sense8

bu yaz netflix'de yayınlanmaya başlayan ve matrix, cloud atlas, jupiter ascending* gibi yapımların yaratıcısı olan wachowski kardeşler* tarafından yapılan bilim-kurgu dizisi. dünyanın 8 farklı yerinde, 8 insan, bir şekilde, birbirleriyle bağlantı kurabiliyorlar. onların tecrübelerini, deneyimlerini kendilerine uygulayabiliyorlar. amerikalı polis, izlandalı dj, alman hırsız, hindistanlı evleneceği adama aşık olmayan dindar bir kız*, koreli bir iş kadını, kenyalı otobüs şoförü, san franciscolu lez aktivist*, meksikalı gey oyuncu.

netflix her zamanki gibi bütün sezonu tamamen yayınlamıştır ve baya bi kitlesi oluşmuştur dizinin. tabi bunda seksin ,cüretkarlık kelimesini kullanmanın yetersiz olduğu sahnelerle, gösterilmesinin etkisi var.

ilginç olansa karakterlerinin hepsinin ingilizce konuşması. sanırım dünyanın en obez ve tembel ülkesi olan amerika'nın, yorulmaması için yapılmış bir şeydir.

en az 3 sezon gitmesini beklediğim tavsiye dizi
sözlükten daha öncesinden de haberim vardı. fazla yazabileceğim bir şey olmayacağı için, amerikayı yeniden keşfetmeyeceğime göre yazar olmayı düşünmedim. nickime ters düşecek ama tembel değilim sadece amacım yok.

sense8'i bugün itibarı ile bitirdim. kurgusu veya bilim kurgu tarafı hiç ilgimi çekmedi. karakterlerini ise sevdim. hem de çok. lito'nun hernando ile tanışması ve ilk öpücük gerçekten insanın içini ısıtan cinstendi ama en önemlisi nomi'nin amanita ile gay pride'da tanışması sırasında amanita'nın arkadaşlarına karşı nomi'yi savunurken ağlaması ve nomi'nin söylediği "ağlıyorum çünkü daha önce kimse beni savunmamıştı" demesi.

işte sözlüğe yazar olmaya karar vermemin esin kaynağı burdadır.
2015 pride için artık geç kaldım biliyorum ama belki 2016 pride'da sözlük ayıları ile birlikte bulunabilirim, belki beni savunabilecek belki de benim savunabileceğim biri olur.
o zamana kadar bildiklerimle ve bilmediklerimle sözlük haznesini genişletirim.

birçok suser için amaçlar saçma olabilir veya çoğunuzun ise seks için geldiğimi düşüneceksiniz.
buraya geldim çünkü aynı dili konuşabileceğim insanlarla karşılaşmayı umuyorum ne de olsa umut olmadan hayat hep gri.
gün gelir de dizideki gibi bir pride yaşarsam buraya edit gelecek.

format gereği tanım: amaç verebilen dizidir.
seyredecek dizi bulamadığım şu dönemlerde alternatif olabilir belki. deneyeceğim.

bir diziye başlarken ilk 3 bölümünü seyrederim. beğenirsem devam ederim, beğenmezsem başka diziye geçerim. sıradaki dizi; sensei8 olacak.
yeni bir netflix dizisi. biriktirme derdi olmadığından başladım hemen ve durduramadım kendimi. çok uzun zamandır bayılarak izlediğim bir dizi yokmuş meğer onu fark ettim. izlemiş olmak için izliyormuşum çoğunu. shameless eski havasında değil, looking bitti, game of thrones mala bağladı. insan gibi bir bilim kurgu yoktu ortada. ta ki sense8'e kadar.
evet sense8 için kullanacağım tabir bu olmalı. "insan gibi" bir bilim kurgu. dünyanın sekiz köşesine dağılmış sekiz insanın mucizevi bağlantısı. hep düşünürdüm milyarlarca insan, milyarlarca yaşam; umutlar, hayaller, korkular... her insan eşsiz aslında, her insan özgün fakat içerik olarak özgün olsalar da duygular yönünden bağlılar birbirlerine. bu bağlılığı anlatıyor işte sense8. diyalogları güzelliği, mekanların birlikteliği, karakterler arasındaki o dertleşme anları, her detayı birbirinden samimi. izlenmeye değer nadir şeylerden biri kısaca.
not: henüz altıncı bölümdeyim, klasik babaanne mode on dizi yorumumu da yapacağım bitirince.
ilk sezonunu bitirdiğim dizi. karakter ve kurgu dersi veriyor adeta. bir sezon daha böyle giderse en sevdiğim dizi olmaya aday.

