risotto34

Durum: 277 - 0 - 0 - 0 - 04.06.2013 23:55

Puan: 3050 - Sözlük Kezbanı

13 yıl önce kayıt oldu. 3.Nesil Yazar.

00000000000000000000
  • /
  • 14

zenne

caner alper ve mehmet binay benim nezdimde james ivory ve ismail merchant'tır. filmde eksikler varmış! kısıtlı imkanlarla yapılabilecek en iyi film bu kadar olabilirdi. sanki, hayatımızda her şey tam ve tamam. bizler birbirimizden ve hayattan yana o kadar eksik şeyle yaşamak zorunda kalıyoruz ki, mecburiyetlerle yaşanır kılmaya çalıştığımız hayatlarımızla birbirimize destek olmaktan başka çaresi olmayan bir azınlık olduğumuzu unutmamalıyız. verilen emek, harcanan mesai ve akıtılan alınteri için bile minnettarım, kendi adıma.

lgbti temalı filmler

david's birthday
albert nobbs
a home at the end of the world
teorema
doubt
veda vakti
fox and his friends
crazy
eating out
bulgarian lovers
last exit to brooklyn
tutku kanunu

başak burcu

başak burcu asla kendi kötü deneyimlerini ya da yürümemiş bir ilişkinin bütün faturasını karşısındakine kesmez. ayrıntıları sever, detaylar da boğulmaz çünkü kafası hepsini birbirine karıştırmadan organize edebilecek kadar farklı çalışır. kendisi için yaşamayı ve kendisine özen göstermeyi sever. yabancıca söyleyince kimilerine çok şık gelen "carpe diem" bir başak "bugün" ü yaşamak isteyince garip gelebilir. zaten, ortada bir yanlış anlaşılma vardır: başak sadece "bugün" demez; hayatın tamamı bugündür onun için. yarın ne yapacağını, ertesi güne neler yapması gerektiğini ve hafta bittiği zaman hangi işleri mutlaka yoluna koyması gerektiğinin farkındadır. bir başakla hayat zordur ama bir "başka"sıyla hayat zaten zordur. başak'ı zorlu yapan ise, dobra olmasıdır. kimilerine bu patavatsızlık gibi gelir ama başaklar kıvırmayı, lafı dolaştırmayı sevmez. eğer bir başak arkadaşınızsa, onun arkadaşlıktan anladığı, sizin bütün davranışlarınızı ya da söylediklerinizi olumlamak değildir. "dost acı söyler." sözündeki "dost" başak'tır. diğerleri "çevir kazı yanmasın!" derken; başak'ın size zihninizi açacak bir şey söyleme ihtimali yüksektir. başaklar sadece kendi yaşantıları için değil, etraflarındaki diğer insanlar için de deneyimlerini paylaşmaya ve onlara bir şeyler göstermeye heveslidir. kendisine bir şey öğretmek isteyeceğiniz başak çocuk gibi sevinecektir: onun için insanlarla iletişim kurmanın en güzel yolu onlardan bir şeyler öğrenmektir. çok arkadaşı yoktur ama bir elin parmağını geçmeyen arkadaşlıkları da "hasta olsa mutlaka gidip çorbasını kaynatacak." arkadaşlıklardır. aşırı samimiyet ve ölçüsüzlükten hoşlanmazlar. diğer burçlara aşırı gelen özellikleri kimseye zararı olmayan, kendisiyle ve kendi hayatıyla ilgili olan şeylerdir ama insanları ötekileştirmeye ve nedense "nefret" etmeye ve bu nefreti haykırmaya meraklı kişiler için bu özellikler tutulacak kulp gibidir. bir başak hiçbir ortama kolayca uyum sağlamaz. girdiği ortamı, eğer o ortamda sürekliliği olacaksa, kendi alışkanlıkları ve ihtiyaçları doğrultusunda şekillendirmeye çalışır. önerilere açıktır ama getirilebilecek önerilerin neredeyse tamamını zaten kendisi de düşünmüştür. başaklar vefalıdır. yaptıkları iyilikler hatırlansın hiç istemezler; bundan anlamsız bir şekilde utanırlar. tekeşliliğe meyyaldirler ama o eşi bulmak konusunda kararsızdırlar. "aramaktan değil, bulmaktan vazgeçmiş..." gibidirler. duvarları kendilerinin bile tırmanamayacağı kadar yüksek olabilir. bunu onlardaki varolduğu iddia edilen "yaralanmak" düşüncesiyle değil, kendi ilişkiler aritmetiği ile genel eğilimin uyuşmamasında aramak daha yerinde ve insaflıca olur. sevdikleri şeylere tutkuyla bağlıdırlar. maymun iştahlı değillerdir. gündelik hayatta küfretmeyi sevmezler. başaklar genelde çocukluklarında hayalini kurdukları işi yaparlar. ilgi alanları geniştir. uzman oldukları mutlaka bir konu vardır. mütevazi değillerdir gerekmediği durumlarda. önce kendilerini severler. dışarıdan izleyen birisi bir başak'ın günleri ya da hayatı tekdüze zannedebilir. oysa, onun hayatı bilgisayar ekranındaki bir hikâyenin farklı puntolar ve farklı alfabe karakterleriyle çıktısını almak gibidir: bakmasını bilmedikçe gördüğün bütün ağaçlar sadece ağaçtır

