merhabadunyalibendostum

Durum: 160 - 0 - 0 - 0 - 14.08.2012 15:31

Puan: 3044 - Sözlük Kezbanı

13 yıl önce kayıt oldu. 2.Nesil Yazar.

Henüz bio girmemiş.
  • /
  • 8

yeni yazılım sonrası ayı sözlük

bilmiyorum yeni yazılımla mı alakalı yoksa ttnetin bana oynadığı oyunlardan birisi mi ama sözlükte gezinirken arada sırada tekrar sözlüğe giriş yapmam gerekiyor.

sözlüğün beyin açma özelliği

türkçe-ingilizce longhouse sözlük okurken gerçekleşmeyen hadisedir.

christian bale

dark knight rises galası katliamından kurtulan yaralıları ziyaret etmiş iyi insan.

günde 3 kere duş almak

ergenlikten sonraki dönemde, yazın serinlemek için yapılan bir aktivitedir. ergenlikte zaten neden yapıldığını hepimiz biliyoruz.

dream team

92 olimpiyatlarına tam kadro katılarak gelene geçene otuzlu kırklı fark koymuş takımdır. larry bird, michael jordan, scottie pippen, charles barkley, magic johnson, patrick ewing, karl malone, john stockton, david robinson gibi hepsi başlı başına birer basketbol ilahı olan adamların tamamı bu takımdaydı. değil basketbolda, hiç bir spor dalında bir daha böylesine oha çüş dedirtecek bir milli takım kurulamayabilir.

sözü daha fazla uzatmayalım ve olimpiyatlara bağlanalım, söz sende birand; http://kisalt.be/3mg5q3

youtube

artık videolar başlamadan önce her seferinde skip ad butonuna basmak zorunda kalıyoruz, çok sinir bozucu ya.

karasinek

yaz aylarında her yerde rastlanır bu şerefsizlere. üstü açık uyurken inatla gelip koluna bacağına konar, kafa ve kulak çevresini ise daha sivri olan arkadaşlarına bırakır. demin mutfak çöpünü boşalttıktan sonra yüzlerce larvasını acımadan deterjanla öldürdüm. üstüne şiir yazacak kadar ileri gitmişliğim vardır, aslında sevimli falandır da bunlar, yazık.

üç beş entry girip kaybolan yazarlar

acaba ben de bu gruba dahil olacak mıyım diye merak ettiğim yazarlardır. zaman zaman depreşen depresyon nöbetleri esnasında ee yeter lan ben yokum deyip her şeyi bir kenara atıp kabuğuma çekildiğim ve sonra da geri dönmeye yüz bulamadığım için çok fazla çok fazla insanı üzmüş, bir dolu multiplayer oyunumu da rafa kaldırmışımdır.

edit: üzmeyin beni

hamama giren terler

bu lafı doğru yerde kullanırsanız karşıdaki insanı sus pus edebilirsiniz,

coni- hey dostum, yarışma için hazırladığım bilgisayar kodunu hatırlıyor musun? teslimi bu akşamdı ve ne oldu tahmin et, o patron olacak kaltak yazılımın değişmesini istiyor, anlıyormusun ha, tüm gün bununla uğraşmam gerekecek dostum, yarışmaya kadar nasıl yetişecek bu kadar iş, ha söyle bana, ha?

maykıl- ee dostum, hamama giren terler.

coni- ee.. evet. neyse gideyim ben.

yaşamaya dair

bana ilginç duygular hissettiren bir şiirdir bu. sonunu da özellikle severim.

bu dünya soğuyacak,
yıldızların arasında bir yıldız,
hem de en ufacıklarından,
mavi kadifede bir yaldız zerresi yani,
yani bu koskocaman dünyamız.

bu dünya soğuyacak günün birinde,
hatta bir buz yığını
yahut ölü bir bulut gibi de değil,
boş bir ceviz gibi yuvarlanacak
zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız.

şimdiden çekilecek acısı bunun,
duyulacak mahzunluğu şimdiden.
böylesine sevilecek bu dünya
"yaşadım" diyebilmen için.

