sevgili olmazsak sevişmem
diyelim ki böyle biri var. sadece sevgili olma şartıyla beraberlik kabul ediyor, buna inanıyor. ya da böyleymiş rolü yapmaktan hoşlanıyor. ya da kendi kendine yalan söylüyor. ama sonuçta söylüyor. şimdi, böyle diyen birine sanki müşteri, pardon adaymış gibi bakıp tersini kabul ettirmeye çalışmak neyin nesi? adaysan, işine gelmiyorsa, eyvallah dersin, konu da anında kapanır. yok değil, dost tavsiyesi vermek istiyorsan, bu şekilde yapılmaz. kaldı ki böyle bir konuda nasıl bir tavsiye verilir ki: "önüne gelene ver, rahatlarsın" mı?
klişe ama doğru bir laf vardır. herkes başkasını kendisi gibi zannedermiş. insanların birbirlerini çok rahat yargılaya bilmelerinin nedenlerinden biri de bu. yaptığın, seçtiğin şeyler senin için en doğru olabilir, bunlardan dolayı etiketlenmemeyi/yargılanmamayı/reddedilmemeyi istemek herkes gibi seninde hakkın. ama başkasına sırf senin gibi davranmadığı için saf-salak-aptal-yalancı sıfatlarını şap diye yapıştırmak eleştiri kapsamına girmez. olsa olsa at gözlüğünün şeklini belirler. (hele şu hemen her yamukluğu günah keçisi heteroseksüelliğe/heteroseksüellere yüklemek yok mu?!) bazıları, insanlara sınırsız özgürlük verildiği zaman hep aynı şeyleri yapacağını sanıyorlar herhalde.
seks iyidir, hoştur, istenildiği gibi yaşandığında ciddiye alınacak bir mutluluktur ve evet yemek içmek gibi bir zorunluluktur. aynı zamanda bir iletişim yoludur. ama bunu yaşamanın, tatmin olmanın yüzlerce yolu var. her hoşuna gidenle uğraşmadan beraber olup, ardından kendine iyi bak diyerek bir daha karşılaşmamak bunlardan sadece biri.
anal ilişki çağrışımı yapan kremler
karşılaştığı her anal kelimesinde "ekki mukki", her oral kelimesinde "ohş, mhşş" seslerini istemsizce çıkaran bireylerin malum yerlerine vicks ile karıştırılıp rahatlıkla (zevkle) sürüle bilinecek türden kremlerdir. devamı isteğinize kalmış. (ur pain, mi plezure)
ondan sonra başkalarına beyni çükünde de...
oldu!
1.68 boyunda olup 1.75'im diyen erkek
teoride bende 3cm kısadır. pratikte ise... şirin bir erkektir. hele etli butluysa, ele avuca geliyorsa (?!), mıncıklanacak kıvamdaysa aman aman. isterse 3.30'um bile diyebilir. ben onun yalanını yerim.
yok, yalan söyledim. yalanını yemem. ama yalan söylemezse o zaman kendisini yerim. valla bak.
black dahlia
bizde siyah dalya diye basılan dörtlemenin ilk kitabını türkçe'de bulmak biraz zor. bulunca kaçırmamalı derim.
film versiyonuna gelince; başta david fincher tarafından 3 saatlik siyah-beyaz olarak planlanan filmin projesi, fincher vazgeçince de palma'ya geçmiş. kadrosunda josh hartnett, scarlett johansson, aaron eckhart, hilary swank gibi güncel popüler isimleri barındıran film, dönemini çok iyi yansıtan sanat yönetimi ve kimi tipik de palma anlarına rağmen, merak ve süreklilik duygusundan uzak, başroldekilerin alenen zorlama (kasıntı?) rol yaptığı, izlemesi zor bir film olmuş. sevdiğim bir yönetmen olan de palma'nın en sevmediğim filmlerinden biri.
mia kirshner'a gelince. kendisi aslında filmin provalarına oyunculara eşlik etmek için katılmış. fakat de palma kendisinden o kadar etkilenmiş ki, senarist josh friedman'la beraber oldukça az olan elizabeth short diyaloglarını arttırmışlar. karakterin olmaya çalıştığı marilyn monroe gibi masumlukla seksiliğin birleştiği görüntüsünden ve performansından gözleri almak çok çok zor. filmin görselliği ile beraber açık ara tek artısı.
