ayı sözlük yazarlarının şu an dinlediği şarkılar
ohh ohh, şıkkıdı şıkkıdı, ohh ohh...
corey hart - sunglasses at night (12'' extended mix)
the killers - read my mind (pet shop boys' stars are blazing mix)
erasure - snappy (justin robertson the spice has risen mix)
frankie goes to hollywood - welcome to the pleasuredome (brothers in rhythm rollercoaster mix)
cyndi lauper - same ol' story (morel's pink noise vocal mix)
sevişirken dinlenecek şarkılar
benim için yatak odası deyince, yatak deyince, yatakta sevişmek deyince, düzeyli (!) seks deyince, yatak odası sesi (evet, ses!) deyince, yatakta aşk deyince, yatak odasında buram buram kokan seks deyince, insanın içini belki şömine gibi yakan, belki de ferahlatan seks deyince, şaraplı şampanyalı seks deyince, kırmızı ışıklı yatak odası deyince, yatakta gece seks deyince, uzun süreli seks deyince, bağlılık yeminli seks deyince, ultra deluxe seks deyince, yatakta ohhşş deyince...
aklıma gelen, hemen ve sadece iki isim var: isaac hayes, barry white. elimde değil. yatak odası sesliler işte...
prostat orgazmı
bu hafta minibüste yolculuk yaparken yolcularla neredeyse topluca yaşadığımız şeydir.
araç epey hızlı giderken bit tümseğe denk geldik, gerçi orada tümsek olduğu dümdüz yolda neredeyse 500 metre öteden fark ediliyordu ya, neyse, araba sert bir şekilde zıpladı. hani organlarım yer değiştirdi denir ya. fakat kalabalık arabada oturanların yaşadığı şiddetli "oturtulma" hareketiyle yüzlerinde oluşan engellenemez gülümsemeyi, ki genç bir kızı dudaklarını ısırırken bile gördüm, fotoğraflamak isterdim. peki benim yüzüm? ifademi bilmiyorum ama kıpkırmızı olduğuna eminim.
ayı sözlük yazarlarının şu an dinlediği şarkılar
sigur rós - gobbledigook (gluteus maximus mix)
public image ltd. - lollipop opera
psychic tv - tribal (drum club analog/sex mix)
drums of death - transistor rhythm
camille sauvage - requiem pour satan
atatürk'ün eşcinsel olduğunu iddia etmek
söz konusu olan sitede eşcinsel yakıştırmasının "evet, böyle biri olabilirdi" den ziyade hakaret amaçlı yapıldığı aşikar. bu durumda eşcinsel, türevi, benzeri kelimelere pozitif ayrımcılık yapmadan önce bir daha düşünmekte fayda var. mayolu fotoğraf, alıntılanan "bilmmne bilmemneyi yapıyor" cümleleriyle yapılan hareketler, "eşcinsel (gay)" şeklinde açıklamalar (eşcinsel nedir? hakkaten nedir? gaydir! haaa şimdi anladım.)
bu konu "velev ki ibneyim" meselesine benziyor. şahsi fikrim vurucu bir slogan olduğu, ama bireysel olarak baktığımda kendi hayatımda uygulamayacağım bir şey. tam tersi düşünen, hakareti hakaret edenin elinden almayı savunan da kendi içinde tutarlı olabilir ama... amaç hakaret etmek olduğu sürece, kafa o yola kendini vurduğu sürece benim bilimsel (?) açıklamalarım, zeki (?) manevralarım aslında o kadar da işe yaramayacaktır.
bir de dip not: aynı sitede
http://gercektarihvekultur.blogspot.com/... yazısını hiç üşenmeyin, okuyun. eleştiri kötü bir şey değildir. ama dilimize çok hakim insanlar olarak her zaman eleştiri ile yargıyı, iddia ile gerçeği, kesinlik ile bilimselliği birbirine karıştırmışızdır. bu anlamda, ama takıntılı bir kafanın elinde ironinin ne hallere geleceğini de görmek için iyi bir fırsat.
sevilmiyor oluşun kronikleşmiş denklemi
bir varmış, bir yokmuş. bir insan varmış. ama bu bir insandan pek çok varmış.
hiçbir insan kendini sevmezse başkasının kendisini sevdiğini göremez, bilemezmiş. sevdiğinin kendisini sevmediğini, ya da çoğunlukla yanlış anlaşılan, kavga nedeni olan, "benim istediğim gibi sevmediğini" bilinç üstünde değil de bilinç altında fark ettiğinde kendine olan sevgisinin elinden kaydığını, kırıldığını, bir daha eskisi gibi olamayacağını düşünürmüş. o zaman annesiymiş, babasıymış, kardeşiymiş, arkadaşıymış, hiçbirini gözü görmezmiş. (bunun altında yatan da hali hazırda el altında olmalarıymış aslında.) hayal kırıklığı, kendini cezalandırma, karşındakini yargılama derken işler iyice karışırmış.