--- spoiler ---

karakter karakter giderek görüşlerimi bildireyim:
nomi: çok güçlü ve çok güzel bir kadın. amanita ile aşkı bitiriyor beni. çocukluğunu gösterdikleri sahnede favorim oldu direk. o olaydan çıkardığı ders ne kadar bilge biri olduğunu gösterdi.
lito: en nefret ettiğim karakterdi. sezonun başından sonuna kadar nefret ettim. bencil, çıkarcı itin tekiydi. hele o barmene "ibne mi sandın beni?" diye çıkışmasından sonra geberse üzülmezdim. ama hiç beklemediğim şekilde düzeltti kendini. barmeni bile unutmadı özür diledi, takdirimi kazandı. yine de en az sevdiğim.
sun: nomi'den sonra en sevdiğim. dövüşüne hastayım, duruşuna hastayım. umarım siker o erkek kardeşini.
capheus: grubun en tatlı üyesi. her durumda mı pozitif olur bir insan? hiçbir zaman mı kaybetmez cesaretini? şöyle bir arkadaş lazım herkese.
riley: üzerinde en çok durulan karakterlerden biriydi bu sezon. o lanet hikayesi falan çok trajik düşününce. lanetli olduğuna inandırılıyor ve inandığı şey gerçek oluyor resmen. mutlu olmalı bu kız ya. en çok çeken bu sanırım.
will: grubun en lider kişiliği. en çekici bulduğum kişisi ayrıca. altıncı bölümdeki orgy sahnesinde (oraya da geleceğim) lito ile yakınlaşmaları bitirdi beni. son bölümde de anırarak güldüm lito'nun "we had sex" demesinden sonra verdiği tepkiye. whispers girmeseydi keşke beynine.
wolfgang: hem çok karizmatik hem çok şeker hem de bad boy olabilir mi insan? oluyormuş demek ki wolfgang öyle yani. o gıcık arkadaşı uğruna sülalesini öldürdü resmen herif. dostluk böyle bir şey demek ki. babası küçükken ne yapmış onu anlamadım yalnız. bu arada gay temalı bir filmi de var freier fall diye hemen izledim sense8'ten sonra.
kala: grubun hanım kızı. seviyorum ya çok güzel gülüyor. wolfgang ile de yakışıyorlar.

özetle her karakteri ilgiyle izledim diyebilirim. şunun hikayesi geçse de kurtulsam demedim hiçbirinde. seks sahneleri bile anlamlıydı dizinin. orgy sahnesinde inanılmaz eğlendim özellikle. çok orjinaldi bence.
farklı ülkeler, farklı kültürler, farklı manzaralar hepsine bayıldım. izlanda'yı özellikle gurbet acısı çekerek izledim. *
sonuç olarak izleyin, izletin.

--- spoiler ---
devam etsem mi etmesem mi hala karar veremediğim üzerine 2 dizi izledim
şimdiye kadar izlediğim en mükemmel dizilerden birtanesi.oyuncular,görsel çekimler,konusu her şeyi ile mükemmel.ölümü,doğumu,seksi,şiddeti olağan üstü bir şekilde sahnelere yansıtıyorlar.
inşallah ikinci sezon onayı alırdı izlerik doyasıya.
ölmeden önce izlenmesi gereken dizilerden bir tanesi .
ilk sezonunu bitirdiğim dizidir.

-1. sezon olmasına rağmen çok çok fazla bilinmez var.
-çoğu seks sahneleri sanki boşluğu doldurmak için çekilmiş gibiydi. seks sahnelerinde cidden sıkıldım. çok yersizdi. ama hepsinin seviştiği yer iyiydi, o mantıklıydı bak.
-ilk 5-6 bölüm çoğunlukla 3 kişi etrafında döndü. riley, will ve sun. afrikalı çocuk, hintli kadın, trans aktivist, alman hırsız ve gey oyuncuya pek yer verilmedi. öyle "bakın bunlar da var ha" diye gösterildi.
-trans aktivist 'hacker'ın ve gey oyuncu'nun bolca seks sahnesi vardı. eşcinsel olmayanların yoktu nedense. sanki göze sokmak için yapmışlar.
-hindistan'daki din çatışmalarına fazla yer verilmedi.

