operazionepaura

Durum: 431 - 0 - 0 - 0 - 06.05.2023 22:32

Puan: 6610 - Sözlük Kezbanı

15 yıl önce kayıt oldu. 1.Nesil Yazar.

ısırayım da geçsin...
  • /
  • 22

sevgili olmazsak sevişmem

diyelim ki böyle biri var. sadece sevgili olma şartıyla beraberlik kabul ediyor, buna inanıyor. ya da böyleymiş rolü yapmaktan hoşlanıyor. ya da kendi kendine yalan söylüyor. ama sonuçta söylüyor. şimdi, böyle diyen birine sanki müşteri, pardon adaymış gibi bakıp tersini kabul ettirmeye çalışmak neyin nesi? adaysan, işine gelmiyorsa, eyvallah dersin, konu da anında kapanır. yok değil, dost tavsiyesi vermek istiyorsan, bu şekilde yapılmaz. kaldı ki böyle bir konuda nasıl bir tavsiye verilir ki: "önüne gelene ver, rahatlarsın" mı?

klişe ama doğru bir laf vardır. herkes başkasını kendisi gibi zannedermiş. insanların birbirlerini çok rahat yargılaya bilmelerinin nedenlerinden biri de bu. yaptığın, seçtiğin şeyler senin için en doğru olabilir, bunlardan dolayı etiketlenmemeyi/yargılanmamayı/reddedilmemeyi istemek herkes gibi seninde hakkın. ama başkasına sırf senin gibi davranmadığı için saf-salak-aptal-yalancı sıfatlarını şap diye yapıştırmak eleştiri kapsamına girmez. olsa olsa at gözlüğünün şeklini belirler. (hele şu hemen her yamukluğu günah keçisi heteroseksüelliğe/heteroseksüellere yüklemek yok mu?!) bazıları, insanlara sınırsız özgürlük verildiği zaman hep aynı şeyleri yapacağını sanıyorlar herhalde.

seks iyidir, hoştur, istenildiği gibi yaşandığında ciddiye alınacak bir mutluluktur ve evet yemek içmek gibi bir zorunluluktur. aynı zamanda bir iletişim yoludur. ama bunu yaşamanın, tatmin olmanın yüzlerce yolu var. her hoşuna gidenle uğraşmadan beraber olup, ardından kendine iyi bak diyerek bir daha karşılaşmamak bunlardan sadece biri.

anal ilişki çağrışımı yapan kremler

karşılaştığı her anal kelimesinde "ekki mukki", her oral kelimesinde "ohş, mhşş" seslerini istemsizce çıkaran bireylerin malum yerlerine vicks ile karıştırılıp rahatlıkla (zevkle) sürüle bilinecek türden kremlerdir. devamı isteğinize kalmış. (ur pain, mi plezure)

ondan sonra başkalarına beyni çükünde de...

oldu!

1.68 boyunda olup 1.75'im diyen erkek

teoride bende 3cm kısadır. pratikte ise... şirin bir erkektir. hele etli butluysa, ele avuca geliyorsa (?!), mıncıklanacak kıvamdaysa aman aman. isterse 3.30'um bile diyebilir. ben onun yalanını yerim.

yok, yalan söyledim. yalanını yemem. ama yalan söylemezse o zaman kendisini yerim. valla bak.

black dahlia

bizde siyah dalya diye basılan dörtlemenin ilk kitabını türkçe'de bulmak biraz zor. bulunca kaçırmamalı derim.

film versiyonuna gelince; başta david fincher tarafından 3 saatlik siyah-beyaz olarak planlanan filmin projesi, fincher vazgeçince de palma'ya geçmiş. kadrosunda josh hartnett, scarlett johansson, aaron eckhart, hilary swank gibi güncel popüler isimleri barındıran film, dönemini çok iyi yansıtan sanat yönetimi ve kimi tipik de palma anlarına rağmen, merak ve süreklilik duygusundan uzak, başroldekilerin alenen zorlama (kasıntı?) rol yaptığı, izlemesi zor bir film olmuş. sevdiğim bir yönetmen olan de palma'nın en sevmediğim filmlerinden biri.

mia kirshner'a gelince. kendisi aslında filmin provalarına oyunculara eşlik etmek için katılmış. fakat de palma kendisinden o kadar etkilenmiş ki, senarist josh friedman'la beraber oldukça az olan elizabeth short diyaloglarını arttırmışlar. karakterin olmaya çalıştığı marilyn monroe gibi masumlukla seksiliğin birleştiği görüntüsünden ve performansından gözleri almak çok çok zor. filmin görselliği ile beraber açık ara tek artısı.