oysa ilişkilerde çoğunluk gözle görülmeyen ince bir bağ varmış. o bağ hiç umulmayan şeyleri bile kaldırır, ama bir kere koptu mu tüm organikliğini kaybedermiş.
gelelim sevgisizlikten kıvranan kardeşimize. onun acısı kuşkusuz çokmuş, ancak yaşayan bilirmiş, başkalarının anlaması zor, hatta imkansızmış. hatta yorum yapmaları hakaretin tam kendisiymiş. ama bu illetten kurtulması, hatta gözünün görmediği o başkalarının da yardımıyla, ama ancak ve ancak ve ancak kendisinin bilinçli, istekli adımları ile mümkünmüş. yoksa geçti geçti diye her bilinç altına atılan sorun eninde sonunda kan donduran hayaletler olarak geri dönermiş. o zaman bu ders verici masal bir korku öyküsüne dönüşürmüş.
bana herkesi sevme hakkı verdiler ama ben seni seçtim
hani hak verilmez alınırdı, hani sevgi hazıra konma değil emek verme idi. hani hani hani...
ayrıca herkesi seçebilme gibi bir özgürlüğe sahip dünya vatandaşlarını bu şansa... pardon hakka sahip oldukları için kutluyorum.
bu hak biletleri dağıtılırken ben neredeydim, onu da merak ediyorum. (los kıskançlıkos)
johnny depp
potansiyeli olan, istedi mi gayet iyi iş çıkaran, ama giderek isminin ardına gizlenen bir oyuncu bence depp. son 10 yıldır izlediğim neredeyse her filminde bir karakteri değil de kendini oynuyormuş gibi geliyor. ama bulunduğu projeleri düşününce, hem kendisi hem de seyircileri bundan gayet memnun gibi.
hayatında hiç gabile chat kullanmamış gay
benim olduğum insan grubudur. hatta böyle bir site olduğunu burası sayesinde öğrendim.
ilk ismi gözüme çarptığında bir şeyin el sürçmesi sonucu yanlış yazılmış hali herhalde diye düşünmüştüm: bir şey, bir şey işte ama hangi şey? bir kere gidip baktım ama tasarımını bile hatırlamıyorum. ama başka sitelerde de hesabım yok zaten. (sildiğimden değil, zaten olmadı. yok yok bir tanesinde olmuştu. hatta bu nickle. ama gerçekten hatırlamıyorum.) başta cesaretsizlikten, sonra da meraksızlıktan. genelin kullandığını düşünüce manyaklık veya yalancılığın daniskası gibi gelebilir kulağa/göze. bu durumda kimse kimseye hesap vermek zorunda olmadığına göre, yalan söylemenin de lüzumu yok.
peki, yalancı değilsem... o zaman... bildiğin manyak oluyorum!!!
nil karaibrahimgil
çok hoş, şirin, başarılı, kendine özgü işler çıkaran bir hanım kızımız.
ama şarkıları, jingle'ları bende birbirine sürten iki köpük etkisi yaratıyor. dişlerim kamaşıyor. bu durumla ne kendisinin ne de benim bir problemim olduğunu sanmıyorum. yani ne onun umurunda, ne de benim.
ama kimi sevenlerinin, ben dayanamıyorum deyince en hafifinden "ama güzel kız", en ağırından ise "sen neden anlarsın ki" diye verdikleri tepki... işte asıl sorun bu.
mükemmel insan sıkıcılığı
hemen ilk akla gelen, kimsenin söylemekten kendini alamadığı, lafı gediğine koyan klişe:
"mükemmel? kime göre, neye göre?"
sonra ortalık sakinleşir, kafalar diner, çaktırmadan kişisel hesaplar yapılır ve bir hüzün çöker:
"hangi ara mükemmeli buldun da sıkıldın?"