şimdiden çekilecek acısı bunun... evet sevgili yazarlar, ömrü hayatımda belki de en sevmediğim yanımdı bu, diğer insanları düşünmek... hiç haberin olmadan dünyanın bir yerinde, hani bir istatistik bile olamadan ölmüş insanlar için duyduğun acı gibi, ruanda, darfur, somali, etiyopya, uganda, sierra leone'de ölmüş 2.000.000 ile 3.200.000 milyon arasında olduğu tahmin edilen o insanları düşündükçe, fotoğraflarına bakınca üzüldüğün gibi, ya da açlıktan karnın ağrımaya başlayınca bir yandan haftaya yatacak maaşını düşünüp rahatlarken bir yandan da tek tek ülkelerin adlarını aklından saydığın ve o ülkelerde yaşayan aç insanların senin yardım edemeyeceğin kadar sefil ve çaresiz olabildiklerini düşündüğün anda midendeki garip bulanma hissi gibi. yahut bir meksikalının kaçak çalıştığı işinden atıldığını öğrendiğinde içindeki o durun! yapmayın! çığlığını işitmek, bir tarih kitabını okurken mohaç meydan muharebesinde vay be ecdadım ne güçlüymüş diyememek, ve yerine orada ölen her bir adamın hangi uzvunun nasıl parçalandığını, hangi organının vücudundan dışarı nasıl fışkırdığını düşünmek, doğmuş ve doğmamış insanların acılarını yaşamak yani, kendin dışında yaşayan dünyayı hissettiğin o an...

bir gün bir savaş fotoğrafı gördüm, ve sonra bu huyum haline geldi. savaş fotoğraflarına bir ilgim oluştu. bu şiirdeki o his, o duyguyu kaybettim yavaş yavaş, çünkü o fotoğraflara baktığımda, ya bak biliyo musun afrikada 3.000.000 kişi ölmüş deyip istatistikle geçiştirdiğimiz insanların hepsinin trajedilerini gözlerimle görüyordum.

şiiri düşünüyorum...

yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi mesela,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani bütün işin gücün yaşamak olacak.

bir adam, arabanın içine yaka paça atılmış, yanında bir asker, adamın kafasını postalıyla cama yapıştırmış kameraya gülümsüyor. zavallının dili dışarı çıkmış, gözlerinin akları aktı akacak yuvalarından... bir...

yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak yanı ağır bastığından.

bir pazar yeri, bomba patlamış, kadın yerde yatıyor, dışarı püskürmüş organları öylesine tahrip olmuş ki ne olduğunu ayırt edemiyorum, yanında başka bir adam, kolu yok. cesetler, kırk üç tane. her birinin başında üçer dörder kişi, kaybettiklerine ağlıyorlar...kırk dört...

yani, nasıl ve nerede olursak olalım
hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak...

kolombiyada bir köy, escobarı yok etmek isteyen diğer uyuşturucu çeteleri köyü tüfek ve roketlerle tarıyorlar, escobar kaçıyor, cesetler tanınmaz halde, otuz sekizi birden topluca gömülüyor... seksen iki...

şiir devam ediyor, ama ben duruyorum, yüze gelemiyorum. kurtarılamayacaktı bu insanlar, ben şu an entry girerken bile, onların aileleri hala acı içindeler. bunu içimde hissetmek benim en sevmediğim yanımdı, ama artık kana ve acıya bir şey hissetmeden bakabiliyorum. istatistiğin gerçeğe dönüştüğü noktada insan vicdansızlaşıyor, çünkü vicdanlı birisi bu dünyada gerçeklere gözlerini dikip de bakamaz. dediği gibi bir başkasının, uçıuruma bakarsan, uçurum da sana bakar...


bu dünya soğuyacak,
yıldızların arasında bir yıldız,
hem de en ufacıklarından,
mavi kadifede bir yaldız zerresi yani,
yani bu koskocaman dünyamız.

bu dünya soğuyacak günün birinde,
hatta bir buz yığını
yahut ölü bir bulut gibi de değil,
boş bir ceviz gibi yuvarlanacak
zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız.


ve kendi kendime tekrar ediyorum içimden, yıldızların arasında bir yıldız, hem de en ufacıklarından, böyle değersiz aslında bu taş ve deniz yığını... yine de yaşama bakmayı seviyorum, yaşayan her şey bana sanki yaşıyor olduğumu hatırlatıyor, ölüm olsa bile sonunda, sen, sen şu anda yaşıyorsun, bizim gibi...


böylesine sevilecek bu dünya
"yaşadım" diyebilmen için.

bir saniyeliğine tekrar hissediyorum böylece yaşadığımı, insan olduğumu hatırlatıyor bu şiir bana, ve bir zamanlar diğer insanların arkasından göz yaşı döktüğümü hatırlatıyor.