myra breckinridge
vidal'ın myra karakteri üzerinden günlük şeklinde yazdığı kitap (vidal myra'nın tarzını oluştururken anaïs nin'in günlüklerinden etkilenmiş), 1968 yılında çıktığında epey bir gürültü koparır. bu kopan gürültü filminin çekilmesine neden olur. kadrosunda raquel welch, john huston, mae west, farrah fawcett, tom selleck gibi isimler barındırmasına rağmen kötü film damgası yemekten kurtulamaz. bunun nedeni içeriği nedeniyle cesareti midir, yoksa ele geçen bir fırsatın içine edilmesi midir, ona siz karar verin.
şahsi fikrim, kitabın sadece sansasyonel tarafının öne çıkarılması nedeniyle başarısız olmasıdır. vidal'ın kitabının merkezi olan feminizm ve cinsiyet rolünün bu uğurda harcandığını söylemem lazım. kısa kısa baktığınızda (fragmanı da değil) tam da 70'lere yakışır, çılgın ve iştah açıcı bir film gibi görünse de, 94 dakikalık bir film haliyle bu hissi veremiyor. yine de cesur bir sinemasever iseniz ciddiye almadığınız sürece izlemek eğlenceli olabilir. kitabını ise, popüler okuyucularına naftalin hissi verdirse de edinmekte fayda var. (bu biraz uyduruk bir tavsiye oldu. yanılmıyorsam bu kitabı türkçe bulmanız mümkün değil. bakınız ben bulabilmiş değilim.)
ayı sözlük yazarlarının yattığı erkek sayısı
ben diyeyim şey, sen diyesin... yok yok demeyesin. öyle lafı edilmeyecek kadar şey bir şey. (şey; bir tür rakam)
çetele tutmadığın için tam rakam söyleyemezsin, yüksek rakam söylesen ya ohha abarttın denir, ya da kaşarın önde gideni. yo da skor hastası. az desen, çık çık, saklama denir. ya da bu tür ele yüzü görünmeme olasılığı olan platformlarda, demek tipsizmiş ki bir şey becerememiş denir, yüzüne değil tabii ki. yani radar dışı. ya da romatik takılıyorsun diye kezban damgası yersin. bu da böyle bir şey. (şey; pek çok türden her ucu boklu değnekler)
tabii umurunda olana...
george andrew romero korku üçlemesi
yahu onca lgbt tbrt mgmt şeyi varken dedem zamanında çekilmiş uyduruk zombi filmleri neyime diyebilirsiniz. haklısınız da. ama bazıları (misal ben) haddini bilemiyor ve kendini durduramıyor. afiyetle buyurunuz:
* küçük bir hatırlatma. romero'nun ölü üçlemesi ölü altılısına dönüşmüş durumda.
1. night of the living dead (1968)
- filmin 1986, 1997 ve 2004 yıllarında farklı firmalarca hazırlanmış renklendirilmiş versiyonları var. (siyah beyaz halini her halükarda tercih etsem de 2004 versiyonuna bakmak farklı bir baharat etkisi yaratabilir.)
- 1990 yılında makyaj ve efekt efsanesi tom savini tarafından yeniden çevrimi yapıldı. kötü olmayan, zararlı olmayan, ama yine de ne gerek vardı denilen cinsten.
- 1999 yılında basılan ve yakın tarihte çekilmiş eklenen sahneler ve yeniden düzenlenmiş müzikleri ile bir tür fan versiyonu olan 30.yıl özel baskısından şahsen uzak durun derim. (romero'nun uzak durduğu kesin.) daha da fenası bu versiyona bir 2001 yılında bir devam filmi de yapıldı: children of the living dead. bu filmden ise ne kadar uzak olursanız o kadar iyi.
- 2009 yılında festival gösterimi yapılan night of the living dead: reanimated, farklı sanatçılardan tarafından yapılmış ve her biri farklı tarza sahip kısa animasyonlardan oluşuyor.
- 2010 yılında kısıtlı olarak gösterime giren versiyonu ise 3d olarak düzenlenmiş.