myra breckinridge

vidal'ın myra karakteri üzerinden günlük şeklinde yazdığı kitap (vidal myra'nın tarzını oluştururken anaïs nin'in günlüklerinden etkilenmiş), 1968 yılında çıktığında epey bir gürültü koparır. bu kopan gürültü filminin çekilmesine neden olur. kadrosunda raquel welch, john huston, mae west, farrah fawcett, tom selleck gibi isimler barındırmasına rağmen kötü film damgası yemekten kurtulamaz. bunun nedeni içeriği nedeniyle cesareti midir, yoksa ele geçen bir fırsatın içine edilmesi midir, ona siz karar verin.

şahsi fikrim, kitabın sadece sansasyonel tarafının öne çıkarılması nedeniyle başarısız olmasıdır. vidal'ın kitabının merkezi olan feminizm ve cinsiyet rolünün bu uğurda harcandığını söylemem lazım. kısa kısa baktığınızda (fragmanı da değil) tam da 70'lere yakışır, çılgın ve iştah açıcı bir film gibi görünse de, 94 dakikalık bir film haliyle bu hissi veremiyor. yine de cesur bir sinemasever iseniz ciddiye almadığınız sürece izlemek eğlenceli olabilir. kitabını ise, popüler okuyucularına naftalin hissi verdirse de edinmekte fayda var. (bu biraz uyduruk bir tavsiye oldu. yanılmıyorsam bu kitabı türkçe bulmanız mümkün değil. bakınız ben bulabilmiş değilim.)

ayı sözlük yazarlarının yattığı erkek sayısı

ben diyeyim şey, sen diyesin... yok yok demeyesin. öyle lafı edilmeyecek kadar şey bir şey. (şey; bir tür rakam)

çetele tutmadığın için tam rakam söyleyemezsin, yüksek rakam söylesen ya ohha abarttın denir, ya da kaşarın önde gideni. yo da skor hastası. az desen, çık çık, saklama denir. ya da bu tür ele yüzü görünmeme olasılığı olan platformlarda, demek tipsizmiş ki bir şey becerememiş denir, yüzüne değil tabii ki. yani radar dışı. ya da romatik takılıyorsun diye kezban damgası yersin. bu da böyle bir şey. (şey; pek çok türden her ucu boklu değnekler)

tabii umurunda olana...

george andrew romero korku üçlemesi

yahu onca lgbt tbrt mgmt şeyi varken dedem zamanında çekilmiş uyduruk zombi filmleri neyime diyebilirsiniz. haklısınız da. ama bazıları (misal ben) haddini bilemiyor ve kendini durduramıyor. afiyetle buyurunuz:

* küçük bir hatırlatma. romero'nun ölü üçlemesi ölü altılısına dönüşmüş durumda.

1. night of the living dead (1968)
- filmin 1986, 1997 ve 2004 yıllarında farklı firmalarca hazırlanmış renklendirilmiş versiyonları var. (siyah beyaz halini her halükarda tercih etsem de 2004 versiyonuna bakmak farklı bir baharat etkisi yaratabilir.)
- 1990 yılında makyaj ve efekt efsanesi tom savini tarafından yeniden çevrimi yapıldı. kötü olmayan, zararlı olmayan, ama yine de ne gerek vardı denilen cinsten.
- 1999 yılında basılan ve yakın tarihte çekilmiş eklenen sahneler ve yeniden düzenlenmiş müzikleri ile bir tür fan versiyonu olan 30.yıl özel baskısından şahsen uzak durun derim. (romero'nun uzak durduğu kesin.) daha da fenası bu versiyona bir 2001 yılında bir devam filmi de yapıldı: children of the living dead. bu filmden ise ne kadar uzak olursanız o kadar iyi.
- 2009 yılında festival gösterimi yapılan night of the living dead: reanimated, farklı sanatçılardan tarafından yapılmış ve her biri farklı tarza sahip kısa animasyonlardan oluşuyor.
- 2010 yılında kısıtlı olarak gösterime giren versiyonu ise 3d olarak düzenlenmiş.

