merhabadunyalibendostum

Durum: 160 - 0 - 0 - 0 - 14.08.2012 15:31

Puan: 3044 - Sözlük Kezbanı

13 yıl önce kayıt oldu. 2.Nesil Yazar.

Henüz bio girmemiş.
  • /
  • 8

yeni başlayanlar için hayat

küvezden çıkınca kadının birisi size meme verecek, yadırgamayın emiverin gitsin.

sigara

bırakırım yeaa ne olcak kii diyen adamı gece gece yatağında eroin bağımlısı gibi tiril tiril titretir, uyutmaz. sağlığa çok zararlıdır ve kimse başlamasındır ama sigaraya başlamanın ilk haftasında yaşanılan keyfi de her insanın yaşa... yaşa...masa da olur ehem...

sen gelme ulan ayı

kemal sunal filmlerinden birinde yer alan unutulmaz repliktir;

üniversiteye gireceklere tavsiyeler

the doors

jim morrison amcayla tanışmama vesile olmuş gruptur. apocalypse now filminin giriş müziğinden bulmuştum bu grubu. bir kere alışıldığı zaman kusana kadar dinlenilen bir gruptur. kimdir nedir bu amcalar diye biraz inceleyenlere yepyeni ufuklar açabilirler.

(bkz: i am the lizard king, i can do anything )

edit: ukteydi doldurdum

üniversiteye gireceklere tavsiyeler

olur da yolu buraya düşmüş ama henüz bölüm tercih etmemiş birisi çıkabilir diyerekten vereceğimiz nacizane tavsiyelerdir.

felsefe ya da edebiyat bölümlerini kazanır da okursanız yazarlık, filozofluk falan değil felsefe öğretmeni, lise edebiyat öğretmenliği gibi meslekleri yapacaksınız. zaten bir şeyler yazıp çizmiyorsanız kimse size o gücü aşılayamaz, kendi kendinize hayat, amaç, ben kimim falan düşünmüyorsanız kimse sizin kafanızda bir ışık yakamaz, kendinizi yakmadan önce o formu yırtın ve yenisini alın lütfen. tabi, efenim kant ne demiş, blablabla, nietzsche ne demiş, blabla diye hava atarım diyorsanız, allah akıl fikir versin.

mimarlık bölümünü yazarken asla ben şöyle tasarımlar yapacağım, süper binalar dikeceğim falan diye kendinizi gaza getirmeyin, yapacağınız işin endüstriyel bir iş olduğunu bilerek yazın. bu çarkları esnetmek ya da yok saymak gücü bende var arkadaş, ben yaparım diyorsanız da karşılaşabileceğiniz zorlukları öğrenmek için bu konuda dili yanmış insanlara mesaj atın. bilin ki çok küçük bir kısmı hariç, mimarlık fakültesi öğrencileri ya dokuz altı yollarında parçalanan ofis insanlarına evriliyor ya da alaylı bir şekilde sanata yöneliyor. yurt dışında büyük bir ofiste de olsa, ofiste sabahlamak ve autocad görmekten kusmak her yerde aynı derecede sıkıcıdır.

yurt dışına kapak atmak istiyorsanız, çalışma türünüze uygun bir fakülte seçin, örneğin inekleyen lys sınavı öğrencisiyseniz tasarım, dizayn vb doğrusu çok göreceli olan ve bir kitaptan öğrenilemeyen beceriler gerektiren alanlar yerine matematiksel doğruların olduğu mühendislik dallarına yönelin, en azından kitabını açar sınavına çalışırsınız ve notlarınız daha rahat yükselir, erasmus, yurt dışı staj derken oralarda bağlantılar kurup kapak falan atabilirsiniz.

abi ben eğleneceğim, içkiler nerde, karı-koli nerde diyorsanız işletme falan yazın, kolay okunur.

kriz

ekonomik olanından bir tane geçiriyorum şu aralar. yakında makarna ağacı çıkacak midemde.

