campbell

Durum: 20 - 0 - 0 - 0 - 20.07.2023 17:43

Puan: 388 - Sözlük Kezbanı

7 yıl önce kayıt oldu. 8.Nesil Yazar.

Bu dünyada hala güzel şeyler var Bay Frodo, ve bu uğruna savaşmaya değer.

homofobik insanların çoğu gizli eşcinseldir

ne zaman bir nefret cinayeti olsa ekşide doluşurlar bu söylemle. öldüren kesin gizli eşcinseldir, hazmedememiştir falan filan. gören de ülkem gayleri tırlattı da birbirini doğruyor zanneder. heterolar? onların hiçbir suçu yoktur. insanlığın başından beri homofobiyi sürdüregelmemişlerdir, onlarca ülkede eşcinsel soykırımları yapmamışlardır, bu ülkede binlerce eşcinseli katletmemişlerdir. eşcinseller birbirini öldürmektedir.

homofobik insanların çoğu gizli eşcinseldir = homofobinin kaynağı / nedeni eşcinsellerdir.

bunun ne kadar salakça bir önerme olduğunu görebilğiyor musunuz? diyelim ki doğru, ki değil, bunun kaynağı yine heteroseksüel şiddettir çünkü "bastırılmış eşcinsellerin" istediği şey heteroseksüel olmak. ama eşcinseller bu derece bilinçsiz olduğu sürece her şeyi iteleyebilirsiniz. güç böyle bir şey işte. insanları sürüm sürüm süründürüp, kesip biçip doğrayıp öldürüp onlara suçlunun kendileri olduğunu söyleyebilirsiniz.

zamanında sosyoloji bölümünden bir ders alırken besim hocam şunu demişti: araştırma yaparken araştırmanızı nasıl tanımlarsanız sonucunuzu öyle bulursunuz. aile üzerine mi araştırma yapıyorsunuz? aileyi nasıl tanımlıyorsun mesela? boşanmış kadın ve çocuğu aile mi? iki erkek bir aile mi? devlet tanımı mı kendi tanımın mı falan filan diye gider bu. netta weinstein'ın 171 makalesine baktım, konu hakkında tek bir makalesi bile yok, olsa da zaten bir manası olmazdı çünkü "kendini heteroseksüel olarak tanımlayıp erkekleri çekici bulan" diye tanımladığında araştırma sonucunu etkiledin bile, selection bias. hapiste koğuşundakinin götünü siken adam eşcinsel mi mesela? ex-gay oldum, kendimi eşcinsel görmüyorum diyen eşcinsel mi? bütün bunları geçtiğimizde, "sex" ile "gender" ayrı diye yıllardır beyin ütüleyen akademinin eşcinselliği biyoloji ile tanımlaması garip. eşcinsellik biyolojik, evet, ancak gay olmak bir kimlik. hapishanede erkek siken adam gay de değil, eşcinsel de. aynı şekilde toplum baskısı ile fish lips'den çocuğu olan eşcinsel de hetero değil.

velhasılkelam türkiyedeki yüzde iki oranındaki eşcinsel erkeklerin (+2 lezbiyenler) çoğu "gay" bile değil, bu kimlikten haberleri yok veyahut bunu reddediyorlar. herhangi bir bilinçleri yok eşcinsellik veyahut eşcinsel hakları hakkında. bunun en büyük nedenlerinden birisi de eşcinsel hareketinin politik bir tavır alarak, homonasyonelizm gibi abuk ve hiçbir mantık kıstasına giremeyen söylemler ile, uyanmakta olan eşcinsel bilincini de öldürmek niyetliler. bu kavram karmaşasında gizli eşcinsel olabilmeniz için önce eşcinsel olmanız gerekir. gizli eşcinsel iş yerinde heteroymuş gibi davranan zırıldır mesela. bu insanlar diğer eşcinsellere sen eşcinselsin diye saldırmazlar da zaten.

ktogu linçlemişlerdi zamanında ama haklıydı, grindrda orda burda gezinen "delikçi" "gay değil aktif" kitle için eşcinsel olmak bir hakarettir. bu insanlar tüm erkekleri de sikseler eşcinsel olamazlar zaten. hapishanede birbirini sikenler tadında eşcinsel davranışlarda bulunurlar ama eşcinsel kimliğini benimseyemezler. heteroseksüel toplumda büyüyüp, hetero şiddeti benimsemiş, hetero kimlikle özdeşleşmiş adam, suç işleyince eşcinsel mi oluyor?

dipnot: cinsel şiddet erkek olmalarına rağmen kendini eşcinsel olarak tanımlayan erkekler arasında oldukça nadirdir. genel olarak ktog'un mustafa yazısında bahsettiği gibi eşcinsellerin yaşadığı çoğu cinsel şiddet "delikçilerden" gelir. gayler arası cinsel şiddet birçok avrupa ülkesinde bile overreported olmasına rağmen hetero erkeklere göre inanılmaz derecede düşük. burası campbell bebeğim. [ktog seni çok özledim, bunu görüyorsan]

erkek şiddeti

heteroseksüel erkekler dünyanın her yerinde cinsel suçların %97'sini, şiddet içeren suçların ise %80-90'ını işlemekte. mesela aşağıya ekleyeceğim isveç araştırmasında: on ve üzeri suç işleyen 2752 erkek (%98) varken sadece 60 (%2) kadın on ve üzeri suç işlemiş. genel olarak şiddet suçlarına karışan kadınların oranı sadece %10. bu altmış kadının ortak noktası istisnasız ya [aşırı] şiddet mağdurular ya da maddeye bağımlılar. bunun dışında kadınların işlediği "şiddet suçları" oldukça yanıltıcı, çünkü çoğu "şiddet suçu" olmasına rağmen şiddet içermemekte. isveç gibi kadın haklarının görece yüksek olduğu bir ülkede bile kadınların suç işlemiyor olması oldukça şaşırtıcı. ta ki eşcinsel erkeklere bakana kadar. toplumun hala en ezilen kesimlerinden olan eşcinsel çiftler yine yeniden hetero ve lezbiyen çiftlere göre gözle görülür bir şekilde daha az aile içi şiddete / partner şiddetine maruz kalmakta.

heteroların dahmer gibi eşcinsel yada aileen wuornos gibi kadın seri katillere takıntısı burdan geliyor aslında. heteroseksüel bir erkeğin yedi sekiz kadını öldürmesi onlar için oldukça normal bir şey. hani haberler der ya, köpeğin insanı ısırmasının haber değeri yok ama insan köpeği ısırırsa var diye. erkoların yedi hayat kadınını öldürmesi ömür boyu hapise eşdeğerken, kendisine tecavüz etmeye yeltenen yedi erkeği öldüren wuornos, ruh hali yerinde olmamasına rağmen mahkeme inadı ile asıldı.

kısacası istisnalar kaideyi bozmuyor, erkek şiddeti yok, hetero erkek şiddeti var.

daha fazla okumak isteyenler için:
falk, orjan & wallinius, märta & lundström, sebastian & frisell, thomas & anckarsäter, md, phd, henrik & kerekes, nóra. (2013). the 1% of the population accountable for 63% of all violent crime convictions. social psychiatry and psychiatric epidemiology. 49. 10.1007/s00127-013-0783-y.

lgbt bireyler arası şiddet

iki üç yıl önce yine bir olaylardan herkesin birbirini yediği bir zamanda "hepi topu on kişisiniz, kavga etmeden duramıyorsunuz" diye yazmıştım, en son sözlük cortladığında kayboldu bu entry, ama ben üstüne düşündüm.

genel olarak eşcinseller arasındaki şiddetten bahsedersek, kökeni heteroseksüel şiddet. çok eşcinselle tanıştım diyemem, ama tanıştığım her eşcinsel öyle yada böyle heteroseksüel şiddetten payını almış, bir şekilde travmatize olmuştu. kocasından dayak yiyen kadının hıncını çocuktan alması gibi, eşcinseller bu hıncı kendilerini ezikleyen heterolara değil, kendileri ile aynı kaderi yaşayan eşcinsellere yöneltiyorlar. bu aslında bilinçdışı bir halde toplumda hegemon olan güçle özdeşleşme isteği.

diğer eşcinsellere iyi davranmak en büyük ideolojik / kişisel litmus testi olabilir. isterseniz eşcinsel martin luther king olun, başka eşcinsellere iyi davranamıyorsanız üzgünüm, eşcinsel mücadelesinin bir parçası olamazsınız.

demiseksüel

bir tumblr yazarının oynadığı dnd'msi oyunda karakterinin neden kimseyle sikişmediğini açıklamak için uydurduğu, tumblr ergenlerinin ise ciddiye alarak benimsediği kavram. hani çok ezoterik bir bilgi de değil bu, postlar falan hala duruyor.

sanırım bu terim hakkında duyduğum en güzel açıklama bu terimin bu derece hızlı yayılmasının genel olarak %90+ genç kızların kullandığı tumblr'da sürekli daha da belirgin hale gelen objeleştirme / cinsellleştirme akımlarına bir tepki olması. üçte biri porno olan internet ile büyüyen genç kızlar için demiseksüel bir zeytin dalı.

iki ruhlu

geçenlerde bunu başa aldılar 2slgbtq+ diye, iyi ettiler, bir tek eksiğimiz ruhlar dünyasıydı. varlığına dair tek kanıt 1825'te yazılan isimsiz bir el yazması. bu el yazmasını paylaşan kişi doğu sahilinde yaşamış, güneydeki çeroki yerlerini görmemiş bile hiç. üstüne üstlük, bu yazma gözyaşı yolundan (çeroki sürgünü) sadece beş yıl önce yazılmış, yani yerliler avrupalılar ile üç yüzyıl boyunca temas halindeymiş yazıldığında. eğer böyle üçüncü beşinci cinsiyetler gerçekten var olsaydı, illaki yüzbinlerce insan sürgün edilirken iyi kötü bir tarihi belge olurdu. yok ama. kısacası two spiritin var olsa bile kolonyel değişimleri yansıtıp yansıtmadığı bile belli değil. üstüne üstlük bunları yazanların hiçbiri tarihçi bile değil, cinsiyet ve lgbt çalışmaları üzerine yazan insanlar. güneş dil teorisi tadında geçerliliği var bu yazıların çünkü yazdıkları tam olarak "akademik osur osur ipe diz". yazdıkları şeyler tarih makalesi gibi kanıt bazlı bile değil. mesela bu beyin yoksunları kadın çerokilerin zırh giyip savaşa gitmesini erkek olmakla özdeşleştirmişler (çünkü kadınlar savaşa gidemez, savaşa gidiyorsa erkek olmuştur, çok progresif bir fikir, inanamazsın!), halbuki bu kadınların etekle savaşa gitmesi gerekirdi, değil mi? makyaj da yapmamışlardır pü. bu yüzden kullanılan çoğu söylem 1990'da birkaç tane radical faerie eşcinselin kulaktan duyma sözlü gelenekleri kendi dünya görüşleri etrafında yontmasından başka bir şey değil. bunları söyleyen, two spirit kavramını ortaya atanların hiçbiri çeroki değil, dışardan insanlara ser verip sır vermeyen çeroki ruhban sınıfından hiç değil. kim bunu icat edenler? varoluşlarını meşrulaştırmaya çalışan, haklarında bilgi sahibi olmadıkları toplumların yaşayışları hakkında "yorumcu" (interpretive) söylemler ile tekrardan inşa etmeye çalışan ve en önemlisi bu konuda yazarken bir çıkar çatışması (vested interest) yaşayan eşcinseller.

bunu da ben demiyorum bak, bu konu hakkında ödül almış tarihçi gregory d. smithers örnekleri ile çoktav kabilelerinin ne kadar homofobik olduğunu anlatan 1530'lu yazmaları örnek veriyor. neyse, alın okuyun aşağıya link bırakacağım makalenin, 27 sayfa kısa bir şey. modern beyazların "biz gelmeden önce cinsiyet ne bilmiyorlardı ehi ehi doğayla harmonide yaşıyolardı" tarzı noble-savage tutumları oldukça aşağılayıcı olmakla beraber oldukça da kolonyel. dünyanın her yerinde, üçüncü cinsiyet diye geçen her şey eşcinsel erkeklerdir. sadece kadından oluşan bir üçüncü cinsiyet bulamazsınız. bu aslında giriş seviyesi marksist söylem ile açıklanabilir: kadınlar ilk sömürü aracıdır (means of [re]production). tarımın keşfi ile birlikte doğurganlık kadının elinde olan bir şeyden çıkmış, patriarşinin doğurganlığı kontrol etmesi ile patriarkal yaşama geçişi sağlamıştır. bu yüzden islamda "kadınlar sizin tarlanızdır" der. kadın bir üretim aracıdır, ve üstüne üstlük bu doğurganlık olmadan kapitalizm olamaz, çünkü kapitalizmin her türlüsü althusser'in dediği gibi ideolojik devlet aygıtlarına, yani üretimin şartlarının yeniden üretimine bağlıdır. ne diyon sen derseniz, kapitalizm yeni nesil işcilerin ve bu işcilerin sömürüsüne muhtaçtır. bu yüzden doğurganlık asla kadının eline bırakılamaz.

velhasılkelam bu yüzden üçüncü cinsiyet kadın bulamazsınız. iki beyin hücreli hetero erkekler için eşcinsel erkeklerin kadınsı roller alması gayet iyi bir şeydir aslında. rekabet azalır, hizmetçi kast'ı çoğalır ve en önemlisi, bu tür üçüncü cinsiyetler cinsiyet rollerini pekiştirir. etek giyen erkeğe sen erkek değilsin, sen çift ruhlusun dersen erkekliğin tanımı etek giymemek olur. bunun ne kadar gerici bir fikir olduğunu da anlatmama gerek yok umarım.

alın buda çeroki profesöründen kaynaklarıyla refutation:
smithers, g.d. (2014). cherokee “two spirits”: gender, ritual, and spirituality in the native south. early american studies: an ınterdisciplinary journal 12(3), 626-651. doi:10.1353/eam.2014.0023.

götüm başım ayrı oynuyor

güzelim ülkemde aktivist söylev bile ithal. amerika'da da var bu söylev, smug akademi tayfası ve sanat sepet tayfanın sürekli üstten bakarcasına kullandığı. bu söylevler bir yere varamaz, çünkü farazidir. karşıdan geçen hetero adam sana "öbnöğ" dediğinde en zırılı bile kötü hisseder, çünkü bütün o "ben o kelimeleri geri alıyorum" söylevlerinin arkasında bir güç yok. ki zaten bu kelimeler yaralayıcı olmasalar hakaret olmazlar. bu tür eylemler heteroseksüellerin dinmez nefretine karşı bir caresizlik ve acziyet belirtisi. türkiyedeki eşcinsel hareketi dişsizdir, acizdir. amerika'ya özenir ama kendisine "öbnöğ" diyen adamı mahkemeye verse nefret suçu olduğunu bile kabul ettiremez. türkiyede eşcinsel erkekleri patır patır öldüren erkolar "ben orospuyum" diyince yaralamayı bırakacak falan. türk eşcinsel hareketinin son yirmi yılda hiçbir kazanımı yoktur. elde ettiği kazanımları kendisi yapmamıştır, ve aksine hareketi sürekli olarak geriye çekmektedir.