2. dawn of the dead (1978)
- filmin 4 farklı kurgusu var. kurgusunu dario argento'nun yaptığı az entrika, bol aksiyon, bolca et ve kan içeren en kısa versiyonunun (117 dakika) müzikleri efsane goblin'e ait. filmin avrupa'da gösterilen hali bu hali. işin ilginci argento versiyonu italya'da amerika'dan 8 ay önce gösterime girmesi. romero'nun sinema kurgusu 127 dakika, uzatılmış yönetmen versiyonu ise 139 dakika. filmin fanları tarafından düzenlenen hali ise 155 dakika. argento versiyonu hariç diğerlerinin müzikleri ise stock music kapsamına giriyor.
- 2004 yılında 300, watchmen, sucker punch gibi stilize filmlerin yönetmeni zack snyder tarafından (ki ilk filmidir) aynı isim altında yeniden çevirimi yapıldı. film hem eleştirmenlerden hem de seyircilerden, daha da önemlisi, ilk filmin fanlarından geçer not aldı. şu anda piyasayı sarmış olan zombi filmlerinin, sokaktan geçen birisine zombi nedir diye sorduğunuzda suratınıza tuhaf bakmamasının nedeni de bu film aslında. bu filmin ev sineması için çıkarılmış, snyder tarafından "asıl yapmak istediğim film bu" diye tanımladığı biraz daha uzun ve daha kanlı bir versiyonu mevcut. ciddi bir ilgiyle karşılanan dawn of the dead, amerika'da bir zombi salgınına neden olmaz. italyan et ve kan ustası fulci'nin bu filmin başarısıyla çektiği zombi (zombie flesh eaters) ise italya'da 1970-1980 arasında ciddi bir furyaya neden olur. günümüz popüler zombi tiplerinin oluşmasında romero kadar fulci'nin de etkisi vardır.

3. day of the dead (1985)
- romero'nun diğer filmlerinde de olan mesaj kaygısının iyice keskinleştiği, grafik şiddet ve kanın en üst seviyeye ulaştığı bu film de tıpkı diğerleri gibi bolca kesintiye uğrar. bugün kesintisiz haline rahatlıkla ulaşabildiğimiz filmin ise diğerlerinin aksine birden fazla versiyonu yok. yeniden çevirim konusunda ise epey bahtsız bir film. dawn of the dead'in yeniden çeviriminin başarısıyla, romero'ya alakası olmayan ve doğrudan video için çekilen devam/yeniden çevirim karması day of the dead 2: contagium (2005) ve friday the 13th'in yönetmeni steve miner tarafından yeniden çevirim olarak çekilen (ama 1985 yapımı filmle neredeyse hiç alakası olmayan) day of the dead (2008) için şunu söyleyeyim: zombi fanı değilseniz kaçın!

4. land of the dead (2005)
- the phantom menace'ı beklemek bir star wars fanı için nasıl bir şeyse, land of the dead'i beklemek de korku severler için aynı şey. senaryo aşamasında ismi twilight of the dead olan "büyük dönüş" filmidir. genelde olumlu eleştiriler alan filmin romero tarafından önceden planlanmış sansürlü (sinema için) ve sansürsüz (video için) versiyonları mevcut. bu filmin öncesini anlatan ve pc için hazırlanmış land of the dead: road to fiddler's green diye pek uyduruk bir oyunun piaysaya çıkmışlığı var.

5. diary of the dead (2007)
- romero, bu beşinci filmde belgesel tarzı anlatıma el atar.

6. survival of the dead (2009)
- serinin şimdilik en kötü eleştiri almış, seyirciden en az ilgi görmüş parçası. şimdilik diyorum çünkü romero'nun bu filmi arka arkaya çekilecek iki devam filmi çekmek istediği yönde açıklamaları var.

dipnot: küçük bütçeli, bağımsız nitelikli, tanınmamış oyunculu filmlerin ısrarlı yönetmeni romero, çizgi romana bayıldığını ama senaryosunu okuduğu halinin kendi tarzından uzak olduğunu öne sürerek reddettiği söyleniyor.

braid

bağımsız bir firma olan number none, inc. tarafından hazırlanmış, önce xbox live için 2008'de, pc'ler için de 2009'da çıkarılan tarihli bir "acayip" oyun. sempatik grafikli, basit görünüşlü, muhteşem (tekrarlıyorum m-u-h-t-e-ş-e-m!!!) müzikli bir oyun. çok basit görünenin zor olduğu, imkansızın kolay olduğu, içinde pixel avı, hızlı tıklama veya en hızlı tepki verme gibi klişeleri barındırmayan, zaman kavramıyla (oyunda zamanı ileri-geri almak karakteri yürütmek kadar kolay) oynarken beyninizi (sadece mantığınızı kullanarak) cidden zorlayan bir oyun, bunun yanında hiç umulmadık bir şekilde gözleri (cidden) buğulandıran bir oyun. muhteşem demiş miydim? olsun, bir daha diyorum: muhteşem!