ötekileştirmek

sözlük konsepti gereği ötekileştirmenin ve ötekileştirilmenin başlığına bir entry yazmasam çatlardım, wall of text mi geliyor ne?

aslında yazıya böyle başlamamak lazımdı, sıkıcıyım lan ben diye bağırarak başlayan yazı mı olur, neyse...insan doğduğu andan itibaren diğer varlıklarla, örneğin bebek sandalyesi, anne, kitap vb. etkileşir, çocukken, henüz entellektüel bir karşılık verecek bir gücü yokken okulda, mahallede, evde tanıdığı büyükler vasıtasıyla endoktrine edilir, eğitilir, bir bağlamda da evcilleştirilir. toplu yaşamanın getirilerinden birisidir bu, karıncaların aksine insan içgüdüsel olandan fazlasını kullanarak, düşünceler üreterek sürüleşir ve toplumlaşır.

toplu halde yaşamak için gerekli mavallar kolay kabuledilebildiği ve çok keskin cevaplar sunduğu için insanın bireyleşmesi öyle hemen oluvermez, eğer siz kendi ezberlerinizi bozmayı başaramazsanız bu bireyselleşme hiç bir zaman da olmayabilir.

kendi değerleri, inançları ya da inançsızlıkları, kendisinin belirlediği öncelikleri olmayan, kendi sevgi ve korkusunun kaynağının ne olduğunu başkalarına sorup öğrenmeye çalışan insanların bulduğu kolay cevaplara ulaşamaz, kendi soru ve arayışınızla baş başa kalırsınız. birey olarak kendi hayatını, ölümünü, ihtiyaç ve arzularını sürekli olarak düşünen ve ölene kadar da düşünmeye devam edecek olan insanlar kendi fikirlerinin bu bireyselleşmemiş topluluktan çok farklılaştığını fark edebilir, kendi kendilerini diğer insanlar gözünde öteki konumuna düşürdüklerini ya da eninde sonunda düşüreceklerini görebilirler.

doğum yeriniz ve doğduğunuz ülke ile birlikte standart pakette gelmeyen düşünce ve arzuların çoğu sizin çarmıha gerilmenize neden olur.

bu farklılaşan fikir ve davranışların o kadar geniş bir skalası vardır ki... cinsel kimlik, politik kimlik, arkadaş seçimleri, aile bireylerine tutum, tip, dil, dini inanç ve kültür farkı, ekonomik durum ve daha nice değişken fikir, davranış ve kalıtım yüzünden insanlar farklılaşır ve çoğunluk, zavallı bireyi
toplumsal tahtrevallinin diğer ucuna, oradaki boş koltuğa atar. kişi kendi kendine özgürce düşündüğü ya da hissettiği için ötekileştirilir. (alakasız duracak ama yazmam gerektiğini hissediyorum; bence, kişinin en çaresizce yanlızlaştığı an da bu andır ve bu yoldan geri dönmek mümkün olmayabilir)

ötekileyen insanların bunun farkında olduklarını bile düşünmüyorum. onların fikirleri pek bir sarsılmaz oldukları için, sonuçta yanlış olan siz olmalısınız! hayat boyu verilecek bir savaşa hoş geldiniz...

işin acı yanı, kendimizi tanımladığımız kimlikler yüzünden o kimliğe mensup olmayanlarla otomatik olarak ötekileşip bir çatışma haline giriyoruz. keşke karşımızdaki varlığın insan olduğunu ve gerisinin önemli olmadığını söyleyebilseydik ama şu son sözlerimi edecekken aklıma ne geldi, sözlüğün aktif yazar sayısı binli sayılara ulaşırsa, burada birbirlerini milli kimlik üzerinden ötekileyen ayıları görebiliriz örneğin, ya da eşcinsel eğilim farklılığından dolayı birbirlerini sevmeyen insanları daha çok görebiliriz.

anladığım kadarıyla ötekileştirilmek ötekileştirmeye engel değil, düşüncelerimizi bir tartmakta fayda var diye düşünüyorum.


duvar

bol donatılı beton duvara da perde duvar denir

(bkz: load bearing wall)

amy winehouse

bas gitarı ilk aldığımda bu kadının you know i am no good şarkısını öğrenmiştim, bir hafta sonra da ölmüştü. yanlışlıkla büyü falan mı yaptım diye düşünmedim değil.