bunlar dışında gerçekten adam akıllı bir dizi. 10/10.
lito'ya sağlı sollu yürürüm, o derece. izlanda manzaraları ile nefes kesen, konusu ile kendini içine çeken, biraz yavaş ilerlemesine rağmen birçok kültürü içinde başarıyla barındıran ve buram buram eşcinsellik kokan harika bir dizi. tek kötü yanı ikinci sezonu için seneye kadar beklemek zorunda olmamız.
gece gece karaoke sahnesi aklıma düşen harika dizi. kendi kendime "i said hey, what's going on!" diye bağırıyorum. belki dünyanın diğer tarafından bir yakışıklı eşlik ediyordur ehehe..
yeni sezonu izlemek için bir sene beklemek çok zor gelecek. dolu dolu bir dizi eşcinselliğe yaklaşımı bugüne kadar izlediğim bütün dizi filmlerden farklı sadece iki kadın veya iki erkeğin aşkına takılmadan escinselerin yaşadığı zorlukları da dile getiren mükemmel bir bilim kurgu, ne diyelim adamlar yapmış olmuş
imdb'ye göre ikinci sezon onayını hala almamıştır. sırf eleştirmenler ilk üç bölümü beğenmedikleri için böyle oluyor.
su katılmış matrix'e benzeyen dizi.
izleyecek dizi ararken ayı sözlükte hakkında sürekli entry girildiğini gördüğüm için meraktan başladığım dizidir. ilk iki bölümünü izledim öyle aman aman içine çekmedi beni açıkçası. fakat eleştirmenler de ilk üç bölümünü beğenmemiş galiba. o yüzden hala şans tanıdığım dizidir. bakalım ilk üç bölümden sonra nolacak.
önce sözlükte, daha sonra da birkaç tane konuştuğum kişiden duyduktan sonra zaman da olunca birkaç bölüm izleyeyim dedim. ilk bölümü ve ikinci bölümü ortasına kadar beğenmemişken 2.bölümün ortasından sonra, özellikle 3.bölüm ile birlikte pek bir hoşuma gitmeye başladı. 4. ve 5. bölümler konusunda biraz ortada kalan, daha doğrusu doldurma amaçlı geldi gibi bana ama yine de fena değildi.

riley kızımız pek cici, kaçarken bile mini eteği ve yüksek botları ile stilinden ödün vermiyor mazallah. wolfgang tam bir alman bebesi, ufaktan bir kötü çocuk havası var kendisinde. capheus desen garibim teletubby gibi geziniyor ortalarda. nomi falan çok tatlı, ses tonu ve carrie diaries'ten hatırladığım sevgilisiyle böyle aşklarından gökkuşağı fışkırıyor kıskanıyorum biraz. kala zaten tontişler ötesi, al eve best friend diye besle öyle bir kız, bir de gözüne kestirdi sarı prens wolfgang'i az çakal değil. ha bir de sun var ki, o surattan beklemediğim performans, nikita'nın baba tarafından kuzeni gibi. böyle güzel bir adam dövme olamaz, saatlerce izleyebilirim.

ama bir lito var ki... oy dağlar dağlar, hatta grados dağları. esmerlerden illallah demiş birisi olarak böyle bir şey, böyle bir kaş kemik yapısı görmedim. kendisine bakarken güzelliğinden ağlayasım geliyor, böyle ellerimi kaldırıp "teşekkürler allahım" diyip bu doktora eserini tebrik etmek istiyorum. yalnız o bulge pek bir abartıydı hani david beckham'a yapmıyorlar o photoshop'u da neyse. ha bir de dışarıda rönesans desenli pantolonlarla ağır abi gezinip kapalı kapılar arkasında tam bir piremses olmasını doğru bulmuyorum, böyle her olayda seksiliğinin ardına sığınma ağzını açamama falan olmuyor.

son olarak, müzikleri de bir diziden beklemeyeceğim şekilde eğlenceli, güzel.
2. sezon onayı sonunda gelen über dizi.
bana wolfgang'ı getirin, dediğim dizi.
jenerikten tutun final bölümlerindeki izlanda sahneleriyle bünyede taşı toprağı sikme hissi yaratan dizi. favori karakterim tabii ki riley.

orgy sahnesine aşığım;
  • /
  • 3