operazionepaura

Durum: 431 - 0 - 0 - 0 - 06.05.2023 22:32

Puan: 6610 - Sözlük Kezbanı

15 yıl önce kayıt oldu. 1.Nesil Yazar.

ısırayım da geçsin...
  • /
  • 22

aradığı seksi bulamayınca aseksüel olduğunu iddia eden kişi

şu da var. "birileri ne zaman (özünde tatminsiz olduğu) bir ilişkiden çıkmış olsa, devamında da bir süre istemsiz bir şekilde boş kalsa" formülünü uyguladığınızda, uygulanan kişinin ağzından, yukarı doğru kayan gözler eşliğinde "evet, karar verdim, aseksüelim" şeklinde bir kelime topluluğunun döküldüğünü duyabiliriz. evet, düğmeye bas ve her seferinde aynı şekilde duy.

detroit ulusal bilim üniversitesinde (!) yapılan araştırmanın gösterdiği gibi, buna yarı-zamanlı aseksüellik deniyor. yarıdan kasıt ise 2-3 gün. hatta hafta sonu yakınsa 2-3 saate kadar inebiliyor. cuma/cumartesi ateşiyle pişen hormonların hızına kalmış.

ille de bir kavram altına gireyim, üzerime marka logosu gibi takayım güdüsüyle (güdük güdü) kendisini aseksüel olarak tanımlayıp panseksüel davranış içerisine girenler ise ayrı bir araştırma... daha doğrusu yanlarından hızla kaçma konusu. (bu son paragrafta yapmaya çalıştığım, uzun çalışmalar sonucu ortaya çıkarılmış futurelavirs hommage'ı lütfen gözden kaçmasın.)

gay bara gitmek

bir ara kıçımı kaldırıp gitmeyi düşündüğüm yer.. olmalı... diye düşünüyorum.
ama...
ne adam akıllı içmek var,
ne tadına doyulmaz sohbet yeteneği,
ne hoppidi oynak kıvırma yeteneği.

"i, zombie"

iki erkek aynı odadaysa zinadır

sibel üresin gibi insanların ciddiye alınmaması gerektiğini söyleyen insanların, bu gibi insanlar fikir ifade ettiğinde parlaması da bir enteresan. hani cidden tartışılabilinecek bir şeyler söyleseler eyvallah.

ilgi çekmek için her şeyi yapabilecek birilerine vereceğiniz her türlü tepki, sadece ve sadece "+" hanelerine yazılıyor. sen/ben de sinirlendiğimizle kalıyoruz. akıllı bir strateji.

durmak yok, yola devam (için her şey mübah)

ama en korkuncu böyle insanların olması değil, onları ciddiye alıp destek verenlerin olması.

al sana ifade özgürlüğü

pembe sürücü belgesi karı gibi olmuş

nasıl bir korkuysa artık, bir ehliyetin renginin bile kendisini bozabileceğini düşünenler var.

ya da, az da olsa, düşünmeyenler var. (artık elimizdekilerle yetineceğiz prensibi)

şu da var. aslında hiç sevmediğim bir renk olan pembeyi savunmak, ne tatlı, ne hoş, ne şeker bir çelişki.

tıpkı pembe pamuk şeker gibi.

ferhunde hanımlar

dizi seyretmeyen benim bile melek baykal'ın nermin'ini hatırlayabildiği, enteresan bir diziydi. başta komedi iken sonradan başka bir kanalda melodrama dönüşmüştü sanırım.

ya da bu o muydu?

peki o sen misin?

arada sırada akla gelenler

gerçekten de, arada sırada olsa da "o" var akla gelen. hala. ne gerek varsa...

gerçekten gidenler var bir de. artık hayatta olmayan. hala sanki buradalarmış hissi veren. yanlarında kalınmış dedeler, anneanneler, babaanneler.

bir de değişik bir his var. böyle durup dururken, sıcak ama serin arası bir hava, turuncu bir güneş, fonda miami vice'a yakışıp müziklerin çaldığı, açık, geniş, yüksek havalı bir ortam hissi. durup durup yokluyor. hayalet, ama iyi cinsten bir hayalet gibi.

tuhaf, evet.

eve kız atmak

ilk sevgilimle kurs çıkışı onun evinde yakınlaşmamız olmuştu. ikincisi ailemin evinde. o ikinci seferde, yumuş yumuş öpüşürken gözlerini kocaman açıp "şu anda seni evine atmış bir kızı evine attığının farkında mısın" demişti. ben de, "bak bu ilk, lütfen bana karşı nazik davran" demiştim. öylesine, kendi kendine bir eğlenceli bir diyaloğumuz olmuştu. demek böyle şeyler, sadece işinin ehli kalemlerden çıkmış senaryolu filmlerde olmuyormuş.

işte öyle bir şey...

keşke pudra olsaydı

ah o gözlerdeki heyecan, o titremekli pırıltılar, o cilde yayılmış tatlı gerginlik... ah canım ahhh...


bebiş poposuna talk pudra.