http://braid-game.com/

sözlükçülerin asla dedikleri şeyler

klişe olacak ama (neredeyse) ne zaman "asla... yapmam" diye bir iddia da bulunsam başıma geliyor. ayrıca bazen sınırlarımı zorlamak, bulunduğum yerden fena görünen bir şeye farklı yerden bakmanın bana yeni bir şeyler katabileceğini de düşünüyorum, ki çoğu zaman da öyle oluyor. james bond'un da dediği gibi "never say never". (ayrıca bir itirafta bulunayım, yukarıda yazılmış bazı takıntılara -bildiğin takıntı canım- sahip olmamak hoşuma bile ile gitti.)

peter rauhofer

peter rauhofer (29/04/1965-07/05/2013)

90'ların başından beri dj'lik ve remix işinin içinde olan, farklı proje isimleriyle plaklar yayımlayan rauhofer, cher - believe için yaptığı remix ile grammy alır ve özellikle amerika'da çok hızlı bir şekilde ün kazanır.

tribal/progresif house ağırlıklı tarzı olan peter rauhofer; club 69, size queen, the collaboration vb. adı altında çıkardığı plaklarla dans listelerinde başarı elde ederken düzenlediği gay temalı partileri de ciddi ilgi görmektedir.

oldukça geniş bir yelpazeye sahip remikslerini yaptığı kimi isimler: eurythmics, madonna, justin timberlake, simply red, kylie minogue, the crystal method, rihanna, chicane, scissor sisters, everything but the girl, tori amos, ultra nate, gossip, seal, britney spears, whitney houston, yoko ono, david morales, pet shop boys, depeche mode, donna summer, janet jackson, nelly furtado, goldfrapp, frankie goes to hollywood, mariah carey, shakira, yazoo, adele, bronski beat, gotye, ayumi hamasaki, soft cell, filter, p!nk, paris hilton, duran duran...

şahsi not: rahuofer tarzı gereği pek ilgilendiğim, takip ettiğim biri isim değil. tıpkı junior vasquez gibi, zanaatkar tarzı takıldığında birbirinin kopyası işler çıkarırken (ki büyük isimlerle çalışırken kendilerinden istenen tam da bu), kendi işlerinde enteresan, kendine özgü şeyler de yapabilen biriydi. kimi club 69, size queen parçası, veya victor calderone ve pet shop boys ile ortak çalışması the collaboration gibi... dediğim gibi, kendisini çok takip etmemiş olsam da özellikle gay dans müziklerine şekil veren önemli isimlerden biriydi...

bu yıl içerisinde kendisine beyin tümörü teşhisi konulan rauhofer 7 mayıs 2013 tarihinden itibaren artık huzur içinde dinleniyor.

ayı sözlük yazarlarının depresyondan kurtulma taktikleri

kendimi kötü hissettiğim zamanlarda dışarı çıkıp yarım saat yürüyüş yapmak acayip işe yarıyordu.

... diye geçiştirmek isterdim.
lakin depresyon denilen illet bir fıkra, iki içki, bir sevişmeyle geçiştirilecek bir şey değil. en azından bu cephede.

buna rağmen kendi kendini imha etmeye çalışan bir girdi girebildiğim için kendimi kutluyorum.

(popoya şaplak)

ayı sözlük yazarlarının şu an dinlediği şarkılar

camille jones - the streets
moulinex - break chops (xinobi's pork chops remix)
bt - every other way (feat. jes) (phunk investigation remix)
phonique - for the time being (feat. erlend Øye) (hernán cattáneo & john tonks remix)
chase & status - time (feat. delilah)
+
ve tabii ki peter rauhofer'e 8 dakikalık saygı duruşu...
club 69 ‎– diva (feat. kim cooper) (pier queen mix)

insanın yaşlandığını anladığı an

sokakta yaşı 50'nin üzerinde bir çifti el ele dolaşırken görünce gülümsemek (bizim sokağımızda bir çift var, ikisi de ufacık tefecik, biri hacı dede tipli, diğeri de kapalı bir teyze, nasıl sallanarak yürüyorlar, ama hep el ele. insan gözünü alamıyor.),
orada burada bir çocukla ilgili dramatik bir şey görüldüğünde gözleri dolmak (bak bu sık yaşadığım bir şey),
30 yaş altının ölen biriyle ilgili "ama o da çok yaşlıymış ya" yorumlarına sinirlenmek (hem de nasıl),
önceden annen anlatırken hiç ilgini çekmeyen akrabalar arasındaki entrikaları giderek meraklanarak dinlemen (üstüne de yorumlar yapmak),
zevklerinin giderek incelmesi, ayrıntılanması (bak bu hakikaten güzel bir şey),
ağzından sürekli "ama bu yeni nesil de pek mış mış mış" cümlelerinin çıkması (ama öyle, ama öyle!!!)...