iç çamaşırlarını ütüleyen erkek

"çoraplarımı da ütülüyorum!" diyerek içlendiğim. "iç çamaşırı ütülenmez mi?" diye hayretten küçük dilimi yutarak okuduğum entry. insan her yaptığını hoşlanarak yapmaz, kimi şeyler de zaruriyetten yapılır. herkesin zaruriyetleri ve öncelikleri farklıdır.

kurda sorulacak alternatif sorular

hani afrikalılar demiş ya, "aslanlar kendi tarihlerini yazıncaya kadar avcılık öyküleri her zaman avcıyı yüceltecektir." diye. bütün bu masallarda hep kötü hep kötü! kırmızı başlıklı "kaltak" tan intikamınızı almanın zamanı gelmedi mi artık?

alttaki yazara soracaklarım var

"yokluğumuzun farkına varılacak mı?" yoksa, "biz mi kendimizi çok fazla önemsiyoruz?" onu anlamak istiyor kimse bu bahsi geçen kişi.

hani şarkısında "ağlama anne, benim için ağlama, ben de herkes kadar aldım acılardan" diyor ya sezen. sen de herkes kadar acılardan payına düşeni aldın mı?

alice b. toklas

alice b. toklas'ın adı gertrude stein ile birlikte olmasa belki de asla duyulmayacaktı. stein'ın aslında kendi hayatını anlattığı kitabı "alice toklas'ın özyaşamöyküsü" adlı kitap birlikte geçirdikleri bir ömrün envanteri gibidir: küçük ama muhteşem bir envanter.
toklas'ın bu yemek-anı kitabı bizim onun sadece evhanımlığında değil yazmak konusunda da ne kadar yetenekli olduğunu görmemizi sağlar. "the cookbook" adlı kitabı dilimize "yemek kitabı" olarak çevrilmiştir. ancak sadece bir yemek kitabı değil aynı zamanda büyük edebi şahsiyetlerle paylaştığı yemekler ve hikayelerle eşsiz bir anı kitabıdır. kitaptan istediğiniz şekilde istifade etmeniz mümkün: bir roman gibi okumaya da bir yemek kitabı gibi kullanılmaya da uygun. yazarın hayatı dünyanın çok farklı yerlerinde yaşayarak geçtiği için kitabı okurken küçük çaplı bir dünya turu yapmanın yanısıra farklı ülkelerin yemek kültürleri konusunda da bir dolu şey öğrenmek mümkün.

ayı sözlük yazarlarının şu an dinlediği şarkılar

sari gyalin - suren asatryan

boğos piranyan

merzifon amerikan koleji aşçısı bu muhteremin aşçının kitabı(nor khoharar) adlı eseri aras yayınları tarafından yayınlanmıştır. kitabın çevirisini "sofranız şen olsun" adlı yemek-anı kitabıyla bilinen takuhi tovmasyan yapmıştır. 1915 tehciri sonrasındaki hayatı konusunda kesin bilgi yoktur ama intihar ettiği rivayet olunur. yazar bu kitabına bu toprakların ortak yeme-içme kültürünün temel yemeklerini ve onları yapmanın kısa ve öz tariflerini koymuş.