güzel bir şiirdir bence.

man down

her first person shooter** * oyununda illa ki telsizden duyarız bu nidayı, bang bang pew pew pew... man down! i repeat, man down!

max payne

birincisini ve ikincisini bol bol oynadığım, oyun alemine bullet time olayı ile yeni bir soluk getirmiş oyundur. aslında benim hoşuma giden oyunun bölümleri değil bölüm aralarındaki çizgi roman/slayt videolardı. insanı içine çeken karanlık noir atmosferli bir oyundu bu, hikayesi de fena değildi. şimdilerde üçüncüsü çıkmıştır.


google

chrome çıktığından beridir arama sekmesine google.com yazmadığım için doodle'ları göremediğimi fark ettim. öyle güzel bir arama motorudur ki sitesini açmak zorunda bile kalmazsınız.

beynine oksijen gitmesi için kafatasında delik açmak istediğim insanlar

aynı insanları ben de taramalı tüfekle taramak istiyorum ama ne yaparsın taramalı tüfek pahalı alet, almak kısmet olmuyor bir türlü... sinir bozan insanlardır bunlar.

the end

sansürsüz versiyonu ile dimağın tabulardan tabulara sekmesine neden olan bir the doors şarkısıdır.

ayrıca apocalypse now filminin intro müziğidir;


sansürlü versiyonu, ki vereceğim bir sonraki linke ait, grubu anlatan the doors adlı film haricinde sansürsüz bulmak pek mümkün değildir; http://kisalt.be/j0w8cd

tamamı olmasa da sansürlü kısmı için; http://kisalt.be/ncz53i

nacizane tavsiyem bu şarkıdan sonra the doors filminin bulunup izlenmesi yönündedir.

yanlış kişiye mesaj yollamak

zamanında meşgulüm dediğim sevgiliye "hacı napak bi ageof atak mı kafede?" benzeri bir mesaj atmıştım, hey gidi günler. kızdı tabii...

ayna nöron

geçtiğimiz on senede tesadüf eseri bulunmuş yeni bir nöron tipidir. temel görevi empati yapmaktır, evet bu kadar basit. bu nöronların fazlalığı durumunda diğer insanların duruşlarından bile etkilenme ve toplu yerlerde bulunamama rahatsızlığı olurken azlığında ise empati yoksunluğu oluşur.

her şeyi genetiğe bağlayan adam modeli olmak istemesem de empati yapma konusunun büyük çoğunluğunun o kişinin bünyesinde taşıdığı genetik kodlarla ilişkili olduğu gibi bir anlam çıkarıyorum buradan. genlerin, bebeğin gelişim evrelerinde ve ilk çocukluk yıllarında sosyal çevre ile ilişkiden dolayı aktif-pasif hale geçebildiklerini de unutmamak lazım tabii ki.

empati

bireysel farkındalıkla, toplum bilinciyle falan çok bir alakası olmayan, büyük oranda premotor korketste bulunan (beynin ön-üst bölgesi) ayna nöronlar ile alakalı bir duygu durumdur. taşşaklarına tekme yiyen bir adamı görünce anunuskiiim diyerek bizi de kıvrandıran, acı içinde bir yaratık görünce gözünden iki damla yaş düşüren nöronlarımız olduğu söylenmektedir bu nöronların. ayna nöron fazlalığında ise enoklofobi, ya da daha tanıdık tabiriyle kalabalık korkusu yaşanır. böyle insanlar sokağa çıktıklarında aslında insanlardan korkmamakla birlikte algı durumlarının yoğunluğu yüzünden nöbet dahi geçirebilmektedirler, oysa bireysel ilişkilerinde başarılı oldukları gözlemleniyormuş efendim.

yani demem o ki, empati yapamiye yeaaa derken bir de böyle bir durumun varlığından haberdar olmakta fayda var. evet karşıdaki insan harbiden de empati yapamıyor olabilir.

call me maybe

komiklikli internet sitelerinde illallah dedirtecek kadar çok esprisi dönen şarkıdır. eyterea beaaah!

karşı cinsten teklif almak

aylık bin beş yüz lira artı sigorta artı yeme içme masrafları da teklife dahilse bir iş teklifi yapıyor olabilir, sırf karşı cins diye hemen reddetmeyin.
  • /
  • 8
Henüz bir favori entry yok.