ayı sözlük yazarlarının şu an okuduğu kitaplar

iki kitap birden:
ruth rendell - su çok güzel
tama janowitz - new york köleleri

ayı sözlük yazarlarının şu an dinlediği şarkılar

masumiyetin tatlı kanatlarından...
doris day - fly me to the moon

erotizmin hafif çırpınmalarına doğru...
alessandro alessandroni - devil's nightmare

ve seks seks seks...
anthony newley & fiona richmond - my first time

derken bir anda karanlık basar...
the aloof - one night stand

ardından hissettiğin huzur mu, huzursuzluk mu... ona kendin karar ver.
sigur rós - fjögur pianó

aradığı seksi bulamayınca aseksüel olduğunu iddia eden kişi

elinde avucunda bir şey kalmadıysa ne yapsın garibim, en azından a sınıfından bir şeyler seçiyor. (ki aseksüellerin ulaşılmaz olması gibi bir imajları var.)

bakınız b sınıfı olanlara. gelen vuruyor, giden vuruyor.

(bir biseksüelin nafile acındırmaları; kitap 3, bölüm 7, sayfa 82)

döl ziyanlığı

demek elimize imkan verseler, gerici dediğimiz insanlardan, despotlardan, ırkçılardan vb daha fazla eliminasyon yapacağız.

hayatı minimize etmek

ben, yukarıdaki şeyleri yaparak zaten hayatımızı küçülttüğümüzü düşünüyordum. yaşama alanımızı, türlü çeşitli tüketime dayayarak en aza indirgediğimizi. ahh, türkçe (konuşanlar), nelere kadirsiniz.

emek sineması

sinemayla ilgili bir konunun sinemacılar tarafından tepki gösterilmesinin yanında, işin simgesel boyutu kavranamadığı sürece koskoca bir çoğunluk tarafından anlaşılması mümkün olmayan eylemler dizisidir. başka pek çok eylem gibi. o anlamayan çoğunluğun da, ne olduğunu anlayabilmesi için her şeyi devletten beklemek yerine bir zahmet kendinin de emek harcaması gerekmektedir. tabii anlama ihtiyacını gerçekten hissediyorsa.

bohem bir hayatım yok. en son ne zaman beyoğlu'na gittim bilmiyorum. ama yine de emek sinemasının simge değerini anlayabilecek/bilebilecek kadar anım var.

"onlarca aç insan dururken kedi köpek beslemek neye" tepkisini vermek, belli ki kimileri için bir şey yapmakla aynı kapıya çıkıyor.

crystalline turkuaz gölü

gerçekten göründüğü gibi bir yerse, ayağımı değdiremem bile buraya. böyle güzellik mi olur? (olur, ama böyle senden uzak olur.)
  • /
  • 22

belladonna of sadness

bu yıl 50. yaşına basan japon anime kültü.(1973) seks, şeytan, şiddet of of.

psychelic müzikleri, atmosferi, dokusu alır duvardan duvara çarpar. 100 tane modern anime izleyip sinefil kesilen sidikli uyduruk anime övcülere ders niteliğindedir.

Toplam entry sayısı: 431

eski sevgilimin yeni sevgilisine not

söyleyecek laf çoktur da...

ama artık içinde "ben" olmayan ilişkide bana laf düşmez. cidden.

hatta söylemesi ve kabul etmesi en zor şekliyle söyleyeyim: onu bunu aydınlatmak yerine bazı 2. ve her 3. şahıs gibi "benim de vazgeçilebilir" olduğumu kabullenmem gerek. aklımız nasıl anca bize yetiyorsa, o büyük olasılıkla tanımadığım(ız) 3. kişinin de , biz aydınlatıcı (!) bilgiler verirken hissedeceği, düşüneceği şey budur.

bu arada tekrar edeyim: o ilişkide ki asıl 3.kişi hala ben(dir).

ayı sözlük yazarlarının şu an dinlediği şarkılar

masumiyetin tatlı kanatlarından...
doris day - fly me to the moon

erotizmin hafif çırpınmalarına doğru...
alessandro alessandroni - devil's nightmare

ve seks seks seks...
anthony newley & fiona richmond - my first time

derken bir anda karanlık basar...
the aloof - one night stand

ardından hissettiğin huzur mu, huzursuzluk mu... ona kendin karar ver.
sigur rós - fjögur pianó

golden shower

hani bazen insanın "şu anda her şeyi yapabilirim" dediği anlar vardır ya...

yok mu? sadece ben mi?

her neyse, bazen merak etmiyor değilim. sonra, vitamin aldığım zaman çişimi saran o kokuya nasıl dayanamadığım aklıma geliyor. ya da herhangi bir umumi tuvaletteki koku. o zaman hızla ıh-ıh moduna geri dönüyorum.

sandığınız gibi değil. valla bak. açık..laya..bilir...dim.