2. dawn of the dead (1978)
- filmin 4 farklı kurgusu var. kurgusunu dario argento'nun yaptığı az entrika, bol aksiyon, bolca et ve kan içeren en kısa versiyonunun (117 dakika) müzikleri efsane goblin'e ait. filmin avrupa'da gösterilen hali bu hali. işin ilginci argento versiyonu italya'da amerika'dan 8 ay önce gösterime girmesi. romero'nun sinema kurgusu 127 dakika, uzatılmış yönetmen versiyonu ise 139 dakika. filmin fanları tarafından düzenlenen hali ise 155 dakika. argento versiyonu hariç diğerlerinin müzikleri ise stock music kapsamına giriyor.
- 2004 yılında 300, watchmen, sucker punch gibi stilize filmlerin yönetmeni zack snyder tarafından (ki ilk filmidir) aynı isim altında yeniden çevirimi yapıldı. film hem eleştirmenlerden hem de seyircilerden, daha da önemlisi, ilk filmin fanlarından geçer not aldı. şu anda piyasayı sarmış olan zombi filmlerinin, sokaktan geçen birisine zombi nedir diye sorduğunuzda suratınıza tuhaf bakmamasının nedeni de bu film aslında. bu filmin ev sineması için çıkarılmış, snyder tarafından "asıl yapmak istediğim film bu" diye tanımladığı biraz daha uzun ve daha kanlı bir versiyonu mevcut. ciddi bir ilgiyle karşılanan dawn of the dead, amerika'da bir zombi salgınına neden olmaz. italyan et ve kan ustası fulci'nin bu filmin başarısıyla çektiği zombi (zombie flesh eaters) ise italya'da 1970-1980 arasında ciddi bir furyaya neden olur. günümüz popüler zombi tiplerinin oluşmasında romero kadar fulci'nin de etkisi vardır.
3. day of the dead (1985)
- romero'nun diğer filmlerinde de olan mesaj kaygısının iyice keskinleştiği, grafik şiddet ve kanın en üst seviyeye ulaştığı bu film de tıpkı diğerleri gibi bolca kesintiye uğrar. bugün kesintisiz haline rahatlıkla ulaşabildiğimiz filmin ise diğerlerinin aksine birden fazla versiyonu yok. yeniden çevirim konusunda ise epey bahtsız bir film. dawn of the dead'in yeniden çeviriminin başarısıyla, romero'ya alakası olmayan ve doğrudan video için çekilen devam/yeniden çevirim karması day of the dead 2: contagium (2005) ve friday the 13th'in yönetmeni steve miner tarafından yeniden çevirim olarak çekilen (ama 1985 yapımı filmle neredeyse hiç alakası olmayan) day of the dead (2008) için şunu söyleyeyim: zombi fanı değilseniz kaçın!
4. land of the dead (2005)
- the phantom menace'ı beklemek bir star wars fanı için nasıl bir şeyse, land of the dead'i beklemek de korku severler için aynı şey. senaryo aşamasında ismi twilight of the dead olan "büyük dönüş" filmidir. genelde olumlu eleştiriler alan filmin romero tarafından önceden planlanmış sansürlü (sinema için) ve sansürsüz (video için) versiyonları mevcut. bu filmin öncesini anlatan ve pc için hazırlanmış land of the dead: road to fiddler's green diye pek uyduruk bir oyunun piaysaya çıkmışlığı var.
5. diary of the dead (2007)
- romero, bu beşinci filmde belgesel tarzı anlatıma el atar.
6. survival of the dead (2009)
- serinin şimdilik en kötü eleştiri almış, seyirciden en az ilgi görmüş parçası. şimdilik diyorum çünkü romero'nun bu filmi arka arkaya çekilecek iki devam filmi çekmek istediği yönde açıklamaları var.
dipnot: küçük bütçeli, bağımsız nitelikli, tanınmamış oyunculu filmlerin ısrarlı yönetmeni romero, çizgi romana bayıldığını ama senaryosunu okuduğu halinin kendi tarzından uzak olduğunu öne sürerek reddettiği söyleniyor.
