operazionepaura

Durum: 431 - 0 - 0 - 0 - 06.05.2023 22:32

Puan: 6610 - Sözlük Kezbanı

15 yıl önce kayıt oldu. 1.Nesil Yazar.

ısırayım da geçsin...
  • /
  • 22

ayı sözlük yazarlarının şu an dinlediği şarkılar

ohh ohh, şıkkıdı şıkkıdı, ohh ohh...

corey hart - sunglasses at night (12'' extended mix)
the killers - read my mind (pet shop boys' stars are blazing mix)
erasure - snappy (justin robertson the spice has risen mix)
frankie goes to hollywood - welcome to the pleasuredome (brothers in rhythm rollercoaster mix)
cyndi lauper - same ol' story (morel's pink noise vocal mix)

sevişirken dinlenecek şarkılar

benim için yatak odası deyince, yatak deyince, yatakta sevişmek deyince, düzeyli (!) seks deyince, yatak odası sesi (evet, ses!) deyince, yatakta aşk deyince, yatak odasında buram buram kokan seks deyince, insanın içini belki şömine gibi yakan, belki de ferahlatan seks deyince, şaraplı şampanyalı seks deyince, kırmızı ışıklı yatak odası deyince, yatakta gece seks deyince, uzun süreli seks deyince, bağlılık yeminli seks deyince, ultra deluxe seks deyince, yatakta ohhşş deyince...

aklıma gelen, hemen ve sadece iki isim var: isaac hayes, barry white. elimde değil. yatak odası sesliler işte...

prostat orgazmı

bu hafta minibüste yolculuk yaparken yolcularla neredeyse topluca yaşadığımız şeydir.

araç epey hızlı giderken bit tümseğe denk geldik, gerçi orada tümsek olduğu dümdüz yolda neredeyse 500 metre öteden fark ediliyordu ya, neyse, araba sert bir şekilde zıpladı. hani organlarım yer değiştirdi denir ya. fakat kalabalık arabada oturanların yaşadığı şiddetli "oturtulma" hareketiyle yüzlerinde oluşan engellenemez gülümsemeyi, ki genç bir kızı dudaklarını ısırırken bile gördüm, fotoğraflamak isterdim. peki benim yüzüm? ifademi bilmiyorum ama kıpkırmızı olduğuna eminim.

ayı sözlük yazarlarının şu an dinlediği şarkılar

sigur rós - gobbledigook (gluteus maximus mix)
public image ltd. - lollipop opera
psychic tv - tribal (drum club analog/sex mix)
drums of death - transistor rhythm
camille sauvage - requiem pour satan

atatürk'ün eşcinsel olduğunu iddia etmek

söz konusu olan sitede eşcinsel yakıştırmasının "evet, böyle biri olabilirdi" den ziyade hakaret amaçlı yapıldığı aşikar. bu durumda eşcinsel, türevi, benzeri kelimelere pozitif ayrımcılık yapmadan önce bir daha düşünmekte fayda var. mayolu fotoğraf, alıntılanan "bilmmne bilmemneyi yapıyor" cümleleriyle yapılan hareketler, "eşcinsel (gay)" şeklinde açıklamalar (eşcinsel nedir? hakkaten nedir? gaydir! haaa şimdi anladım.)

bu konu "velev ki ibneyim" meselesine benziyor. şahsi fikrim vurucu bir slogan olduğu, ama bireysel olarak baktığımda kendi hayatımda uygulamayacağım bir şey. tam tersi düşünen, hakareti hakaret edenin elinden almayı savunan da kendi içinde tutarlı olabilir ama... amaç hakaret etmek olduğu sürece, kafa o yola kendini vurduğu sürece benim bilimsel (?) açıklamalarım, zeki (?) manevralarım aslında o kadar da işe yaramayacaktır.

bir de dip not: aynı sitede http://gercektarihvekultur.blogspot.com/... yazısını hiç üşenmeyin, okuyun. eleştiri kötü bir şey değildir. ama dilimize çok hakim insanlar olarak her zaman eleştiri ile yargıyı, iddia ile gerçeği, kesinlik ile bilimselliği birbirine karıştırmışızdır. bu anlamda, ama takıntılı bir kafanın elinde ironinin ne hallere geleceğini de görmek için iyi bir fırsat.