yalnızlık

genellikle aşkın karşıtı olduğu sanılan, hissedildiğinde aşk arayarak atlatılmaya çalışılan duygu. kronik hastalık gibidir, en azaldığı anda bir uzaklaşma hissi yaşanır ve yalnızlık tekrar, bu sefer daha da derinden hissedilir.

kiko

doksanlarda atletico madrid formasıyla coşan bir amcamızdı kendisi. ayrıca yeni yazar, hoşgelmiş.

ayı sözlük baskılı t shirt

ayının olanca şirinliğiyle boy gösterdiği t-shirt olmuş.

bir paket spagettiyi tek öğünde tek başına yemek

rusya

çok gaz bir milli marşı vardır bu ülkenin. en pısırık, en ürkek adamı bile "tutmayın ulaaaaan, rossiaaa sviashennaiaaaaa..." diye gaza getirebilir, ama sovyet dönemini ve stalin'i hatırlattığı için bazı rus vatandaşları da bu marştan hoşlanmazlar, gel gör ki yerine yenisini koymayı da başaramadılar, eskisinin modifiye edilmiş halini kullanıyorlar şu anda.

göz

muayene olana kadar bozuk olduğu fark edilemeyen duyu organımız. sırf bu bozukluğu yüzünden kafa kemiren baş ağrıları yapar. çok iyi görüyorum olum, diye diye doktora gidip 1.5 miyop sonuç çıktığında şaşırır, gözlüğü göze takınca da, oha körmüşüm ben, bildiğin körmüşüm dersiniz.

yumurta

beş parasız iken üç tanesi tavaya kırıldığında, fakir adam için bir nevi pirzola, balık ayarında yemektir. her gün makarna yemekten yamulmuş bünyeye iyi gelir. çok fena fakirlikten açlık sınırına terfi edince de standart kahvaltı menüsü olur.

istanbul

gerçekten de lise hocalarımızın söylediği gibi eşsiz bir konuma sahip olan şehirdir. sırf bu konumu yüzünden kışın sibirya'dan soğuk hava dalgası, yazın afrika'dan sıcak hava dalgası yiyerek yazın son baharı, kışın da ilk baharı özlemle bekleten şehirdir aynı zamanda.

mor ve ötesi

bu ülkenin en sağlam eurovision şarkılarından birisini yapmış gruptur.

donnie darko

seksenler sonu doksanlar başı insanlarının ergenlikte tanıştığı, ilk izleyişte konuyu takip etmekte bile zorlandığı, yirmili yaşların ilk yarısına gelince kafalarına dank eden harika filmdir. izleyici değil dinleyiciyim diyenlerin gönlünü de gary jules'ün "mad world" isimli soundtrack müziği ile kazanmıştır.
  • /
  • 8
Henüz bir favori entry yok.

Toplam entry sayısı: 160

x men de hangi karakter

20 tane adamsınız anca biriniz mystique demiş. çarşıdan alıyorsun bir tane eve geliyorsun bin tane, akıllı olun oğlum, akıllı!

scat sex

bütün kuşlar* bitti de sıra leyleğe geldiyse bilemem, ama bence insan sevdiğinin üstüne sıçmamalı.

intihar etmek

hayat, istediğin zaman onu bitirme imkanına sahip olduğunu bilerek daha rahat yaşanabiliyor.
acıdan ya da umutsuzluktan bağımsız olarak da gerçekleşebilen de bir eylem, ama çoğu intihar, birisinin dikkatini çekebilmek umuduyla yapılan başarısız bir iletişim denemesi.
pek azı, ne not ne de başka bir şey bırakarak intihar edebilir. gerçekten intihar etmek isteyen kişiler, yani var olmamanın var olmaktan daha iyi olduğunu düşünenler, kendi güçleriyle çözemeyecekleri, kurtulması imkansız bir durumdan muzdariptirler büyük ihtimal, kalan muhtemel otuz-kırk-elli yılı bu şekilde geçirme fikrine bile dayanamamaktadırlar.

