vererek şekillendirmektir. çalışacağı figür çok büyük ise önce metal bir çerçeve yapar, bu çerçeveyi telle bir ağ gibi örer ve alçı şeritler ile kaplar ve son olarak tüm yüzeyi kil ile kapatır. kilden yapılı bu figürü kullanarak bir kalıp oluşturur ve silikon ya da fiberglas kullanarak heykelin dökümünü yapar. en son safha damarları boyama, hataları düzeltme ve her saç telini yerine yapıştırmaktır.
mueck, insan formunu konu alan hiper-realist heykellerinde doğum, bebeklik, çocukluk, ergenlik, orta yaş, cinsel olgunluk, yaşlılık ve ölüm temalarını işler. yapıtlarındaki mimik, poz ve boyut, izleyenin duyguları ile kaynaşırken izleyene heykellerin ruh durumunu anlamada da yardımcı olur.
http://www.facebook.com/pages/ron-mueck/22193729909?sk=wall
kurbağa deneyi
19. yüzyılda suda yavaşça ısıtlan kurbağalar üzerine pek çok deney yapıldı. 1869 yılında, ruhun yerine dair deneyler sırasında, alman psikolog friedrich goltz, beyni alınmış bir kurbağanın yavaşça ısıtılan suda kaldığını; fakat, bütün canlı kurbağaların kaçmayı denediklerini gözlemledi.
diğer deneylerde ise kurbağaların yavaşça ısıtılan sudan kaçmaya çalışmadıkları sonucuna varıldı. heinzmann, 1872 yılında yaptığı deneyde suyun yeterince yavaş ısıtılması halinde normal bir kurbağanın kaçmaya çalışmayacağını gözlemledi. 1875 yılında fratscher de aynı sonuca vardı
(bu bilim adamlarının birbirine itimadı kalmamış mirim hepsi tekrar tekrar denemiş aynı deneyi)
aslında budeneyim toplumsal bir mesajı da varsanırım.
bazı olaylar ve değişiklikler yavaş yavaş kanımıza girdiğinde o değişimin farkına varmayıp bize normalmiş gibi gelmesi ve daha sonra onun hayatımızın bir parçası gibi görüp bizi fokur fokur kaynatmaya kadar gitmesidir...bu kaynar kazanın en büyük örneği de dejenere nesiller yetiştiren televizyondur elbette
kitap okumak
müslümanlara olan ilk emir olan oku nun bir çok manası vardır aslında...en başta kendini okumakla ilgilidir ve bu konu yazmakla ancak havanda su dövmektir.
ama sanırım kitap okumakla ilgili orhan pamuğun bir kitabındaki giriş cümlesi özettir
-bir gün bir kitap okudum,hayatım değişti.
antony hegarty
björk ile söylediği the dull flame of desire parçası takdire şayandır...klip te öyle vesselam
hayyamhatemi
ruhum emzirirken kalbimi
havası irin kokan sokaklarda yedim acıktığımda kendi kentimi
sokak lambaları gölgemi hiç aydınlat(a)madı
beynim erken ölen bir ergen irisi
bütün bunlar,aslında,bir şiirle başladı
dedi birisi
küfürle ilk tanışması ağzımın
şiir yazmamla aynı zamana denk gelir
sonra hiç gitmedi dilimdeki o pas tadı
ne zaman birine sövecek olsam
kanaat notu kullanarak kanatılmış her yarada
kangren bir aşk ezberi yapıp içimdeki boşluğa
(tanıyasın diye beni)
suçlu bir beklenti takıp kirli yakama
şiir yazdım boyuna
hep senin adına
hayyamhatemi
güldürüken öldüren fıkralar biliyorum hayyam
düşünürken korkan insanlar arasında anlatılmayacak kadar komik!
tutuklu bir kitaptaki yasaklı kelimeler
voltaya çıkaramayınca heceleri
noktayı koyuyor
dinliyorum
sağır ve dilsiz gardiyanların önünde beklediği
hücremin çeperindeki pencereden bana bakan sessiz harfleri
diyorlar ki:
-ayrı yazmayın bağlaçları.
ayrılmayı hak etmiyordur herhalde,bağlıyorsa bir şeyleri
bak,ayrı durmayı haketmiyor isimlerimiz bile hayyam
aramızdaki uzaklıklar ağlasın
arasına bir "ile" koy adımızın
bizi birbirimize bağlasın
cem
o dönemde kente cem uzan gelmezden önce bir afiş asılmış ve anlamı anlaşıldığından dolayı hemen indirilmişti...
-uzan geliyor
bearlock
aslında yazdıklarını saklar sır gibi
içinde nice şairleri öldürürken.
suskundur genelde
ama son sözünü de söylemez
çünkü söylenecek bir söz mutlaka kalsın ister.
sırtını dönse bile yüzü hayata dönüktür geride kalanların
iyi ki tanımış olmakla sevinilir
keşkeler yerini iyi ki ye bırakır
kahverengi tonlarda bir atkı kalır akıllarda ve bir duruş
hiç düşmesin isterim
dudağının kenarındaki gülüş
insanın büyüdüğünü anladığı an
biz ne zaman büyüdük
adam olduk
sevdalanmayı unuttuk...
avatar
james cameron un çektiği avatar filmi, anlattığının ötesinde anlatmak istediğini içinde barındıran bir filmdir.
filmin hazırlık aşamasında türkiyeye gelmiş ve doğu bölgelerini gezmiş oranın kültürünü görmek istemiştir. hatta toruk maktor ismini hakkarinin peynirle yapılan torak isimli yemeğinden esinlendiğini söylemiştir kendisi.
sömürgecilik sistemine bir bakıştır ve eleştiridir avatar filmi. aynı zamanda müslümanlıktan ve kuran-ı kerimden de esinlendiğini söylemektedir ünlü yönetmen. filmi izleyenler bilir son sahnesinde her şeyin bittiği düşünüldüğü sahnede eyva adındaki tanrı kuşları yollamıştır o kutsal ağacın etrafına. kuşlara dikkat edilirse fil suresinde olduğu gibi kureyşlilerin kabeye saldırılarında allahın ebabilleri göndermesine çok benzer karakteristik özellikte ve niteliktedir...
dolayısıyla bir zaman kaybı değil, anlaşılırsa eğer çok keyif alınası bir filmdir. anlatılanın ötesine, anlatılmak istenene bakmak lazım. avatar da söylendiği gibi... seni görüyorum.
çekip gitmek
hala sıcak içimin acıları
fazla uzaklaşmış olamam kendimden
çekip gitmek
insan kendini de götürüyor her nereye giderse.
bu sebeple ne kadar uzağa giderse gitsin asla uzaklaşmış olamıyor kendinden.
uzaklara gidip bazı şeyleri unutmak fikri de zihinsel mastürbasyondan başka bir şey de değildir üstelik.
beynimin içinde filler sikişiyor
gelmiş geçmiş en salakça sorular