sevilmiyor oluşun kronikleşmiş denklemi

bir varmış, bir yokmuş. bir insan varmış. ama bu bir insandan pek çok varmış.

hiçbir insan kendini sevmezse başkasının kendisini sevdiğini göremez, bilemezmiş. sevdiğinin kendisini sevmediğini, ya da çoğunlukla yanlış anlaşılan, kavga nedeni olan, "benim istediğim gibi sevmediğini" bilinç üstünde değil de bilinç altında fark ettiğinde kendine olan sevgisinin elinden kaydığını, kırıldığını, bir daha eskisi gibi olamayacağını düşünürmüş. o zaman annesiymiş, babasıymış, kardeşiymiş, arkadaşıymış, hiçbirini gözü görmezmiş. (bunun altında yatan da hali hazırda el altında olmalarıymış aslında.) hayal kırıklığı, kendini cezalandırma, karşındakini yargılama derken işler iyice karışırmış.

oysa ilişkilerde çoğunluk gözle görülmeyen ince bir bağ varmış. o bağ hiç umulmayan şeyleri bile kaldırır, ama bir kere koptu mu tüm organikliğini kaybedermiş.

gelelim sevgisizlikten kıvranan kardeşimize. onun acısı kuşkusuz çokmuş, ancak yaşayan bilirmiş, başkalarının anlaması zor, hatta imkansızmış. hatta yorum yapmaları hakaretin tam kendisiymiş. ama bu illetten kurtulması, hatta gözünün görmediği o başkalarının da yardımıyla, ama ancak ve ancak ve ancak kendisinin bilinçli, istekli adımları ile mümkünmüş. yoksa geçti geçti diye her bilinç altına atılan sorun eninde sonunda kan donduran hayaletler olarak geri dönermiş. o zaman bu ders verici masal bir korku öyküsüne dönüşürmüş.

bana herkesi sevme hakkı verdiler ama ben seni seçtim

hani hak verilmez alınırdı, hani sevgi hazıra konma değil emek verme idi. hani hani hani...

ayrıca herkesi seçebilme gibi bir özgürlüğe sahip dünya vatandaşlarını bu şansa... pardon hakka sahip oldukları için kutluyorum.

bu hak biletleri dağıtılırken ben neredeydim, onu da merak ediyorum. (los kıskançlıkos)

johnny depp

potansiyeli olan, istedi mi gayet iyi iş çıkaran, ama giderek isminin ardına gizlenen bir oyuncu bence depp. son 10 yıldır izlediğim neredeyse her filminde bir karakteri değil de kendini oynuyormuş gibi geliyor. ama bulunduğu projeleri düşününce, hem kendisi hem de seyircileri bundan gayet memnun gibi.

hayatında hiç gabile chat kullanmamış gay

benim olduğum insan grubudur. hatta böyle bir site olduğunu burası sayesinde öğrendim.

ilk ismi gözüme çarptığında bir şeyin el sürçmesi sonucu yanlış yazılmış hali herhalde diye düşünmüştüm: bir şey, bir şey işte ama hangi şey? bir kere gidip baktım ama tasarımını bile hatırlamıyorum. ama başka sitelerde de hesabım yok zaten. (sildiğimden değil, zaten olmadı. yok yok bir tanesinde olmuştu. hatta bu nickle. ama gerçekten hatırlamıyorum.) başta cesaretsizlikten, sonra da meraksızlıktan. genelin kullandığını düşünüce manyaklık veya yalancılığın daniskası gibi gelebilir kulağa/göze. bu durumda kimse kimseye hesap vermek zorunda olmadığına göre, yalan söylemenin de lüzumu yok.

peki, yalancı değilsem... o zaman... bildiğin manyak oluyorum!!!

nil karaibrahimgil

çok hoş, şirin, başarılı, kendine özgü işler çıkaran bir hanım kızımız.