mesela içinde yaşadığı toplumun hayat algısından görüşlerinden, ruh halinden farklı karakterde bir insan diğer insanlar hiç fark etmeden kendi içinde cehennemi yaşıyor olabilir, ve eğer bir kaçma, ne bileyim başka bir ülkeye, başka bir sosyal ortama falan girmeye gücü yoksa, ya da kendi kendini kandırmayı başaramıyorsa sırf yaşamak kutsaldır deniliyor diye kalan ömrünü o sıkıntı içinde geçirmemeye karar verebilir. bir kişinin ulaşabileceği uç bireysellik noktasıdır, kararı verdikten sonra yapıp yapmaması bir şeyi değiştirmez.

suç unsuru içeriyorsa diye yazayım da günah benden gitsin;

intihar etmek vücudunuzda ciddi hasarlara yol açabilir!

bilgisayar oyunu

bilgisayara yüklenen ve yaygın inanışın aksine sadece eğlence vaadetmeyen yazılımlardır bunlar. yüklenen dediysek, atari kartuşlarını, amiga disketlerini, commodore kasetlerini es geçmiyorum elbette, ama günümüzdeki durum budur.

sözlük yazarlarının bilgisayar oyunlarıyla ilişkisini çok merak ediyorum. bilgisayar oyunu denince olaya yabancı olanların ilk aklına gelen pes, fifa, counter-strike, starcraft, diablo, call of duty vs oyunlarla sınırlı bir alanı kast etmiyorum. yine wall of text geliyor, ama bu biraz benim hayatımdan, ve oyunların neden sadece civv puff bam bam olmadığıyla alakalı olacak.

kısaca bahsetmek gerekirse bilgisayar oyunlarıyla ilk tanışıklığım atari 2600 ( ) denen zımbırtı ile oldu. basit platform oyunlarının, efendim ne bileyim river raid ( ), boxing( ) gibi oyunların olduğu bir aletti bu, bir joystick ( ) yardımıyla oynardınız oyunları, tabii bizim oralarda bunun kartuşu neyin yoktu, ama oyunlar alete yüklü gelmişti, biz de öyle oynuyorduk. sonra commodore 64( ) ile tanıştım, babam da meraklıydı bu zımbırtılara o vakitler. bu aletin bir kaset oynatıcısı( ) vardı, oyunları kasette gelirdi, kasetçalara bir kafa ayarı yapılırdı ki sormayın gitsin, o ayar en küçük titreşimde bozulduğu için oyun yüklenene kadar yürümek yasaklanırdı evde. babam battleship ( ) oynardı, biz de artık allah ne verdiyse, barbarian ( ), international karate( http://ayisozluk.com/lnk/a70d43 ), boulder dash( ) ve daha nicelerini oynardık.

sonra, amiga diye bir zımbırtı çıktı. babam bunu da hevesle aldı ama artık çağ değişiyordu, oyunlar sırf eğlencenin ötesine geçmişler, hikaye, atmosfer vb kavramlarla tanışmışlardı, bu alete çıkan oyunlar öylesine yapılmış şeyler değillerdi, hepsi dolu doluydu. hiç değilse, futbol oyunları bile belli bir kalitede mizah, akıl ve eğlence içeriyorlardı. bizim ihtiyar bu duruma ayak uyduramadı, oyun oynama devri onun için amiga ile sona erdi. efendim bu amiga denen zımbırtı türlü türlüydü, ama o kadar fazla işe yarıyordu ki! örneğin star wars'taki lazer efektleri bu aletle her bir karenin üzerine çizilmişlerdi. bizde amiga 600( ) vardı. bu alet de joystick kullanıyordu, ama oyunların bir çoğu, buna ek olarak ilk defa tanışma şerefine nail olduğumuz mouse denen bir zımbırtı yardımıyla oynanıyordu. çok yadırgamıştık ilk başta, o neydi öyle, tıklaya tıklaya oyun mu oynanırmış yahu? işte bu dönemde oyun alemine birden yeni yeni türler eklenmeye başladı. her oyun birer şaheserdi ve çocuk yaşlarda insanın aklına hayaline gelmeyecek yeni dünyalar açıyordu bize.