braid
bağımsız bir firma olan number none, inc. tarafından hazırlanmış, önce xbox live için 2008'de, pc'ler için de 2009'da çıkarılan tarihli bir "acayip" oyun. sempatik grafikli, basit görünüşlü, muhteşem (tekrarlıyorum m-u-h-t-e-ş-e-m!!!) müzikli bir oyun. çok basit görünenin zor olduğu, imkansızın kolay olduğu, içinde pixel avı, hızlı tıklama veya en hızlı tepki verme gibi klişeleri barındırmayan, zaman kavramıyla (oyunda zamanı ileri-geri almak karakteri yürütmek kadar kolay) oynarken beyninizi (sadece mantığınızı kullanarak) cidden zorlayan bir oyun, bunun yanında hiç umulmadık bir şekilde gözleri (cidden) buğulandıran bir oyun. muhteşem demiş miydim? olsun, bir daha diyorum: muhteşem!
http://braid-game.com/
sözlükçülerin asla dedikleri şeyler
klişe olacak ama (neredeyse) ne zaman "asla... yapmam" diye bir iddia da bulunsam başıma geliyor. ayrıca bazen sınırlarımı zorlamak, bulunduğum yerden fena görünen bir şeye farklı yerden bakmanın bana yeni bir şeyler katabileceğini de düşünüyorum, ki çoğu zaman da öyle oluyor. james bond'un da dediği gibi "never say never". (ayrıca bir itirafta bulunayım, yukarıda yazılmış bazı takıntılara -bildiğin takıntı canım- sahip olmamak hoşuma bile ile gitti.)
peter rauhofer
peter rauhofer (29/04/1965-07/05/2013)
90'ların başından beri dj'lik ve remix işinin içinde olan, farklı proje isimleriyle plaklar yayımlayan rauhofer, cher - believe için yaptığı remix ile grammy alır ve özellikle amerika'da çok hızlı bir şekilde ün kazanır.
tribal/progresif house ağırlıklı tarzı olan peter rauhofer; club 69, size queen, the collaboration vb. adı altında çıkardığı plaklarla dans listelerinde başarı elde ederken düzenlediği gay temalı partileri de ciddi ilgi görmektedir.
oldukça geniş bir yelpazeye sahip remikslerini yaptığı kimi isimler: eurythmics, madonna, justin timberlake, simply red, kylie minogue, the crystal method, rihanna, chicane, scissor sisters, everything but the girl, tori amos, ultra nate, gossip, seal, britney spears, whitney houston, yoko ono, david morales, pet shop boys, depeche mode, donna summer, janet jackson, nelly furtado, goldfrapp, frankie goes to hollywood, mariah carey, shakira, yazoo, adele, bronski beat, gotye, ayumi hamasaki, soft cell, filter, p!nk, paris hilton, duran duran...
şahsi not: rahuofer tarzı gereği pek ilgilendiğim, takip ettiğim biri isim değil. tıpkı junior vasquez gibi, zanaatkar tarzı takıldığında birbirinin kopyası işler çıkarırken (ki büyük isimlerle çalışırken kendilerinden istenen tam da bu), kendi işlerinde enteresan, kendine özgü şeyler de yapabilen biriydi. kimi club 69, size queen parçası, veya victor calderone ve pet shop boys ile ortak çalışması the collaboration gibi... dediğim gibi, kendisini çok takip etmemiş olsam da özellikle gay dans müziklerine şekil veren önemli isimlerden biriydi...
bu yıl içerisinde kendisine beyin tümörü teşhisi konulan rauhofer 7 mayıs 2013 tarihinden itibaren artık huzur içinde dinleniyor.
ayı sözlük yazarlarının depresyondan kurtulma taktikleri
kendimi kötü hissettiğim zamanlarda dışarı çıkıp yarım saat yürüyüş yapmak acayip işe yarıyordu.
... diye geçiştirmek isterdim.
lakin depresyon denilen illet bir fıkra, iki içki, bir sevişmeyle geçiştirilecek bir şey değil. en azından bu cephede.
buna rağmen kendi kendini imha etmeye çalışan bir girdi girebildiğim için kendimi kutluyorum.