ama şarkıları, jingle'ları bende birbirine sürten iki köpük etkisi yaratıyor. dişlerim kamaşıyor. bu durumla ne kendisinin ne de benim bir problemim olduğunu sanmıyorum. yani ne onun umurunda, ne de benim.

ama kimi sevenlerinin, ben dayanamıyorum deyince en hafifinden "ama güzel kız", en ağırından ise "sen neden anlarsın ki" diye verdikleri tepki... işte asıl sorun bu.

mükemmel insan sıkıcılığı

hemen ilk akla gelen, kimsenin söylemekten kendini alamadığı, lafı gediğine koyan klişe:

"mükemmel? kime göre, neye göre?"

sonra ortalık sakinleşir, kafalar diner, çaktırmadan kişisel hesaplar yapılır ve bir hüzün çöker:

"hangi ara mükemmeli buldun da sıkıldın?"

2013 esc ve trt

eurovision tabii ki organizasyonu yapanlar açısından ciddiye alınacaktır. eğlence adına da, evet diyorum. başka türlü "eurovision" olması, hala "kült" olabilmesi mümkün değil.

ama müzik adına, çok çok eskileri katmadan söylüyorum, hele de dünyaya tanınma adına (amaç eğer bu ise) bir faydası olduğunu düşünmüyorum. doğrusu oturup seyrettiğim de yok. aynı zamanda lost'u da hala oturup izlememiş biri olarak ciddiye alınacaklığım (?!) da yok.

böyle düşünmeme rağmen, milli mesele yapılmasını, veya uyduruk nedenlerden dolayı yayınının yapılmamasını tam anlamıyla saçmalık olarak gördüğümü söyleyeyim.

kısacası; bana dokunmasa da başkalarına dokunan o malum yılanlar yaşamasın diyorum.

ayı sözlük yazarlarının şu an dinlediği şarkılar

bugün cover günü...

jes - love song (hiç beğenmedim, ama dinlemiş olduk sonuçta)
eurythmics - last night i dreamt that somebody loved me
george michael - song to the siren
cyndi lauper - my baby just cares for me
sneaker pimps - how do

aradığım erkek beni taşıyabilmeli kafasındaki insan

hiç sevmediğim bir tabir var; kezban diye. zaten bahtsız olan bu isimin iyice çamura bulanmış halidir. ama bu kezban sözleri diye yapılan paylaşımlarda ironik açıdan baktığımda en hoşuma giden, daha doğrusu ilgimi çeken laflardan biridir. oturduğu yerden kendine bol keseden değerler veren, bu haliyle bile kendini büyük bir kazanım olarak gören prenses ve prenslerin, aslında görmeyen, göremeyen, söylersem belki olur beklentisiyle neredeyse bilinçsizce edilen sözlerden biri. çünkü %99 öyle biriyle karşılaşamayacak, bu tür şeyleri duyamayacak. bu açıdan bakınca üzücü. ama öyle bir kültür içinde yaşıyoruz ki (sadece yurt içini kastetmiyorum), insanların kendilerini başkalarına beğendirmek için neredeyse atmayacağı takla yok. bu tür laflar bence özgüvenden çok bu taklalara giriyor. özellikle bu kültürün içinde doğanlar içinse tam bir şansızlık.

komik, ama altını kazıdığında üzücü...

les yeux sans visage

ovvv... sevdiğim franju'nun en sevdiğim iki filminden biri. (diğeri de judex. aklıma gelmişken akşama bir daha izleyeyim.)

jean redon'un (itiraf edeyim, ne kendisini tanımışlığım var ne de kitabını okumuşluğum) kitabından uyarlanan film yapım aşamasından sansür nedeniyle bazı kısıtlamalar yaşamış. futurelavirs ın yazdığı gibi daha çok belgesel kısa filmler çekmiş olan franju'nun bu ikinci uzun metrajı kendi ülkesinde pek iyi karşılanmamış. dönemi için uç özellikler içeren sahneleri ve temaları yüzünden kimi ülkelerde hem kesintili hem de kısa süreli gösterime girebilmiş.