platform türünden adam akıllı yakasını sıyıran ilk oyun dune 2( ) oldu. oyunu yapan westwood adlı firma bu oyun türüne strateji demişti. mouse yardımıyla, belli tip binalar kurup, bunlardan belli üniteler çıkarıyor ve düşmanla savaşıyordunuz. tabii hepsi kaynak harcanarak yapılıyordu, kaynak baharattı ve kaynağı harvester yardımıyla topluyordunuz. ama olay sadece savaş değildi, bölüm aralarında tip tip adamlar çıkıp acayip hikayeler anlatıyorlardı. anlayacağınız, firma savaşma mantığını satabilmek için, oyuncuları frank herbert'ın ünlü dune romanlarının konusuyla yakalamaya çalışıyordu, ve romanın bir simülasyonunu bu oyunla bize sunmak istiyordu. akıl almaz şey, oysa bize kitap okumanın yerini hiç bir şey tutamaz diye öğretmişlerdi. neyse, devam edelim. sonra sensible firması ile tanıştık, ilk olarak sensible world of soccer aka. swos (
2d09 ) ile tanıştık. mizahi bir futbol oyunuydu, ve futboldan ziyade, bitmek bilmez bir eğlenceydi. koca kafalı elemanlardan oluşmuş takımlar, üstelik türkiye, zimbabve, papua yeni gine dahil tüm ligler vardı, transfer vs vs. yeme de yanında yat! ve aynı firmanın başka bir efsanesi, cannon fodder (
) sözlere de dikkat edin bir yandan. bu oyunu anlatmaya kelimeler yetmez. 3 kişi ile başlayan askeri maceranız bir sürü görevle sürüyor, ama bildiğiniz kalıpları unutun, askerlerinizin isimleri var, ve her bölüm, askere katılmak isteyenlerin ordugah kapısına gelmesiyle başlıyor, eğer önceki görevde asker kaybettiyseniz yerine kapıdan birisi giriyor. bu askerlerin isimleri de jools, joops vs isimler, hepsi de oyunu yapan küçük ekibin lakapları. bunlar öldükçe, ordugahın önündeki tepede mezarlar çıkmaya başlıyor (
) ( ). bu oyunda jools'u kaybettiğimde hep bir iki damla yaş süzülürdü gözümden, şimdi bakınca o oyunlara, o dönem amatör ruhun nasıl işlerbaşardığını görünce yani... neyse devam.

amiga mevzusu anlaşıldığına göre, bir sürü muhteşem başka şeyi daha atlayıp pc'ye geçiyorum. aslında atari dahil bu saydıklarımın hepsi bilgisayar da olsa artık bilgisayar denince kelli felli kasası olan, monitörü olan falan aletler anlaşıldığı için buna bilgisayar diyeceğim. evet, bilgisayara ilk geçtiğimizde artık işin suyu çıkmıştı. benim ilk edindiğim oyun nba 99 idi, ve zamanına göre muhteşem gerçekçiliğiyle beni başında esir ediyordu. ama zaman geçtikçe akıl almaz bir dünyaya adım attım ve frp türünün muhteşem örnekleriyle tanıştım. kısaca, bunlar rol yapma oyunlarıydı, ama öyle diablo vb. gibi değil, bazı oyunlar oluyordu ki hiç taş atmadan kan dökmeden oynanması gerekiyordu, aşklar yaşanıyor, zaferler, mağlubiyetler yaşanıyordu. ilk oynadığım şaheser, planescape torment ( ) idi. oyunlar sayesinde çat pat geliştirdiğimiz ingilizce bu oyun karşısında beyaz bayrak açıp teslim olmuştu, çünkü oyun hikaye anlatmak şöyle dursun, bizzat sizin hikayeyi oluşturmanızı ve yaşamanızı istiyordu. böylece bol diyaloglu, ingilizce manyağı oyunu oynamak için bir elde sözlük, bir elde mouse bilgisayarın karşısına otururduk. sonra ise aynı firmanın ikinci şaheseri, baldur's gate ( ). bu oyunun karakterleri öylesine derindi ki, baldur's gate 2'nin çılgın ranger'ı minsc'in her cümlesi ezberlenirdi, yoshimo'nun hain olup olmadığı merak edilir, grupta tutmaktan çekinilirdi. grubunuzun karakterleri olmadık yerlerde birbirine sataşır, belki birbirlerini ölümcül yaralarlardı, oyunun bir aşamasını geçmek için gerekli malzemeleri almayı başaramıyorsanız, hayat zalimdi, ve grubunuz yok olmaya mahkumdu.