hani bir de bu tür söylemler oldukça terminally online söylemler. yani düşünsenize işiniz gücünüz var, iş görüşmesine gidiyorsunuz. eşofmanla gitmiyorsun. takımını çekip parfümünü sıkıp en güzel halinle gidiyorsun. soru sorulduğunda en iyi şekilde yanıtlıyorsun. iş görüşmesi bu bak. toplumun bütün bir yıl görünmez olan yüzde dördünü temsil ettiğin tek bir günde bu söylemleri kullanmak aymazlıktır. insanlar yılda bir sana kulak veriyor ve böyle abuk söylemler kullanıyorsun. bunu söyleyince de pişkin pişkin "respectability politics" diyorlar. ben mi dedim sana topluma entegre ol diye? olma. de ki ben marjinal takılcam yada ayrışıcam toplumdan, canını yiyim. derim ki bu adam topluma entegre olmak istemiyor, kimliğini yaşıyor. hem ben entegre olayım hem de toplum değişsin. böyle bir şey olabilir mi?

gezi sonrası eşcinsellere pozitif bakan seküler kitleyi bile usandırmayı, kendilerinden tiksindirmeyi başardılar. bence kendilerini aldıkları sonsuz fonlar ile kutlamalılar. iyiki ayrılıkçıyım da şu entegrasyonistler ile uğraşmıyorum.

kemal kılıçdaroğlu

13 kere seçim kaybedip koltuğunu bırakmayan, defalarca kazanırsam istifa ederim diyip etmeyen, partiden kendi hükümranlığını istemeyen herkesi ihraç eden adamın bütün yetkiler elinde cumhurbaşkanı iken iki sene içinde parlementer seçime döneceğini, koltuğunu bırakacağına inanan insanlar vardı, sera gibi %62 ile geliyor dedem diye gezenler vardı, bu insanlar hala millete akıl dağıtmaya devam ediyor.

sorun sadece kılıçdarda değil, onu destekleyen yaltakçılarının da rezil rüsva olmaları lazımdı ama türk solunda akıl aramak elinde lamba ile adam arayan diyojenden işinden zor.

ha bu arada, ekrem'in duruşmasının olduğu gün, mahkemede değil almanyadaydı, tepki toplayınca geri döndü. kendi adaylığını dayatabilmek için akp ile bile işbirliği yapan bir insandır kılıçdar. bu seçim ölüm kalım seçimi diyip, gencecik kız intihar etmişken napalım hayat devam ediyor demiştir. yok ya? hakkaten?

neyse bir sonraki seçimde de ölüm kalım seçimi olur, bari yerel seçimler gitmesin derler, faşizm falan sallarlar, sike sike gidiceksiniz derler, yine gider tıpış tıpış oy verirsiniz.

https://twitter.com/yapmamelihboran/stat...

edit: cumhurbaşkanı olunca kendisine hakareti suçtan çıkarıcaktı, leblebi dendi diye dava açmış, ahahhaha. demokrat dedem, hiç değişme. sen sırtlarına kırbaç vursan "kılıjdar iyi insan" diye gezecek çok.

gay rolünü unutturmam için sağlam bir tecavüz sahnesinde oynamam lazım

türkiyede ve dünyada, tecavüzcü olmak gay olmaktan daha iyi görünür çünkü dünyadaki bütün cinsel suçların %97'si heteroseksüel erkekler tarafından işlenmekte. tecavüz kültürü denilen şey tam da. heteroseksüel erkeklerin hepsi öyle yada böyle bir şekilde tacizci ve tecavüzcü. bu lisede kızların eteğini kaldırandan tut instagramda stalkerlığa vuran incelden üniversite şenliğinde kızı sarhoş ettikten sonra ormana götüren sözde rıza almış tecavüzcülere kadar her heteroseksüel erkeği kapsamakta. daha ironik olan da teknik olarak eşcinsel tecavüzü olarak geçen tecavüzlerin bile çoğunu hapishaneler gibi ortamlardaki heteroseksüel erkekler yapmakta. biyolojik olarak tehlikeliler.

toplumda aslen taciz olan birçok davranış normalleşmiş halde. bir şey nasıl normal olur? insanlar onu yapmaktadırlar. mesela karma eğitimde tacize (daha az olarak tecavüze) uğramayan kadın yok. zamanında victimfocus araştırmasında 22000'den fazla kadın arasından sadece %0.3'ünün cinsel saldırıya uğramadığını bulmuştu.

22 bin kadın yaşadıkları 216,965 fiziksel ve 591,642 cinsel şiddet eylemlerinden bahsetmiş. bu eylemlerin 395,558'i yani yarısı daha 18 yaş altı çocukken gerçekleşmiş. ortalama olarak her kadın 26 cinsel saldırıya uğramakta, 13 çocukken, 13 yetişkinken.

18 yaş altında:

%82 tacize uğramış, %62 bunu 3'den fazla kere yaşamış.
%51 istemediği halde öpülmüş, %18 bunu 3den fazla kere yaşamış.
%80 istemediği halde (cinsel olarak) dokunulmuş, %44 üç kereden fazla yaşamış bunu.
%30'u 13 yaşından önce cinsel eylemlerde bulunmaya zorlanmış, %15'i ise (yani yarısı) bunu üç kere veya fazla yaşamış.
%25'i oral sekse zorlanmış.
%22 başkasına mastürbasyon yapmaya zorlanmış.
%33 tecavüze uğramış (penetratif)
%20 bunlara zorlanmadan önce uyuşturucu veya alkol verilmiş.
%94 erkekler tarafından catcall'lanmış.
%36 istemediği çıplak fotoğrafları görmüş.
%11 tecavüz tehditi almış.

18 yaşından sonra:

%88 tacize uğramış, %83 bunu 3'den fazla kere yaşamış.
%56 istemediği halde öpülmüş, %20 bunu 3den fazla kere yaşamış.
%87 istemediği halde (cinsel olarak) dokunulmuş, %77 üç kereden fazla yaşamış bunu.
%30'u 13 yaşından önce cinsel eylemlerde bulunmaya zorlanmış, %15'i ise (yani yarısı) bunu üç kere veya fazla yaşamış.
%51'i uyurken uykudan partnerlerinin onlarla ilişki kurmaya çalışması ile uyanmış, %27 bunu üç ve fazlası sefer yaşamış.
%45'i istemediği cinsel eylemlere zorlanmış, %31 bunu üç kere ve fazla yaşamış.
%17'si rıza göstermediği halde fotoğraflanmış ve bu videolar yayınlanmış
%55 istemediği penetratif sekse zorlanmış, %43 bunu üç kereden fazla yaşamış.
%27'si seks istemediği için fiziksel şiddet ile tehdit edilmiş, %16 bunu üç ve fazla kere yaşamış.
%43 başkalarının onların bedeni üstünde istemedikleri cinsel eylemlerde bulunmuş, %27 bunu üç ve fazlası kere yaşamış.
%16 partnerinin pornoda gördüğü şeyleri yapmaya zorlanmış.
%21 kendilerinden para / güç olarak üstte insanlar tarafından "sömürülmüş".
%30'u seks sırasında partnerleri tarafından şiddete uğramış.
%6 başkaları izlerken seks yapmaya zorlanmış.
%38 rıza gösteremeyecek kadar alkollüyken / uçukken sekse zorlanmış, %25 bunu 3 ve fazla kere yaşamış.

buyrun kendiniz okuyun (ingiliççe)
https://irp.cdn-website.com/f9ec73a4/files/uploaded/key-facts-document-vawg-victimfocus-2021a.pdf

kaos gl

zamanında sue donym iki yazı yazmıştı, biri "endüstriyel aktivizm ve bitmeyen savaş" başlıklı, öbürü de "sahte benlikler" başıklı. bu iki yazıda kapitalin nasıl para karşılığında rıza ürettiğinden bahsetmekte aslında. ortamlarda dostlar alışverişte görsün tadında sosyalist takılanlar, kapitalin ürettiği materyali pinkwashing / rainbow capitalizm diye reddederken kapitalin ürettiği söylevi adeta dini bir vaaz edası ile kabulleniyorlar.

bunun nedenlerine girmek abes, ancak yinede türkiyede ve genel olarak eşcinsellerin politik bilincinin olmaması büyük bir neden. hani kolonyel filmlerde beyazlarla iş birliği yaparak yerli halkı uyutan lider figürü vardır ya, aslında bu eşcinsel akademinin eşcinseller üzerinde kurduğu tahakkümün aynısı. zihnin kolonizasyonu. çok sevilen lezbiyen butler radikal (yapısökümcü) gibi görünen ancak tam da kapitali yeniden inşa eden (oluşturmacı) bir yaklaşım sergileyerek aslında yeni, liberal homofobinin ironik bir baştacı oldu. kısacası bu insanlar sizin için konuşuyorlar gibi görünüyorlar, ama aslında sizi temsil etmiyorlar.

gelelim kaos gl'ye. bütçesini halka açık olarak açıklamıyor, açıklıyorsa da derinlemesine bir araştırmaya rağmen bulamadım. genel olarak şeffaf olmayan hiçbir organizasyona güvenmem, konudan bağımsız olarak. her neyse, kaos gl isveç yardım ajansı sida'dan aldığı desteği zaten sitesinde yazmakta. 2021-2022'de 860 bin dolar, 22 milyon lira ve bu yıl da alacakları 420~ bin dolar ile toplamda üç yıl içinde 35 milyon lira almış olacaklar. bunu niye almışlar? cinsiyet eşitliği ve azalan adaletsizlik. peki son üç yılda kaos gl ne başardı? sıfır. hiçbir şey. workshop yaptık, kongre yaptık etkinlik yaptık. kendileri çalıp kendileri oynamaca. yetmezmiş gibi gökkuşağı forumlarında kaos gl olarak takıldıkları kafenin kaçak olduğunu ve belediyenin onları zorla çıkararak ayrımcılık yaptığından bahsederler.

"kaos gl’nin selanik sokak’taki kültür merkezi’nin bulunduğu binadaki apartman sakinlerinden raziye’nin her kamu kurumuna ve kolluğun her birimine şikayetlerinden sonuç elde edemedikten sonra çankaya belediyesi zabıtasından doğru kültür merkezi’nin kafesini belediyeye kapattırma girişimi sonuç vermişti. aynı binada karşı dairemizde bulunan “kitap kurdu” da bizim kadar ruhsatsız, bizim kadar kaçaktı.kaos kültür merkezi’nin kafesini kapattıktan sonra bir on yıl daha muhtemelen kitap kurdu o binada hizmet vermeye devam etti."

düşünsenize mesela, burada sanki nazi faşizmine direnen hollanda direnişi gibi takılanlar yılda 12 milyon lira almasına rağmen ruhsatsız, kaçak işletmelere tabii. üstüne üstlük suç olan bir durumun yargısı kendisine yapılıp başkasına yapılmayınca suç işlemeye devam edememelerinin bir homofobi olduğunu iddia edebiecek kadar da pişkin. başkalarının suç işleyip yanına kalması, ortadoğu ahlaklı değilseniz, sizin suç işlemenizi haklı çıkarmaz. bunun üzerinden suç isnat etmeyeceğim (mesela kara para aklama) ancak kendi sitelerinde böyle bir şey ile anılmalarına izin vermeleri bile oldukça tatsız. kaldı ki bu parayı düz bir anadolu köylüsüne versen bir apartman alır evsizlik sorununu çözer, üstüne hiç de kaçak olmayan bir kafe de açardı. bu kadar da vizyon yoksunu bir kuruluş. dalga geçilen menzil tarikatının menzil ilçesinde kale gibi, içinde suru olan ilçesi var. bina değil, kafe değil, mahalle değil ilçeleri var adamların. türkiyenin yüzde dördü olan eşcinsellerinse bir tane düzgün kafesi, barı, gece klübü yok.

geçen yaptıkları yürüyüş de komediydi zaten. götümüz başımız ayrı oynuyor gibi bir slogan bile vizyonu gösteriyor aslında. sürekli eylemlerde edgy şeyler ile öne çıkmaları bu yüzden. fon getiren şeyler bunlar. "faşist türk polisine" orospular ve kürdistanın var olduğunu, götünün başının ayrı oynadığını haykırırken tutuklanma videosu çektirmek yılın geri kalanında baya para getiriyor. nedense leyla zana'yı diyarbakırda mitinginde eşcinseller vardır diye haykırırken bulamazsınız. bu insanlar açık açık "eşcinsel çocuğumuz olsa tedavi ettiririz" diyen insanlar ama cihangirliler için rastgele bir transın bir bölgede asla seçilemeyecek bir aday olması tarihi bir başarı. ex-müslo babacanın olmayan oy kitlesi ile aldığı 17 milletvekili varken bir tane bile eşcinsel milletvekili çıkmamıştır hala. çakma aoc sera kadıgilde pironun yüzde 62 alacağını falan söylüyordu seçim günü, neyse.

kısacası, sosyal hizmet okuyan biri ile konuşun arada. eğer dw ağzıyla konuşmuyorsa size sosyal adalet işlerinde inanılmaz paralar döndüğünü anlatacaktır. size yedirmezler o paraları. ibrahim tatlısesi bile milletvekilliğini kazanacağını anlayınca kurşunladılar adam silindi gitti.

neyse, ne diyelim, türkiye eşcinselleri olarak götümüz başımız ayrı oynuyor.

al bak bunlar da kaynaklar
https://openaid.se/en/activities/SE-0-SE...
https://kaosgl.org/gokkusagi-forumu-kose...

türkiye'de halkın aydınları aşağılaması

ülkede üç toplumsal bölüm vardır: burjuva, küçük burjuva ve prekarya. proleterya diye bir şey yoktur bu topraklarda. sözde işçi savunucuları köşede ağlayabilirler.

prekarya, bir sınıf olarak gericidir. çünkü varoluşu anaparaya, anapara devlette ise devlete bağlıdır. yani şu anda bütün gününü kahvede oturmakla geçiren ebubekir sıddık bu iktidarı kendisinden bile çok savunacak, çünkü devletin küçük burjuvayı vergi adı altında yağmalayarak kendisine yolladığı kutu kutu erzak olmasa, kafasına taktığı şapkayı sikine takamadığı için yaptığı on beş çocuk için cezalandırmadığı gibi ödüllendirilmese, olduğu ezik kişi için toplum içinde hor görülse aslında ne kadar değersiz, önemsiz ve ezik karakterli bir insan olduğunu fark edecek.

bugün aldığınız alkol ve sigara için cizye ödüyorsunuz ki ebubekir sıddık bütün gün kahvede çay içebilsin, yüzlerce vergiyi veriyorsunuz ki, sizden yağmalanan maaşınızın yarısı, hatta daha fazlası oy karşılığında başkalarına verilsin. ebubekir sıddık kahvede otururken, siz onun gibi milyonlarcasının hayatını finanse ediyorsunuz. hatta belki şartları sağlayamayacağınızdan dolayı zaten 1 - 2 tane olacağınız çocuğunuzu da yapmıyorsunuz.

onlar sizin gibi pembe götlülere gülüyor. söyle güzel kardeşim, gülmesin mi? sizi aşağılayınca zaten 'ama onlar da eziliyur ya' diye kılıf bulmayı biliyorsunuz zaten, boş verin siz.

ayn rand'ın dediği gibi: 'gerçekleri görmezden gelebilirsiniz, ama gerçekleri görmezden gelmenin sonuçlarını görmezden gelemezsiniz.'

homofobi

ayrışma (seperation) insan doğasıdır. daha evriminin başından beri kabileci olan insanlar "biz" ve "onlar" kavramları ile çok uzun süredir çatışma halinde. günümüzdeki çoğu etnik / dini kimlik bu kabilecilik içgüdüsünün bir yansıması aslında. bu yüzden "doğada homofobi yok" demek oldukça abesle iştigal. avcı toplayıcı insanlar her zaman "öteki" buldukları insanları, hatta çocukları, bazen yük olacağını düşündüklerinde kendi çocuklarını bile öldürmüşlerdir. kısacası doğa romantizmi anlamsız. burada önemli nokta, eğitimdir. eğitim toplumları birleştirebilir, dağıtabilir. peki eğitim homofobiyi yenebilir mi? belki.