Toplam entry sayısı: 160

x men de hangi karakter

20 tane adamsınız anca biriniz mystique demiş. çarşıdan alıyorsun bir tane eve geliyorsun bin tane, akıllı olun oğlum, akıllı!

scat sex

bütün kuşlar* bitti de sıra leyleğe geldiyse bilemem, ama bence insan sevdiğinin üstüne sıçmamalı.

intihar etmek

hayat, istediğin zaman onu bitirme imkanına sahip olduğunu bilerek daha rahat yaşanabiliyor.
acıdan ya da umutsuzluktan bağımsız olarak da gerçekleşebilen de bir eylem, ama çoğu intihar, birisinin dikkatini çekebilmek umuduyla yapılan başarısız bir iletişim denemesi.
pek azı, ne not ne de başka bir şey bırakarak intihar edebilir. gerçekten intihar etmek isteyen kişiler, yani var olmamanın var olmaktan daha iyi olduğunu düşünenler, kendi güçleriyle çözemeyecekleri, kurtulması imkansız bir durumdan muzdariptirler büyük ihtimal, kalan muhtemel otuz-kırk-elli yılı bu şekilde geçirme fikrine bile dayanamamaktadırlar.

mesela içinde yaşadığı toplumun hayat algısından görüşlerinden, ruh halinden farklı karakterde bir insan diğer insanlar hiç fark etmeden kendi içinde cehennemi yaşıyor olabilir, ve eğer bir kaçma, ne bileyim başka bir ülkeye, başka bir sosyal ortama falan girmeye gücü yoksa, ya da kendi kendini kandırmayı başaramıyorsa sırf yaşamak kutsaldır deniliyor diye kalan ömrünü o sıkıntı içinde geçirmemeye karar verebilir. bir kişinin ulaşabileceği uç bireysellik noktasıdır, kararı verdikten sonra yapıp yapmaması bir şeyi değiştirmez.

suç unsuru içeriyorsa diye yazayım da günah benden gitsin;

intihar etmek vücudunuzda ciddi hasarlara yol açabilir!

bilgisayar oyunu

bilgisayara yüklenen ve yaygın inanışın aksine sadece eğlence vaadetmeyen yazılımlardır bunlar. yüklenen dediysek, atari kartuşlarını, amiga disketlerini, commodore kasetlerini es geçmiyorum elbette, ama günümüzdeki durum budur.

sözlük yazarlarının bilgisayar oyunlarıyla ilişkisini çok merak ediyorum. bilgisayar oyunu denince olaya yabancı olanların ilk aklına gelen pes, fifa, counter-strike, starcraft, diablo, call of duty vs oyunlarla sınırlı bir alanı kast etmiyorum. yine wall of text geliyor, ama bu biraz benim hayatımdan, ve oyunların neden sadece civv puff bam bam olmadığıyla alakalı olacak.

kısaca bahsetmek gerekirse bilgisayar oyunlarıyla ilk tanışıklığım atari 2600 ( ) denen zımbırtı ile oldu. basit platform oyunlarının, efendim ne bileyim river raid ( ), boxing( ) gibi oyunların olduğu bir aletti bu, bir joystick ( ) yardımıyla oynardınız oyunları, tabii bizim oralarda bunun kartuşu neyin yoktu, ama oyunlar alete yüklü gelmişti, biz de öyle oynuyorduk. sonra commodore 64( ) ile tanıştım, babam da meraklıydı bu zımbırtılara o vakitler. bu aletin bir kaset oynatıcısı( ) vardı, oyunları kasette gelirdi, kasetçalara bir kafa ayarı yapılırdı ki sormayın gitsin, o ayar en küçük titreşimde bozulduğu için oyun yüklenene kadar yürümek yasaklanırdı evde. babam battleship ( ) oynardı, biz de artık allah ne verdiyse, barbarian ( ), international karate( http://ayisozluk.com/lnk/a70d43 ), boulder dash( ) ve daha nicelerini oynardık.