amerika'da yine kesintili olarak (ki çoğu amerikan yapımı olmayan filmin kaderidir) the horror chamber of dr. faustus olarak yine kısa bir süre için gösterime girmiş ve pek de ilgi görmemiş. aslında bu ilgisizliğe çok da şaşırmamak gerek. çünkü franju'nun tarzı, genel seyirci için zamanında öcü görmekten farkı olmayan "tipik fransız filmi" kapsamına sokulacak cinsten.

yıllar sonra 1986'da fransa'da, 2003'de de amerika'da kesintisiz haliyle gösterime girmesi, criterion ve kino gibi önemli firmalarca piyasaya sürülmesi ile filmin giderek prestiji artar, daha doğrusu değeri anlaşılır. her ne kadar franju filmini korku filmi olarak değerlendirmese de şu anda en önemli ve özgün tür filmleri arasında, en iyiler listesinde yerini almış durumda.

tipik kötü/cani karakter barındırmayan, üzgün süzgün haliyle, maurica jarre'ın insanın içine dokunan müziğiyle, insanı çarpan bakışlı alida valli, özellikle de tüm bir filmi bir maskenin ardında oynamasına rağmen etkileyebilen edith scob ile (kendisini carax'ın muamması holy motors'da görebilirsiniz), sinemayı "gerçekten" sevenlerin mutlaka izlemesi gereken özel bir film. tabii hala izlemediler ise...

moby

90'ların başında yaptığı rave, techno ve ambient işlerini pek bir severim. play albümü itibariyle yaptıkları (electronica adına) serdar ortaç hissiyatı verir gibi olsa da basit, daha doğrusu sade melodilerden akılda kalıcı işler çıkarmasını takdir ediyorum. moby ile serdar ortaç'ı aynı cümle içinde kullandığım için de kendimi kınıyorum.

ayı sözlük yazarlarının şu an dinlediği şarkılar

passengers - theme from let's go native (bunu yukarıdaki girişten çaldım sayılabilir)
my life with the thrill kill kult - her sassy kiss
k.m.f.d.m. - a hole in the wall
trent reznor - quake theme (persia inversion)
p.i.l. - death disco (swan lake)
ennio morricone - spasmo

sevişmek için otele davet eden insan

yıllar yıllar önce bir arkadaşım anlatmıştı, iş nedeniyle şehir dışındalarmış. beraber yolculuk yaptığı iş arkadaşlarından birine karşı feci şekilde ilgi duymaya başlamış. ama tabii ki açılmamış kendisine. iş gezisinin ben diyeyim beş sen de altıncı gününde yemeğe gideceklerken biri hastalanmış, gitmemiş. arkadaşım da eğlenceli geçen yemekte meraklanıp bir gideyim bakayım demiş, gruptaki (kendisine damat adayı gözüyle bakan) kadınlar off ne düşünceli diye laf atmışlar hatta. her neyse, kapıyı çalmış, odasına girmiş. nasılsın demiş. iyiyim, ama ateşim var herhalde demiş. arkadaşım da dur bakayım diye atlamış, elini alnına koyacağına heyecandan şaşırıp boynuyla göğsü arasında bir yere koymuş. hem temastan dolayı (bu arada hastamız cayır cayır yanıyormuş gerçekten) hem de bir anda kafasına dann eden ne yaptım ben düşüncesi yüzünden tir tir titremeye başlamış. tam sıçtık diye elini çekerken hastamız elini bastırmış. ondan sonra kolundan tutup çekmiş. arkadaşım "şeyyy ben" demesine fırsat kalmamış. çünkü hasta olmasına rağmen gücünden bir şey kaybetmemiş. hastamız arkadaşımı ensesinden kavrayarak yüzüne doğru yaklaştırmış. sonra...