2013 esc ve trt
eurovision tabii ki organizasyonu yapanlar açısından ciddiye alınacaktır. eğlence adına da, evet diyorum. başka türlü "eurovision" olması, hala "kült" olabilmesi mümkün değil.
ama müzik adına, çok çok eskileri katmadan söylüyorum, hele de dünyaya tanınma adına (amaç eğer bu ise) bir faydası olduğunu düşünmüyorum. doğrusu oturup seyrettiğim de yok. aynı zamanda lost'u da hala oturup izlememiş biri olarak ciddiye alınacaklığım (?!) da yok.
böyle düşünmeme rağmen, milli mesele yapılmasını, veya uyduruk nedenlerden dolayı yayınının yapılmamasını tam anlamıyla saçmalık olarak gördüğümü söyleyeyim.
kısacası; bana dokunmasa da başkalarına dokunan o malum yılanlar yaşamasın diyorum.
ayı sözlük yazarlarının şu an dinlediği şarkılar
bugün cover günü...
jes - love song (hiç beğenmedim, ama dinlemiş olduk sonuçta)
eurythmics - last night i dreamt that somebody loved me
george michael - song to the siren
cyndi lauper - my baby just cares for me
sneaker pimps - how do
aradığım erkek beni taşıyabilmeli kafasındaki insan
hiç sevmediğim bir tabir var; kezban diye. zaten bahtsız olan bu isimin iyice çamura bulanmış halidir. ama bu kezban sözleri diye yapılan paylaşımlarda ironik açıdan baktığımda en hoşuma giden, daha doğrusu ilgimi çeken laflardan biridir. oturduğu yerden kendine bol keseden değerler veren, bu haliyle bile kendini büyük bir kazanım olarak gören prenses ve prenslerin, aslında görmeyen, göremeyen, söylersem belki olur beklentisiyle neredeyse bilinçsizce edilen sözlerden biri. çünkü %99 öyle biriyle karşılaşamayacak, bu tür şeyleri duyamayacak. bu açıdan bakınca üzücü. ama öyle bir kültür içinde yaşıyoruz ki (sadece yurt içini kastetmiyorum), insanların kendilerini başkalarına beğendirmek için neredeyse atmayacağı takla yok. bu tür laflar bence özgüvenden çok bu taklalara giriyor. özellikle bu kültürün içinde doğanlar içinse tam bir şansızlık.
komik, ama altını kazıdığında üzücü...
les yeux sans visage
ovvv... sevdiğim franju'nun en sevdiğim iki filminden biri. (diğeri de judex. aklıma gelmişken akşama bir daha izleyeyim.)
jean redon'un (itiraf edeyim, ne kendisini tanımışlığım var ne de kitabını okumuşluğum) kitabından uyarlanan film yapım aşamasından sansür nedeniyle bazı kısıtlamalar yaşamış. futurelavirs ın yazdığı gibi daha çok belgesel kısa filmler çekmiş olan franju'nun bu ikinci uzun metrajı kendi ülkesinde pek iyi karşılanmamış. dönemi için uç özellikler içeren sahneleri ve temaları yüzünden kimi ülkelerde hem kesintili hem de kısa süreli gösterime girebilmiş.
amerika'da yine kesintili olarak (ki çoğu amerikan yapımı olmayan filmin kaderidir) the horror chamber of dr. faustus olarak yine kısa bir süre için gösterime girmiş ve pek de ilgi görmemiş. aslında bu ilgisizliğe çok da şaşırmamak gerek. çünkü franju'nun tarzı, genel seyirci için zamanında öcü görmekten farkı olmayan "tipik fransız filmi" kapsamına sokulacak cinsten.
yıllar sonra 1986'da fransa'da, 2003'de de amerika'da kesintisiz haliyle gösterime girmesi, criterion ve kino gibi önemli firmalarca piyasaya sürülmesi ile filmin giderek prestiji artar, daha doğrusu değeri anlaşılır. her ne kadar franju filmini korku filmi olarak değerlendirmese de şu anda en önemli ve özgün tür filmleri arasında, en iyiler listesinde yerini almış durumda.
tipik kötü/cani karakter barındırmayan, üzgün süzgün haliyle, maurica jarre'ın insanın içine dokunan müziğiyle, insanı çarpan bakışlı alida valli, özellikle de tüm bir filmi bir maskenin ardında oynamasına rağmen etkileyebilen edith scob ile (kendisini carax'ın muamması holy motors'da görebilirsiniz), sinemayı "gerçekten" sevenlerin mutlaka izlemesi gereken özel bir film. tabii hala izlemediler ise...