kazuo ishiguro

japonya'da doğmuş ve çok küçük yaşta göçmen olarak ingiltere'ye gelmiştir. bütün eğitim hayatı ingiltere'de geçen yazarın ingilizleri ingilizlerden daha iyi anlattığı kabul edilir. üniversitede ingilizce ve felsefe eğitimi almıştır. ayrıca, edebiyat tarihi kitaplarıyla tanınan malcolm bradbury'den yaratıcı yazarlık dersleri almıştır. özellikle, "the remains of the day" adlı romanı inanılmaz ayrıntılarla doludur. daha sonra james ivory tarafından filme de alınan bu kitabının, film uyarlaması da oldukça başarılıdır. anthony hopkins ve emma thompson oynadıkları rollerde adeta döktürmüşlerdir demek abartı olmaz. "never let me go" adlı romanı da filme çekilen ishiguro'nun romanları otuzdan fazla dile çevrilmiştir.
yazarın başlıca kitapları;
-günden kalanlar
-uzak tepeler
-çocukluğumu ararken
-değişen bir dünyada bir sanatçı
-avunamayanlar
-beni asla bırakma

masa dağı

günay afrika'nın cape town şehrinin hemen yanıbaşındaki yükseltiye table mountain ya da türkçe tabirle masa dağı denilir. üzeri bir masa gibi düz olduğu için bu isim verilmiştir. ister hem tırmanış hem de iniş esnasında kendi etrafında dönen teleferikle, isterseniz de yürüyerek yaklaşık yüksekliği 1100 mt olan dağa tımanabilirsiniz. yukarıya çıktığınız zaman görüp görebileceğiniz en muhteşem afrika manzarasıyla karşılaşacaksınız. dağın tepesinde küçük bir hediyelik eşya dükkanı ile market-restaurant vardır. özellikle sonbahardan itibaren dağın zirvesi sisle örtülmektedir ve böyle zamanlarda dağın görünüşüne masa'nın "örtüsü" denir. masa dağı milli parktır ve soyu tükenmekte olan birçok bitki ve hayvan türlerinin barınağıdır. dağa sightseeing tour otobüsleriyle ulaşmak ve bir bilet alıp dağa çıkıp muhteşem manzaranın tadını çıkarmak paha biçilmezdir.

ayı sözlük yazarlarının şu an dinlediği şarkılar

loser - beck
mothers of the disappeared - u2

en beğenilen eşcinsel temalı on film

maurice
bent
brokeback mountain
querrelle
die bitteren tranen der petra von kant
the hours
prick up you ears
my beautiful laundrette
breakfast on pluto
wilde

fahrenheit 451

yönetmen françois truffaut tarafından filme de çekilmiştir.

münevver ayaşlı

selanik doğumlu ama kendisine sorulduğu vakit, "umumî mânâda anlaşıldığı gibi 'selanikli' değilim, türküm." diye açıklama getiren osmanlı'nın son zamanlarının aristokratlarındandır. bu açıklamayı yapmasının nedeni, o zamanlar selanik'in dönmeleriyle ünlü olmasıdır. ondaki asalet vurgusu avrupai manada bir saplantı değil, osmanlı topraklarında yeşerip istanbul'un imbiğinden geçen yüksek kültürü özümsemiş olmak manasındadır. hayatta yapayalnız kaldıktan sonra yazmaya ve gazeteciliğe başlamıştır. çok akıcı bir dili vardır. yaşadığı dönemi ve hem edebi hem de tarihi şahsiyetleri, tarihi olayları, muhteşem mekanları okuyucunun hayaline adeta nakşedermişçesine anlatır. maalesef, osmanlı aydınlarının, cumhuriyet dönemi aydınları ve okurlarınca görmezden gelinmesine ve ihmal edilmesine o da maruz kalmıştır.

başlıca eserleri,
-işittiklerim, gördüklerim, bildiklerim
-pertev bey üç kızı
-rumeli ve muhteşem istanbul
-dersaadet
-haminne'nin suret aynası

fahrenheit 451

ray bradbury'nin itfaiyenin görevinin yangınları söndürmekten kitap yakmaya evrildiği ve dünyayı kitaplardan temizlenmiş bir yer haline dönüştürmeye çalışan devlet anlayışının hakim olduğu bir gelecek tahayyülü üzerine kurulu kültleşmiş kitabı. kitabın adı, kitap kağıdının fahrenheit cinsinden yanma derecesine tekabül eder.

kitap yakmakla görevlendirmiş montag'ın kitapları keşfetmesi ve yazıldığı günlerde, onlarca yıl sonrası için neredeyse kehanet diyebileceğimiz bir çok şeyin günümüzde gerçekleşmiş olması ayrıca ilginçtir. özellikle, insanlara "hiçbir şey" vermeyen yarışma programları ve "izleyenlerin" kendilerini bir parçası gibi görmeye başladıkları nehir-dizilerle alakalı satırlar kitabı daha da ilginç kılmaktadır.