(yalnız duş görevi gören arkadaşların nasıl da şeffaf işediklerini görünce, sanırım bunun için ayrı bir diyete giriyorlar.)

feminenlere saygı duyuyorum

şu "saygı duyuyorum ama..." diye başlayan cümleleri düşünüyorum ve tdk'ya bakıyorum.

http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=c...

saygı
isim
1. isim değeri, üstünlüğü, yaşlılığı, yararlılığı, kutsallığı dolayısıyla bir kimseye, bir şeye karşı dikkatli, özenli, ölçülü davranmaya sebep olan sevgi duygusu, hürmet, ihtiram
"insanlara saygıyı yitirdin mi yandın bittin, on paralık oldun demektir." - y. kemal
2. başkalarını rahatsız etmekten çekinme duygusu

sonra bir bakmışsın, gaylere saygı duyuyorum ama yaklaşanın kafasını kırarım, kadınlara saygı duyuyorum ama çok açık geziyorlar, erkeklere saygı duyuyorum ama hepsi sarkıyor, pasiflare saygı duyuyorum ama hepsi kompleksli hetero-kadın düttürüsü, farklı düşüncelere saygı duyuyorum ama monako falan filan...

ben dedim oldu (bölüm xix)

debbie gibson



debbie gibson'ı (çıktığı zamanlarda) daha şirin bulsam da bu kavgada tarafım tiffany.
şaka bir yana, zamanında sıkı rakip/düşman gibi gösterilseler de (çünkü "everybody loves a good catfighting") aslında hiç öyle olmamışlar.
not: felaket efektleri ve uyduruk dev hayvanların kapıştığı kötünün kötüsü syfy/asylum yapımı 2011 yapımı megapython vs. gatoroid'den alınma.

gudubet

the good, the bad & the gudubet

bir insanı tanımaya başladıkça eski heyecanın kaybolması

birini ilk tanımaya başladığınızda kafanızda onun için ayırdığınız yer %99 (ya da biz öyle diyelim, sembolik, metaforik bik bik bik) boştur. bu alan sizin serbest alanınızdır ve istediğiniz gibi doldurursunuz. bunu yapmanın heyecanı, zevki bambaşkadır. henüz yaşamadığınız, görmediğiniz özellikleri kimbilir nasıldır diye, en küçük hareketinden çıkardığınız koca koca anlamlarla ballı şerbetli yaratılmayı bekler. yaratılır da... ama, kaçınılmaz bir şekilde, istemeseniz de, tanıdıkça o geçici süreyle kapatılmış boşlukları kendi doldurmaya başlar. sonra da gelsin o meşhur "göründüğü gibi değilmiş" muhabbetleri.

hayal kırıklığı yaşıyorsanız, bunun acısının nedenin yarısı size aittir. çuvaldızı zaten ona batırıyorsun, şimdi o iğneyi kendine çevir ve...

yataklıdan rahatsızım

adına da derler seks...

http://www.hurriyet.com.tr/gundem/227028...

üzerine uzun uzun yorum yapmak gibi bir güdüm var, kenarda hevesle bekliyor. ama tabii ki gündem değiştirmekten başka hiç bir amacı olmayan bir açıklama. ama eminim destekleyeni de vardır. bizim gibi sazan gibi atlayıp "n'oluyosunuz" diyeni de...

ama ilk okuduğumda, saftirik bir ateist olarak ağzımdan arapça bir şeyler çıkmaya çalıştığı durumunu yadsıyamayacağım. ne de olsa her türk mazluman, yok müslümhan, ya da her neyse ondan doğar.

zombi

haiti kaynaklı bir kavram olan zombi, büyü yoluyla canlandırılan ölü demek. sinemada ilk örnekleri ruhu olmayan beyaz gözlü insanlar şeklindedir. romero'nun klasiği night of the living dead ile, ama özellikle devam filmi dawn of the dead ile bugün küçük çocukların bile bildiği, hastalık sonucu aşırı etoburlaşmış ölülere dönmüş durumda. 2000'lerde ise her şeyin daha bir hızlanması, kağnıdan da ağır yürüyen zombileri etkilemiş, danny boyle'un 28 days later'ının ses getirmesi ile ciddi anlamda hareket hızı kazanmışlardır. ilk örneklerde zombiler egzotik bir korku öğesi iken, 70'lerde bu korku öğesinin tüketim toplumun temsil etmesi devrimsel sayılsa da tür olarak kendisi bir tüketim malzemesi haline çoktan gelmiş durumda.