[deleted scene]

...yani bu olay olduktan sonraki sabah arkadaşımın da ateşi çıkmış. hastalık daha fazla kimseye bulaşmasın diye ikisini de istanbul'a geri göndermişler. bir hafta istirahat almışlar.

yani diyeceğim şu, otel odalarında hasta biriyle ilgilenirken dikkatli olmak lazım. insan hastalık kapabilir. nezle, grip, bunlar hep kötü şeyler. aman dikkatli olun, e mi?

evli bir erkekle ilişki yaşamak

işin "ne olabilir ki" kısmından bakalım. kısa vadede güvenlidir. akmaz, kokmaz, bulaşmaz gibi. evli olan sen değilsen temkinli olmak zorunda olan odur. en az güvenilen taraf da sen ama olsun o kadar. üstelik naz yapmaya da hakkın vardır. ama iş uzun vadeye varırsa, duygusallık baş göstermeye başlarsa hayal kırıklığına, derin yaralara neden olabilir.

işin "benim için önemli" kısmından bakalım. kendime en son yakıştıracağım niteliklerden biridir ahlakçı olma. ama aldatma aldatmadır. kadınmışsın, erkekmişsin hiç bir farkı yok benim için. evli olsun, olmasın, ilişkisi varsa bu aldatmaya girer. bu o ikisinin arasındaki mesele dememeli. çünkü sen de 3. kişi olmuşsun. ortak çıkmışsın bir kere. bir kere böyle bir şey yaşadım. hoş, işin içinde bağlanma yoktu, eğlencesi ise çoktu. hatta "o" kısmı çıkardığında çok iyi iki arkadaş olduğumuz bile söylenebilir. ama sonra, aldatma işine ortak olma kısmı acıtmaya başladı. beraber olduğun kişiyi suçlamak, onun arkasına geçmek, önce o düşünsün demek, ama mutsuzlar demek senin tercihini daha kabul edilebilir kılmıyor ne yazık ki.

yok, eğer umrunda değilse, bu satırları bu kısma gelmeden okumayı bırakmışsındır zaten. şanslısın. vicdan bazen çok zor taşınır bir yük oluyor çünkü.

bilmemne mutfağı

bilmemne mutfağı en sevdiğim mutfak cinsidir. kimse sana hangi yemeğin nasıl yapıldığı hakkında ukalalık taslamaz. facebook da twitter da bilmemne lezzet durağı diye fotolu paylaşımlar yapılmaz. en iyisini şurada bulunur diye yol tarifleri yapılmaz. olmayan aşçısıyla kurulan dostluklar ballandırılmaz. en aç zamanlarında aklına sokulup sinirlerin bozulmaz.

viva bilmemne mutfağı!
  • /
  • 22

belladonna of sadness

bu yıl 50. yaşına basan japon anime kültü.(1973) seks, şeytan, şiddet of of.

psychelic müzikleri, atmosferi, dokusu alır duvardan duvara çarpar. 100 tane modern anime izleyip sinefil kesilen sidikli uyduruk anime övcülere ders niteliğindedir.

Toplam entry sayısı: 431

eski sevgilimin yeni sevgilisine not

söyleyecek laf çoktur da...

ama artık içinde "ben" olmayan ilişkide bana laf düşmez. cidden.

hatta söylemesi ve kabul etmesi en zor şekliyle söyleyeyim: onu bunu aydınlatmak yerine bazı 2. ve her 3. şahıs gibi "benim de vazgeçilebilir" olduğumu kabullenmem gerek. aklımız nasıl anca bize yetiyorsa, o büyük olasılıkla tanımadığım(ız) 3. kişinin de , biz aydınlatıcı (!) bilgiler verirken hissedeceği, düşüneceği şey budur.

bu arada tekrar edeyim: o ilişkide ki asıl 3.kişi hala ben(dir).

ayı sözlük yazarlarının şu an dinlediği şarkılar

masumiyetin tatlı kanatlarından...
doris day - fly me to the moon

erotizmin hafif çırpınmalarına doğru...
alessandro alessandroni - devil's nightmare

ve seks seks seks...
anthony newley & fiona richmond - my first time

derken bir anda karanlık basar...
the aloof - one night stand

ardından hissettiğin huzur mu, huzursuzluk mu... ona kendin karar ver.
sigur rós - fjögur pianó

golden shower

hani bazen insanın "şu anda her şeyi yapabilirim" dediği anlar vardır ya...

yok mu? sadece ben mi?

her neyse, bazen merak etmiyor değilim. sonra, vitamin aldığım zaman çişimi saran o kokuya nasıl dayanamadığım aklıma geliyor. ya da herhangi bir umumi tuvaletteki koku. o zaman hızla ıh-ıh moduna geri dönüyorum.

sandığınız gibi değil. valla bak. açık..laya..bilir...dim.