sonra, amiga diye bir zımbırtı çıktı. babam bunu da hevesle aldı ama artık çağ değişiyordu, oyunlar sırf eğlencenin ötesine geçmişler, hikaye, atmosfer vb kavramlarla tanışmışlardı, bu alete çıkan oyunlar öylesine yapılmış şeyler değillerdi, hepsi dolu doluydu. hiç değilse, futbol oyunları bile belli bir kalitede mizah, akıl ve eğlence içeriyorlardı. bizim ihtiyar bu duruma ayak uyduramadı, oyun oynama devri onun için amiga ile sona erdi. efendim bu amiga denen zımbırtı türlü türlüydü, ama o kadar fazla işe yarıyordu ki! örneğin star wars'taki lazer efektleri bu aletle her bir karenin üzerine çizilmişlerdi. bizde amiga 600( ) vardı. bu alet de joystick kullanıyordu, ama oyunların bir çoğu, buna ek olarak ilk defa tanışma şerefine nail olduğumuz mouse denen bir zımbırtı yardımıyla oynanıyordu. çok yadırgamıştık ilk başta, o neydi öyle, tıklaya tıklaya oyun mu oynanırmış yahu? işte bu dönemde oyun alemine birden yeni yeni türler eklenmeye başladı. her oyun birer şaheserdi ve çocuk yaşlarda insanın aklına hayaline gelmeyecek yeni dünyalar açıyordu bize.

platform türünden adam akıllı yakasını sıyıran ilk oyun dune 2( ) oldu. oyunu yapan westwood adlı firma bu oyun türüne strateji demişti. mouse yardımıyla, belli tip binalar kurup, bunlardan belli üniteler çıkarıyor ve düşmanla savaşıyordunuz. tabii hepsi kaynak harcanarak yapılıyordu, kaynak baharattı ve kaynağı harvester yardımıyla topluyordunuz. ama olay sadece savaş değildi, bölüm aralarında tip tip adamlar çıkıp acayip hikayeler anlatıyorlardı. anlayacağınız, firma savaşma mantığını satabilmek için, oyuncuları frank herbert'ın ünlü dune romanlarının konusuyla yakalamaya çalışıyordu, ve romanın bir simülasyonunu bu oyunla bize sunmak istiyordu. akıl almaz şey, oysa bize kitap okumanın yerini hiç bir şey tutamaz diye öğretmişlerdi. neyse, devam edelim. sonra sensible firması ile tanıştık, ilk olarak sensible world of soccer aka. swos (
2d09 ) ile tanıştık. mizahi bir futbol oyunuydu, ve futboldan ziyade, bitmek bilmez bir eğlenceydi. koca kafalı elemanlardan oluşmuş takımlar, üstelik türkiye, zimbabve, papua yeni gine dahil tüm ligler vardı, transfer vs vs. yeme de yanında yat! ve aynı firmanın başka bir efsanesi, cannon fodder (
) sözlere de dikkat edin bir yandan. bu oyunu anlatmaya kelimeler yetmez. 3 kişi ile başlayan askeri maceranız bir sürü görevle sürüyor, ama bildiğiniz kalıpları unutun, askerlerinizin isimleri var, ve her bölüm, askere katılmak isteyenlerin ordugah kapısına gelmesiyle başlıyor, eğer önceki görevde asker kaybettiyseniz yerine kapıdan birisi giriyor. bu askerlerin isimleri de jools, joops vs isimler, hepsi de oyunu yapan küçük ekibin lakapları. bunlar öldükçe, ordugahın önündeki tepede mezarlar çıkmaya başlıyor (
) ( ). bu oyunda jools'u kaybettiğimde hep bir iki damla yaş süzülürdü gözümden, şimdi bakınca o oyunlara, o dönem amatör ruhun nasıl işlerbaşardığını görünce yani... neyse devam.