şahsi olarak ısrarla tavsiye edebileceğim zombi/zombili filmleri:

1920 - das cabinet des dr. caligari
1932 - white zombie
1943 - i walked with a zombie
1945 - dead of night
1964 - the incredibly strange creatures who stopped living and became mixed-up zombies (adı üstünde bir film, trippy!)
1966 - the plague of the zombies (hammer tarzı, ürkütücü suratlı zombiler)
1968 - night of the living dead
1971 - la noche del terror ciego (tombs of the blind dead) (en favori filmlerimden / ölü şövalyeler dehşet saçıyor)
1972 - children shouldn't play with dead things (gizli klasik)
1972 - pánico en el transiberiano (horror express) (atmosferi yeter)
1972 - dead of night (deathdream) (üzgün bir korku filmi)
1973 - ataque de los muertos sin ojos (return of the blind dead) (ya da ölü şövalyelerin dönüşü)
1974 - non si deve profanare il sonno dei morti (let sleeping corpses lie) (çok çok çok sevdiğim bir film. çok demiş miydim?)
1977 - rabid (ilk zamanlar ki cronenberg i özlemiyorum desem yalan olur)
1977 - shock waves (ilk nazi zombilerden)
1978 - dawn of the dead
1979 - zombi 2 (zombie flesh-eaters) (bir fulci klasiği. hastasıyım.)
1979 - zombie holocaust (doctor butcher, m.d.) (o kadar kötü ki... seviyorum bu filmi)
1980 - paura nella città dei morti viventi (city of the living dead) (açık ara en sevdiğim fulci filmlerinden biri. hatta bir nevi fetiş.)
1981 - ...e tu vivrai nel terrore! l'aldilà (the beyond) (fulci fulci ulci)
1981 - le notti del terrore (burial ground: nights of terror) (bu da cidden kötü bir film, porno film mantığıyla nasıl bir korku filmi çekilirin iyi bir örneği)
1981 - dead & buried (sağlam atmosferi olan, gerçekten ilginç bir filmdir. çocukken izlediğim için unutmam mümkün değil.)
1981 - the evil dead (klasik!)
1983 - one dark night
1985 - day of the dead (bugün izlediğimiz zombilere asıl şeklini veren film desek daha doğru olur)
1985 - re-animator (bir başka klasik.)
1985 - the return of the living dead (korku ile komedinin en başarılı kokteyllerinden biri)
1986 - night of the creeps
1987 - prince of darkness (hastasıyım carpenter'in. aynı zamanda sinemada tek başıma izlediğim ilk film.)
1987 - evil dead ii (dead by dawn! dead by dawn!)
1988 - dead heat
1990 - night of the living dead (tom savini'nin yeniden çevirimi. hiç de fena değil.)
1990 - bride of re-animator
1992 - braindead (dead alive) (en şirin zombie filmi #1)
1993 - return of the living dead 3 (ilkinden daha az komik, efektleriyle göz dolduruyor.)
1994 - dellamorte dellamore (cemetery man) (anında unuttuğum yeniden çevirimi bu filmin 1/10'u bile etmiyor. çok sağlam filmdir.)
2002 - 28 days later (koş zombi koş ya da zombileri tekrar hortlatan film #1)
2002 - deathwatch
2004 - dawn of the dead (zombileri tekrar hortlatan film #2. asıl filme saygıda kusur göstermemesi ayrı bir takdire şayanlık.)
2004 - shaun of the dead (en şirin zombie filmi #2)
2006 - black sheep (zombi koyun? aynen öyle!)
2006 - fido (korku filmi olmayan zombi filmi)
2006 - poultrygeist: night of the chicken dead (tam bir troma çılgınlığı. tam bana göre bir film. ciddi sinemaseverler ısrarla uzak dursun.)
2007 - mulberry street (sürpriz)
2007 - planet terror (çok sevmemekle beraber tür severlerin izlemesi gerektiğini düşünüyorum. hala izlememişlerse tabii.)
2008 - otto; or up with dead people (ai gai, ai zombi)
2007 - [●rec] (züpper! özellikle ilk izleyiş tam bir rollercoaster.)
2007 - the signal
2008 - deadgirl
2008 - trailer park of terror (fena değil.)
2009 - la horde (fransız sinizmine sahip zombi filmi)
2009 - pontypool (izlediğim en enteresan, en cesur zombi filmlerinden biri. macera seven sinemaseverler mutlaka izlemeli)
2009 - [●rec]2 (ilki kadar olmasa da sırf enerjisi için izlemeli)
2009 - the revenant
2012 - the cabin in the woods (arızalı bir klasik! neredeyse orgazmik.)