kitap, devlet'in elinden kurtarılmış kitapların, kelimesi kelimesine insanlar tarafından hatmedildiği bir bölümle biter..."ben, platon'un cumhuriyet'iyim..."

kitaptan;
..."onlara yarışmalar düzenle, en popüler şarkıların sözlerini, devletlerin başkentlerini veya iowa'da geçen yıl ne kadar mısır yetiştirildiğini bilerek kazansınlar. onları patlamalarına neden olmayacak bilgilerle doldur, öyle lanet olası 'olaylarla' tıka basa yap ki, kendilerini bilgileriyle gerçekten "zeki" hissetsinler. sonra düşündüklerini hissedecekler, hiç kımıldamadan hareket ettikleri hissine kapılacaklar ve mutlu olacaklar, çünkü bu tür olaylar değişmezler."

..."hepimiz birbirimize benzemeliyiz. hiç de anayasanın dediği gibi, kimse eşit ve özgür doğmamıştır, herkes eşit yapılır. her insan bir diğerinin sureti olunca herkes mutlu olur, ortada çekinilecek, korkulacak, herkesi kendisini yargılamasına yol açacak dağlar yoktur."

george eliot

john milton'dan sonra ingiliz edebiyatı'nın en bilgili yazarı olarak kabul edilen, kraliçe victoria ile aynı yıl doğmuş olan ve hayatı boyunca bir çok isim kullanmış olan büyük edebi şahsiyet. asıl adı mary ann evans'tır. kullandığı adlar arasında marian evans, marian evans lewes, mary ann cross vardır. çevirmen ve deneme yazarı olmak için geldiği londra'da herbert spencer'a aşık oldu. fakat aşkı karşılıksızdı. ona olan aşkını kısa sürede unutan eliot, george henry lewes'e aşık oldu ve bu defa aşkı karşılıksız da değildi. lewes'in karısı iki yılı aşkın süredir, lewes'in bir arkadaşıyla birlikteydi ve bu evlilik dışı ilişkiden iki çocuk dünyaya getirmişti. viktorya çağı'nda boşanmak çok büyük masraflar gerektirdiğinden eliot ve lewes de, lewes'in ölümüne kadar evlenemeden nikahsız yaşamışlardı. lewes'in ölümünün akabinde eliot, on yıldan beridir tanıdığı lewes'in de arkadaşı olan kendisinden yirmi yaş küçük john walter cross'la evlenir. ancak, bu mutluluğu uzun sürmez ve evlendikten sekiz ay sonra ölür ve lewe'in yanına defnedilir.

eliot'ın romanları iki döneme ayrılır. toplam sekiz romanı olan eliot'ın her iki dönemde de dört kitabı vardır:

--1. dönem:
-scenes of clerical life
-adam bede
-mill on the floss
-silas marner
birinci dönem romanlarının hepsi, taşra yaşantısını anlatan romanlardır.
--2. dönem:
-romola
-felix holt the radical
-middlemarch
-daniel deronda
ikinci dönem romanları da, derin psikolojik incelemelerle irdelenen düşünceler, anlatılan öyküden daha ağır basarlar.

iş görüşmesine gittiğin adamın aşırı yakışıklı çıkması

karşımdaki sıradan biriymiş, yakışıklı olduğunun da hiç farkında değilmişim, soğuk bir ingilizin resmi ve kendinden emin tavrıyla arz-ı endam etmekten imtina etmeyeceğim durum.

durduk yere ayı sözlük yazarlarına koyan şarkılar

yollar ayrı - umut akyürek

persuasion

jane austen'ın ölümünden sonra yayınlanan romanıdır. dilimize önce ikna, ardından da inanç adlarıyla çevrilmiştir.
  • /
  • 14
Henüz bir favori entry yok.