(yalnız duş görevi gören arkadaşların nasıl da şeffaf işediklerini görünce, sanırım bunun için ayrı bir diyete giriyorlar.)

feminenlere saygı duyuyorum

şu "saygı duyuyorum ama..." diye başlayan cümleleri düşünüyorum ve tdk'ya bakıyorum.

http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=c...

saygı
isim
1. isim değeri, üstünlüğü, yaşlılığı, yararlılığı, kutsallığı dolayısıyla bir kimseye, bir şeye karşı dikkatli, özenli, ölçülü davranmaya sebep olan sevgi duygusu, hürmet, ihtiram
"insanlara saygıyı yitirdin mi yandın bittin, on paralık oldun demektir." - y. kemal
2. başkalarını rahatsız etmekten çekinme duygusu

sonra bir bakmışsın, gaylere saygı duyuyorum ama yaklaşanın kafasını kırarım, kadınlara saygı duyuyorum ama çok açık geziyorlar, erkeklere saygı duyuyorum ama hepsi sarkıyor, pasiflare saygı duyuyorum ama hepsi kompleksli hetero-kadın düttürüsü, farklı düşüncelere saygı duyuyorum ama monako falan filan...

ben dedim oldu (bölüm xix)

debbie gibson



debbie gibson'ı (çıktığı zamanlarda) daha şirin bulsam da bu kavgada tarafım tiffany.
şaka bir yana, zamanında sıkı rakip/düşman gibi gösterilseler de (çünkü "everybody loves a good catfighting") aslında hiç öyle olmamışlar.
not: felaket efektleri ve uyduruk dev hayvanların kapıştığı kötünün kötüsü syfy/asylum yapımı 2011 yapımı megapython vs. gatoroid'den alınma.

gudubet

the good, the bad & the gudubet

yataklıdan rahatsızım

adına da derler seks...

http://www.hurriyet.com.tr/gundem/227028...

üzerine uzun uzun yorum yapmak gibi bir güdüm var, kenarda hevesle bekliyor. ama tabii ki gündem değiştirmekten başka hiç bir amacı olmayan bir açıklama. ama eminim destekleyeni de vardır. bizim gibi sazan gibi atlayıp "n'oluyosunuz" diyeni de...

ama ilk okuduğumda, saftirik bir ateist olarak ağzımdan arapça bir şeyler çıkmaya çalıştığı durumunu yadsıyamayacağım. ne de olsa her türk mazluman, yok müslümhan, ya da her neyse ondan doğar.

bir insanı tanımaya başladıkça eski heyecanın kaybolması

birini ilk tanımaya başladığınızda kafanızda onun için ayırdığınız yer %99 (ya da biz öyle diyelim, sembolik, metaforik bik bik bik) boştur. bu alan sizin serbest alanınızdır ve istediğiniz gibi doldurursunuz. bunu yapmanın heyecanı, zevki bambaşkadır. henüz yaşamadığınız, görmediğiniz özellikleri kimbilir nasıldır diye, en küçük hareketinden çıkardığınız koca koca anlamlarla ballı şerbetli yaratılmayı bekler. yaratılır da... ama, kaçınılmaz bir şekilde, istemeseniz de, tanıdıkça o geçici süreyle kapatılmış boşlukları kendi doldurmaya başlar. sonra da gelsin o meşhur "göründüğü gibi değilmiş" muhabbetleri.

hayal kırıklığı yaşıyorsanız, bunun acısının nedenin yarısı size aittir. çuvaldızı zaten ona batırıyorsun, şimdi o iğneyi kendine çevir ve...