amiga mevzusu anlaşıldığına göre, bir sürü muhteşem başka şeyi daha atlayıp pc'ye geçiyorum. aslında atari dahil bu saydıklarımın hepsi bilgisayar da olsa artık bilgisayar denince kelli felli kasası olan, monitörü olan falan aletler anlaşıldığı için buna bilgisayar diyeceğim. evet, bilgisayara ilk geçtiğimizde artık işin suyu çıkmıştı. benim ilk edindiğim oyun nba 99 idi, ve zamanına göre muhteşem gerçekçiliğiyle beni başında esir ediyordu. ama zaman geçtikçe akıl almaz bir dünyaya adım attım ve frp türünün muhteşem örnekleriyle tanıştım. kısaca, bunlar rol yapma oyunlarıydı, ama öyle diablo vb. gibi değil, bazı oyunlar oluyordu ki hiç taş atmadan kan dökmeden oynanması gerekiyordu, aşklar yaşanıyor, zaferler, mağlubiyetler yaşanıyordu. ilk oynadığım şaheser, planescape torment ( ) idi. oyunlar sayesinde çat pat geliştirdiğimiz ingilizce bu oyun karşısında beyaz bayrak açıp teslim olmuştu, çünkü oyun hikaye anlatmak şöyle dursun, bizzat sizin hikayeyi oluşturmanızı ve yaşamanızı istiyordu. böylece bol diyaloglu, ingilizce manyağı oyunu oynamak için bir elde sözlük, bir elde mouse bilgisayarın karşısına otururduk. sonra ise aynı firmanın ikinci şaheseri, baldur's gate ( ). bu oyunun karakterleri öylesine derindi ki, baldur's gate 2'nin çılgın ranger'ı minsc'in her cümlesi ezberlenirdi, yoshimo'nun hain olup olmadığı merak edilir, grupta tutmaktan çekinilirdi. grubunuzun karakterleri olmadık yerlerde birbirine sataşır, belki birbirlerini ölümcül yaralarlardı, oyunun bir aşamasını geçmek için gerekli malzemeleri almayı başaramıyorsanız, hayat zalimdi, ve grubunuz yok olmaya mahkumdu.

sonra ise oyun denemeyecek bir şaheser, fallout ( ) kıyamet sonrası dünyayı bize tanıttı. mad max'i hayranlıkla izleyen bizim jenerasyon bu oyuna afedersiniz bildiğiniz domalmıştı. oyunun içinde akla hayale gelmeyecek senaryo çeşitlenmeleri, bitmek bilmeyen, her biri ayrı roman olacak yan görevler vardı, ve ana hikaye de çok etkileyiciydi, anlatmakla olmayacak kadar, belki kendiniz internetten bakarsınız.

bir müddet sonra, artık oyun dünyası büyük firmaların kucağına düşerken, eskisi gibi amatör ruhlu oyunlar piyasadan silinmeye başladılar, ama o endüstri devleri de öyle oyunlar yaptılar ki, bu oyunlar sanki aktörlüğü bizzat sizin yaptığınız filmler gibiydiler. hikayeleri derin, oynanışları cezbediciydi. half-life ( ), homeworld ( ) ( ) elder scrolls; daggerfall ( 17b23 ) ve daha niceleri.

bu gün ise, oyunlar bambaşka yerlere geldiler, limbo( ), minecraft ( ), flight simulator x( ) ve şu an aklıma gelmeyen nice oyun artık insanları eğlendirmenin ötesindeler, isterseniz erişme imkanınız olmayan bir durumu simule edebilir, isterseniz sanal alemde kendinize bir dünya yaratabilir, isterseniz en karanlık kuyularda dolaşabilir, isterseniz neler neler tecrübe edebilirsiniz.

hayatıma bir yerinden dokunup geçmiş onlarca oyundan sadece bir iki tanesini yazabildim burada, daha multiplayer oyunlarda tanışılan rus, ingiliz, alman, çinli, meksikalı, brezilyalı vb arkadaşlardan, amnesia, gta, skyrim gibi oyunlardan, heavy rain, alan wake gibi interaktif film tadında oyunlardan, l.a. noire'den vs vs. bahsetmedim, ama durumu anlatabilmişimdir herhalde.

ben bugün kim isem artık, bu halime ulaşmamda bilgisayar oyunlarının katkısı çok olmuştur. hayaller kurdurtmuş, eğlendirmiş, insanlarla tanıştırmış, uçurmuş, savaştırmış, seviştirmiştir beni oyunlar. 40 saat aralıksız diablo oynayıp ölen adamın yaptığı şey bilgisayar oynamak değil diye düşünüyorum, takıntı bu.

call of duty, battlefield oynamak da insanı manyak yapmaz, cem yılmaz'ın dediği gibi, biri istanbul'a bakıp şair oluyor, ötekisi bakıyor ulan istanbul ananı skicem senin diyor.

açıkçası, bende mi bir sorun var diye düşündüğüm konudur bilgisayar oyunları, tanıdığım hiç kimsenin hayatında ufak da olsa yer edinmemişler fifa, pes vs. dışında.

neyse efendim, kısacası, bilgisayar oyunları güzeldir.

eşcinsellik

anladığım kadarıyla, ergenlikten itibaren toplum tarafından hoş görülmeyen bir hissi yaşamak, hayatının büyük bir parçasını gizli tutmak, dışlanmak, açıkça öteklienebiliyor olmak yüzünden ülkemdeki eşcinsel insanların büyük bir çoğunluğu hayatın bir çok yanı üzerine düşünemeye fırsat bulamayacak kadar kendi dertlerinde boğuluyorlar.