Toplam entry sayısı: 277

eşcinsel olunduğunun ilk fark edildiği an

ilkokul birinci sınıftayken bir sınıf arkadaşım vardı, adı rıdvan bana aşıktı. bir de komşumuzun oğlu ahmet. rıdvan saklambaç oynarken, nereye saklansam arkamdan gelir ve beni sıkıştırıp öperdi. günün birinde ahmet bizi yakaladı. fena kavgaya tutuştular. sonra dallas'ı çevirmeye başladık. onların da pipisi olduğunu görünce ortada doğaüstü bir durum olduğunu anlamıştım ama bu doğaüstü duruma eşcinsellik denildiğini bilmiyordum. yıllar geçti: rıdvan halen daha bana farklı davranır. ahmet ise ne zaman telefonda konuşsak, "ne güzel günlerdi." der.

ayı sözlük yazarlarının askerlik anıları

sınıf okulundan sonra, kur'a da zırhlı tugay çıktı. antep'e gittim. geyler ya da erkeklere ilgi duyan erkekler birbirlerini gözlerinden tanıyor: gözlerimizle yiyorduk birbirimizi. gördüğümde dizlerimin bağının çözülmesine neden olan birkaç subay ve astsubay vardı ama bakıp geçiyordum. ancak onlardan birisi vardı ki, uzaktan uzağa birbirimize bakıyorduk uzun uzun. herkesin birbirine uzaktan baktığı bir askerlik yapıyordum. yaptığım iş, sivil hayattaki mesleğimdi. kısa sürede kendi sistemimi kurmuştum. şiddete karşı olduğum için, bunu duyan askerler nerede görseler yolumu kesiyor "komutanım sivilde aşçıydım, garsondum, stewarttım, otelde çalışıyordum. deyip kendilerini gazinoya ve misafirhaneye aldırmak için gazino müdürü binbaşıyla konuşmamı istiyorlardı. günün birinde oda arkadaşım bir çocuğun pembe teskere almak için revire gelip ağladığını, üst dönem teğmenin de çocuğu odaya kapatıp dövdüğünü anlatınca çok rahatsız olmuştum. oda arkadaşım gey olduğumu tahmin ediyordu ama konu hiç konuşulmuyordu. ertesi gün gelip bir bakar mısın çocuğa ? dedi. sabahı zor ettim. ertesi sabah, gazino ünitelerini kontrol ettikten sonra soluğu revirde aldım. arkadaşım, "çocuk hiç belli etmiyor." demişti. birlikte revire gittik, kapıdaki camdan içeri bir göz attım, "dördüncü yataktaki asker mi?" dedim. "evet, ama nereden anladın?" diye sordu. biliyorum anlatmak için çabalamama gerek yoktu: çünkü, yüz metre uzaktan görsen, "işte geliyor." diyebileceğimiz bir edaya sahipti. iskenderun deniz hastanesi'ne götürdüm. bütün yol boyunca nasıl bir muameleyle karşılaşacağı anlattım. çok şaşkın gözlerle bakıyordu bana. "kuzenim rapor aldı. hayatımın hatası, der her konuşmasında." diye açıklama yaptım. zaten, herkese de öyle söylemiştim. gerçekte, rapor alan bir arkadaşımdı ve çok pişman olmuştu ama yanlış arkadaşlıkların ve yanlış kararların bazen dönüşü olmuyor. rapor almaktan vazgeçti. o devredeki, asteğmenler çok güzel bir iş başarmışlar, bir gencin yanlış bir karar almaması için her türlü yardımı yapmışlardı. herhangi bir mesleği olmayan bu genci, askeri gazinoya yanıma almak için askeri gazino müdürü olan yüzbaşıya az dil dökmedim. çocuk askerliğini askeri gazinoda çok rahat bir şekilde yaptı. terhis olduktan sonra, ayrılmadan önce vedalaşırken kendisine "gey" olduğumu söyledim. askerliğini bitirdikten sonra istanbul'da beş yıldızlı bir otelde çalışmaya başlamıştı, en son gördüğümde. hayatım boyunca yaptığım en güzel ve en faydalı şeydir benim için

ayı sözlük taksim gezi parkı zirvesi

söz konusu tarihte tr'de olsam katılmayı kesinlikle düşünürdüm. tüm türkiye adaletsizliğin, hukuksuzluğun, vicdansızlığın, açgözlülüğün, çalıp çırpmanın gösterişli yapılarıyla doldu. artık, yaşadığı çevre insanı yansıtır oldu. oysa, makbul olan insanların adaletli, hukukun üstünlüğüne saygılı, vicdanlı, yaşadığı çevreyi tüketmeden hayatını idame ettirebilecek bilgi ve görgüye sahip olmalarıdır. dünya ihtiyacınızı karşılayacak her şeyi verebilir ama egonuzu tatmin etmek dünyayı da aşar. dini referanslarla konuşan gerek başbakan, gerek partisinin milletvekilleri ve gerekte akp'liler "kefenin cebi" olmadığını hatırlamalılar. istanbul zamanında itiraz edilen yapılarla dolu: gökkafes, demirören avm,...dün şiddetle karşı çıktıklarına bugün "eyvallah" demek sadece kişilerin değişimiyle açıklanacak bir şey değildir. bize onların tenezzüllerini de işaret eder. hiçbir dini inancın insana onda olmayan şeyi vereceğine inanmam. yaşadığım ülke de bu düşüncemi olumlayan milyonlarca insanla dolu.

