operazionepaura

Durum: 431 - 0 - 0 - 0 - 06.05.2023 22:32

Puan: 6610 - Sözlük Kezbanı

15 yıl önce kayıt oldu. 1.Nesil Yazar.

ısırayım da geçsin...
  • /
  • 22

kulaklıkla müzik dinleyene ısrarla soru soran insan

sorsun sormasına da yolda giderken arkadan omzuma dokunup, kulaklığı çıkarıp dönene kadar lafını bitirmesi o kadar değil de, "efendim, ne dediniz" diye sorduğunda yüzünde koca bir öfff ifadesiyle dediğini tekrarlaması yok mu...

otter

şöyle suratsızının...
http://ayisozluk.com/lnk/a87fcf
ve şöyle suratlısının...

kıçından ısırmak lazım.
(dikkat -18)

dördüncü yargı paketi

lafta kulağa hoş gelen (ennn demokrat ülke olma yolunda bir dev adım daha), ama şu on küsur yıla bakınca yine yeni yeniden "eee ne oldu şimdii" dedirtecek türden düzenleme gibi. özellikle şu dönem için yerinde bir hareket mi, yoksa göz boyama mı göreceğiz. ama bu gör(eme)melerin sonucu, yine bize uzun yıllara patlayacak.

umarım yüzümü bu sefer kara çıkarırlar.

ayı sözlük yazarlarının şu an dinlediği şarkılar

inxs - elegantly wasted
agent provocateur - agent dan (feat. shaun ryder) (u.n.k.l.e. remix)
trent reznor - quake theme (persia inversion)
jesus jones - zeroes & ones (aphex twin reconstruction #1 mix)
henry mancini - midnight cowboy

hug buddy

dibimden sürekli gelip geçen fuckbuddy kardeşliği ile bir türlü kanımız uyuşmadı. neden bilmem. (yalan!)

fakat uzağımdan bile geçmeyen hugbuddy kardeşliği... ne olur ben onu görsem, ya da o beni de görse.

ölür müyüz?

ayı sözlük yazarlarının ortalama erkek beğenisi

hem buraya aday-aday-adayı bulmaya gelenler diye başlık altında bu tür insanları küçümse, hem de her tip "aranan özellikler" başlığında özellikler döşe.

facebook'tan önce, insanlar e-posta ile paylaşım yaparken "tweety şans kuşu", "500 kişiye gönderenin dilediği olacak", "höthöt böceği seni gördü" gibi postalar gelirdi. sonra tanıdığın neredeyse herkes, "ben sana gönderiyorum ama sen bana sakın gönderme, ha ha inanmıyorum tabii ama ya tutarsa" diye paylaşırlardı. kabus gibi. ama bu durumun turnesol kağıdı işlevi de yok değildi hani. bakmasını bilene.

bu da onun gibi bir şey işte.

faka bastın

biliyorum, çok kötü, ama....

fucka bustin'

dünyaya at gözlüğü ile bakmak

at gözlüğü ile bakmak ile bildiğini okumak arasında ince değil, bayağı bir kalın çizgi olsa gerek. zaten at kendi bildiği yoldan gitmesin diye bakış açısı "daraltılır". bakış açın ne kadar "daralırsa" seçenekleri, dolayısıyla da seçim şansı o kadar azalır. adı kötüye çıksa da, sahiplenilmese de neredeyse hepimizin, bir konuda olmasa bile başka bir konuda at gözlüğü takmayı tercih etmesinin nedeni rahatlatıcı olmasıdır. her ne kadar bir zeka göstergesi, özgür irade ifadesi olarak görülse de karar vermek, bazen fazladan kafa çalıştırmayı, bazen kıçını yerinden kaldırmayı, yeri geldiğinde kendi egonu zorlamayı, sınırlandırmayı, korkularını sınamayı gerektirebilir. bazen heteroseksüel bir kişinin homoseksüel bir kişiyi zor anlamasının nedeni, gay birinin biseksüel birini, kalabalığı seven birinin yalnızlığı seven birisini, dolaysız seksi seven birinin ısrarlı romantik birisini (aslında, çoğunlukla karşılıklı olarak) anlamasının zorluğu da budur.