zombi

haiti kaynaklı bir kavram olan zombi, büyü yoluyla canlandırılan ölü demek. sinemada ilk örnekleri ruhu olmayan beyaz gözlü insanlar şeklindedir. romero'nun klasiği night of the living dead ile, ama özellikle devam filmi dawn of the dead ile bugün küçük çocukların bile bildiği, hastalık sonucu aşırı etoburlaşmış ölülere dönmüş durumda. 2000'lerde ise her şeyin daha bir hızlanması, kağnıdan da ağır yürüyen zombileri etkilemiş, danny boyle'un 28 days later'ının ses getirmesi ile ciddi anlamda hareket hızı kazanmışlardır. ilk örneklerde zombiler egzotik bir korku öğesi iken, 70'lerde bu korku öğesinin tüketim toplumun temsil etmesi devrimsel sayılsa da tür olarak kendisi bir tüketim malzemesi haline çoktan gelmiş durumda.

şahsi olarak ısrarla tavsiye edebileceğim zombi/zombili filmleri:

1920 - das cabinet des dr. caligari
1932 - white zombie
1943 - i walked with a zombie
1945 - dead of night
1964 - the incredibly strange creatures who stopped living and became mixed-up zombies (adı üstünde bir film, trippy!)
1966 - the plague of the zombies (hammer tarzı, ürkütücü suratlı zombiler)
1968 - night of the living dead
1971 - la noche del terror ciego (tombs of the blind dead) (en favori filmlerimden / ölü şövalyeler dehşet saçıyor)
1972 - children shouldn't play with dead things (gizli klasik)
1972 - pánico en el transiberiano (horror express) (atmosferi yeter)
1972 - dead of night (deathdream) (üzgün bir korku filmi)
1973 - ataque de los muertos sin ojos (return of the blind dead) (ya da ölü şövalyelerin dönüşü)
1974 - non si deve profanare il sonno dei morti (let sleeping corpses lie) (çok çok çok sevdiğim bir film. çok demiş miydim?)
1977 - rabid (ilk zamanlar ki cronenberg i özlemiyorum desem yalan olur)
1977 - shock waves (ilk nazi zombilerden)
1978 - dawn of the dead
1979 - zombi 2 (zombie flesh-eaters) (bir fulci klasiği. hastasıyım.)
1979 - zombie holocaust (doctor butcher, m.d.) (o kadar kötü ki... seviyorum bu filmi)
1980 - paura nella città dei morti viventi (city of the living dead) (açık ara en sevdiğim fulci filmlerinden biri. hatta bir nevi fetiş.)
1981 - ...e tu vivrai nel terrore! l'aldilà (the beyond) (fulci fulci ulci)
1981 - le notti del terrore (burial ground: nights of terror) (bu da cidden kötü bir film, porno film mantığıyla nasıl bir korku filmi çekilirin iyi bir örneği)
1981 - dead & buried (sağlam atmosferi olan, gerçekten ilginç bir filmdir. çocukken izlediğim için unutmam mümkün değil.)
1981 - the evil dead (klasik!)
1983 - one dark night
1985 - day of the dead (bugün izlediğimiz zombilere asıl şeklini veren film desek daha doğru olur)
1985 - re-animator (bir başka klasik.)
1985 - the return of the living dead (korku ile komedinin en başarılı kokteyllerinden biri)
1986 - night of the creeps
1987 - prince of darkness (hastasıyım carpenter'in. aynı zamanda sinemada tek başıma izlediğim ilk film.)
1987 - evil dead ii (dead by dawn! dead by dawn!)
1988 - dead heat
1990 - night of the living dead (tom savini'nin yeniden çevirimi. hiç de fena değil.)
1990 - bride of re-animator
1992 - braindead (dead alive) (en şirin zombie filmi #1)
1993 - return of the living dead 3 (ilkinden daha az komik, efektleriyle göz dolduruyor.)
1994 - dellamorte dellamore (cemetery man) (anında unuttuğum yeniden çevirimi bu filmin 1/10'u bile etmiyor. çok sağlam filmdir.)
2002 - 28 days later (koş zombi koş ya da zombileri tekrar hortlatan film #1)
2002 - deathwatch
2004 - dawn of the dead (zombileri tekrar hortlatan film #2. asıl filme saygıda kusur göstermemesi ayrı bir takdire şayanlık.)
2004 - shaun of the dead (en şirin zombie filmi #2)
2006 - black sheep (zombi koyun? aynen öyle!)
2006 - fido (korku filmi olmayan zombi filmi)
2006 - poultrygeist: night of the chicken dead (tam bir troma çılgınlığı. tam bana göre bir film. ciddi sinemaseverler ısrarla uzak dursun.)
2007 - mulberry street (sürpriz)
2007 - planet terror (çok sevmemekle beraber tür severlerin izlemesi gerektiğini düşünüyorum. hala izlememişlerse tabii.)
2008 - otto; or up with dead people (ai gai, ai zombi)
2007 - [●rec] (züpper! özellikle ilk izleyiş tam bir rollercoaster.)
2007 - the signal
2008 - deadgirl
2008 - trailer park of terror (fena değil.)
2009 - la horde (fransız sinizmine sahip zombi filmi)
2009 - pontypool (izlediğim en enteresan, en cesur zombi filmlerinden biri. macera seven sinemaseverler mutlaka izlemeli)
2009 - [●rec]2 (ilki kadar olmasa da sırf enerjisi için izlemeli)
2009 - the revenant
2012 - the cabin in the woods (arızalı bir klasik! neredeyse orgazmik.)