(popoya şaplak)
ayı sözlük yazarlarının şu an dinlediği şarkılar
camille jones - the streets
moulinex - break chops (xinobi's pork chops remix)
bt - every other way (feat. jes) (phunk investigation remix)
phonique - for the time being (feat. erlend Øye) (hernán cattáneo & john tonks remix)
chase & status - time (feat. delilah)
+
ve tabii ki peter rauhofer'e 8 dakikalık saygı duruşu...
club 69 diva (feat. kim cooper) (pier queen mix)
insanın yaşlandığını anladığı an
sokakta yaşı 50'nin üzerinde bir çifti el ele dolaşırken görünce gülümsemek (bizim sokağımızda bir çift var, ikisi de ufacık tefecik, biri hacı dede tipli, diğeri de kapalı bir teyze, nasıl sallanarak yürüyorlar, ama hep el ele. insan gözünü alamıyor.),
orada burada bir çocukla ilgili dramatik bir şey görüldüğünde gözleri dolmak (bak bu sık yaşadığım bir şey),
30 yaş altının ölen biriyle ilgili "ama o da çok yaşlıymış ya" yorumlarına sinirlenmek (hem de nasıl),
önceden annen anlatırken hiç ilgini çekmeyen akrabalar arasındaki entrikaları giderek meraklanarak dinlemen (üstüne de yorumlar yapmak),
zevklerinin giderek incelmesi, ayrıntılanması (bak bu hakikaten güzel bir şey),
ağzından sürekli "ama bu yeni nesil de pek mış mış mış" cümlelerinin çıkması (ama öyle, ama öyle!!!)...
ayı sözlük yazarlarının şu an okuduğu kitaplar
iki kitap birden:
ruth rendell - su çok güzel
tama janowitz - new york köleleri
ayı sözlük yazarlarının şu an dinlediği şarkılar
masumiyetin tatlı kanatlarından...
doris day - fly me to the moon
erotizmin hafif çırpınmalarına doğru...
alessandro alessandroni - devil's nightmare
ve seks seks seks...
anthony newley & fiona richmond - my first time
derken bir anda karanlık basar...
the aloof - one night stand
ardından hissettiğin huzur mu, huzursuzluk mu... ona kendin karar ver.
sigur rós - fjögur pianó
aradığı seksi bulamayınca aseksüel olduğunu iddia eden kişi
elinde avucunda bir şey kalmadıysa ne yapsın garibim, en azından a sınıfından bir şeyler seçiyor. (ki aseksüellerin ulaşılmaz olması gibi bir imajları var.)
bakınız b sınıfı olanlara. gelen vuruyor, giden vuruyor.
(bir biseksüelin nafile acındırmaları; kitap 3, bölüm 7, sayfa 82)
döl ziyanlığı
demek elimize imkan verseler, gerici dediğimiz insanlardan, despotlardan, ırkçılardan vb daha fazla eliminasyon yapacağız.
hayatı minimize etmek
ben, yukarıdaki şeyleri yaparak zaten hayatımızı küçülttüğümüzü düşünüyordum. yaşama alanımızı, türlü çeşitli tüketime dayayarak en aza indirgediğimizi. ahh, türkçe (konuşanlar), nelere kadirsiniz.
emek sineması
sinemayla ilgili bir konunun sinemacılar tarafından tepki gösterilmesinin yanında, işin simgesel boyutu kavranamadığı sürece koskoca bir çoğunluk tarafından anlaşılması mümkün olmayan eylemler dizisidir. başka pek çok eylem gibi. o anlamayan çoğunluğun da, ne olduğunu anlayabilmesi için her şeyi devletten beklemek yerine bir zahmet kendinin de emek harcaması gerekmektedir. tabii anlama ihtiyacını gerçekten hissediyorsa.
bohem bir hayatım yok. en son ne zaman beyoğlu'na gittim bilmiyorum. ama yine de emek sinemasının simge değerini anlayabilecek/bilebilecek kadar anım var.
"onlarca aç insan dururken kedi köpek beslemek neye" tepkisini vermek, belli ki kimileri için bir şey yapmakla aynı kapıya çıkıyor.
crystalline turkuaz gölü
gerçekten göründüğü gibi bir yerse, ayağımı değdiremem bile buraya. böyle güzellik mi olur? (olur, ama böyle senden uzak olur.)