empati diye bir kelime var, bakmayın bu kadar sık kullanıldığına. hiç kendi kendimizi de kayırmayalım. sadece sözlük anlamını bilmek yeterli değil. anlamını gerçekten sindirip empati kurma zahmetine girebilen insan o kadar az ki...

dünyaya at gözlüğü ile bakmak

at gözlüğü prensipleri:
1- takması çok kolaydır
2- (kendinde) takılı olduğunun farkına varılmaması çok kolaydır
3- başkasının taktığını düşünmek çok kolaydır
4- takıldığında hayat çok kolaydır
5- at güzel bir hayvandır
6- insan güzel bir hayvandır
7- dünyadaki en akıllı varlık (hayvan) olduğunu düşünen insana at gözlüğü takmak/taktırmak/takıştırmak çok kolaydır
8- bunları yazarken "ha ha ha, aptal insanlar, tabii ki benim at gözlüğüm yok, yoksa nasıl yazabilirdim bunları" diyerek hin hin gülmek çok kolaydır (bkz. madde 2)

vampyros lesbos

geçen hafta kaybettiğimiz jesus franco biraz da ikonik adı nedeniyle en bilinen filmlerinin başında gelir. adının yaratacağı beklentiye karşılık, bolca çıplaklık ve sevişme sahnesi içerse de pornografik olduğu söylenemez. gerçi franco'nun erotik/pornografik alternatifli çektiği sahnelerin olduğu filmleri var ama vampyros lesbos o filmlerden biri değil. franco'nun neredeyse her filminde bulunan eşcinsellik, sadece iki kadının sevişmesinden ibarettir. yine de istismar içerikli b-sineması (hatta bazı zamalar z-sineması) kapsamına giren filmler yapan birinin bu yönde eleştirilmesi de (kendi içindeki tutarlık açısından) manasız kalacaktır.

ilk izlediğimde beni epey hayal kırıklığına uğratan (artık ne bekliyorsam) vampyros lesbos, kötü oyunculuğu ve kötü yönetmenliği (ki aslında 100'ü çoktan aşmış filmi arasında sayısı az da olsa mücevher gibi filmleri de vardır) zamanla sevdiğim bir film haline geldi. aslında b-filmi sevenler için bile kısıtlı bir çevrenin sevebileceği filmin manfred hübler & siegfried schwab tarafından yapılmış müziklerine ise muh-te-şem. psychedelic, jazz (franco kendisi jazz meraklsı idi), funk ve deneysel müziğin sınırlarında dolaşan müziği dinlerken kafayı bulmak için çok da uğraşmaya gerek yok kanımca. filmin müzikleri sexadelic dance party adı altında (sie tötete in ekstase ve der teufel kam aus akasava'dan da parçalar içerecek şekilde) 1995 yılında ingiltere'de basıldı ve epey bir ilgi gördü. hatta bu ilgi üzerine 1997 yılında the spirit of vampyros lesbos adıyla (rockers hi-fi, doctor rockit, witchman, cristian vogel, dj hell, two lone swordsmen, alec empire gibi önemli isimleri içeren) remix bir albüm yayınlandı.

sonuçta, vampyros lesbos kült bir film, b-sineması açısından hem özel hem de önemli bir film. ayrıca bir soledad miranda unsuru var ki...

ayı sözlük yazarlarının şu an dinlediği şarkılar

amon tobin - training (splinter cell chaos theory)
plastikman - spastik
deadmau5 - raise your weapon
u.n.k.l.e. - hold my hand (dubfire remix)
system 7 - space bird
(bu parçaların toplamı 40 dakikayı buluyor. "şu ana" girer mi? girmez tabii. ama ben yaptım, oldu!)

kezban

bir "yargıladım, noktanı koydum" klasiği: kezban'ın suçu ne? s.03.ep.25

yine mi bamya

"one man's trash is another man's treasure"

groove is in the heart

the chills that you spill
up my back keep me filled
with satisfaction when we're done
satisfaction of what's to come i couldn't ask for another...