sonra ise oyun denemeyecek bir şaheser, fallout ( ) kıyamet sonrası dünyayı bize tanıttı. mad max'i hayranlıkla izleyen bizim jenerasyon bu oyuna afedersiniz bildiğiniz domalmıştı. oyunun içinde akla hayale gelmeyecek senaryo çeşitlenmeleri, bitmek bilmeyen, her biri ayrı roman olacak yan görevler vardı, ve ana hikaye de çok etkileyiciydi, anlatmakla olmayacak kadar, belki kendiniz internetten bakarsınız.

bir müddet sonra, artık oyun dünyası büyük firmaların kucağına düşerken, eskisi gibi amatör ruhlu oyunlar piyasadan silinmeye başladılar, ama o endüstri devleri de öyle oyunlar yaptılar ki, bu oyunlar sanki aktörlüğü bizzat sizin yaptığınız filmler gibiydiler. hikayeleri derin, oynanışları cezbediciydi. half-life ( ), homeworld ( ) ( ) elder scrolls; daggerfall ( 17b23 ) ve daha niceleri.

bu gün ise, oyunlar bambaşka yerlere geldiler, limbo( ), minecraft ( ), flight simulator x( ) ve şu an aklıma gelmeyen nice oyun artık insanları eğlendirmenin ötesindeler, isterseniz erişme imkanınız olmayan bir durumu simule edebilir, isterseniz sanal alemde kendinize bir dünya yaratabilir, isterseniz en karanlık kuyularda dolaşabilir, isterseniz neler neler tecrübe edebilirsiniz.

hayatıma bir yerinden dokunup geçmiş onlarca oyundan sadece bir iki tanesini yazabildim burada, daha multiplayer oyunlarda tanışılan rus, ingiliz, alman, çinli, meksikalı, brezilyalı vb arkadaşlardan, amnesia, gta, skyrim gibi oyunlardan, heavy rain, alan wake gibi interaktif film tadında oyunlardan, l.a. noire'den vs vs. bahsetmedim, ama durumu anlatabilmişimdir herhalde.

ben bugün kim isem artık, bu halime ulaşmamda bilgisayar oyunlarının katkısı çok olmuştur. hayaller kurdurtmuş, eğlendirmiş, insanlarla tanıştırmış, uçurmuş, savaştırmış, seviştirmiştir beni oyunlar. 40 saat aralıksız diablo oynayıp ölen adamın yaptığı şey bilgisayar oynamak değil diye düşünüyorum, takıntı bu.

call of duty, battlefield oynamak da insanı manyak yapmaz, cem yılmaz'ın dediği gibi, biri istanbul'a bakıp şair oluyor, ötekisi bakıyor ulan istanbul ananı skicem senin diyor.

açıkçası, bende mi bir sorun var diye düşündüğüm konudur bilgisayar oyunları, tanıdığım hiç kimsenin hayatında ufak da olsa yer edinmemişler fifa, pes vs. dışında.

neyse efendim, kısacası, bilgisayar oyunları güzeldir.

eşcinsellik

anladığım kadarıyla, ergenlikten itibaren toplum tarafından hoş görülmeyen bir hissi yaşamak, hayatının büyük bir parçasını gizli tutmak, dışlanmak, açıkça öteklienebiliyor olmak yüzünden ülkemdeki eşcinsel insanların büyük bir çoğunluğu hayatın bir çok yanı üzerine düşünemeye fırsat bulamayacak kadar kendi dertlerinde boğuluyorlar.

ben eşcinsel bir kişinin karşılaştığı problemleri tecrübeyle bilemem, ama olduğum gibi olmak yüzünden sıkıntı çekmeyi iyi bilirim.