elbette, halkın tv dizilerinde ölen karakterler için gıyabî cenaze namazı kıldığı bir ülkede, "din" kitleleri yönlendirmek ve kontrol altında tutmak için en elverişli araçtır. dini inancı sayesinde daha rafine olmayı başarmak mümkün olsaydı, bugün yaşadığımız birçok olumsuzluğu yaşamıyor ve konuşmuyor olurduk. mesela, birkaç gün evvel, akp'li tıp doktoru bir milletvekilinin bilimdışı açıklamalarını dinledik. eğitim birçok şeyi değiştirmemize vesile olabilir ama bizim de çabalamamız gerekir. dünya çapında bir doktor olmak bize bilimsel gerçekleri, artık geçerliliği kalmamış ortaçağ zırvalarıyla çarpıtma hakkını vermez. neresinden tutarsanız tutun hemen her şeyin elinizde kaldığı bir ülkede yaşayınca bütün bu gelişmelerin(!) ardı arkasının gelmemesinin bir anlamı muhakkak ki vardır, diye düşünmeden edemiyor insan. kamuoyu bunlarla meşgulken, kim bilir kimler "akarken dolduracaksın" modunda? tarihi anlamadan geçenler, onu yeniden yaşamak zorunda kalırlar. bir zamanlar bir menderes, bir özal vardı. menderes idam edildi; özal'ın ise nasıl öldüğü bile net değil. tarih tekerrür ediyor, yine yeniden.

ayı sözlük itiraf

çok samimi olduğum bir arkadaşımın şimdi eşi olan kişi, onlar çıkarken bana birlikte olmayı teklif etmişti. evlendikten sonra da zaman zaman bu teklifini tekrar etti. ilk teklif ettiği zaman "gey olduğumu bildikleri için beni deniyorlar mı?" diye düşünmüştüm. ancak, adamın birkaç gey arkadaşımla birlikte olduğunu ve evliliğinin "vitrin" olduğunu ifade etmesi beni çok kızdırmıştı. iki defa evlerine kadar gittim, arkadaşımla konuşmak için ama yapamadım.

türkiye'de eşcinsel ünlüler

eşcinselliklerini bir "sır" zanneden ve herkesin bildiği ama dillendirmediği bu hakikatin "sır" olarak kalmasını sağlayabilmek için muktedirlerin her dediğine "eyvallah" diyen şöhretliler tayfası.
zeki müren'de hiçbir zaman "geyim" ya da eşcinselim" dememiştir. belgrad ormanları'ında alman helgalarla poz vermiş, bugün muadili olan bazı popçular gibi o da vakt-i zamanında erkekliğini yabancı dilberlerle teşrik-i mesailerde cilalamıştır. öldüğünde gazetelerde kadim dostları o cilalı yalanı parlatmaya devam etmiştir, mesela ismet ay, "zeki müren'in hamile bıraktığı kadınlardan bahsetmiştir." bülent ersoy rol aldığı filmi izleyen ve "erkeliğimden utandım." diyen zeki müren için "neyinden utanmış, neyinden utanmış!" diyerek alaylı cevap vermiştir.
doğrudur, bu ülkede eşcinsel ünlü yoktur, yani herkesin bildiği "çok gizli" büyük harf abiler eşcinsel bile değildir: güya halka duydukları saygıdan ötürü açıklamadıkları cinsel yönelimlerini bir "fabrikasyon" hatası olarak yaşarlar.
biliyoruz ve yazmıyoruz. ihtiyacımız olan bir "lavanta" mafyasıdır.

capote

philip seymour hoffman'ın başrolünde oynadığı truman capote'un in cold blood adlı romanını yazdığı dönemi ve sonrasındaki süreci anlatan film.
Henüz takip ettiği biri yok.
Henüz takip eden biri yok.