sürekli allah büyüktür denildiği için kafamda devasa bir insan profili canlanirdi. bir de yukarda allah var denilirdi. sonuç olarak dünya denen kurenin içinde oldugumuzu, üst tarafinda da allahın yaşadığını düşünürdüm. yağmur yağdığında ise evini yikadigini, o suların üstümüze aktigini düşünürdüm.
bizimkilerin eskiden oturduğu dairede telefon sehpasının üstünde bulunan ilginç bibloyu allah sanıyordum. biblo aşırı kokoş giyimli bir tombik kadın şeklindeydi küçük bir sandalye'nin üstünde oturuyordu. ben onu allah sanardım ve korkardım ondan, tabi bizim evde din diyanet hiç olmadı anneme sorduğumda da gülüp geçiyor, bir şey demiyordu. çok sonradan- ilk veya orta okul yıllarında- din dersinde hocamız cennette hepimizin allah'ı göreceğini ve her birimize içimizden ona biçtiğimiz suret ile görüneceğini söylemişti. bende mitoloji meraklısı bir çocuk olduğundan allah'ın bana ra şeklinde gözükeceğini düşünürdüm. that's putperestlik, it's putperestlik.
benim hafızam kuvvetlidir, mesela hugo ve tolga abi'deki tolga abinin yüzü hz.muhammed'in yüzüydü aynı zamanda, hatta elinde asasıyla çöllerde yürürken hayal ettiğimi hatırlıyorum. (bkz:biri beni durdursun)
cami minaresi şeklinde düşünürdüm. hayalimde cami minaresine göz ağız falan ekler onla konuşurdum. ibadet edilen yerin başında cami kutsal bir yer olarak geldiği, tanrı da en yüksek kutsallık mertebesinde olduğu için, cami + camiden daha yüksek bir yere sahip olarak minare ( caminin en yüksek yeri olarak)=yani tanrı tasavvuruna uygun gibi bir denkleme sahiptim sanırım. sonra yaratici mefhumuna yer, zaman, şekil adledemeyecegimizi öğrenince baya bi kotu hissettim uzun süre onu minare siluetinde hayal ettiğim için.