not: cranberries meselesine gelince... şimdi kızanı, eksileyeni çok olacak ama celine dion'un my heart will go on'una kimi insan nasıl katlanamıyorsa ben de bu parçaya katlanamıyorum. ha, evet, bir de dolores o'riordan'ın titrek sesini de sevemedim bir türlü. yalan değil, bunda çevremdekilerin kendisi için "bir tanrıça, dünyaya inmiş bir melek vazu vizu" propogandalarının etkisi de büyük. oysa, ilk çıktıkları dreams'i severdim. hakikaten. ama olmadı, olamadı.

anatidaefobi

http://www.magdaboreysza.com/portfolio/m... tarzı bir şeyse korkacak bir şey yok, ama veya gibi ise o zaman ben de anatidaefobik bir kişiliğim.

futurelavirs

bu adamın yazılarındaki kıvraklık, anlattığı konuya hakimliği ve hınzır gözlemciliği bende olsa kıçımın seviyesi çoktan burnumun üstüne çıkmıştı. keyifle ve merakla takipteyiz.

(..yız?! biz kim?! ben takipteyim, ben!)

her konuştuğu gayin kendisine yazdığını sanan gay

bu gay kardeşlerin (!) ne de çok derdi varmış dedirten başlıktır.

"her konuştuğu gayin kendisine yazdığını sanan gayin kendisine yazdığını sanan gay" arkadaşlara derin gir nefes çekip buradan selam gönderiyorum.

ayı sözlük yazarlarının şu an dinlediği şarkılar

efenim, "ayı sözlük yazarının şu anda dinlediği şarkılar" kısmına geçmeden önce minik bir açıklama yapacağım.

ayısözlük'e girdiğim zamanlarda yaptığım standart bir davranışım var. bilgisayarın hafızasındaki binlerce ne oldukları bilinerek koyulmuş şarkıdan oluşan klasörlerden itinayla ve hızlı bir şekilde 5 parça seçilir. çalmaya başar. genelde 15-25 dakika arası tutar. süre bittiğinde göz gezdirme de bitmiş olur. yani paylaştığım şarkılar "en favori çalma listem" değil. kaldı ki öyle bir başlık olsa girdi de bulunmazdım. sevdiğim, vazgeçemeyeceğim şarkılar o kadar çok ki listesini yapmam mümkün değil. (niyet-sonuç ilişkisi)

ayrıca bu tarz girdileri olan eni topu 2 kişiyiz herhalde. o kadar girdi arasında arada bir "ısrarla" yapılan bu paylaşımların niye "cidden tuhaflaştığını" alamadım. adı üstünde: "ayı sözlük yazarlarının şu an dinlediği şarkılar".

not: cümlelerimin hiç birinde gizli ima, alaycılık veya dişini gösterme öğesi bulunmamaktadır. eleştiri yapan yazar(lar)ın iyi niyetine inanılarak yazılmıştır.
Henüz takip ettiği biri yok.