ben eşcinsel bir kişinin karşılaştığı problemleri tecrübeyle bilemem, ama olduğum gibi olmak yüzünden sıkıntı çekmeyi iyi bilirim.

benden bağımsız bir örnek olarak, bir zamanlar bir sevgilim vardı. doğuştan böbrek problemi vardı, on sekizinde böbrek yetmezliği yüzünden diyalize girmeye başlamıştı. hayatının tamamı bu hastalıktı. bazen düşünüyorum da beni sevmesinin belki de tek sebebi, bir sevgiliye sahip olarak kendi rahatsızlığını unutmaktı, ama bilmem mümkün değil tabii. umutsuzluk ve depresyonla o kadar yoğun bir mücadele içindeydi ki, kendi fikirlerini üretecek bir zaman bulamıyordu, yani her konuda demek istiyorum. en genel kanı neyse o da bana onları tekrar ediyordu. lisede öğretilen tarih doğruydu onun için, o hem kemalistti hem solcu, abisi galatasaraylı olduğu için galatasaraylıydı. şair istanbulu dinliyordu ya hani gözleri kapalı, ve istanbul güzeldi, o yüzden onun için de istanbul güzeldi. oysa o tedavi için istanbula geldikten sonra önce avcılarda, sonra bakırköyde yaşamıştı, istanbul nere, oralar nere. belki de tüm türkiyenin en yaşanılmaz yerleri... ama işte istanbul güzeldi, çünkü bunun üzerine düşünmeye gücü ve vakti yoktu, umursayamazdı bile bunu, zira hep öleceğini düşünüyor, bu konularla uğraşmak yerine aklına hep evlenmeyi ve çocuk sahibi olmayı getiriyordu.

neyse efendim yani demem o ki, yurdum eşcinsel gençlerinde, yani yirmi beş yaşın altında, böyle bir durum var sanki. herhangi bir şey düşünemeyecek kadar yorgun, şaşkın, güçsüzler. hepsinin ailevi problemleri, kendilerine ait gizili bir hayatları var. başka bir yolu olmadığı için elbette, ama yorum yapmıyorum, yani gördüğümü tarif etmeye çalışıyorum. tanıdıklarım, gördüklerim hep böyle* .

sözlüğün sol penceresinde günlük hayata dair başlıkları çok nadiren görüyorum, bu konuların konuşulabileceği çok fazla yer de yok, doğaldır burada cinsellik üzerine konuşmak, ama ne bileyim eşcinsel bireylerin birbiriyle spor, politika, müzik, sanat üzerine paylaşacak hiç bir şeyleri olmadığına inanasım gelmiyor.

belki de herhangi başka bir sözlükte de paylaşılabilecek şeyleri, ya da arkadaşlarla paylaşılabilecek şeyleri bir de burada yazmaya gerek görmüyordur yazarlar, bilemem. sen ne anlarsın, bizim buna ihtiyacımız var hissinde olabilir insanlar. daha önce yazmıştım, ben bilmem, bear bilir.

yok, sen bilirsin, illa ki söyle diyorsanız, ayısözlüğü kurtarılmış bölge haline getirmek, potansiyelini harcamak gibi geliyor bana.

yeni başlayanlar için hayat

küvezden çıkınca kadının birisi size meme verecek, yadırgamayın emiverin gitsin.

ötekileştirmek

sözlük konsepti gereği ötekileştirmenin ve ötekileştirilmenin başlığına bir entry yazmasam çatlardım, wall of text mi geliyor ne?

aslında yazıya böyle başlamamak lazımdı, sıkıcıyım lan ben diye bağırarak başlayan yazı mı olur, neyse...insan doğduğu andan itibaren diğer varlıklarla, örneğin bebek sandalyesi, anne, kitap vb. etkileşir, çocukken, henüz entellektüel bir karşılık verecek bir gücü yokken okulda, mahallede, evde tanıdığı büyükler vasıtasıyla endoktrine edilir, eğitilir, bir bağlamda da evcilleştirilir. toplu yaşamanın getirilerinden birisidir bu, karıncaların aksine insan içgüdüsel olandan fazlasını kullanarak, düşünceler üreterek sürüleşir ve toplumlaşır.