***

theodor herzl, israilin fikir babası, zengin yahudi bir avukat, neden birdenbire ortadoğu çöllerinde bir devlet kurmaya kalkıştı?

her şey almanların fransızları yenerek parise girmesiyle başlar. dreyfus adlı bir yahudi subayı ihanetle suçlayan fransızlar, dreyfusun almanlara bilgi verdiğini, savaşın bu yüzden kaybedildiğini iddia eder. sonuç olarak askeriye bunu bir fransızın yaptığını bile bile dreyfusu sahte deliller ile suçlamaktan çekinmez.

bu olay o kadar sahtedir ki, emile zola kariyerini riske atıp "j'accuse" (suçluyorum) diyerek yapılana dikkat çeker. işte o anda, "yahudi sorunu çözülmeli" diyen herzl kararını verdi. fransız yahudileri kadar asimile olmuş bir toplum bunu yaşadığına göre, yahudilerin kendilerine ait bir topluma (der judenstaat) ihtiyacı vardı. işte "siyonizm" böyle başladı.

***

kısacası, fransızlar yaşadıkları ilk kötü olayda yüzyıllarca beraber yaşadıkları insanları sırtlarından vurdular. günümüzde heteroseksüellerin üzerimizden woke geçinebilip var olmamıza "izin verdikleri" için övündüğü bir dünyada eşcinsel haklarının güvende olduğunu mu düşünüyorsunuz? avrupanın her zamanki gibi faşizme kayışı, trump'ın her şeye rağmen %48 alması gibi şeyler eşcinsel haklarının şansa bağlılığını gösteriyor.

mesela avusturalyada ve birçok ülkede "eşcinsel" evlilik referandumu yapılmıştı. çoğu kez göstermelik olduğu söylense de bu çok hatalı bir davranış aslında.

hatalı çünkü;

1) "eşcinsel" evlilik bir insan hakkıdır. yönelimlerine bakılmaksızın her insan evlenme ve aile kurma hakkına sahiptir. insan hakları oylanamaz. oy-la-na-maz. bu kadar. bu haklara sahip olmamız halkın %50sinin bunu istemesi veya istememesine bağlı değil.

2) kimler oy veriyor? büyük çoğunluğu heteroseksüeller. bunun ne kadar saçma ve yanlış olduğunu gören bir ben miyim? kim kendinde başkasının haklarını kontrol edebilme yetisini görüyor? mesela trump yüksek mahkemeye atadığı yargıçlar sayesinde "eşcinsel" evliliği iptal edebilir.

öyle hayatlar yaşıyoruz ki, hayatlarımız heteroların keyfine bağlı. istediklerinde evlisin, istemediklerinde beraber yaşama diye kavram uyduruyorlar götlerinden sırf evlilik hakkını vermemek için falan filan. kısacası, heteroseksüel bir toplumda, eşcinseller asla eşit olamayacak. diyelim ki oldu.

***

pembe kapitalistlerin "eşitlik" dediği şey aslında heteroseksüel topluma yamanmaktır. yani castroda oturan, evli mutlu çocuklu beyaz gayler için hayat çok güzel. çünkü birinci dalga feminizm gibi, alt sınıfların itelediği bir mücadele burjuvalara haklarını vermekle sona erdi. castro gayleri homofobi sona ermiş gibi davranadursun, abd'de yüzbinlerce eşcinsel kimlikleri yüzünden işten çıkarılabiliyor. olsun ama, hetero arkadaşları gibi evli mutlu çocuklu davranabiliyorlar. büyük ilerleme. evlilik gibi bir kurumu olmayan eşcinsellerin evliliği bu kadar içselleştirmesi de ayrı bir merak konusu.

örneğin "eşcinselliğim beni tanımlamıyor" gayleri. gülüm balım çiçeğim, madem eşcinselliğin seni tanımlamıyordu, yıllarca ne diye bu kadar ayrımcılığa maruz kaldın? bunu neden söylediğin bariz, varoluşunu yok sayarak heterolara yamanırsan sana düzgün davranılacağını sanıyorsun. hiç de öyle olmayacak. kaldı ki, eşcinselliği ile tanımlanmak nedir allasen?

***

ben eşcinselliğimle tanımlarım. çünkü türkiyede eşcinsel olmak yutan 0 gibidir. ne olduğuna bakmaksızın ya fetiş objesi ya da nefret öznesi olursunuz. yüzünüze gülen insanlar arkanızdan ibneliğinize laf eder.

odtü'ye gidene kadar yaşadığım homofobinin eğitimsizlikten kaynaklandığını ve çözülebileceğini düşünüyordum. benim için odtü bir ütopya gibiydi. ancak odtüde, evet türkiyenin en üst üniversitelerinden birinde, nefret suçu yaşadığım zaman tıpkı herzl gibi bir aydınlanma yaşadım. mevzu eğitim yada herhangi başka bir şey değildi. bazı insanlar sadece homofobikti, ve bu heteroseksüel bir toplumun getirisiydi. yani homofobiden kaçış yoktu.

***

diyelim ki yarın bütün hayallerimiz gerçek oldu. türkiyenin bütün sorunları çözüldü, eşcinseller artık eşit, haklarımız var. bu adalet midir? değildir.

geçenlerde skai jackson ırkçı paylaşımlar yapan bir genci paylaşmış, "hayatını mahvetmişti" (üniversite başvurusu kabul edilmedi). herkes demediğini bırakmadı kıza. peki niye kimse şunu düşünmüyor;

a) o çocuk hiçbir şekilde ceza almayacaktı. mahkeme onu yargılamayacaktı, kimse umursamayacaktı. eşcinsel cinayetlerini kim umursuyor? kimse. skai bunu dile getirdiğinde adalete en yakın şeyi yerine getirdi.
b) hadi diyelim ki yaptığı yanlıştı ve çocuk üniversiteye gitmeliydi. internette açık açık ırkçı olan bir çocuğun üniversitede ne yapacağını sanıyorsunuz? bu çocuğu üniversitelere gönderip siyahilerin kendini güvende hissetmemesini mi sağlamalıyız?

kısacası, heteroseksüel adaleti bu kadar savunmayın. keşke bana yıllarca zorbalık yapanlar da böyle hayatı karartılsaydı. keşke benim hayatım kararacağına onlarınki kararsaydı. omo onlor cocook diye boktan davranışlara kulp takacaklar keşke bu davranışların mağdurlarını da bu kadar önemsese.

sonuç olarak, yarın hepimiz eşit olsak bile, dün bize ibne diye bağıranlarla eşit olacağız. böyle eşitliği sikeyim. adalet böyle olur.

https://youtu.be/q5-j__7w-7y

***

kısacası, eşcinseller olarak homofobiden kaçışımız yok. önemli olan bu konuda ne yapacağımız. benim isteğim ayrışmadır. bıraksınlar gay köylerinde homofobiden uzakta, homonormatif bir toplumda yaşayalım. artık eşcinselliğin heteroseksüelliğe ve homofobiye değil, homonormativiteye dayandığı bir dünya istiyorum.

eşcinsel olunmaz eşcinsel doğulur

apolejetik bir söylemdir. eşcinsel olduysam ne olacak yani?

ktogdan alıntı yapayım.
eşcinsellik tercih olsa kaç yazar?

"bizim, "madem seçtim niye hatırlamıyorum" diye heterolarla ağız dalaşına girecek asilere ve aktivistlere, ya da "seçim olsaydı seçmezdim anam böle doğurmuş ühühühüüü" diye durduğu yerde salya sümük ayak üstü tragedyalar çevirecek hüzünlü mağdurlara ihtiyacımız yok.

bizim, gururla "ben eşcinselim, nedenini umursamıyorum. ama sizin yapabildiğiniz her şeyi bazı durumlarda sizden daha iyi olacak şekilde ben de yapabiliyorum. sizin gibi yasalara uyuyorum ve adam gibi yaşıyorum. bu yüzden bana dil uzatmaya hakkın yok" diye bağıra bağıra ayırımcılığa karşı çıkacak mantıklı ve gururlu kişilere ihtiyacımız var.

anlatabildim mi?

çünkü size soruyorum dostlar: eşcinsellik seçim olsaydı kaç yazardı? eşcinsel ilişkiyi sevmek ya da onu tercih etmekle cinayet, hırsızlık, tacizcilik gibi şeyler arasında bir doğru orantı var mı?

yok. o zaman herkes susup oturacak. ben ktog'um. eşcinselim. dünyaya bi daha gelsem yine eşcinsel olurdum. eşcinsellik tercih olsaydı da bunu yine savunurdum.

bu yazıyı okuma ihtimali olan heteroseksüeller için basit açıklama: kimse zorla am sikmek zorunda değil. ya da kimse sizin pörsümüş karınızı ve onun amını seksi ya da çekici bulmak zorunda değil. bu kadar. nokta."

not: ktog'un askerleriyiz.

inanç özgürlüğü

günümüzde şeytanlaştırılan ispanyol kaşifler amerikada karşılaştıkları yerlileri öldürmek istememişlerdi. aynı şekilde daha önce kolonileştirdiği birçok yeri de ılımlı bir şekilde yöneten portekiz, brezilya sahiline çıktığında gördüğü manzara ile şoka uğramıştı.

günümüzde meksika / orta amerika bölgesini kapsayan alanda kurulan aztek ve maya imparatorlukları, avrupalıları dehşete düşüren uygulamalara sahipti.

tanrılarının her gün doğabilmesi için insan kurban ediyorlardı. bu kurban ritüeli, canlı bir insanın kalbinin obsidyen bir bıçakla çıkarılmasıydı. bu ritüeller bazen 80.000 kişiye kadar çıkabilen toplu katliamlara yol açıyordu. brezilyada ise kabileler din adına başka kabilelerden insanları öldürüyor ve yiyordu.

farzımisal, aztekler gününüzde kalsaydı, insan kesmenin onların dinin bir parçası olduğunu söyleyerek bunu inanç özgürlüğüne sayabilecek miydik? ya da bir insan kendisini tanrılara kurban etmek istese kalbinin sökülmesine izin verecek miydik cevap hayır. ispanyollar da böyle düşündüğünden gereksiz pelinsu davranışlarına girmeden bu dini devam ettiren herkesi öldürdüler.

din, yapısı gereği insanlığın kanseridir. “ama o bana bişi yapmaz yha” tarzı triplere girerseniz her yere yayılır ve ölürsünüz.

bundan 90 yıl önce “din ve vicdan özgürlüğü” denilerek dokunulmayan insanların gününüzdeki şeyhlere, tarikatlara dönüşmesi, bütün devleti sarması dinin asla vicdanda kalabilecek bir şey olmadığının göstergesidir.

bunun çözümü olarak; (bkz: devlet ateizmi)

heteroseksüelliğin sübvansiyonu

geçenlerde aklıma bir soru takıldı; “heteroseksüeller neden eşcinseller kadar başarılı değil?”. günümüzde dünya nüfusunun %3 ile %10 arasındaki bir kesiminin eşcinsel olduğu düşünülmekte. buna rağmen tarihteki başarılı simalara baktığımızda çoğunun lgbt+ topluluğu ile bir bağının olduğunu görüyoruz. bu örneğin bir aynısı da, tıpkı eşcinseller gibi tarihin her döneminde ezilmiş olan yahudilerde de görülmekte. otuz milyonluk nüfuslarına rağmen bilim ve teknolojide, medyada, bankacılıkta vesaire dünyanın geri kalanından çok ve çok üstünler.

ben buna “çoğunluğun sübvansiyonu” diyorum. sübvansiyon, kelime anlamı olarak devletin / kişilerin bir işi / kişiyi desteklemesidir. örneğin devletin batmakta olan bir çiftçinin mallarını alarak çiftçiyi batmaktan kurtarması bir sübvansiyondur. benim kastettiğim sübvansiyon böyle bir sübvansiyon değil, daha çok toplumsal bir “akrancılık”. yani çoğunluğu oluşturan topluluğun birbirini destekleyen bir yapı oluşturması ve bu yapının herkesi standart ve eşit bir şekilde tutmasıdır. [bu eşitlik, kendilerine eşitliktir]

norveç ve isveç gibi ülkelerde doktorluk gibi zor ve yıpratıcı işler pek rağbet görmez. neden? çünkü insanlar standart bir işte çalıştıklarında bile düzgün bir hayatlarının olacağını bilmektedirler. kaç kişi fazladan bin, iki bin kron için altı yıl boyunca saçlarının beyazlamasını ister ki? işte heteronormativitenin heteroseksüel toplumda yarattığı etki budur.

seks hakkının ilk sahibi, güçlü olandı. vahşi doğada seks, ancak güçlünün sahip olabildiği bir şeydir, belgesel izliyorsanız iki maymunun bunun üzerine sıklıkla dövüştüğünü görebilirsiniz. sapiens bu noktayı geçmiş olabilir, ancak bir zamanlar o da sadece en güçlünün genlerini yeni nesile aktarabildiği bir düzen içerisinde yaşıyordu. peki ne değişti?

kadının “evcilleştirilmesindrn” sonraki yüzyıllar boyunca erkekler “seks hakkı” için savaşmak zorunda kalmadı. toplum, yasa ve en önemlisi din; kadının görünmez bir kafese konulmasının en önemli aktörleriydi. bu esnada seks hakkı yasal olarak en güçlünün elindeydi. derebeyler istedikleri serf kadını ile beraber olabiliyor, yeni evlenen kadınlar üzerinde “ilk gece hakkı” sahibi oluyorlardı. işte bu dönemde hetereseksüelliğin sübvansiyonu denilen bir şey ortaya çıktı.

eski zamanlarda bir kadın düşünün. iki talibi olsun; fiziksel olarak güçsüz bir erkek ve güçlü bir erkek. kadının seçeceği erkek güçlü olan olacaktır zira güçlü erkek bebeğe bakabilir, genleri iyidir, avlanabilir vesaire. ancak orta çağlarda çıkan bu sübvansiyon normalde gen havuzundan elenmesi gereken erkeklerinde seks hakkına ulaşabilmesini sağladı. ilk ortaya çıktığında [ve hala günümüzde böyle işleyen kabilemsiler var] kızıma karşılık üç inek tarzı bir tarz belirlemişlerdi. böyle olmasa bile kızlarının fakirlik çekmemesi için zengin erkekler ile evlendirmek yaygındı. bu zamandan bir erkeğin kendine bakmasının, güçlü olmasının, yakışıklı olmasının, uzun olmasının vesairenin önemi yoktu. seks hakkı tıpkı bir pazardan bir armut alır gibi satın alınabiliyordu çünkü.