not: cranberries meselesine gelince... şimdi kızanı, eksileyeni çok olacak ama celine dion'un my heart will go on'una kimi insan nasıl katlanamıyorsa ben de bu parçaya katlanamıyorum. ha, evet, bir de dolores o'riordan'ın titrek sesini de sevemedim bir türlü. yalan değil, bunda çevremdekilerin kendisi için "bir tanrıça, dünyaya inmiş bir melek vazu vizu" propogandalarının etkisi de büyük. oysa, ilk çıktıkları dreams'i severdim. hakikaten. ama olmadı, olamadı.

28 haziran 2013 diyarbakır lice müdahalesi

geçen akşam taraf gazetecilerinden biri gezi parkı hareketinin barış açılımını engellemek için öne sürüldüğünü savunuyordu. bakalım buna ne kılıf uyduracaklar?

şimdi böyle bir cümle kurup güvenmezliğimi, kızgınlığımı kendimce dışarı vurdum. bilgisayarımın karşısında. yanımda soğuk su. hafif pervane esintisi. rahatlık? olmadı!

ısrarla canlar yanıyor, çünkü ısrarla yakılıyor. hala birileri hükümeti, polisi, askeri son derece basit mazeretlerle tüm bu olmuşları, olanları (ve olacakları) savunabiliyor. yalakalık yapmaya çalışan bir sürü gazeteci çırpınıyor. bir de insan sevgisinden, canın değerinden, kucaklayabilir olmaktan bahsediyoruz. ben, sen değil belki, ama birileri.

inanç sahibi biri değilim. olamadım bir türlü. ama bazen gerçekten, cidden ilahi adaletin olmasını diliyorum. ben de dahil, kötülüğü bilerek isteyerek yapanın yakasına mutlaka yapışılsın, mutlaka hesabı sorulsun ve canı yakılsın.

futurelavirs

bu adamın yazılarındaki kıvraklık, anlattığı konuya hakimliği ve hınzır gözlemciliği bende olsa kıçımın seviyesi çoktan burnumun üstüne çıkmıştı. keyifle ve merakla takipteyiz.

(..yız?! biz kim?! ben takipteyim, ben!)

her konuştuğu gayin kendisine yazdığını sanan gay

bu gay kardeşlerin (!) ne de çok derdi varmış dedirten başlıktır.

"her konuştuğu gayin kendisine yazdığını sanan gayin kendisine yazdığını sanan gay" arkadaşlara derin gir nefes çekip buradan selam gönderiyorum.

ayı sözlük yazarlarının şu an dinlediği şarkılar

efenim, "ayı sözlük yazarının şu anda dinlediği şarkılar" kısmına geçmeden önce minik bir açıklama yapacağım.

ayısözlük'e girdiğim zamanlarda yaptığım standart bir davranışım var. bilgisayarın hafızasındaki binlerce ne oldukları bilinerek koyulmuş şarkıdan oluşan klasörlerden itinayla ve hızlı bir şekilde 5 parça seçilir. çalmaya başar. genelde 15-25 dakika arası tutar. süre bittiğinde göz gezdirme de bitmiş olur. yani paylaştığım şarkılar "en favori çalma listem" değil. kaldı ki öyle bir başlık olsa girdi de bulunmazdım. sevdiğim, vazgeçemeyeceğim şarkılar o kadar çok ki listesini yapmam mümkün değil. (niyet-sonuç ilişkisi)

ayrıca bu tarz girdileri olan eni topu 2 kişiyiz herhalde. o kadar girdi arasında arada bir "ısrarla" yapılan bu paylaşımların niye "cidden tuhaflaştığını" alamadım. adı üstünde: "ayı sözlük yazarlarının şu an dinlediği şarkılar".

not: cümlelerimin hiç birinde gizli ima, alaycılık veya dişini gösterme öğesi bulunmamaktadır. eleştiri yapan yazar(lar)ın iyi niyetine inanılarak yazılmıştır.
Henüz takip ettiği biri yok.