toplu halde yaşamak için gerekli mavallar kolay kabuledilebildiği ve çok keskin cevaplar sunduğu için insanın bireyleşmesi öyle hemen oluvermez, eğer siz kendi ezberlerinizi bozmayı başaramazsanız bu bireyselleşme hiç bir zaman da olmayabilir.

kendi değerleri, inançları ya da inançsızlıkları, kendisinin belirlediği öncelikleri olmayan, kendi sevgi ve korkusunun kaynağının ne olduğunu başkalarına sorup öğrenmeye çalışan insanların bulduğu kolay cevaplara ulaşamaz, kendi soru ve arayışınızla baş başa kalırsınız. birey olarak kendi hayatını, ölümünü, ihtiyaç ve arzularını sürekli olarak düşünen ve ölene kadar da düşünmeye devam edecek olan insanlar kendi fikirlerinin bu bireyselleşmemiş topluluktan çok farklılaştığını fark edebilir, kendi kendilerini diğer insanlar gözünde öteki konumuna düşürdüklerini ya da eninde sonunda düşüreceklerini görebilirler.

doğum yeriniz ve doğduğunuz ülke ile birlikte standart pakette gelmeyen düşünce ve arzuların çoğu sizin çarmıha gerilmenize neden olur.

bu farklılaşan fikir ve davranışların o kadar geniş bir skalası vardır ki... cinsel kimlik, politik kimlik, arkadaş seçimleri, aile bireylerine tutum, tip, dil, dini inanç ve kültür farkı, ekonomik durum ve daha nice değişken fikir, davranış ve kalıtım yüzünden insanlar farklılaşır ve çoğunluk, zavallı bireyi
toplumsal tahtrevallinin diğer ucuna, oradaki boş koltuğa atar. kişi kendi kendine özgürce düşündüğü ya da hissettiği için ötekileştirilir. (alakasız duracak ama yazmam gerektiğini hissediyorum; bence, kişinin en çaresizce yanlızlaştığı an da bu andır ve bu yoldan geri dönmek mümkün olmayabilir)

ötekileyen insanların bunun farkında olduklarını bile düşünmüyorum. onların fikirleri pek bir sarsılmaz oldukları için, sonuçta yanlış olan siz olmalısınız! hayat boyu verilecek bir savaşa hoş geldiniz...

işin acı yanı, kendimizi tanımladığımız kimlikler yüzünden o kimliğe mensup olmayanlarla otomatik olarak ötekileşip bir çatışma haline giriyoruz. keşke karşımızdaki varlığın insan olduğunu ve gerisinin önemli olmadığını söyleyebilseydik ama şu son sözlerimi edecekken aklıma ne geldi, sözlüğün aktif yazar sayısı binli sayılara ulaşırsa, burada birbirlerini milli kimlik üzerinden ötekileyen ayıları görebiliriz örneğin, ya da eşcinsel eğilim farklılığından dolayı birbirlerini sevmeyen insanları daha çok görebiliriz.

anladığım kadarıyla ötekileştirilmek ötekileştirmeye engel değil, düşüncelerimizi bir tartmakta fayda var diye düşünüyorum.


karşı cinsten teklif almak

aylık bin beş yüz lira artı sigorta artı yeme içme masrafları da teklife dahilse bir iş teklifi yapıyor olabilir, sırf karşı cins diye hemen reddetmeyin.

hamama giren terler

bu lafı doğru yerde kullanırsanız karşıdaki insanı sus pus edebilirsiniz,

coni- hey dostum, yarışma için hazırladığım bilgisayar kodunu hatırlıyor musun? teslimi bu akşamdı ve ne oldu tahmin et, o patron olacak kaltak yazılımın değişmesini istiyor, anlıyormusun ha, tüm gün bununla uğraşmam gerekecek dostum, yarışmaya kadar nasıl yetişecek bu kadar iş, ha söyle bana, ha?

maykıl- ee dostum, hamama giren terler.

coni- ee.. evet. neyse gideyim ben.

yaşlandıkça yakışıklı olan erkekler

x men de hangi karakter

20 tane adamsınız anca biriniz mystique demiş. çarşıdan alıyorsun bir tane eve geliyorsun bin tane, akıllı olun oğlum, akıllı!

star wars seven erkek

star wars sevmeyenler genellikle fight club'ı da jean claud vandamme'ın oynadığı bir dövüş filmi sanarlar. öyle işte.
Henüz takip ettiği biri yok.
Henüz takip eden biri yok.