...şeklinde içli sözlere sahip, yıllardır tatlılığından bir şey yitirmeyen "supa" bir dans klasiği. şarkının bel kemiği olan bas melodisi herbie hancock'un (michelangelo antonioni'nin gizemli klasiği blowup için hazırladığı) bring down the birds parçasından alınmadır. (parçanın kendisi de tam danslıktır)

bu şarkıyla aynı albümde bulunan what is love? parçası; yaşı otuzun üzerinde olanlar hatırlayabilir, 90'ların başında star tv'de jenerik müziği olarak kullanılıyordu.

deee-lite bir ukraynalı (super dj dmitri), bir japon (towa tei) ve iki amerikalı'dan (lady miss kier, dj ani) oluşan bir grup. toplam üç albüm, iki toplama bir de remix albümleri mevcut. kendilerine hala gözüm gibi bakmaktayım.

david guetta

kendisi aslında 90'ların başından beri bir şeyler çıkarsa da ben 2001'de çıkan love don't let me go'ya bayılmıştım, ki bana göre eskimeyecek bir dans parçasıdır. ilk albümü just a little more love, yükselişe geçen (kendine has) fransız elektronik dans müziğinin en oynak ürünlerinden biridir. devamında gelen guetta blaster'ı ilki kadar vurucu bulmasam da, özellikle sağlam dj'lerin yaptığı remixlerle epey süre oyalamıştı beni. (cici deep dish) hadi pop life'a da çok bir şey demeyeyim ama adamı küresel şöhret haline getiren one love ve ötesi benim koptuğum yerdir. başarılı mı? evet, hem de çok. ama artık bana hitap etmiyor. (yalnız, hem sia'nın sesi hem de çok beğendiğim videosuyla she wolf 'u gerçekten beğendim. ama videosuz o kadar da etkilemiyor.)

sigaradan nefret eden insan

sigaradan nefret etmiyorum, çünkü durduğu yerden bana zarar vermiyor.

sigara içen insandan nefret etmiyorum. etmem için çok daha fena şeyler yapması gerekiyor.

ama, ikisinin arasındaki ilişki yok mu? hani bazı arkadaşlar vardır, bunlar ilişkilerini evrenin meselesi haline getirirler, gecenin bilmem kaçında arayıp yardım isterler, tavsiyede bulununca da kıskanıyorsun derler. bana ne, ne halin varsa gör desen ıslak köpek bakışlarıyla geri dönerler, sen de kıyamazsın, kucaklarsın. sonra aynı seremoni tekrarlanır ya. herkesin değil ama bazılarının durumu (lafım özellikle bu satırları okuyamayacak kimi sevgili arkadaşlarıma) aynen böyle.

saygılarımla

fuck buddy

yapılmasını normal karşıladığım, hatta gayet mantıklı gelen, kişilerin özeli olduğu için büyük laflarla eleştirilmesini yanlış bulduğum, ama şu zor aşık olan, anti-muhafazakar halimle bile hayatımda bulundurmak istemediğim türden bir arkadaşlık türüdür. bu da benim özelim.

bastards

ömer süleyman'ın 2011'de björk için yaptığı, tipik mistik/egzotik esintiler taşımayan remixleri piyasaya çıktığında, bizdeki dergilerden birinde şöyle bir yorum yapılmıştı: "içinde björk var diye her şeyi sevmek zorunda mıyız?"

bazen beyaz türk olmak ne kadar da zor oluyor, değil mi?

la cucaracha

özünde bir hamamböceğinin bacaklarından birini kaybedip beş bacağıyla yaşadığı yürüme zorluğunu anlatan şirin, oynak bir meksika halk şarkısı. şarkının ritmi de, böcüğün yürüyüşünü taklit ederek bir ritmi atlar. zamanla şarkıya yeni sözler eklenmiş, türlü çeşitli varyasyonları çıkmıştır. özellikle meksika devriminden sonraki protest içerikli varyasyonları en bilinen halleridir.

