aradığı seksi bulamayınca aseksüel olduğunu iddia eden kişi
şu da var. "birileri ne zaman (özünde tatminsiz olduğu) bir ilişkiden çıkmış olsa, devamında da bir süre istemsiz bir şekilde boş kalsa" formülünü uyguladığınızda, uygulanan kişinin ağzından, yukarı doğru kayan gözler eşliğinde "evet, karar verdim, aseksüelim" şeklinde bir kelime topluluğunun döküldüğünü duyabiliriz. evet, düğmeye bas ve her seferinde aynı şekilde duy.
detroit ulusal bilim üniversitesinde (!) yapılan araştırmanın gösterdiği gibi, buna yarı-zamanlı aseksüellik deniyor. yarıdan kasıt ise 2-3 gün. hatta hafta sonu yakınsa 2-3 saate kadar inebiliyor. cuma/cumartesi ateşiyle pişen hormonların hızına kalmış.
ille de bir kavram altına gireyim, üzerime marka logosu gibi takayım güdüsüyle (güdük güdü) kendisini aseksüel olarak tanımlayıp panseksüel davranış içerisine girenler ise ayrı bir araştırma... daha doğrusu yanlarından hızla kaçma konusu. (bu son paragrafta yapmaya çalıştığım, uzun çalışmalar sonucu ortaya çıkarılmış futurelavirs hommage'ı lütfen gözden kaçmasın.)
gay bara gitmek
bir ara kıçımı kaldırıp gitmeyi düşündüğüm yer.. olmalı... diye düşünüyorum.
ama...
ne adam akıllı içmek var,
ne tadına doyulmaz sohbet yeteneği,
ne hoppidi oynak kıvırma yeteneği.
"i, zombie"
iki erkek aynı odadaysa zinadır
sibel üresin gibi insanların ciddiye alınmaması gerektiğini söyleyen insanların, bu gibi insanlar fikir ifade ettiğinde parlaması da bir enteresan. hani cidden tartışılabilinecek bir şeyler söyleseler eyvallah.
ilgi çekmek için her şeyi yapabilecek birilerine vereceğiniz her türlü tepki, sadece ve sadece "+" hanelerine yazılıyor. sen/ben de sinirlendiğimizle kalıyoruz. akıllı bir strateji.
durmak yok, yola devam (için her şey mübah)
ama en korkuncu böyle insanların olması değil, onları ciddiye alıp destek verenlerin olması.
al sana ifade özgürlüğü
pembe sürücü belgesi karı gibi olmuş
nasıl bir korkuysa artık, bir ehliyetin renginin bile kendisini bozabileceğini düşünenler var.
ya da, az da olsa, düşünmeyenler var. (artık elimizdekilerle yetineceğiz prensibi)
şu da var. aslında hiç sevmediğim bir renk olan pembeyi savunmak, ne tatlı, ne hoş, ne şeker bir çelişki.
tıpkı pembe pamuk şeker gibi.
ferhunde hanımlar
dizi seyretmeyen benim bile melek baykal'ın nermin'ini hatırlayabildiği, enteresan bir diziydi. başta komedi iken sonradan başka bir kanalda melodrama dönüşmüştü sanırım.
ya da bu o muydu?
peki o sen misin?
arada sırada akla gelenler
gerçekten de, arada sırada olsa da "o" var akla gelen. hala. ne gerek varsa...
gerçekten gidenler var bir de. artık hayatta olmayan. hala sanki buradalarmış hissi veren. yanlarında kalınmış dedeler, anneanneler, babaanneler.
bir de değişik bir his var. böyle durup dururken, sıcak ama serin arası bir hava, turuncu bir güneş, fonda miami vice'a yakışıp müziklerin çaldığı, açık, geniş, yüksek havalı bir ortam hissi. durup durup yokluyor. hayalet, ama iyi cinsten bir hayalet gibi.
tuhaf, evet.
eve kız atmak
ilk sevgilimle kurs çıkışı onun evinde yakınlaşmamız olmuştu. ikincisi ailemin evinde. o ikinci seferde, yumuş yumuş öpüşürken gözlerini kocaman açıp "şu anda seni evine atmış bir kızı evine attığının farkında mısın" demişti. ben de, "bak bu ilk, lütfen bana karşı nazik davran" demiştim. öylesine, kendi kendine bir eğlenceli bir diyaloğumuz olmuştu. demek böyle şeyler, sadece işinin ehli kalemlerden çıkmış senaryolu filmlerde olmuyormuş.
işte öyle bir şey...
keşke pudra olsaydı
ah o gözlerdeki heyecan, o titremekli pırıltılar, o cilde yayılmış tatlı gerginlik... ah canım ahhh...
bebiş poposuna talk pudra.