[seks hakkının satımı olan fahişelil bu dönemde dini nedenlerden dolayısıyla tabulaştırılmıştı. zira dinlerin yayılması “sağlıklı ailelere” ve onların yetiştireceği “endoktrine edilmiş öhöm dindar çocuklara” bağlıydı]

çok değil 20 yıl öncesine kadar görücü usulu oldukça yaygındı, eskisi kadar olmasa da hala yaygın. görücü usulü evlilik nedir? ne kadar vasat olursa olsun her hetero erkeğin bir kadınla evlendirilmesidir. yani hetero erkek için belli bir yaşa ulaşmış olmak bile seks hakkına sahip olmak için yeterliydi. bu dönemde kızını “verenler” damadı yolmak için yepyeni adetler bulmuşlardı. kapının açılmaması, makasın kesmemesi, yüzgörümlük vesaire.

günümüzde de bu sübvansiyon daha ehil şekilde devam etmektedir. kadının özgürleşmesi ile birlikte kadının üzerindeki baba [patriarşi] etkisi ortadan kalktı, bunun yerini ise toplum etkisi aldı. günümüzde belli bir yaşa geldikten sonra evlenmemiş olan kadına “kesin bir sıkıntısı var” etiketinin yapıştırılması kadınları, artık “ne zamana evlenicen” “ne zaman torun sevcem ben” tarzı söylemler ise erkeği evliliğe zorlamakta. yine de kadının özgürleşmesi ile sona ermekte plan sübvansiyonun ironik bir sonucu oldu. hetero erkekler 21. yüzyılın sonunda kendilerine bakmaya ve kromagnon gibi dolaşmamaya başladılar. ve kendilerine metroseksüel adını verdiler. zira artık kadın seçici hale gelmişti ve pazardan armut alır gibi seks hakkına sahip olamıyorlardı. aile kurabilmeleri için “güçlü” olmaları gerekiyordu.

yazının ilk kısmı, sübvansiyonun seks ile ilgili kısmıydı. toplumsal etkisine bakarsak, din heteroseksüel sübvansiyonun en etkili aracıdır. düşünsenize, bir tanrı var, koskoca evrenleri gezegenleri yaratıyor sonra diyor ki “erkekler birbiriyle ilişkiye girmesin”. bundan yaklaşık iki bin beş yüz yıl önce avrupa topraklarında paganlar eşcinsel evlilikler yapıyordu. amerikada trans olmak üstünlük belirtisiydi. sonra ne oldu? ibrahimi dinler dünyayı kapladı. peki dinler bunu neden yaptı?

çünkü varlıkları ve yayılmaları heteroseksüel kitlenin üremesine bağlıydı. iki yüzyıl önce ortaya çıkan mormonluk bunun en tipik örneğidir. eşcinselliğe “izin vermeniz” demek, halkınızın bir kısmının ürememesi ve üstüne üstlük bunu “yayması” [o dönemin düşüncesi] demekti. ayrıca insanlık farklılıklara saygı duyabilen bir tür değildir, insan beyni farklılıklardan korku duyar. ibrahimi dinlere baktığınızda hetero beyaz erkeğin üstünlüğünü kabul ettirmeye ve bu gruptan olmayan herkesi baskılamaya çalıştığını görürsünüz. günümüzde bu durum çoğu ülkede ortadan kalksa da kimsenin hetero beyaz erkek plduğu için aşağılanmaması, ayrımcılık görmemesi heteroseksüelliğin sübvansiyonunun dünyayı ne kadar ayrıştırdığının bir göstergesidir.

hetero erkekler neden ilk ortaya çıktığında feminizme karşıydı mesela? çünkü doğuştan gelen rahatlıkları sarsılmaktaydı. peki neden eşcinselliğe karşıydılar? çünkü doğuştan gelen rahatlıkları sarsılmaktaydı. hala heteroseksüellik “normal” diye kullanılıyor, heteroseksüel erkekler kendilerini eşcinsellerden hakir görüyor. çünkü heterolar herhangi bir kadının / eşcinselin onlardan iyi olabileceğini düşünmüyorlar, düşünemiyorlar.

tim cook ile gay bashing saldırısında ölen sıradan bir eşcinselin farkı ne? [göreceli olarak] birisi başarılı, diğeri başarısız. normal hayatında homofobinin dibine vuran insanlar tim cook’un peşinde kedi olmuyor mu?

işte bu, eşcinsellerin daha başarılı olmasının nedeni. eşcinseller hetero erkekler gibi toplumun onlara sağladığı seks hakkı, onaylanma, özsaygı gibi olaylardan mahrumlar. bu da eşcinsellerde daha iyi olmaya yol açıyor.

isveç örneğini hatırlayalım. hetero erkeklerin daha iyi olmak için bir nedenleri yok, zira her şey onlara göre ayarlanmış. ancak eşcinseller her zaman daha iyi olmak zorunda.

not: bu yazı öylesine bir yazıdır, söylediklerim tamamen kendi görüşlerime dayalı, kesinlikle böyledir diyemem kısacası. gece vakti kafama takılan bir soruya cevabım da denilebilir.

gay ikonu olarak meral akşener

ekşide ilk sayfada [orda değilse ilk üçtür] sorulan sorular içinden yanıtlamadığı tek soru “eşcinsellerin haklarının iyileştirilmesi”; inanmayan açıp baksın. bir diğeri de ermeniler üzerineydi.

üzülüyorum bu cehalete. çocuğunuz eşcinsel olsa ne yaparsınız denildiğinde tedavi ettiririz diyen partiyi eşcinsel yanlısı sananlar var. al birini vur ötekine.

hepimiz bir şeylerin değişmesini istiyoruz ama sağ görüşten medet ummak hayalperestliktir. itroller linçleyebilir, kadının lgbt yanlısı olmadığı o kadar belli ki.

düzenleme: akşener lgbt karşıtı diyemem, demiyorum da. ancak ondan medet ummamak lazım.

oscar ödülleri

son dönemlerde ne okusam hep aynı şeyler; “eşcinsel / siyahi / kadın filmi diye ödül verdiler”. bunu diyen insan tipi her zaman beyaz hetero erkeklerdir.

sizce bu insanlar gerçekten ödüllerin haksız dağıtılmasından mı şikayet ediyorlar yoksa yıllarca susturdukları, aralarına almadıkları, dışladıkları insanların onlarla aynı pozisyona gelmesinden mi korkuyorlar?

düşünsenize 1929 yani yaklaşık doksan koca yıldır hetero beyaz erkek filmlerinden başka filmlere ödül vermemiş (istisnası vardır illaki) oscar komitesi. bunun haksız olduğunu söyleyen kimse var mı? yok. ikiyüzlülük çünkü.

eşcinsellerde görülen kişilik bozuklukları

homofobik bir düşünce ürünü olmayan, gayet de yere basan kanıtları olan bir başlıktır. bunun iki nedeni var bana göre;

“azınlık stresi”: diyelim ki bir işte çalışıyorsunuz ve işyerindeki [veyahut gruptaki] tek azınlık sizsiniz. işte o zaman hissettiğiniz haffi bir “dışlanma” hissi var ya, işte o azınlık stresi. bir düğüne gittiğinizde “senin asla bu şekilde bir düğünün olmayacak, toplum içinde elini bile tutamayacaksın” diyen iç sesiniz de azınlık stresi.

ikinci neden ise “gerçekçi olmayan bedensel / ruhsal gereklilikler”; yani farkettiyseniz her erkeğin bir sınıfı var ve ona göre değerlendiriliyor. örneğin twink olayı. toplam erkeklerin %5’ini oluşturduğu düşünülen gaylerin yeme bozukluklarının %42’sini oluşturduğunu biliyor muydunuz? yani standart bir hetero erkekten 12 kat daha fazla risk altındalar.

niye mi?
hetero olmak çok basittir çünkü binlerce yıllık gelenek görenekler dünyanın en çirkin, en habis insanı bile olsanız soyunuzu devam ettirmenizi sağlıyor da ondan. görücü usulü evlilik mesela, evlendiğin adamı görmüyorsun bile. niye? görse almaz da ondan! [bu biraz işin şakası oldu, ancak yine de ne kadar kel fodul da olsanız hetero toplum sizi bir yerlere getiriyor]

eşcinsel toplumu böyle değil. zaten var olan halo etkisine bir de allahuekber dağlarındaki beklentiler ekleniyor. gören de zambiya prensesi sanacak. kaslı olsun, tüysüz olsun, uzun olsun, beni taşısın, muz yiyim ama çilek tadı versin falan.

toplum eşcinselleri bulduğu her fırsatta yaralıyor. ailenizle bir bağınız yok, arkadaşınız olmuyor, parya gibi büyüyorsunuz. o içte hissedilen bir parça eksiklik var ya, o grindr’da bulunamıyor işte.

ayı sözlük itiraf

kafamda bütün enerjimi emen bir düşünce var. her gece aklıma takılıyor ve orada kalıyor. kendi kendime diyorum ki:

“şu anda bile ülkenin bir kenarında eşcinsel bir bebek doğdu. o da seninle aynı acıları yaşayacak, toplum onu da senin gibi [belki benden beter] yaralayacak. ve sen bunu değiştirmek için hiçbir şey yapmadın”

yani yaşadığım onca ayrımcılığı kanıksadım, öyle bir durum ki gülünç geliyor. alışıyorsun çünkü. ama küçücük bir çocuğun [daha doğrusu çocukların] daha aynı şeyleri yaşayacak olması beni çıldırtıyor.

gelecekleri çalınacak o çocukların. hakları çalınacak. çocuklukları çalınacak. sürekli gizlemekten masumlukları çalınacak. hayalleri çalınacak.

ve en kötüsü; bir gün en büyük pişmanlıkları “acaba düzgün bir toplumda büyüsem nasıl birisi olurdum?” olacak.

kendimden biliyorum sözlük.
her gece uyumadan önce uykularımı kaçıran cümle bu. “acaba düzgün bir toplumda büyüsem nasıl birisi olurdum?”

ailem beni sever miydi?
sürekli ne söylediğimi düşünmek zorunda kalır mıydım?
anlamsız bir ayrımcılığa uğrar mıydım?
şiddet görür müydüm mesela?
hayalimdeki mesleği yapmam “etik dışı” (!) olur muydu?
günlerce hiçbir şey yemeden sadece yatakta ölü gibi yatarak depresyonda geçirir miydim en güzel yıllarımı?

işte böyle sözlük.
şimdi bana kaybolan yıllarımı kimse veremez.
ama o çocukların bir şansı var.
ve o çocuklar için savaşmamız gerek.

homoseksüellerin toplumlaşmasını zorlaştıran faktörler

eşcinseller toplumlaşamaz çünkü eşcinsellik toplum belirleyici unsur değildir. toplum belirleyici unsurlarda farklı özelliklere sahip insanlar aynı şeye inanırken; insan tanımlayıcı özelliklerde [eşcinsellik gibi] aynı özelliği taşıyan insanlar farklı şeylere inanırlar.

yani bir yunan, rus ve slav bir araya geldiğinde çok rahat bir şekilde aynı tanrıya inandıkları gerçeğinde birleşebilirler. yada las malvinas [son argentinas!] adalarında doğan insanlar ile londra’da doğan insanlar kendilerini aynı milletten sayar ve başka bir yere gittiklerinde diaspora oluşturabilirler. [zira milliyet kandan geçer. eşcinsellik ise doğası gereği rastgeledir, sonradan edinilemez. ama bir insan sonradan ingiliz olabilir, buna göre doğan çocukları da ingiliz oluyor]

gelelim eşcinselliğe. değil dünyanın farklı yerleri, aynı şehirden aldığınız üç eşcinsel bile aynı kafada değildir. kaldı ki eşcinselin bir tanımı veyahut standart bir aktarımı yoktur. yani eşcinselin çocuğu eşcinsel olmaz, misyonerlikle eşcinselliği yayamazsınız. zaten eşcinsel olduğunu farkeden bir kişi, o yaşa gelene kadar toplum tarafından yontulmuş olacaktır. bunun üzerine böyle bir toplumlaşmanın olması [yani yeni bir eşcinsel kimliğinin oluşması] imkansızdır zira bu kişinin var olan bütün üst kimliklerini yok etmesi demek. sizce türkiyede yaşayan insanların tüm din dil ırk vesaire engellerini aşarak eşcinsellik paydasında buluşması ne kadar mümkün? eşcinselin tanımı ne mesela? ortak bir tanım var mı?

ha, ülkemizde insan haklarının bu derece düşük olmasının nedeni de azınlıklardaki (bkz: konformizm) den dolayıdır. 1940 amerikasının türkiyeden beter olmasa bile türkiye ile yarışabilecek ladar bağnaz olduğu yadsınamaz, iğneyi başkasına çuvaldızı kendimize batırmamız gerek. başkalarının başarılarından çalıntı kutlamalar, deyimler ve süslü ama içi boş kuru sözler ile “mücadele veriyoruz” .

“out olmak” nedir mesela? “dolaptan çıkmak”,”pride kutlamak” “onur haftası” falan filan.

türkiye’de eşcinsel kültürü yoktur. yok efendim, aksini iddia etmeyiniz. tıpkı her konuda olduğu gibi kültürel emperyalizm bu konuda da esir almış bizi.

günümüzde “ılımlı hetero” kesimden pride’a gelen basit bir eleştiri var; “neyin onuru / gururu bu?”. eşcinsel olduğundan gurur duymak güzel bir şey elbette. amerikalıların gurur duyacak bir marsha’sı, stonewall ayaklanmasını takriben haklarını alana kadar san francisco’yu darmaduman ettikleri üç gece var.

cılız çıkan sesimizden başka bizim gurur duyacak neyimiz var?

ayı sözlük yazarları tekrar dünyaya gelse eşcinsel olmak istermiydi

evet, isterdim.

istediğiniz kadar inkar edin, eşcinsel olmak sizi tanımlar. yani şu "eşcinsel olmam beni tanımlamaz" modundaki eşcinsellerden de ayrı derecede tiksinirim.

bahsettiğim "tanımlanma" her türlü eşcinsel stereotipini taşımak değildir. bahsettiğim tanımlanma, yaptığınız her şeyi solda sıfır bırakan şeydir. istediğiniz kadar inkar edin, sizi aşağılamak isteyen herhangi birinin size karşı kullanacağı ilk şey fiziksel veya manevi bir şey olmayacaktır. zırıl zırıl feminen de olsanız, en "mühendis" de olsanız, size karşı kullanılacak ilk şey eşcinsel olmanız olacaktır. bu yönü, eşcinselliğin soldaki sıfır yönüdür.

böyle bir amaç taşımasa bile her eylemimiz ayrışmıştır aslında. "eşcinsel evlilik", "eşcinsel hakları" gibi gibi. ya da eşcinsel bir ünlü ne yaparsa yapsın hep başına "eşcinsel" damgası getirilir. "eşcinsel yazar" gibi. olması gereken "yazar"dır fakat eşcinsel nitelemesi olmadan olmaz. ya da (bkz: call me by your name) her zaman bir "eşcinsel filmi"dir, öyle kalacaktır. heteroların filme bakış açısı bundan öteye geçemez çoğunlukla.

ancak bu demek değildir ki eşcinsel kimliği her zaman soldaki sıfırdır. bir eşcinsel için eşcinsel kimliği sağdaki sıfırdır. ondan ne kadar güç alırsa o kadar yükselir. bir, on, yüz, bin. bu yükseliş acılıdır ama duyarlı olmayı öğretir insana, farklılıkları öğretir, sır tutmayı, yalan söylemeyi, güçsüzü korumayı öğretir falan filan.

zaten ortalama bir hetero ile eşcinselin farkı da budur bence. hetero bir şarkıcı, sadece şarkıcıdır. onu tanımlayabilecek bir acı, ayrımcılık, farklılık yoktur. her zaman olduğu kişi için takdir edilmişlerdir.

eşcinsel kimliğinin bana kattığı çok şey oldu. düşünüyorum da eğer eşcinsel olmasaydım, abim gibi red pillci ve loser bir hetero olacaktım. "dindar" bir ailenin kadın ve eşcinsel düşmanı çocuğu olarak büyüyecektim.