patti smith

sadece müzik için değil hayata karşı duruş olarak da çok çok önemli bir figür. punk denilen şeyin sadece şımarıklık/serserilik olmadığının en büyük kanıtlarından biri. lakin artık böylelerinin sayısı çok az. bilinen klasikleri bir yana wim wenders'in until the end of the world'ü için eşi fred smith ile yaptığı it takes time... nasıl desem... hala tüylerimi diken diken ediyor.
  • /
  • 22

belladonna of sadness

bu yıl 50. yaşına basan japon anime kültü.(1973) seks, şeytan, şiddet of of.

psychelic müzikleri, atmosferi, dokusu alır duvardan duvara çarpar. 100 tane modern anime izleyip sinefil kesilen sidikli uyduruk anime övcülere ders niteliğindedir.

Toplam entry sayısı: 431

eski sevgilimin yeni sevgilisine not

söyleyecek laf çoktur da...

ama artık içinde "ben" olmayan ilişkide bana laf düşmez. cidden.

hatta söylemesi ve kabul etmesi en zor şekliyle söyleyeyim: onu bunu aydınlatmak yerine bazı 2. ve her 3. şahıs gibi "benim de vazgeçilebilir" olduğumu kabullenmem gerek. aklımız nasıl anca bize yetiyorsa, o büyük olasılıkla tanımadığım(ız) 3. kişinin de , biz aydınlatıcı (!) bilgiler verirken hissedeceği, düşüneceği şey budur.

bu arada tekrar edeyim: o ilişkide ki asıl 3.kişi hala ben(dir).

ayı sözlük yazarlarının şu an dinlediği şarkılar

masumiyetin tatlı kanatlarından...
doris day - fly me to the moon

erotizmin hafif çırpınmalarına doğru...
alessandro alessandroni - devil's nightmare

ve seks seks seks...
anthony newley & fiona richmond - my first time

derken bir anda karanlık basar...
the aloof - one night stand

ardından hissettiğin huzur mu, huzursuzluk mu... ona kendin karar ver.
sigur rós - fjögur pianó

golden shower

hani bazen insanın "şu anda her şeyi yapabilirim" dediği anlar vardır ya...

yok mu? sadece ben mi?

her neyse, bazen merak etmiyor değilim. sonra, vitamin aldığım zaman çişimi saran o kokuya nasıl dayanamadığım aklıma geliyor. ya da herhangi bir umumi tuvaletteki koku. o zaman hızla ıh-ıh moduna geri dönüyorum.

sandığınız gibi değil. valla bak. açık..laya..bilir...dim.

(yalnız duş görevi gören arkadaşların nasıl da şeffaf işediklerini görünce, sanırım bunun için ayrı bir diyete giriyorlar.)

feminenlere saygı duyuyorum

şu "saygı duyuyorum ama..." diye başlayan cümleleri düşünüyorum ve tdk'ya bakıyorum.

http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=c...

saygı
isim
1. isim değeri, üstünlüğü, yaşlılığı, yararlılığı, kutsallığı dolayısıyla bir kimseye, bir şeye karşı dikkatli, özenli, ölçülü davranmaya sebep olan sevgi duygusu, hürmet, ihtiram
"insanlara saygıyı yitirdin mi yandın bittin, on paralık oldun demektir." - y. kemal
2. başkalarını rahatsız etmekten çekinme duygusu

sonra bir bakmışsın, gaylere saygı duyuyorum ama yaklaşanın kafasını kırarım, kadınlara saygı duyuyorum ama çok açık geziyorlar, erkeklere saygı duyuyorum ama hepsi sarkıyor, pasiflare saygı duyuyorum ama hepsi kompleksli hetero-kadın düttürüsü, farklı düşüncelere saygı duyuyorum ama monako falan filan...