ülkücü lgbt
hani o gökkuşağı var ya sahiplendiğimiz. belki de onu oluşturan renklerden biri de budur. anlamayanlara parmağımla neo-nazi esintileri taşıyan deri barları göstermeyi borç bilirim.
ama şimdi gay ne alaka, faşist ne alaka diyenler, her çelişki saçmalık değildir, her çelişki gibi görünen de çelişki değildir. ayrıca çelişki dediğin, insanı kendi insan mantığıyla yorumlamaya çalışan insanın eseridir. l, g, b, t... kısaltması ne olursa olsun insandan bahsediyorsun.
iş sadece adını koyup markalaştırmaksa, olmuyor ne yazık ki. yoksa gönül istemez mi dolsun her yerler sevgilerle, saygılarla...
bkz. madonna: hyüman nayçır
uyuşturucu çeteleri
uyuşturucu çeteleri hükümete karşı olmadığı için (sonuçta onlar bizim gibi nankör ve kendini bilmez değiller) tabii ki polis tarafından sert müdahale görmeyecektir.
biliyorum, ille de siyasi bir şeyler katacağım çok ucuz bir yorum oldu. yine de görünenin bundan bir farkı yok.
silverface
sanki bir kere gördüm seni. bir fotoğraf olabilir. hani şu profilde yer alan. boynunda atkı olan koca ayaklı şey.
tanışmıyoruz ama bu doğum günü kutlamamak için bir neden olmamalı.
nice mutlu yıllara.
en yakındaki kitabın 45. sayfasının 5. satırı
çocuğun korktuğunu farkedince adam, "benden korkma!" dedi. "ben çocukları severim! uzat bakayım elini!"
pek "1 cümle" olmadı sanki.
her neyse, insanın aklına hemen pedofili kavramını getiriyor değil mi? bu konuda hassas olmamız belki iyi bir şey. ama belki de, sadece ön yargımıza sığındığımız için, yargısız bir infaz. çocukları çok severim. ama sırf böyle bir ihtimal verilir diye, öyle bir bakışla karşılaşırım diye uzaktan saçma sapan mimikler yapmak dışında çocuklara yaklaşamıyorum.
bu arada, alıntı yaptığım kitap: heidi (johanna spyri)
iş yerinde çekmecemin içinde yer alması ise... bir tür, nasığğ diyoğlağ: enigma!
30 eylül 2013 demokratikleşme paketi
ak partiye, onların temsil ettiği hayat şekline, onları destekleyenlerin ezberciliğine, her devirde ayakta olmaya/yolunu bulmaya çalışan (başta medyanın) yavşaklığına sabrım yok. peki bu saygısızlık mıdır? bence hayır. sonuçta, her ne kadar içimdekileri ağzımdan tükürükler saça saça yansıtamasam da, hakaret etmiyorum. bu hakkı da kendim de görmüyorum. kendilerini küçük görmüyorum, ki bu adamların bu kadar yükselmesinde, zamanında küçümsenip ciddiye alınmamalarının da katkısı var. ama, özellikle şu son 3-4 yıl içinde benim için... nasıl derler... "canım dese canın çıksın" şeklinde anlama seviyesine geldi. ha, bu durum hoşuma gidiyor mu, hayır. çünkü benim için öncelikle sağduyu (ımmm, sol duyu?!!) önemli. ama inandığım bazı konularda da bana canın çıksın dedikleri belli.
her neyse çok uzattım. şu yapılmaya çalışılanların çok az bir kısmını işlevli buluyorum, ki kendileri bu fikirde olanları bu daha başlangıç diye sakinleştirmeye çalışıyorlar. doğrudur. ama bunca senedir yapılan icraatları, tutumları ve açıklamaları görünce hiç bir şekilde samimiyetlerine inanmıyorum. önemli olan icraattır, ne samimiyeti diyenleri sakince yetmez-ama-evet köşesine davet ediyorum.
ama, kahramanlıklarla süslü geçmişiyle övünüp gözünün önünde olan biteni pısırıkça izlemeyi, kendisine benzemeyeni reddedip genel geçer fikirlerin arkasına hiç düşünmeden sığınmayı, "en azından istikrar" diye yutup yaşamayı tercih eden bizlere az bile.
dedikleri gibi: durmak yok. yola devam.
yerli biber gazı
aklıma takıldı da... kısmen doğru olsa da genelde ezbere kullandığımız "ithal ise kaliteli, yerliyse kalitesiz" fikri var ya. hakikaten doğruysa kullanıldığında etkilemediği için süper insanlara mı dönüşeceğiz, ya da tam tersi, organlarımızı eritip, bir tür mutanta mı dönüşeceğiz?
aslında, tabii ki hiç merak etmiyorum. zaten mide bulandırıcı bir konu. bu konudaki ille de kullanacağız ısrarı, yavşak yalaka gazetecilerin "hohoho, siz ne diyorsunuz, bilmemne ülkesinde kullanılan yöntemler çok daha acımasız" açıklamaları, gazın kendisi kadar şok edici olmasa da mide bulandırıcılığı açısından fersah fersah aşıyor.
gazlar arasında 20.00 fersah.
against all odds
önce derin bir nefes alıyoruz ve...