şu anda "çok acı çekiyor olmasaydım evet derdim" diyenleri gördükçe şaşırıyorum. zira bu ülkede çoğunuzun sonu benim gibi olacaktı. fappening'de aklınızı yitirecek, ya cihangir solcusu ya da akgenç okup çıkacaktınız. belki de burada drag tartışanların cinsiyet bilgisi xy xx'den öteye gidemeyecekti.

benimle %99,9 aynı genetik materyalı ve hayat şartlarını taşıyan abimi gördükçe eşcinselliğin bize bahşedilen bir lütüf olduğunu daha da net görebiliyorum.

götünü siktirmek için mühendis olmak

twitter'da görmüştüm, elemanın biri yazmıştı, gören olursa özelime yazarsa tam olarak tweeti, sevinirim. şöyle bir şeydi, "başarılı olmak zorundayız, toplum bizi kabul etmesi için, öyle avam, varoş olmamalıyız, yoksa toplum ayrımcılık yapar tabii" gibi bir tweetti. mühendis olduğunu da eklemişti sanırım ya da profilde vardı. hatırlamıyorum, engel yemiştim dönüp baktığımda kişiden.

uzun uzun düşündüm konu ile ilgili.: iki kavramı inceleyeceğim. (felsefeci değilim, benmerkezci bir ibne olduğum için kendimi anlatarak inceleyeceğim,)
başarı ve eşcinsel

başarı ne demek? baudrillard'a göre, "kapitalizmde başarı aslında bir similasyondur," sürekli bireylere kariyer yapılmalarına dair bir illüzyon sunar. bunun çok güzel örneği tahsin yücel'in yalan ve peygamber'in son 5 günü'nde roman şeklinde özetler.
emperyalizm, bize kariyer, başarı gibi kavramları yedirerek, aslında kendinin hiçbir zaman devrilmeyeceğini de kanıtlar. en büyük zaferi budur.
başarılı olmak için soymak zorundasın. ben demiyorum, al capone der bunu. soymazsan başarılı değilsin. bu kadar solcu arguman yeter.

gelelim eşcinselliğe. hepimizin cinsel kimliğimizi kurarken aynı yerden kurmaz. bu bir. yani biri "full aktifim, gay değilim " der, biri "kerimcan heyooo, harika dj'sin ablan star bebeim" der, kimi modacılık yapar, kimi sanatçılık yapar, kimi bunu aktivizme döker...vb.
ama dalyarağın (hakaret değil bu, dalyarak terimini incelerseniz anlarsınız) bahsettiği toplum, bize cinsel kimliğimizi kurarken "bir dakika canım benim, sen bir geride dur" der, kendi istediği gibi kurdurur. modacı yapar, efemine olunan davranışı daha da görünür kılığ gülünç bir şeymiş gibi sunar. başroldeki kadının arkasına sığındırıp, kendi aşkı yokmuş gibi, başroldeki kadının aşkına ağlatır. devrimci yapmaz, devrimci olursa sakalsız oğlanın tragedyasına döndürür. toplum bunu sadece eşcinsellere yapmaz, kürtlere, siyahilere, alevilere, ermenilere, yapıyor.

çünkü başarılı olmak için azınlığın emeğine ihtiyaç vardır, ama bu azınlığın isyana dönüşmeyip "hoşgörülü " sunulması gerek. bu kadar.

üniversitede not ortalaması ilk 5'de olanın mardin'de yapılacak harika referanslı bir unicef projesine dahil olacaktı, staj kapsamında. tahmin edin şekerler ne oldu? ilk 5'teydim. kabul edilmedim. "yee ibneliğe vurma işi" dediğinizi duyar gibiyim. sırf lgbti derneği'bde staj yaptığım için ve açık eşcinsel olduğum için, almadı hoca. proje enfesti, deneyimler polonya'da aktarılacaktı sonra da. ben hayatımda hiç yurtdışı görme şansım olan o projeye kabul edilmedim. ... hepinizin ortalama buna benzer ayrımclığa maruz kaldığınızı biliyorum biliyoruz. açıksanız, hele bir gör başarı neymiş, sikerler.

son bir şey daha, soma'da psikoloğun görüşme yaptığı bir danışan dinledim. psikolog değildim, kabul etti. görüşme esnasında, arkadaşının yanmış cesedini düşünmekten kafayı yediğini düşünen, aslında tekrar madene dönmenin o cesede basmak olduğunu söylemişti. sonunda da eklemişti: aramızda kalacaksa benim hayatta tek sevdiğim insandı dedi. muhtemelen aşıktı. gayradarım açık benim, o sikik psikoloğa göre.

al sana başarı beyim? can gürkan ibne olsaydı senin toplumun onu göğsüne basardı emin ol, yanmış cesetlerin üstüne kurduğu başarılı ibne olurdu.

başarılı değilim, kariyere inanmıyorum, işimi iyi yaparım ama, vicdan ile ilgili olduğu için emin ol, ama götümü siktirmek için mühendis olamadığım için kusura bakma, kısa yaşamımda götümdeki klitoris'e söz geçiremem.
üstelik bunu kartel kartel bedel ödeterek yaptıran toplum için hiç olamam. toplum götüne girsin.

Toplam entry sayısı: 20

eşcinsellerde görülen kişilik bozuklukları

homofobik bir düşünce ürünü olmayan, gayet de yere basan kanıtları olan bir başlıktır. bunun iki nedeni var bana göre;

“azınlık stresi”: diyelim ki bir işte çalışıyorsunuz ve işyerindeki [veyahut gruptaki] tek azınlık sizsiniz. işte o zaman hissettiğiniz haffi bir “dışlanma” hissi var ya, işte o azınlık stresi. bir düğüne gittiğinizde “senin asla bu şekilde bir düğünün olmayacak, toplum içinde elini bile tutamayacaksın” diyen iç sesiniz de azınlık stresi.

ikinci neden ise “gerçekçi olmayan bedensel / ruhsal gereklilikler”; yani farkettiyseniz her erkeğin bir sınıfı var ve ona göre değerlendiriliyor. örneğin twink olayı. toplam erkeklerin %5’ini oluşturduğu düşünülen gaylerin yeme bozukluklarının %42’sini oluşturduğunu biliyor muydunuz? yani standart bir hetero erkekten 12 kat daha fazla risk altındalar.

niye mi?
hetero olmak çok basittir çünkü binlerce yıllık gelenek görenekler dünyanın en çirkin, en habis insanı bile olsanız soyunuzu devam ettirmenizi sağlıyor da ondan. görücü usulü evlilik mesela, evlendiğin adamı görmüyorsun bile. niye? görse almaz da ondan! [bu biraz işin şakası oldu, ancak yine de ne kadar kel fodul da olsanız hetero toplum sizi bir yerlere getiriyor]

eşcinsel toplumu böyle değil. zaten var olan halo etkisine bir de allahuekber dağlarındaki beklentiler ekleniyor. gören de zambiya prensesi sanacak. kaslı olsun, tüysüz olsun, uzun olsun, beni taşısın, muz yiyim ama çilek tadı versin falan.

toplum eşcinselleri bulduğu her fırsatta yaralıyor. ailenizle bir bağınız yok, arkadaşınız olmuyor, parya gibi büyüyorsunuz. o içte hissedilen bir parça eksiklik var ya, o grindr’da bulunamıyor işte.

ayı sözlük itiraf

kafamda bütün enerjimi emen bir düşünce var. her gece aklıma takılıyor ve orada kalıyor. kendi kendime diyorum ki:

“şu anda bile ülkenin bir kenarında eşcinsel bir bebek doğdu. o da seninle aynı acıları yaşayacak, toplum onu da senin gibi [belki benden beter] yaralayacak. ve sen bunu değiştirmek için hiçbir şey yapmadın”

yani yaşadığım onca ayrımcılığı kanıksadım, öyle bir durum ki gülünç geliyor. alışıyorsun çünkü. ama küçücük bir çocuğun [daha doğrusu çocukların] daha aynı şeyleri yaşayacak olması beni çıldırtıyor.

gelecekleri çalınacak o çocukların. hakları çalınacak. çocuklukları çalınacak. sürekli gizlemekten masumlukları çalınacak. hayalleri çalınacak.

ve en kötüsü; bir gün en büyük pişmanlıkları “acaba düzgün bir toplumda büyüsem nasıl birisi olurdum?” olacak.

kendimden biliyorum sözlük.
her gece uyumadan önce uykularımı kaçıran cümle bu. “acaba düzgün bir toplumda büyüsem nasıl birisi olurdum?”

ailem beni sever miydi?
sürekli ne söylediğimi düşünmek zorunda kalır mıydım?
anlamsız bir ayrımcılığa uğrar mıydım?
şiddet görür müydüm mesela?
hayalimdeki mesleği yapmam “etik dışı” (!) olur muydu?
günlerce hiçbir şey yemeden sadece yatakta ölü gibi yatarak depresyonda geçirir miydim en güzel yıllarımı?

işte böyle sözlük.
şimdi bana kaybolan yıllarımı kimse veremez.
ama o çocukların bir şansı var.
ve o çocuklar için savaşmamız gerek.

oscar ödülleri

son dönemlerde ne okusam hep aynı şeyler; “eşcinsel / siyahi / kadın filmi diye ödül verdiler”. bunu diyen insan tipi her zaman beyaz hetero erkeklerdir.

sizce bu insanlar gerçekten ödüllerin haksız dağıtılmasından mı şikayet ediyorlar yoksa yıllarca susturdukları, aralarına almadıkları, dışladıkları insanların onlarla aynı pozisyona gelmesinden mi korkuyorlar?

düşünsenize 1929 yani yaklaşık doksan koca yıldır hetero beyaz erkek filmlerinden başka filmlere ödül vermemiş (istisnası vardır illaki) oscar komitesi. bunun haksız olduğunu söyleyen kimse var mı? yok. ikiyüzlülük çünkü.

heteroseksüelliğin sübvansiyonu

geçenlerde aklıma bir soru takıldı; “heteroseksüeller neden eşcinseller kadar başarılı değil?”. günümüzde dünya nüfusunun %3 ile %10 arasındaki bir kesiminin eşcinsel olduğu düşünülmekte. buna rağmen tarihteki başarılı simalara baktığımızda çoğunun lgbt+ topluluğu ile bir bağının olduğunu görüyoruz. bu örneğin bir aynısı da, tıpkı eşcinseller gibi tarihin her döneminde ezilmiş olan yahudilerde de görülmekte. otuz milyonluk nüfuslarına rağmen bilim ve teknolojide, medyada, bankacılıkta vesaire dünyanın geri kalanından çok ve çok üstünler.

ben buna “çoğunluğun sübvansiyonu” diyorum. sübvansiyon, kelime anlamı olarak devletin / kişilerin bir işi / kişiyi desteklemesidir. örneğin devletin batmakta olan bir çiftçinin mallarını alarak çiftçiyi batmaktan kurtarması bir sübvansiyondur. benim kastettiğim sübvansiyon böyle bir sübvansiyon değil, daha çok toplumsal bir “akrancılık”. yani çoğunluğu oluşturan topluluğun birbirini destekleyen bir yapı oluşturması ve bu yapının herkesi standart ve eşit bir şekilde tutmasıdır. [bu eşitlik, kendilerine eşitliktir]

norveç ve isveç gibi ülkelerde doktorluk gibi zor ve yıpratıcı işler pek rağbet görmez. neden? çünkü insanlar standart bir işte çalıştıklarında bile düzgün bir hayatlarının olacağını bilmektedirler. kaç kişi fazladan bin, iki bin kron için altı yıl boyunca saçlarının beyazlamasını ister ki? işte heteronormativitenin heteroseksüel toplumda yarattığı etki budur.

seks hakkının ilk sahibi, güçlü olandı. vahşi doğada seks, ancak güçlünün sahip olabildiği bir şeydir, belgesel izliyorsanız iki maymunun bunun üzerine sıklıkla dövüştüğünü görebilirsiniz. sapiens bu noktayı geçmiş olabilir, ancak bir zamanlar o da sadece en güçlünün genlerini yeni nesile aktarabildiği bir düzen içerisinde yaşıyordu. peki ne değişti?

kadının “evcilleştirilmesindrn” sonraki yüzyıllar boyunca erkekler “seks hakkı” için savaşmak zorunda kalmadı. toplum, yasa ve en önemlisi din; kadının görünmez bir kafese konulmasının en önemli aktörleriydi. bu esnada seks hakkı yasal olarak en güçlünün elindeydi. derebeyler istedikleri serf kadını ile beraber olabiliyor, yeni evlenen kadınlar üzerinde “ilk gece hakkı” sahibi oluyorlardı. işte bu dönemde hetereseksüelliğin sübvansiyonu denilen bir şey ortaya çıktı.

eski zamanlarda bir kadın düşünün. iki talibi olsun; fiziksel olarak güçsüz bir erkek ve güçlü bir erkek. kadının seçeceği erkek güçlü olan olacaktır zira güçlü erkek bebeğe bakabilir, genleri iyidir, avlanabilir vesaire. ancak orta çağlarda çıkan bu sübvansiyon normalde gen havuzundan elenmesi gereken erkeklerinde seks hakkına ulaşabilmesini sağladı. ilk ortaya çıktığında [ve hala günümüzde böyle işleyen kabilemsiler var] kızıma karşılık üç inek tarzı bir tarz belirlemişlerdi. böyle olmasa bile kızlarının fakirlik çekmemesi için zengin erkekler ile evlendirmek yaygındı. bu zamandan bir erkeğin kendine bakmasının, güçlü olmasının, yakışıklı olmasının, uzun olmasının vesairenin önemi yoktu. seks hakkı tıpkı bir pazardan bir armut alır gibi satın alınabiliyordu çünkü.