moby
90'ların başında yaptığı rave, techno ve ambient işlerini pek bir severim. play albümü itibariyle yaptıkları (electronica adına) serdar ortaç hissiyatı verir gibi olsa da basit, daha doğrusu sade melodilerden akılda kalıcı işler çıkarmasını takdir ediyorum. moby ile serdar ortaç'ı aynı cümle içinde kullandığım için de kendimi kınıyorum.
ayı sözlük yazarlarının şu an dinlediği şarkılar
passengers - theme from let's go native (bunu yukarıdaki girişten çaldım sayılabilir)
my life with the thrill kill kult - her sassy kiss
k.m.f.d.m. - a hole in the wall
trent reznor - quake theme (persia inversion)
p.i.l. - death disco (swan lake)
ennio morricone - spasmo
sevişmek için otele davet eden insan
yıllar yıllar önce bir arkadaşım anlatmıştı, iş nedeniyle şehir dışındalarmış. beraber yolculuk yaptığı iş arkadaşlarından birine karşı feci şekilde ilgi duymaya başlamış. ama tabii ki açılmamış kendisine. iş gezisinin ben diyeyim beş sen de altıncı gününde yemeğe gideceklerken biri hastalanmış, gitmemiş. arkadaşım da eğlenceli geçen yemekte meraklanıp bir gideyim bakayım demiş, gruptaki (kendisine damat adayı gözüyle bakan) kadınlar off ne düşünceli diye laf atmışlar hatta. her neyse, kapıyı çalmış, odasına girmiş. nasılsın demiş. iyiyim, ama ateşim var herhalde demiş. arkadaşım da dur bakayım diye atlamış, elini alnına koyacağına heyecandan şaşırıp boynuyla göğsü arasında bir yere koymuş. hem temastan dolayı (bu arada hastamız cayır cayır yanıyormuş gerçekten) hem de bir anda kafasına dann eden ne yaptım ben düşüncesi yüzünden tir tir titremeye başlamış. tam sıçtık diye elini çekerken hastamız elini bastırmış. ondan sonra kolundan tutup çekmiş. arkadaşım "şeyyy ben" demesine fırsat kalmamış. çünkü hasta olmasına rağmen gücünden bir şey kaybetmemiş. hastamız arkadaşımı ensesinden kavrayarak yüzüne doğru yaklaştırmış. sonra...
[deleted scene]
...yani bu olay olduktan sonraki sabah arkadaşımın da ateşi çıkmış. hastalık daha fazla kimseye bulaşmasın diye ikisini de istanbul'a geri göndermişler. bir hafta istirahat almışlar.
yani diyeceğim şu, otel odalarında hasta biriyle ilgilenirken dikkatli olmak lazım. insan hastalık kapabilir. nezle, grip, bunlar hep kötü şeyler. aman dikkatli olun, e mi?
evli bir erkekle ilişki yaşamak
işin "ne olabilir ki" kısmından bakalım. kısa vadede güvenlidir. akmaz, kokmaz, bulaşmaz gibi. evli olan sen değilsen temkinli olmak zorunda olan odur. en az güvenilen taraf da sen ama olsun o kadar. üstelik naz yapmaya da hakkın vardır. ama iş uzun vadeye varırsa, duygusallık baş göstermeye başlarsa hayal kırıklığına, derin yaralara neden olabilir.
işin "benim için önemli" kısmından bakalım. kendime en son yakıştıracağım niteliklerden biridir ahlakçı olma. ama aldatma aldatmadır. kadınmışsın, erkekmişsin hiç bir farkı yok benim için. evli olsun, olmasın, ilişkisi varsa bu aldatmaya girer. bu o ikisinin arasındaki mesele dememeli. çünkü sen de 3. kişi olmuşsun. ortak çıkmışsın bir kere. bir kere böyle bir şey yaşadım. hoş, işin içinde bağlanma yoktu, eğlencesi ise çoktu. hatta "o" kısmı çıkardığında çok iyi iki arkadaş olduğumuz bile söylenebilir. ama sonra, aldatma işine ortak olma kısmı acıtmaya başladı. beraber olduğun kişiyi suçlamak, onun arkasına geçmek, önce o düşünsün demek, ama mutsuzlar demek senin tercihini daha kabul edilebilir kılmıyor ne yazık ki.
yok, eğer umrunda değilse, bu satırları bu kısma gelmeden okumayı bırakmışsındır zaten. şanslısın. vicdan bazen çok zor taşınır bir yük oluyor çünkü.
bilmemne mutfağı
bilmemne mutfağı en sevdiğim mutfak cinsidir. kimse sana hangi yemeğin nasıl yapıldığı hakkında ukalalık taslamaz. facebook da twitter da bilmemne lezzet durağı diye fotolu paylaşımlar yapılmaz. en iyisini şurada bulunur diye yol tarifleri yapılmaz. olmayan aşçısıyla kurulan dostluklar ballandırılmaz. en aç zamanlarında aklına sokulup sinirlerin bozulmaz.
viva bilmemne mutfağı!