ben dedim oldu (bölüm xix)

debbie gibson



debbie gibson'ı (çıktığı zamanlarda) daha şirin bulsam da bu kavgada tarafım tiffany.
şaka bir yana, zamanında sıkı rakip/düşman gibi gösterilseler de (çünkü "everybody loves a good catfighting") aslında hiç öyle olmamışlar.
not: felaket efektleri ve uyduruk dev hayvanların kapıştığı kötünün kötüsü syfy/asylum yapımı 2011 yapımı megapython vs. gatoroid'den alınma.

gudubet

the good, the bad & the gudubet

bir insanı tanımaya başladıkça eski heyecanın kaybolması

birini ilk tanımaya başladığınızda kafanızda onun için ayırdığınız yer %99 (ya da biz öyle diyelim, sembolik, metaforik bik bik bik) boştur. bu alan sizin serbest alanınızdır ve istediğiniz gibi doldurursunuz. bunu yapmanın heyecanı, zevki bambaşkadır. henüz yaşamadığınız, görmediğiniz özellikleri kimbilir nasıldır diye, en küçük hareketinden çıkardığınız koca koca anlamlarla ballı şerbetli yaratılmayı bekler. yaratılır da... ama, kaçınılmaz bir şekilde, istemeseniz de, tanıdıkça o geçici süreyle kapatılmış boşlukları kendi doldurmaya başlar. sonra da gelsin o meşhur "göründüğü gibi değilmiş" muhabbetleri.

hayal kırıklığı yaşıyorsanız, bunun acısının nedenin yarısı size aittir. çuvaldızı zaten ona batırıyorsun, şimdi o iğneyi kendine çevir ve...

yataklıdan rahatsızım

adına da derler seks...

http://www.hurriyet.com.tr/gundem/227028...

üzerine uzun uzun yorum yapmak gibi bir güdüm var, kenarda hevesle bekliyor. ama tabii ki gündem değiştirmekten başka hiç bir amacı olmayan bir açıklama. ama eminim destekleyeni de vardır. bizim gibi sazan gibi atlayıp "n'oluyosunuz" diyeni de...

ama ilk okuduğumda, saftirik bir ateist olarak ağzımdan arapça bir şeyler çıkmaya çalıştığı durumunu yadsıyamayacağım. ne de olsa her türk mazluman, yok müslümhan, ya da her neyse ondan doğar.

zombi

haiti kaynaklı bir kavram olan zombi, büyü yoluyla canlandırılan ölü demek. sinemada ilk örnekleri ruhu olmayan beyaz gözlü insanlar şeklindedir. romero'nun klasiği night of the living dead ile, ama özellikle devam filmi dawn of the dead ile bugün küçük çocukların bile bildiği, hastalık sonucu aşırı etoburlaşmış ölülere dönmüş durumda. 2000'lerde ise her şeyin daha bir hızlanması, kağnıdan da ağır yürüyen zombileri etkilemiş, danny boyle'un 28 days later'ının ses getirmesi ile ciddi anlamda hareket hızı kazanmışlardır. ilk örneklerde zombiler egzotik bir korku öğesi iken, 70'lerde bu korku öğesinin tüketim toplumun temsil etmesi devrimsel sayılsa da tür olarak kendisi bir tüketim malzemesi haline çoktan gelmiş durumda.

şahsi olarak ısrarla tavsiye edebileceğim zombi/zombili filmleri:

1920 - das cabinet des dr. caligari
1932 - white zombie
1943 - i walked with a zombie
1945 - dead of night
1964 - the incredibly strange creatures who stopped living and became mixed-up zombies (adı üstünde bir film, trippy!)
1966 - the plague of the zombies (hammer tarzı, ürkütücü suratlı zombiler)
1968 - night of the living dead
1971 - la noche del terror ciego (tombs of the blind dead) (en favori filmlerimden / ölü şövalyeler dehşet saçıyor)
1972 - children shouldn't play with dead things (gizli klasik)
1972 - pánico en el transiberiano (horror express) (atmosferi yeter)
1972 - dead of night (deathdream) (üzgün bir korku filmi)
1973 - ataque de los muertos sin ojos (return of the blind dead) (ya da ölü şövalyelerin dönüşü)
1974 - non si deve profanare il sonno dei morti (let sleeping corpses lie) (çok çok çok sevdiğim bir film. çok demiş miydim?)
1977 - rabid (ilk zamanlar ki cronenberg i özlemiyorum desem yalan olur)
1977 - shock waves (ilk nazi zombilerden)
1978 - dawn of the dead
1979 - zombi 2 (zombie flesh-eaters) (bir fulci klasiği. hastasıyım.)
1979 - zombie holocaust (doctor butcher, m.d.) (o kadar kötü ki... seviyorum bu filmi)
1980 - paura nella città dei morti viventi (city of the living dead) (açık ara en sevdiğim fulci filmlerinden biri. hatta bir nevi fetiş.)
1981 - ...e tu vivrai nel terrore! l'aldilà (the beyond) (fulci fulci ulci)
1981 - le notti del terrore (burial ground: nights of terror) (bu da cidden kötü bir film, porno film mantığıyla nasıl bir korku filmi çekilirin iyi bir örneği)
1981 - dead & buried (sağlam atmosferi olan, gerçekten ilginç bir filmdir. çocukken izlediğim için unutmam mümkün değil.)
1981 - the evil dead (klasik!)
1983 - one dark night
1985 - day of the dead (bugün izlediğimiz zombilere asıl şeklini veren film desek daha doğru olur)
1985 - re-animator (bir başka klasik.)
1985 - the return of the living dead (korku ile komedinin en başarılı kokteyllerinden biri)
1986 - night of the creeps
1987 - prince of darkness (hastasıyım carpenter'in. aynı zamanda sinemada tek başıma izlediğim ilk film.)
1987 - evil dead ii (dead by dawn! dead by dawn!)
1988 - dead heat
1990 - night of the living dead (tom savini'nin yeniden çevirimi. hiç de fena değil.)
1990 - bride of re-animator
1992 - braindead (dead alive) (en şirin zombie filmi #1)
1993 - return of the living dead 3 (ilkinden daha az komik, efektleriyle göz dolduruyor.)
1994 - dellamorte dellamore (cemetery man) (anında unuttuğum yeniden çevirimi bu filmin 1/10'u bile etmiyor. çok sağlam filmdir.)
2002 - 28 days later (koş zombi koş ya da zombileri tekrar hortlatan film #1)
2002 - deathwatch
2004 - dawn of the dead (zombileri tekrar hortlatan film #2. asıl filme saygıda kusur göstermemesi ayrı bir takdire şayanlık.)
2004 - shaun of the dead (en şirin zombie filmi #2)
2006 - black sheep (zombi koyun? aynen öyle!)
2006 - fido (korku filmi olmayan zombi filmi)
2006 - poultrygeist: night of the chicken dead (tam bir troma çılgınlığı. tam bana göre bir film. ciddi sinemaseverler ısrarla uzak dursun.)
2007 - mulberry street (sürpriz)
2007 - planet terror (çok sevmemekle beraber tür severlerin izlemesi gerektiğini düşünüyorum. hala izlememişlerse tabii.)
2008 - otto; or up with dead people (ai gai, ai zombi)
2007 - [●rec] (züpper! özellikle ilk izleyiş tam bir rollercoaster.)
2007 - the signal
2008 - deadgirl
2008 - trailer park of terror (fena değil.)
2009 - la horde (fransız sinizmine sahip zombi filmi)
2009 - pontypool (izlediğim en enteresan, en cesur zombi filmlerinden biri. macera seven sinemaseverler mutlaka izlemeli)
2009 - [●rec]2 (ilki kadar olmasa da sırf enerjisi için izlemeli)
2009 - the revenant
2012 - the cabin in the woods (arızalı bir klasik! neredeyse orgazmik.)

not: cranberries meselesine gelince... şimdi kızanı, eksileyeni çok olacak ama celine dion'un my heart will go on'una kimi insan nasıl katlanamıyorsa ben de bu parçaya katlanamıyorum. ha, evet, bir de dolores o'riordan'ın titrek sesini de sevemedim bir türlü. yalan değil, bunda çevremdekilerin kendisi için "bir tanrıça, dünyaya inmiş bir melek vazu vizu" propogandalarının etkisi de büyük. oysa, ilk çıktıkları dreams'i severdim. hakikaten. ama olmadı, olamadı.