[seks hakkının satımı olan fahişelil bu dönemde dini nedenlerden dolayısıyla tabulaştırılmıştı. zira dinlerin yayılması “sağlıklı ailelere” ve onların yetiştireceği “endoktrine edilmiş öhöm dindar çocuklara” bağlıydı]

çok değil 20 yıl öncesine kadar görücü usulu oldukça yaygındı, eskisi kadar olmasa da hala yaygın. görücü usulü evlilik nedir? ne kadar vasat olursa olsun her hetero erkeğin bir kadınla evlendirilmesidir. yani hetero erkek için belli bir yaşa ulaşmış olmak bile seks hakkına sahip olmak için yeterliydi. bu dönemde kızını “verenler” damadı yolmak için yepyeni adetler bulmuşlardı. kapının açılmaması, makasın kesmemesi, yüzgörümlük vesaire.

günümüzde de bu sübvansiyon daha ehil şekilde devam etmektedir. kadının özgürleşmesi ile birlikte kadının üzerindeki baba [patriarşi] etkisi ortadan kalktı, bunun yerini ise toplum etkisi aldı. günümüzde belli bir yaşa geldikten sonra evlenmemiş olan kadına “kesin bir sıkıntısı var” etiketinin yapıştırılması kadınları, artık “ne zamana evlenicen” “ne zaman torun sevcem ben” tarzı söylemler ise erkeği evliliğe zorlamakta. yine de kadının özgürleşmesi ile sona ermekte plan sübvansiyonun ironik bir sonucu oldu. hetero erkekler 21. yüzyılın sonunda kendilerine bakmaya ve kromagnon gibi dolaşmamaya başladılar. ve kendilerine metroseksüel adını verdiler. zira artık kadın seçici hale gelmişti ve pazardan armut alır gibi seks hakkına sahip olamıyorlardı. aile kurabilmeleri için “güçlü” olmaları gerekiyordu.

yazının ilk kısmı, sübvansiyonun seks ile ilgili kısmıydı. toplumsal etkisine bakarsak, din heteroseksüel sübvansiyonun en etkili aracıdır. düşünsenize, bir tanrı var, koskoca evrenleri gezegenleri yaratıyor sonra diyor ki “erkekler birbiriyle ilişkiye girmesin”. bundan yaklaşık iki bin beş yüz yıl önce avrupa topraklarında paganlar eşcinsel evlilikler yapıyordu. amerikada trans olmak üstünlük belirtisiydi. sonra ne oldu? ibrahimi dinler dünyayı kapladı. peki dinler bunu neden yaptı?

çünkü varlıkları ve yayılmaları heteroseksüel kitlenin üremesine bağlıydı. iki yüzyıl önce ortaya çıkan mormonluk bunun en tipik örneğidir. eşcinselliğe “izin vermeniz” demek, halkınızın bir kısmının ürememesi ve üstüne üstlük bunu “yayması” [o dönemin düşüncesi] demekti. ayrıca insanlık farklılıklara saygı duyabilen bir tür değildir, insan beyni farklılıklardan korku duyar. ibrahimi dinlere baktığınızda hetero beyaz erkeğin üstünlüğünü kabul ettirmeye ve bu gruptan olmayan herkesi baskılamaya çalıştığını görürsünüz. günümüzde bu durum çoğu ülkede ortadan kalksa da kimsenin hetero beyaz erkek plduğu için aşağılanmaması, ayrımcılık görmemesi heteroseksüelliğin sübvansiyonunun dünyayı ne kadar ayrıştırdığının bir göstergesidir.

hetero erkekler neden ilk ortaya çıktığında feminizme karşıydı mesela? çünkü doğuştan gelen rahatlıkları sarsılmaktaydı. peki neden eşcinselliğe karşıydılar? çünkü doğuştan gelen rahatlıkları sarsılmaktaydı. hala heteroseksüellik “normal” diye kullanılıyor, heteroseksüel erkekler kendilerini eşcinsellerden hakir görüyor. çünkü heterolar herhangi bir kadının / eşcinselin onlardan iyi olabileceğini düşünmüyorlar, düşünemiyorlar.

tim cook ile gay bashing saldırısında ölen sıradan bir eşcinselin farkı ne? [göreceli olarak] birisi başarılı, diğeri başarısız. normal hayatında homofobinin dibine vuran insanlar tim cook’un peşinde kedi olmuyor mu?

işte bu, eşcinsellerin daha başarılı olmasının nedeni. eşcinseller hetero erkekler gibi toplumun onlara sağladığı seks hakkı, onaylanma, özsaygı gibi olaylardan mahrumlar. bu da eşcinsellerde daha iyi olmaya yol açıyor.

isveç örneğini hatırlayalım. hetero erkeklerin daha iyi olmak için bir nedenleri yok, zira her şey onlara göre ayarlanmış. ancak eşcinseller her zaman daha iyi olmak zorunda.

not: bu yazı öylesine bir yazıdır, söylediklerim tamamen kendi görüşlerime dayalı, kesinlikle böyledir diyemem kısacası. gece vakti kafama takılan bir soruya cevabım da denilebilir.

eşcinsel olunmaz eşcinsel doğulur

apolejetik bir söylemdir. eşcinsel olduysam ne olacak yani?

ktogdan alıntı yapayım.
eşcinsellik tercih olsa kaç yazar?

"bizim, "madem seçtim niye hatırlamıyorum" diye heterolarla ağız dalaşına girecek asilere ve aktivistlere, ya da "seçim olsaydı seçmezdim anam böle doğurmuş ühühühüüü" diye durduğu yerde salya sümük ayak üstü tragedyalar çevirecek hüzünlü mağdurlara ihtiyacımız yok.

bizim, gururla "ben eşcinselim, nedenini umursamıyorum. ama sizin yapabildiğiniz her şeyi bazı durumlarda sizden daha iyi olacak şekilde ben de yapabiliyorum. sizin gibi yasalara uyuyorum ve adam gibi yaşıyorum. bu yüzden bana dil uzatmaya hakkın yok" diye bağıra bağıra ayırımcılığa karşı çıkacak mantıklı ve gururlu kişilere ihtiyacımız var.

anlatabildim mi?

çünkü size soruyorum dostlar: eşcinsellik seçim olsaydı kaç yazardı? eşcinsel ilişkiyi sevmek ya da onu tercih etmekle cinayet, hırsızlık, tacizcilik gibi şeyler arasında bir doğru orantı var mı?

yok. o zaman herkes susup oturacak. ben ktog'um. eşcinselim. dünyaya bi daha gelsem yine eşcinsel olurdum. eşcinsellik tercih olsaydı da bunu yine savunurdum.

bu yazıyı okuma ihtimali olan heteroseksüeller için basit açıklama: kimse zorla am sikmek zorunda değil. ya da kimse sizin pörsümüş karınızı ve onun amını seksi ya da çekici bulmak zorunda değil. bu kadar. nokta."

not: ktog'un askerleriyiz.

eşcinsellerde görülen kişilik bozuklukları

homofobik bir düşünce ürünü olmayan, gayet de yere basan kanıtları olan bir başlıktır. bunun iki nedeni var bana göre;

“azınlık stresi”: diyelim ki bir işte çalışıyorsunuz ve işyerindeki [veyahut gruptaki] tek azınlık sizsiniz. işte o zaman hissettiğiniz haffi bir “dışlanma” hissi var ya, işte o azınlık stresi. bir düğüne gittiğinizde “senin asla bu şekilde bir düğünün olmayacak, toplum içinde elini bile tutamayacaksın” diyen iç sesiniz de azınlık stresi.

ikinci neden ise “gerçekçi olmayan bedensel / ruhsal gereklilikler”; yani farkettiyseniz her erkeğin bir sınıfı var ve ona göre değerlendiriliyor. örneğin twink olayı. toplam erkeklerin %5’ini oluşturduğu düşünülen gaylerin yeme bozukluklarının %42’sini oluşturduğunu biliyor muydunuz? yani standart bir hetero erkekten 12 kat daha fazla risk altındalar.

niye mi?
hetero olmak çok basittir çünkü binlerce yıllık gelenek görenekler dünyanın en çirkin, en habis insanı bile olsanız soyunuzu devam ettirmenizi sağlıyor da ondan. görücü usulü evlilik mesela, evlendiğin adamı görmüyorsun bile. niye? görse almaz da ondan! [bu biraz işin şakası oldu, ancak yine de ne kadar kel fodul da olsanız hetero toplum sizi bir yerlere getiriyor]

eşcinsel toplumu böyle değil. zaten var olan halo etkisine bir de allahuekber dağlarındaki beklentiler ekleniyor. gören de zambiya prensesi sanacak. kaslı olsun, tüysüz olsun, uzun olsun, beni taşısın, muz yiyim ama çilek tadı versin falan.

toplum eşcinselleri bulduğu her fırsatta yaralıyor. ailenizle bir bağınız yok, arkadaşınız olmuyor, parya gibi büyüyorsunuz. o içte hissedilen bir parça eksiklik var ya, o grindr’da bulunamıyor işte.

homoseksüellerin toplumlaşmasını zorlaştıran faktörler

eşcinseller toplumlaşamaz çünkü eşcinsellik toplum belirleyici unsur değildir. toplum belirleyici unsurlarda farklı özelliklere sahip insanlar aynı şeye inanırken; insan tanımlayıcı özelliklerde [eşcinsellik gibi] aynı özelliği taşıyan insanlar farklı şeylere inanırlar.

yani bir yunan, rus ve slav bir araya geldiğinde çok rahat bir şekilde aynı tanrıya inandıkları gerçeğinde birleşebilirler. yada las malvinas [son argentinas!] adalarında doğan insanlar ile londra’da doğan insanlar kendilerini aynı milletten sayar ve başka bir yere gittiklerinde diaspora oluşturabilirler. [zira milliyet kandan geçer. eşcinsellik ise doğası gereği rastgeledir, sonradan edinilemez. ama bir insan sonradan ingiliz olabilir, buna göre doğan çocukları da ingiliz oluyor]

gelelim eşcinselliğe. değil dünyanın farklı yerleri, aynı şehirden aldığınız üç eşcinsel bile aynı kafada değildir. kaldı ki eşcinselin bir tanımı veyahut standart bir aktarımı yoktur. yani eşcinselin çocuğu eşcinsel olmaz, misyonerlikle eşcinselliği yayamazsınız. zaten eşcinsel olduğunu farkeden bir kişi, o yaşa gelene kadar toplum tarafından yontulmuş olacaktır. bunun üzerine böyle bir toplumlaşmanın olması [yani yeni bir eşcinsel kimliğinin oluşması] imkansızdır zira bu kişinin var olan bütün üst kimliklerini yok etmesi demek. sizce türkiyede yaşayan insanların tüm din dil ırk vesaire engellerini aşarak eşcinsellik paydasında buluşması ne kadar mümkün? eşcinselin tanımı ne mesela? ortak bir tanım var mı?

ha, ülkemizde insan haklarının bu derece düşük olmasının nedeni de azınlıklardaki (bkz: konformizm) den dolayıdır. 1940 amerikasının türkiyeden beter olmasa bile türkiye ile yarışabilecek ladar bağnaz olduğu yadsınamaz, iğneyi başkasına çuvaldızı kendimize batırmamız gerek. başkalarının başarılarından çalıntı kutlamalar, deyimler ve süslü ama içi boş kuru sözler ile “mücadele veriyoruz” .

“out olmak” nedir mesela? “dolaptan çıkmak”,”pride kutlamak” “onur haftası” falan filan.

türkiye’de eşcinsel kültürü yoktur. yok efendim, aksini iddia etmeyiniz. tıpkı her konuda olduğu gibi kültürel emperyalizm bu konuda da esir almış bizi.

günümüzde “ılımlı hetero” kesimden pride’a gelen basit bir eleştiri var; “neyin onuru / gururu bu?”. eşcinsel olduğundan gurur duymak güzel bir şey elbette. amerikalıların gurur duyacak bir marsha’sı, stonewall ayaklanmasını takriben haklarını alana kadar san francisco’yu darmaduman ettikleri üç gece var.

cılız çıkan sesimizden başka bizim gurur duyacak neyimiz var?

ayı sözlük itiraf

kafamda bütün enerjimi emen bir düşünce var. her gece aklıma takılıyor ve orada kalıyor. kendi kendime diyorum ki:

“şu anda bile ülkenin bir kenarında eşcinsel bir bebek doğdu. o da seninle aynı acıları yaşayacak, toplum onu da senin gibi [belki benden beter] yaralayacak. ve sen bunu değiştirmek için hiçbir şey yapmadın”

yani yaşadığım onca ayrımcılığı kanıksadım, öyle bir durum ki gülünç geliyor. alışıyorsun çünkü. ama küçücük bir çocuğun [daha doğrusu çocukların] daha aynı şeyleri yaşayacak olması beni çıldırtıyor.

gelecekleri çalınacak o çocukların. hakları çalınacak. çocuklukları çalınacak. sürekli gizlemekten masumlukları çalınacak. hayalleri çalınacak.

ve en kötüsü; bir gün en büyük pişmanlıkları “acaba düzgün bir toplumda büyüsem nasıl birisi olurdum?” olacak.

kendimden biliyorum sözlük.
her gece uyumadan önce uykularımı kaçıran cümle bu. “acaba düzgün bir toplumda büyüsem nasıl birisi olurdum?”

ailem beni sever miydi?
sürekli ne söylediğimi düşünmek zorunda kalır mıydım?
anlamsız bir ayrımcılığa uğrar mıydım?
şiddet görür müydüm mesela?
hayalimdeki mesleği yapmam “etik dışı” (!) olur muydu?
günlerce hiçbir şey yemeden sadece yatakta ölü gibi yatarak depresyonda geçirir miydim en güzel yıllarımı?

işte böyle sözlük.
şimdi bana kaybolan yıllarımı kimse veremez.
ama o çocukların bir şansı var.
ve o çocuklar için savaşmamız gerek.

heteroseksüelliğin sübvansiyonu

geçenlerde aklıma bir soru takıldı; “heteroseksüeller neden eşcinseller kadar başarılı değil?”. günümüzde dünya nüfusunun %3 ile %10 arasındaki bir kesiminin eşcinsel olduğu düşünülmekte. buna rağmen tarihteki başarılı simalara baktığımızda çoğunun lgbt+ topluluğu ile bir bağının olduğunu görüyoruz. bu örneğin bir aynısı da, tıpkı eşcinseller gibi tarihin her döneminde ezilmiş olan yahudilerde de görülmekte. otuz milyonluk nüfuslarına rağmen bilim ve teknolojide, medyada, bankacılıkta vesaire dünyanın geri kalanından çok ve çok üstünler.

ben buna “çoğunluğun sübvansiyonu” diyorum. sübvansiyon, kelime anlamı olarak devletin / kişilerin bir işi / kişiyi desteklemesidir. örneğin devletin batmakta olan bir çiftçinin mallarını alarak çiftçiyi batmaktan kurtarması bir sübvansiyondur. benim kastettiğim sübvansiyon böyle bir sübvansiyon değil, daha çok toplumsal bir “akrancılık”. yani çoğunluğu oluşturan topluluğun birbirini destekleyen bir yapı oluşturması ve bu yapının herkesi standart ve eşit bir şekilde tutmasıdır. [bu eşitlik, kendilerine eşitliktir]

norveç ve isveç gibi ülkelerde doktorluk gibi zor ve yıpratıcı işler pek rağbet görmez. neden? çünkü insanlar standart bir işte çalıştıklarında bile düzgün bir hayatlarının olacağını bilmektedirler. kaç kişi fazladan bin, iki bin kron için altı yıl boyunca saçlarının beyazlamasını ister ki? işte heteronormativitenin heteroseksüel toplumda yarattığı etki budur.