benden bağımsız bir örnek olarak, bir zamanlar bir sevgilim vardı. doğuştan böbrek problemi vardı, on sekizinde böbrek yetmezliği yüzünden diyalize girmeye başlamıştı. hayatının tamamı bu hastalıktı. bazen düşünüyorum da beni sevmesinin belki de tek sebebi, bir sevgiliye sahip olarak kendi rahatsızlığını unutmaktı, ama bilmem mümkün değil tabii. umutsuzluk ve depresyonla o kadar yoğun bir mücadele içindeydi ki, kendi fikirlerini üretecek bir zaman bulamıyordu, yani her konuda demek istiyorum. en genel kanı neyse o da bana onları tekrar ediyordu. lisede öğretilen tarih doğruydu onun için, o hem kemalistti hem solcu, abisi galatasaraylı olduğu için galatasaraylıydı. şair istanbulu dinliyordu ya hani gözleri kapalı, ve istanbul güzeldi, o yüzden onun için de istanbul güzeldi. oysa o tedavi için istanbula geldikten sonra önce avcılarda, sonra bakırköyde yaşamıştı, istanbul nere, oralar nere. belki de tüm türkiyenin en yaşanılmaz yerleri... ama işte istanbul güzeldi, çünkü bunun üzerine düşünmeye gücü ve vakti yoktu, umursayamazdı bile bunu, zira hep öleceğini düşünüyor, bu konularla uğraşmak yerine aklına hep evlenmeyi ve çocuk sahibi olmayı getiriyordu.

neyse efendim yani demem o ki, yurdum eşcinsel gençlerinde, yani yirmi beş yaşın altında, böyle bir durum var sanki. herhangi bir şey düşünemeyecek kadar yorgun, şaşkın, güçsüzler. hepsinin ailevi problemleri, kendilerine ait gizili bir hayatları var. başka bir yolu olmadığı için elbette, ama yorum yapmıyorum, yani gördüğümü tarif etmeye çalışıyorum. tanıdıklarım, gördüklerim hep böyle* .

sözlüğün sol penceresinde günlük hayata dair başlıkları çok nadiren görüyorum, bu konuların konuşulabileceği çok fazla yer de yok, doğaldır burada cinsellik üzerine konuşmak, ama ne bileyim eşcinsel bireylerin birbiriyle spor, politika, müzik, sanat üzerine paylaşacak hiç bir şeyleri olmadığına inanasım gelmiyor.

belki de herhangi başka bir sözlükte de paylaşılabilecek şeyleri, ya da arkadaşlarla paylaşılabilecek şeyleri bir de burada yazmaya gerek görmüyordur yazarlar, bilemem. sen ne anlarsın, bizim buna ihtiyacımız var hissinde olabilir insanlar. daha önce yazmıştım, ben bilmem, bear bilir.

yok, sen bilirsin, illa ki söyle diyorsanız, ayısözlüğü kurtarılmış bölge haline getirmek, potansiyelini harcamak gibi geliyor bana.

yeni başlayanlar için hayat

küvezden çıkınca kadının birisi size meme verecek, yadırgamayın emiverin gitsin.

ötekileştirmek

sözlük konsepti gereği ötekileştirmenin ve ötekileştirilmenin başlığına bir entry yazmasam çatlardım, wall of text mi geliyor ne?

aslında yazıya böyle başlamamak lazımdı, sıkıcıyım lan ben diye bağırarak başlayan yazı mı olur, neyse...insan doğduğu andan itibaren diğer varlıklarla, örneğin bebek sandalyesi, anne, kitap vb. etkileşir, çocukken, henüz entellektüel bir karşılık verecek bir gücü yokken okulda, mahallede, evde tanıdığı büyükler vasıtasıyla endoktrine edilir, eğitilir, bir bağlamda da evcilleştirilir. toplu yaşamanın getirilerinden birisidir bu, karıncaların aksine insan içgüdüsel olandan fazlasını kullanarak, düşünceler üreterek sürüleşir ve toplumlaşır.

toplu halde yaşamak için gerekli mavallar kolay kabuledilebildiği ve çok keskin cevaplar sunduğu için insanın bireyleşmesi öyle hemen oluvermez, eğer siz kendi ezberlerinizi bozmayı başaramazsanız bu bireyselleşme hiç bir zaman da olmayabilir.