kitap okumayıp okuyormuş ayağına yatan insan

yine bir "yurdum insanı, yine bir ""vurun kahpeye" kurbanıdır. haftanın 6 günü, yaklaşık 4 saati minibüste/otobüste geçiren biri olarak, yukarıda bahsi geçen tarz insanlarla pek karşılaştığımı söyleyemem. kendim dışında kitap okuyan birini gördüğümde sevindiğim, içimin pır pır ettiği bile söylenebilir. cidden. kitap okumaya boş vakit işi olarak bakmıyorum. ayrıca müzik dinlemek gibi, uzun yolda hayat kurtaran bir faaliyet olduğuna inanıyorum. ama bazen, kafa bin bir düşünceye dalınca, 15 dakika boyunca aynı sayfaya bakarken yakalayabiliyorum kendimi. o zaman çevremdekiler benim için "çakma okuyucu" tanımını kullanıyor olabilir. ne de olsa ille birilerini bir kalıba sokmak zorundayız. ama bir de şu var: gerçekten isteyerek, severek, zaman ayırarak kitap okuyan birilerinin başkaları hakkında böyle şeyler düşüneceğini de pek sanmıyorum.
not: kitap okumak bir zorunluluk değil, tercih meselesi. kitap okuduğumu görenlerin, "aman ben kitap okuyunca gözüm ağrıyor, midem bulanıyor" deyip de 25 dakika ışıklı telefonuna aralıksız bakmasından sıkıldım. yine de, dediğim gibi, kitabı kendin için okursun. bu yüzden de "okuyan" insanların benim için her zaman fazladan bir +'sı var. hem de büyük bir "+".

futurelavirs

bu adamın yazılarındaki kıvraklık, anlattığı konuya hakimliği ve hınzır gözlemciliği bende olsa kıçımın seviyesi çoktan burnumun üstüne çıkmıştı. keyifle ve merakla takipteyiz.

(..yız?! biz kim?! ben takipteyim, ben!)

her konuştuğu gayin kendisine yazdığını sanan gay

bu gay kardeşlerin (!) ne de çok derdi varmış dedirten başlıktır.

"her konuştuğu gayin kendisine yazdığını sanan gayin kendisine yazdığını sanan gay" arkadaşlara derin gir nefes çekip buradan selam gönderiyorum.

ayı sözlük yazarlarının şu an dinlediği şarkılar

efenim, "ayı sözlük yazarının şu anda dinlediği şarkılar" kısmına geçmeden önce minik bir açıklama yapacağım.

ayısözlük'e girdiğim zamanlarda yaptığım standart bir davranışım var. bilgisayarın hafızasındaki binlerce ne oldukları bilinerek koyulmuş şarkıdan oluşan klasörlerden itinayla ve hızlı bir şekilde 5 parça seçilir. çalmaya başar. genelde 15-25 dakika arası tutar. süre bittiğinde göz gezdirme de bitmiş olur. yani paylaştığım şarkılar "en favori çalma listem" değil. kaldı ki öyle bir başlık olsa girdi de bulunmazdım. sevdiğim, vazgeçemeyeceğim şarkılar o kadar çok ki listesini yapmam mümkün değil. (niyet-sonuç ilişkisi)

ayrıca bu tarz girdileri olan eni topu 2 kişiyiz herhalde. o kadar girdi arasında arada bir "ısrarla" yapılan bu paylaşımların niye "cidden tuhaflaştığını" alamadım. adı üstünde: "ayı sözlük yazarlarının şu an dinlediği şarkılar".

not: cümlelerimin hiç birinde gizli ima, alaycılık veya dişini gösterme öğesi bulunmamaktadır. eleştiri yapan yazar(lar)ın iyi niyetine inanılarak yazılmıştır.
Henüz takip ettiği biri yok.