seks hakkının ilk sahibi, güçlü olandı. vahşi doğada seks, ancak güçlünün sahip olabildiği bir şeydir, belgesel izliyorsanız iki maymunun bunun üzerine sıklıkla dövüştüğünü görebilirsiniz. sapiens bu noktayı geçmiş olabilir, ancak bir zamanlar o da sadece en güçlünün genlerini yeni nesile aktarabildiği bir düzen içerisinde yaşıyordu. peki ne değişti?

kadının “evcilleştirilmesindrn” sonraki yüzyıllar boyunca erkekler “seks hakkı” için savaşmak zorunda kalmadı. toplum, yasa ve en önemlisi din; kadının görünmez bir kafese konulmasının en önemli aktörleriydi. bu esnada seks hakkı yasal olarak en güçlünün elindeydi. derebeyler istedikleri serf kadını ile beraber olabiliyor, yeni evlenen kadınlar üzerinde “ilk gece hakkı” sahibi oluyorlardı. işte bu dönemde hetereseksüelliğin sübvansiyonu denilen bir şey ortaya çıktı.

eski zamanlarda bir kadın düşünün. iki talibi olsun; fiziksel olarak güçsüz bir erkek ve güçlü bir erkek. kadının seçeceği erkek güçlü olan olacaktır zira güçlü erkek bebeğe bakabilir, genleri iyidir, avlanabilir vesaire. ancak orta çağlarda çıkan bu sübvansiyon normalde gen havuzundan elenmesi gereken erkeklerinde seks hakkına ulaşabilmesini sağladı. ilk ortaya çıktığında [ve hala günümüzde böyle işleyen kabilemsiler var] kızıma karşılık üç inek tarzı bir tarz belirlemişlerdi. böyle olmasa bile kızlarının fakirlik çekmemesi için zengin erkekler ile evlendirmek yaygındı. bu zamandan bir erkeğin kendine bakmasının, güçlü olmasının, yakışıklı olmasının, uzun olmasının vesairenin önemi yoktu. seks hakkı tıpkı bir pazardan bir armut alır gibi satın alınabiliyordu çünkü.

[seks hakkının satımı olan fahişelil bu dönemde dini nedenlerden dolayısıyla tabulaştırılmıştı. zira dinlerin yayılması “sağlıklı ailelere” ve onların yetiştireceği “endoktrine edilmiş öhöm dindar çocuklara” bağlıydı]

çok değil 20 yıl öncesine kadar görücü usulu oldukça yaygındı, eskisi kadar olmasa da hala yaygın. görücü usulü evlilik nedir? ne kadar vasat olursa olsun her hetero erkeğin bir kadınla evlendirilmesidir. yani hetero erkek için belli bir yaşa ulaşmış olmak bile seks hakkına sahip olmak için yeterliydi. bu dönemde kızını “verenler” damadı yolmak için yepyeni adetler bulmuşlardı. kapının açılmaması, makasın kesmemesi, yüzgörümlük vesaire.

günümüzde de bu sübvansiyon daha ehil şekilde devam etmektedir. kadının özgürleşmesi ile birlikte kadının üzerindeki baba [patriarşi] etkisi ortadan kalktı, bunun yerini ise toplum etkisi aldı. günümüzde belli bir yaşa geldikten sonra evlenmemiş olan kadına “kesin bir sıkıntısı var” etiketinin yapıştırılması kadınları, artık “ne zamana evlenicen” “ne zaman torun sevcem ben” tarzı söylemler ise erkeği evliliğe zorlamakta. yine de kadının özgürleşmesi ile sona ermekte plan sübvansiyonun ironik bir sonucu oldu. hetero erkekler 21. yüzyılın sonunda kendilerine bakmaya ve kromagnon gibi dolaşmamaya başladılar. ve kendilerine metroseksüel adını verdiler. zira artık kadın seçici hale gelmişti ve pazardan armut alır gibi seks hakkına sahip olamıyorlardı. aile kurabilmeleri için “güçlü” olmaları gerekiyordu.

yazının ilk kısmı, sübvansiyonun seks ile ilgili kısmıydı. toplumsal etkisine bakarsak, din heteroseksüel sübvansiyonun en etkili aracıdır. düşünsenize, bir tanrı var, koskoca evrenleri gezegenleri yaratıyor sonra diyor ki “erkekler birbiriyle ilişkiye girmesin”. bundan yaklaşık iki bin beş yüz yıl önce avrupa topraklarında paganlar eşcinsel evlilikler yapıyordu. amerikada trans olmak üstünlük belirtisiydi. sonra ne oldu? ibrahimi dinler dünyayı kapladı. peki dinler bunu neden yaptı?

çünkü varlıkları ve yayılmaları heteroseksüel kitlenin üremesine bağlıydı. iki yüzyıl önce ortaya çıkan mormonluk bunun en tipik örneğidir. eşcinselliğe “izin vermeniz” demek, halkınızın bir kısmının ürememesi ve üstüne üstlük bunu “yayması” [o dönemin düşüncesi] demekti. ayrıca insanlık farklılıklara saygı duyabilen bir tür değildir, insan beyni farklılıklardan korku duyar. ibrahimi dinlere baktığınızda hetero beyaz erkeğin üstünlüğünü kabul ettirmeye ve bu gruptan olmayan herkesi baskılamaya çalıştığını görürsünüz. günümüzde bu durum çoğu ülkede ortadan kalksa da kimsenin hetero beyaz erkek plduğu için aşağılanmaması, ayrımcılık görmemesi heteroseksüelliğin sübvansiyonunun dünyayı ne kadar ayrıştırdığının bir göstergesidir.

hetero erkekler neden ilk ortaya çıktığında feminizme karşıydı mesela? çünkü doğuştan gelen rahatlıkları sarsılmaktaydı. peki neden eşcinselliğe karşıydılar? çünkü doğuştan gelen rahatlıkları sarsılmaktaydı. hala heteroseksüellik “normal” diye kullanılıyor, heteroseksüel erkekler kendilerini eşcinsellerden hakir görüyor. çünkü heterolar herhangi bir kadının / eşcinselin onlardan iyi olabileceğini düşünmüyorlar, düşünemiyorlar.

tim cook ile gay bashing saldırısında ölen sıradan bir eşcinselin farkı ne? [göreceli olarak] birisi başarılı, diğeri başarısız. normal hayatında homofobinin dibine vuran insanlar tim cook’un peşinde kedi olmuyor mu?

işte bu, eşcinsellerin daha başarılı olmasının nedeni. eşcinseller hetero erkekler gibi toplumun onlara sağladığı seks hakkı, onaylanma, özsaygı gibi olaylardan mahrumlar. bu da eşcinsellerde daha iyi olmaya yol açıyor.

isveç örneğini hatırlayalım. hetero erkeklerin daha iyi olmak için bir nedenleri yok, zira her şey onlara göre ayarlanmış. ancak eşcinseller her zaman daha iyi olmak zorunda.

not: bu yazı öylesine bir yazıdır, söylediklerim tamamen kendi görüşlerime dayalı, kesinlikle böyledir diyemem kısacası. gece vakti kafama takılan bir soruya cevabım da denilebilir.

homofobik insanların çoğu gizli eşcinseldir

ne zaman bir nefret cinayeti olsa ekşide doluşurlar bu söylemle. öldüren kesin gizli eşcinseldir, hazmedememiştir falan filan. gören de ülkem gayleri tırlattı da birbirini doğruyor zanneder. heterolar? onların hiçbir suçu yoktur. insanlığın başından beri homofobiyi sürdüregelmemişlerdir, onlarca ülkede eşcinsel soykırımları yapmamışlardır, bu ülkede binlerce eşcinseli katletmemişlerdir. eşcinseller birbirini öldürmektedir.

homofobik insanların çoğu gizli eşcinseldir = homofobinin kaynağı / nedeni eşcinsellerdir.

bunun ne kadar salakça bir önerme olduğunu görebilğiyor musunuz? diyelim ki doğru, ki değil, bunun kaynağı yine heteroseksüel şiddettir çünkü "bastırılmış eşcinsellerin" istediği şey heteroseksüel olmak. ama eşcinseller bu derece bilinçsiz olduğu sürece her şeyi iteleyebilirsiniz. güç böyle bir şey işte. insanları sürüm sürüm süründürüp, kesip biçip doğrayıp öldürüp onlara suçlunun kendileri olduğunu söyleyebilirsiniz.

zamanında sosyoloji bölümünden bir ders alırken besim hocam şunu demişti: araştırma yaparken araştırmanızı nasıl tanımlarsanız sonucunuzu öyle bulursunuz. aile üzerine mi araştırma yapıyorsunuz? aileyi nasıl tanımlıyorsun mesela? boşanmış kadın ve çocuğu aile mi? iki erkek bir aile mi? devlet tanımı mı kendi tanımın mı falan filan diye gider bu. netta weinstein'ın 171 makalesine baktım, konu hakkında tek bir makalesi bile yok, olsa da zaten bir manası olmazdı çünkü "kendini heteroseksüel olarak tanımlayıp erkekleri çekici bulan" diye tanımladığında araştırma sonucunu etkiledin bile, selection bias. hapiste koğuşundakinin götünü siken adam eşcinsel mi mesela? ex-gay oldum, kendimi eşcinsel görmüyorum diyen eşcinsel mi? bütün bunları geçtiğimizde, "sex" ile "gender" ayrı diye yıllardır beyin ütüleyen akademinin eşcinselliği biyoloji ile tanımlaması garip. eşcinsellik biyolojik, evet, ancak gay olmak bir kimlik. hapishanede erkek siken adam gay de değil, eşcinsel de. aynı şekilde toplum baskısı ile fish lips'den çocuğu olan eşcinsel de hetero değil.

velhasılkelam türkiyedeki yüzde iki oranındaki eşcinsel erkeklerin (+2 lezbiyenler) çoğu "gay" bile değil, bu kimlikten haberleri yok veyahut bunu reddediyorlar. herhangi bir bilinçleri yok eşcinsellik veyahut eşcinsel hakları hakkında. bunun en büyük nedenlerinden birisi de eşcinsel hareketinin politik bir tavır alarak, homonasyonelizm gibi abuk ve hiçbir mantık kıstasına giremeyen söylemler ile, uyanmakta olan eşcinsel bilincini de öldürmek niyetliler. bu kavram karmaşasında gizli eşcinsel olabilmeniz için önce eşcinsel olmanız gerekir. gizli eşcinsel iş yerinde heteroymuş gibi davranan zırıldır mesela. bu insanlar diğer eşcinsellere sen eşcinselsin diye saldırmazlar da zaten.

ktogu linçlemişlerdi zamanında ama haklıydı, grindrda orda burda gezinen "delikçi" "gay değil aktif" kitle için eşcinsel olmak bir hakarettir. bu insanlar tüm erkekleri de sikseler eşcinsel olamazlar zaten. hapishanede birbirini sikenler tadında eşcinsel davranışlarda bulunurlar ama eşcinsel kimliğini benimseyemezler. heteroseksüel toplumda büyüyüp, hetero şiddeti benimsemiş, hetero kimlikle özdeşleşmiş adam, suç işleyince eşcinsel mi oluyor?

dipnot: cinsel şiddet erkek olmalarına rağmen kendini eşcinsel olarak tanımlayan erkekler arasında oldukça nadirdir. genel olarak ktog'un mustafa yazısında bahsettiği gibi eşcinsellerin yaşadığı çoğu cinsel şiddet "delikçilerden" gelir. gayler arası cinsel şiddet birçok avrupa ülkesinde bile overreported olmasına rağmen hetero erkeklere göre inanılmaz derecede düşük. burası campbell bebeğim. [ktog seni çok özledim, bunu görüyorsan]

homofobi

ayrışma (seperation) insan doğasıdır. daha evriminin başından beri kabileci olan insanlar "biz" ve "onlar" kavramları ile çok uzun süredir çatışma halinde. günümüzdeki çoğu etnik / dini kimlik bu kabilecilik içgüdüsünün bir yansıması aslında. bu yüzden "doğada homofobi yok" demek oldukça abesle iştigal. avcı toplayıcı insanlar her zaman "öteki" buldukları insanları, hatta çocukları, bazen yük olacağını düşündüklerinde kendi çocuklarını bile öldürmüşlerdir. kısacası doğa romantizmi anlamsız. burada önemli nokta, eğitimdir. eğitim toplumları birleştirebilir, dağıtabilir. peki eğitim homofobiyi yenebilir mi? belki.

***

theodor herzl, israilin fikir babası, zengin yahudi bir avukat, neden birdenbire ortadoğu çöllerinde bir devlet kurmaya kalkıştı?

her şey almanların fransızları yenerek parise girmesiyle başlar. dreyfus adlı bir yahudi subayı ihanetle suçlayan fransızlar, dreyfusun almanlara bilgi verdiğini, savaşın bu yüzden kaybedildiğini iddia eder. sonuç olarak askeriye bunu bir fransızın yaptığını bile bile dreyfusu sahte deliller ile suçlamaktan çekinmez.

bu olay o kadar sahtedir ki, emile zola kariyerini riske atıp "j'accuse" (suçluyorum) diyerek yapılana dikkat çeker. işte o anda, "yahudi sorunu çözülmeli" diyen herzl kararını verdi. fransız yahudileri kadar asimile olmuş bir toplum bunu yaşadığına göre, yahudilerin kendilerine ait bir topluma (der judenstaat) ihtiyacı vardı. işte "siyonizm" böyle başladı.

***

kısacası, fransızlar yaşadıkları ilk kötü olayda yüzyıllarca beraber yaşadıkları insanları sırtlarından vurdular. günümüzde heteroseksüellerin üzerimizden woke geçinebilip var olmamıza "izin verdikleri" için övündüğü bir dünyada eşcinsel haklarının güvende olduğunu mu düşünüyorsunuz? avrupanın her zamanki gibi faşizme kayışı, trump'ın her şeye rağmen %48 alması gibi şeyler eşcinsel haklarının şansa bağlılığını gösteriyor.

mesela avusturalyada ve birçok ülkede "eşcinsel" evlilik referandumu yapılmıştı. çoğu kez göstermelik olduğu söylense de bu çok hatalı bir davranış aslında.

hatalı çünkü;

1) "eşcinsel" evlilik bir insan hakkıdır. yönelimlerine bakılmaksızın her insan evlenme ve aile kurma hakkına sahiptir. insan hakları oylanamaz. oy-la-na-maz. bu kadar. bu haklara sahip olmamız halkın %50sinin bunu istemesi veya istememesine bağlı değil.