robert mitchum, jane greer ve kirk douglas'ın oynadığı ve jacques tourneur'un yönettiği 1947 yapımı out of the past'in, taylor hackford'ın yeniden çektiği ve üçgende bu sefer jeff bridges, rachel ward ve james woods'un oynadığı 1984 yapımı film. ilk filmin yerini tutmasa da izlemesi keyifli bir kara film örneğidir. rachel ward ve jeff bridges'in çekicilik konusunda tavan yaptığını da ekleyeyim.
phil collins'e gelince. benim de solo çalışmaları içinde en sevdiğim parçalarından biridir. collins, eşi için yazdığı bu parçayı aslında 1981 albümü face value için yazmış. fakat albümdeki ballad sayısı arttığı için koymamayı tercih etmiş. 1984'de taylor hackford'ın bu film için kendisinden parça istemesi üzerine elden geçirip iki günde de kaydedip against all odds (take a look at me now) olarak ortaya çıkarmış. bu parçayla collins grammy'de en iyi erkek vokal ödülünü aldı.
80'lerin en ünlü parçalarından biri olmakla beraber çoğunluk mariah carey versiyonu ile tanınıyor. 90 sonrası amerikan soul müziği ile barışık olmadığımdan dolayı dişlerimi kamaştırsa da, sezarın hakkı sezara, hiç de fena bir iş çıkarmamışlar.
kimi daha çok seviyorsun
bu tür hesaplara girince insan elindekini değerlendirmeyi unutuyor herhalde. ailemde ne anne-baba ne de kardeşlerim arasına böyle bir diyaloğumuz olmadı. o yüzden, çocukluğumdan beri, yapılma nedenini anlasam da yapılmasını yanlış bulduğum bir davranış. tıpkı, hani komşular bir araya gelir, sonra erkek çocukları ayağa kaldırılıp hangisi uzunmuş diye sorulması gibi. gerçi, orada kimin daha uzun boylu olduğu ölçülebilir bir şey olsa da, kısa olarak tanımlanan çocuğun kafasından geçenleri kimse düşünmez. uzun boylu diye pohpohlananın karşısına %99,99 daha uzunu çıkar.
sevgili konusuna gelince, maalesef (lafta) sidik yarışına dönmesi gayet muhtemel. ne galip olan tatmin olur, ne de yenilen. oysa bunun hesabını yapmayı bırakıp iyisini de kötüsünü de doya doya yaşasak ne olur. sonra kendini kitllemeler, uzaklaşmalar, sen beni anlamadınlar... her ilişkinin bir ömrü var. bir ömür boyu dediğin de süredir sonuçta. ama bu tür yarışlara girip zorla mezarının kazılmasına gerek var mı?
sonra bir bakmışın...
- aaa, bak hazır mezar. bari gömelim de bir işe yarasın... demişsin.
biz engellileri adam yerine koyduk
adamlar yaptıkları hizmetleri açıkça lütuf olarak görüyorlar. bunu gösterelim derken de gafın bini bir para. tabii bu adamlar öyle kendi kendilerine gelmediler. ahh o sıçanlar... pardon seçenler ahh...
ondan sonra müslümanız, mağduruz vah vah vah.
tepegözler tarafından yönetiliyoruz.
salih memecan
son yaptığı karikatürle "yalakalık yapacağım diye bakın nasıl da pislik bir insan oluyorum" akımının en taş gibi örneklerinden birini vermiştir.
vicdan yoksunu, insanlıktan nasibini alamamış pislikler.
ayı sözlük'ten heteroseksüel erkeklere tavsiyeler
heteroseksüellerden tavsiye almak istemeyen homoseksüellerden tavsiye almayın.
her şey karşılıklı ama di mi?!
zaten almıyor musun? ama alsana. bak bedava. beyin yani.
panseksüel
bu ben oluyorum. bir kategori altına girmenin "beni-kısıtlayan-ama-aslında-içten-içe-sanki-biraz-da-rahatlatan-ama-kendime-itiraf-etmekten-kaçınmam" duygusunu yaşıyorum.
şok! şok! şok!
maalesef penseksüellikten atılıp biseksüelliğe kaldığım yerden devam ediyorum.
şakası bir yana, biseksüelikten farkı, panseksüelliğin bir tür cinsiyet körlüğü olması. yani ortada tek bir cinsiyet varmış gibi. bu durum hem karşı taraf tercihini hem de kendi yapısını bağlayan bir yapı. oysa biseksüellikte kadından kadın olduğu için, erkekten de erkek olduğu için hoş... hashoşş... ohşş...
ek olarak, tıpkı aseksüellik gibi, panseksüellik gibi giderek popülerleşip yanlış kullanımlara neden oluyor. aradığını bulamayıp hayal kırıklığı yaşayan, veya tatminsiz, kötü bir ilişkiden çıkmış insanlardan "sanırım aseksüelim" lafını çok rahat duyabilirsiniz. pek çok gay ve lezbiyen için neredeyse nefret objesi haline gelen biseksüelliğin panseksüellik olarak ifade edildiğini görmek çok da şaşırtıcı değil. (heteroseksüeller hariç, onlar için hala eğlenceli bir oyun alanı gibi)
sonuçta hep baskı hep baskı.