kendi değerleri, inançları ya da inançsızlıkları, kendisinin belirlediği öncelikleri olmayan, kendi sevgi ve korkusunun kaynağının ne olduğunu başkalarına sorup öğrenmeye çalışan insanların bulduğu kolay cevaplara ulaşamaz, kendi soru ve arayışınızla baş başa kalırsınız. birey olarak kendi hayatını, ölümünü, ihtiyaç ve arzularını sürekli olarak düşünen ve ölene kadar da düşünmeye devam edecek olan insanlar kendi fikirlerinin bu bireyselleşmemiş topluluktan çok farklılaştığını fark edebilir, kendi kendilerini diğer insanlar gözünde öteki konumuna düşürdüklerini ya da eninde sonunda düşüreceklerini görebilirler.

doğum yeriniz ve doğduğunuz ülke ile birlikte standart pakette gelmeyen düşünce ve arzuların çoğu sizin çarmıha gerilmenize neden olur.

bu farklılaşan fikir ve davranışların o kadar geniş bir skalası vardır ki... cinsel kimlik, politik kimlik, arkadaş seçimleri, aile bireylerine tutum, tip, dil, dini inanç ve kültür farkı, ekonomik durum ve daha nice değişken fikir, davranış ve kalıtım yüzünden insanlar farklılaşır ve çoğunluk, zavallı bireyi
toplumsal tahtrevallinin diğer ucuna, oradaki boş koltuğa atar. kişi kendi kendine özgürce düşündüğü ya da hissettiği için ötekileştirilir. (alakasız duracak ama yazmam gerektiğini hissediyorum; bence, kişinin en çaresizce yanlızlaştığı an da bu andır ve bu yoldan geri dönmek mümkün olmayabilir)

ötekileyen insanların bunun farkında olduklarını bile düşünmüyorum. onların fikirleri pek bir sarsılmaz oldukları için, sonuçta yanlış olan siz olmalısınız! hayat boyu verilecek bir savaşa hoş geldiniz...

işin acı yanı, kendimizi tanımladığımız kimlikler yüzünden o kimliğe mensup olmayanlarla otomatik olarak ötekileşip bir çatışma haline giriyoruz. keşke karşımızdaki varlığın insan olduğunu ve gerisinin önemli olmadığını söyleyebilseydik ama şu son sözlerimi edecekken aklıma ne geldi, sözlüğün aktif yazar sayısı binli sayılara ulaşırsa, burada birbirlerini milli kimlik üzerinden ötekileyen ayıları görebiliriz örneğin, ya da eşcinsel eğilim farklılığından dolayı birbirlerini sevmeyen insanları daha çok görebiliriz.

anladığım kadarıyla ötekileştirilmek ötekileştirmeye engel değil, düşüncelerimizi bir tartmakta fayda var diye düşünüyorum.


karşı cinsten teklif almak

aylık bin beş yüz lira artı sigorta artı yeme içme masrafları da teklife dahilse bir iş teklifi yapıyor olabilir, sırf karşı cins diye hemen reddetmeyin.

hamama giren terler

bu lafı doğru yerde kullanırsanız karşıdaki insanı sus pus edebilirsiniz,

coni- hey dostum, yarışma için hazırladığım bilgisayar kodunu hatırlıyor musun? teslimi bu akşamdı ve ne oldu tahmin et, o patron olacak kaltak yazılımın değişmesini istiyor, anlıyormusun ha, tüm gün bununla uğraşmam gerekecek dostum, yarışmaya kadar nasıl yetişecek bu kadar iş, ha söyle bana, ha?

maykıl- ee dostum, hamama giren terler.

coni- ee.. evet. neyse gideyim ben.

yaşlandıkça yakışıklı olan erkekler

x men de hangi karakter

20 tane adamsınız anca biriniz mystique demiş. çarşıdan alıyorsun bir tane eve geliyorsun bin tane, akıllı olun oğlum, akıllı!

star wars seven erkek

star wars sevmeyenler genellikle fight club'ı da jean claud vandamme'ın oynadığı bir dövüş filmi sanarlar. öyle işte.
Henüz takip ettiği biri yok.
Henüz takip eden biri yok.