2) kimler oy veriyor? büyük çoğunluğu heteroseksüeller. bunun ne kadar saçma ve yanlış olduğunu gören bir ben miyim? kim kendinde başkasının haklarını kontrol edebilme yetisini görüyor? mesela trump yüksek mahkemeye atadığı yargıçlar sayesinde "eşcinsel" evliliği iptal edebilir.

öyle hayatlar yaşıyoruz ki, hayatlarımız heteroların keyfine bağlı. istediklerinde evlisin, istemediklerinde beraber yaşama diye kavram uyduruyorlar götlerinden sırf evlilik hakkını vermemek için falan filan. kısacası, heteroseksüel bir toplumda, eşcinseller asla eşit olamayacak. diyelim ki oldu.

***

pembe kapitalistlerin "eşitlik" dediği şey aslında heteroseksüel topluma yamanmaktır. yani castroda oturan, evli mutlu çocuklu beyaz gayler için hayat çok güzel. çünkü birinci dalga feminizm gibi, alt sınıfların itelediği bir mücadele burjuvalara haklarını vermekle sona erdi. castro gayleri homofobi sona ermiş gibi davranadursun, abd'de yüzbinlerce eşcinsel kimlikleri yüzünden işten çıkarılabiliyor. olsun ama, hetero arkadaşları gibi evli mutlu çocuklu davranabiliyorlar. büyük ilerleme. evlilik gibi bir kurumu olmayan eşcinsellerin evliliği bu kadar içselleştirmesi de ayrı bir merak konusu.

örneğin "eşcinselliğim beni tanımlamıyor" gayleri. gülüm balım çiçeğim, madem eşcinselliğin seni tanımlamıyordu, yıllarca ne diye bu kadar ayrımcılığa maruz kaldın? bunu neden söylediğin bariz, varoluşunu yok sayarak heterolara yamanırsan sana düzgün davranılacağını sanıyorsun. hiç de öyle olmayacak. kaldı ki, eşcinselliği ile tanımlanmak nedir allasen?

***

ben eşcinselliğimle tanımlarım. çünkü türkiyede eşcinsel olmak yutan 0 gibidir. ne olduğuna bakmaksızın ya fetiş objesi ya da nefret öznesi olursunuz. yüzünüze gülen insanlar arkanızdan ibneliğinize laf eder.

odtü'ye gidene kadar yaşadığım homofobinin eğitimsizlikten kaynaklandığını ve çözülebileceğini düşünüyordum. benim için odtü bir ütopya gibiydi. ancak odtüde, evet türkiyenin en üst üniversitelerinden birinde, nefret suçu yaşadığım zaman tıpkı herzl gibi bir aydınlanma yaşadım. mevzu eğitim yada herhangi başka bir şey değildi. bazı insanlar sadece homofobikti, ve bu heteroseksüel bir toplumun getirisiydi. yani homofobiden kaçış yoktu.

***

diyelim ki yarın bütün hayallerimiz gerçek oldu. türkiyenin bütün sorunları çözüldü, eşcinseller artık eşit, haklarımız var. bu adalet midir? değildir.

geçenlerde skai jackson ırkçı paylaşımlar yapan bir genci paylaşmış, "hayatını mahvetmişti" (üniversite başvurusu kabul edilmedi). herkes demediğini bırakmadı kıza. peki niye kimse şunu düşünmüyor;

a) o çocuk hiçbir şekilde ceza almayacaktı. mahkeme onu yargılamayacaktı, kimse umursamayacaktı. eşcinsel cinayetlerini kim umursuyor? kimse. skai bunu dile getirdiğinde adalete en yakın şeyi yerine getirdi.
b) hadi diyelim ki yaptığı yanlıştı ve çocuk üniversiteye gitmeliydi. internette açık açık ırkçı olan bir çocuğun üniversitede ne yapacağını sanıyorsunuz? bu çocuğu üniversitelere gönderip siyahilerin kendini güvende hissetmemesini mi sağlamalıyız?

kısacası, heteroseksüel adaleti bu kadar savunmayın. keşke bana yıllarca zorbalık yapanlar da böyle hayatı karartılsaydı. keşke benim hayatım kararacağına onlarınki kararsaydı. omo onlor cocook diye boktan davranışlara kulp takacaklar keşke bu davranışların mağdurlarını da bu kadar önemsese.

sonuç olarak, yarın hepimiz eşit olsak bile, dün bize ibne diye bağıranlarla eşit olacağız. böyle eşitliği sikeyim. adalet böyle olur.

https://youtu.be/q5-j__7w-7y

***

kısacası, eşcinseller olarak homofobiden kaçışımız yok. önemli olan bu konuda ne yapacağımız. benim isteğim ayrışmadır. bıraksınlar gay köylerinde homofobiden uzakta, homonormatif bir toplumda yaşayalım. artık eşcinselliğin heteroseksüelliğe ve homofobiye değil, homonormativiteye dayandığı bir dünya istiyorum.

türkiye'de halkın aydınları aşağılaması

ülkede üç toplumsal bölüm vardır: burjuva, küçük burjuva ve prekarya. proleterya diye bir şey yoktur bu topraklarda. sözde işçi savunucuları köşede ağlayabilirler.

prekarya, bir sınıf olarak gericidir. çünkü varoluşu anaparaya, anapara devlette ise devlete bağlıdır. yani şu anda bütün gününü kahvede oturmakla geçiren ebubekir sıddık bu iktidarı kendisinden bile çok savunacak, çünkü devletin küçük burjuvayı vergi adı altında yağmalayarak kendisine yolladığı kutu kutu erzak olmasa, kafasına taktığı şapkayı sikine takamadığı için yaptığı on beş çocuk için cezalandırmadığı gibi ödüllendirilmese, olduğu ezik kişi için toplum içinde hor görülse aslında ne kadar değersiz, önemsiz ve ezik karakterli bir insan olduğunu fark edecek.

bugün aldığınız alkol ve sigara için cizye ödüyorsunuz ki ebubekir sıddık bütün gün kahvede çay içebilsin, yüzlerce vergiyi veriyorsunuz ki, sizden yağmalanan maaşınızın yarısı, hatta daha fazlası oy karşılığında başkalarına verilsin. ebubekir sıddık kahvede otururken, siz onun gibi milyonlarcasının hayatını finanse ediyorsunuz. hatta belki şartları sağlayamayacağınızdan dolayı zaten 1 - 2 tane olacağınız çocuğunuzu da yapmıyorsunuz.

onlar sizin gibi pembe götlülere gülüyor. söyle güzel kardeşim, gülmesin mi? sizi aşağılayınca zaten 'ama onlar da eziliyur ya' diye kılıf bulmayı biliyorsunuz zaten, boş verin siz.

ayn rand'ın dediği gibi: 'gerçekleri görmezden gelebilirsiniz, ama gerçekleri görmezden gelmenin sonuçlarını görmezden gelemezsiniz.'

kemal kılıçdaroğlu

13 kere seçim kaybedip koltuğunu bırakmayan, defalarca kazanırsam istifa ederim diyip etmeyen, partiden kendi hükümranlığını istemeyen herkesi ihraç eden adamın bütün yetkiler elinde cumhurbaşkanı iken iki sene içinde parlementer seçime döneceğini, koltuğunu bırakacağına inanan insanlar vardı, sera gibi %62 ile geliyor dedem diye gezenler vardı, bu insanlar hala millete akıl dağıtmaya devam ediyor.

sorun sadece kılıçdarda değil, onu destekleyen yaltakçılarının da rezil rüsva olmaları lazımdı ama türk solunda akıl aramak elinde lamba ile adam arayan diyojenden işinden zor.

ha bu arada, ekrem'in duruşmasının olduğu gün, mahkemede değil almanyadaydı, tepki toplayınca geri döndü. kendi adaylığını dayatabilmek için akp ile bile işbirliği yapan bir insandır kılıçdar. bu seçim ölüm kalım seçimi diyip, gencecik kız intihar etmişken napalım hayat devam ediyor demiştir. yok ya? hakkaten?

neyse bir sonraki seçimde de ölüm kalım seçimi olur, bari yerel seçimler gitmesin derler, faşizm falan sallarlar, sike sike gidiceksiniz derler, yine gider tıpış tıpış oy verirsiniz.

https://twitter.com/yapmamelihboran/stat...

edit: cumhurbaşkanı olunca kendisine hakareti suçtan çıkarıcaktı, leblebi dendi diye dava açmış, ahahhaha. demokrat dedem, hiç değişme. sen sırtlarına kırbaç vursan "kılıjdar iyi insan" diye gezecek çok.

gay ikonu olarak meral akşener

ekşide ilk sayfada [orda değilse ilk üçtür] sorulan sorular içinden yanıtlamadığı tek soru “eşcinsellerin haklarının iyileştirilmesi”; inanmayan açıp baksın. bir diğeri de ermeniler üzerineydi.

üzülüyorum bu cehalete. çocuğunuz eşcinsel olsa ne yaparsınız denildiğinde tedavi ettiririz diyen partiyi eşcinsel yanlısı sananlar var. al birini vur ötekine.

hepimiz bir şeylerin değişmesini istiyoruz ama sağ görüşten medet ummak hayalperestliktir. itroller linçleyebilir, kadının lgbt yanlısı olmadığı o kadar belli ki.

düzenleme: akşener lgbt karşıtı diyemem, demiyorum da. ancak ondan medet ummamak lazım.

kaos gl

zamanında sue donym iki yazı yazmıştı, biri "endüstriyel aktivizm ve bitmeyen savaş" başlıklı, öbürü de "sahte benlikler" başıklı. bu iki yazıda kapitalin nasıl para karşılığında rıza ürettiğinden bahsetmekte aslında. ortamlarda dostlar alışverişte görsün tadında sosyalist takılanlar, kapitalin ürettiği materyali pinkwashing / rainbow capitalizm diye reddederken kapitalin ürettiği söylevi adeta dini bir vaaz edası ile kabulleniyorlar.

bunun nedenlerine girmek abes, ancak yinede türkiyede ve genel olarak eşcinsellerin politik bilincinin olmaması büyük bir neden. hani kolonyel filmlerde beyazlarla iş birliği yaparak yerli halkı uyutan lider figürü vardır ya, aslında bu eşcinsel akademinin eşcinseller üzerinde kurduğu tahakkümün aynısı. zihnin kolonizasyonu. çok sevilen lezbiyen butler radikal (yapısökümcü) gibi görünen ancak tam da kapitali yeniden inşa eden (oluşturmacı) bir yaklaşım sergileyerek aslında yeni, liberal homofobinin ironik bir baştacı oldu. kısacası bu insanlar sizin için konuşuyorlar gibi görünüyorlar, ama aslında sizi temsil etmiyorlar.

gelelim kaos gl'ye. bütçesini halka açık olarak açıklamıyor, açıklıyorsa da derinlemesine bir araştırmaya rağmen bulamadım. genel olarak şeffaf olmayan hiçbir organizasyona güvenmem, konudan bağımsız olarak. her neyse, kaos gl isveç yardım ajansı sida'dan aldığı desteği zaten sitesinde yazmakta. 2021-2022'de 860 bin dolar, 22 milyon lira ve bu yıl da alacakları 420~ bin dolar ile toplamda üç yıl içinde 35 milyon lira almış olacaklar. bunu niye almışlar? cinsiyet eşitliği ve azalan adaletsizlik. peki son üç yılda kaos gl ne başardı? sıfır. hiçbir şey. workshop yaptık, kongre yaptık etkinlik yaptık. kendileri çalıp kendileri oynamaca. yetmezmiş gibi gökkuşağı forumlarında kaos gl olarak takıldıkları kafenin kaçak olduğunu ve belediyenin onları zorla çıkararak ayrımcılık yaptığından bahsederler.

"kaos gl’nin selanik sokak’taki kültür merkezi’nin bulunduğu binadaki apartman sakinlerinden raziye’nin her kamu kurumuna ve kolluğun her birimine şikayetlerinden sonuç elde edemedikten sonra çankaya belediyesi zabıtasından doğru kültür merkezi’nin kafesini belediyeye kapattırma girişimi sonuç vermişti. aynı binada karşı dairemizde bulunan “kitap kurdu” da bizim kadar ruhsatsız, bizim kadar kaçaktı.kaos kültür merkezi’nin kafesini kapattıktan sonra bir on yıl daha muhtemelen kitap kurdu o binada hizmet vermeye devam etti."

düşünsenize mesela, burada sanki nazi faşizmine direnen hollanda direnişi gibi takılanlar yılda 12 milyon lira almasına rağmen ruhsatsız, kaçak işletmelere tabii. üstüne üstlük suç olan bir durumun yargısı kendisine yapılıp başkasına yapılmayınca suç işlemeye devam edememelerinin bir homofobi olduğunu iddia edebiecek kadar da pişkin. başkalarının suç işleyip yanına kalması, ortadoğu ahlaklı değilseniz, sizin suç işlemenizi haklı çıkarmaz. bunun üzerinden suç isnat etmeyeceğim (mesela kara para aklama) ancak kendi sitelerinde böyle bir şey ile anılmalarına izin vermeleri bile oldukça tatsız. kaldı ki bu parayı düz bir anadolu köylüsüne versen bir apartman alır evsizlik sorununu çözer, üstüne hiç de kaçak olmayan bir kafe de açardı. bu kadar da vizyon yoksunu bir kuruluş. dalga geçilen menzil tarikatının menzil ilçesinde kale gibi, içinde suru olan ilçesi var. bina değil, kafe değil, mahalle değil ilçeleri var adamların. türkiyenin yüzde dördü olan eşcinsellerinse bir tane düzgün kafesi, barı, gece klübü yok.

geçen yaptıkları yürüyüş de komediydi zaten. götümüz başımız ayrı oynuyor gibi bir slogan bile vizyonu gösteriyor aslında. sürekli eylemlerde edgy şeyler ile öne çıkmaları bu yüzden. fon getiren şeyler bunlar. "faşist türk polisine" orospular ve kürdistanın var olduğunu, götünün başının ayrı oynadığını haykırırken tutuklanma videosu çektirmek yılın geri kalanında baya para getiriyor. nedense leyla zana'yı diyarbakırda mitinginde eşcinseller vardır diye haykırırken bulamazsınız. bu insanlar açık açık "eşcinsel çocuğumuz olsa tedavi ettiririz" diyen insanlar ama cihangirliler için rastgele bir transın bir bölgede asla seçilemeyecek bir aday olması tarihi bir başarı. ex-müslo babacanın olmayan oy kitlesi ile aldığı 17 milletvekili varken bir tane bile eşcinsel milletvekili çıkmamıştır hala. çakma aoc sera kadıgilde pironun yüzde 62 alacağını falan söylüyordu seçim günü, neyse.

kısacası, sosyal hizmet okuyan biri ile konuşun arada. eğer dw ağzıyla konuşmuyorsa size sosyal adalet işlerinde inanılmaz paralar döndüğünü anlatacaktır. size yedirmezler o paraları. ibrahim tatlısesi bile milletvekilliğini kazanacağını anlayınca kurşunladılar adam silindi gitti.

neyse, ne diyelim, türkiye eşcinselleri olarak götümüz başımız ayrı oynuyor.

al bak bunlar da kaynaklar
https://openaid.se/en/activities/SE-0-SE...
https://kaosgl.org/gokkusagi-forumu-kose...