ülkücü lgbt

hani o gökkuşağı var ya sahiplendiğimiz. belki de onu oluşturan renklerden biri de budur. anlamayanlara parmağımla neo-nazi esintileri taşıyan deri barları göstermeyi borç bilirim.

ama şimdi gay ne alaka, faşist ne alaka diyenler, her çelişki saçmalık değildir, her çelişki gibi görünen de çelişki değildir. ayrıca çelişki dediğin, insanı kendi insan mantığıyla yorumlamaya çalışan insanın eseridir. l, g, b, t... kısaltması ne olursa olsun insandan bahsediyorsun.

iş sadece adını koyup markalaştırmaksa, olmuyor ne yazık ki. yoksa gönül istemez mi dolsun her yerler sevgilerle, saygılarla...

bkz. madonna: hyüman nayçır

uyuşturucu çeteleri

uyuşturucu çeteleri hükümete karşı olmadığı için (sonuçta onlar bizim gibi nankör ve kendini bilmez değiller) tabii ki polis tarafından sert müdahale görmeyecektir.

biliyorum, ille de siyasi bir şeyler katacağım çok ucuz bir yorum oldu. yine de görünenin bundan bir farkı yok.

silverface

sanki bir kere gördüm seni. bir fotoğraf olabilir. hani şu profilde yer alan. boynunda atkı olan koca ayaklı şey.

tanışmıyoruz ama bu doğum günü kutlamamak için bir neden olmamalı.

nice mutlu yıllara.

en yakındaki kitabın 45. sayfasının 5. satırı

çocuğun korktuğunu farkedince adam, "benden korkma!" dedi. "ben çocukları severim! uzat bakayım elini!"

pek "1 cümle" olmadı sanki.

her neyse, insanın aklına hemen pedofili kavramını getiriyor değil mi? bu konuda hassas olmamız belki iyi bir şey. ama belki de, sadece ön yargımıza sığındığımız için, yargısız bir infaz. çocukları çok severim. ama sırf böyle bir ihtimal verilir diye, öyle bir bakışla karşılaşırım diye uzaktan saçma sapan mimikler yapmak dışında çocuklara yaklaşamıyorum.

bu arada, alıntı yaptığım kitap: heidi (johanna spyri)

iş yerinde çekmecemin içinde yer alması ise... bir tür, nasığğ diyoğlağ: enigma!

30 eylül 2013 demokratikleşme paketi

ak partiye, onların temsil ettiği hayat şekline, onları destekleyenlerin ezberciliğine, her devirde ayakta olmaya/yolunu bulmaya çalışan (başta medyanın) yavşaklığına sabrım yok. peki bu saygısızlık mıdır? bence hayır. sonuçta, her ne kadar içimdekileri ağzımdan tükürükler saça saça yansıtamasam da, hakaret etmiyorum. bu hakkı da kendim de görmüyorum. kendilerini küçük görmüyorum, ki bu adamların bu kadar yükselmesinde, zamanında küçümsenip ciddiye alınmamalarının da katkısı var. ama, özellikle şu son 3-4 yıl içinde benim için... nasıl derler... "canım dese canın çıksın" şeklinde anlama seviyesine geldi. ha, bu durum hoşuma gidiyor mu, hayır. çünkü benim için öncelikle sağduyu (ımmm, sol duyu?!!) önemli. ama inandığım bazı konularda da bana canın çıksın dedikleri belli.

her neyse çok uzattım. şu yapılmaya çalışılanların çok az bir kısmını işlevli buluyorum, ki kendileri bu fikirde olanları bu daha başlangıç diye sakinleştirmeye çalışıyorlar. doğrudur. ama bunca senedir yapılan icraatları, tutumları ve açıklamaları görünce hiç bir şekilde samimiyetlerine inanmıyorum. önemli olan icraattır, ne samimiyeti diyenleri sakince yetmez-ama-evet köşesine davet ediyorum.

ama, kahramanlıklarla süslü geçmişiyle övünüp gözünün önünde olan biteni pısırıkça izlemeyi, kendisine benzemeyeni reddedip genel geçer fikirlerin arkasına hiç düşünmeden sığınmayı, "en azından istikrar" diye yutup yaşamayı tercih eden bizlere az bile.

dedikleri gibi: durmak yok. yola devam.

yerli biber gazı

aklıma takıldı da... kısmen doğru olsa da genelde ezbere kullandığımız "ithal ise kaliteli, yerliyse kalitesiz" fikri var ya. hakikaten doğruysa kullanıldığında etkilemediği için süper insanlara mı dönüşeceğiz, ya da tam tersi, organlarımızı eritip, bir tür mutanta mı dönüşeceğiz?

aslında, tabii ki hiç merak etmiyorum. zaten mide bulandırıcı bir konu. bu konudaki ille de kullanacağız ısrarı, yavşak yalaka gazetecilerin "hohoho, siz ne diyorsunuz, bilmemne ülkesinde kullanılan yöntemler çok daha acımasız" açıklamaları, gazın kendisi kadar şok edici olmasa da mide bulandırıcılığı açısından fersah fersah aşıyor.

gazlar arasında 20.00 fersah.

against all odds

önce derin bir nefes alıyoruz ve...

robert mitchum, jane greer ve kirk douglas'ın oynadığı ve jacques tourneur'un yönettiği 1947 yapımı out of the past'in, taylor hackford'ın yeniden çektiği ve üçgende bu sefer jeff bridges, rachel ward ve james woods'un oynadığı 1984 yapımı film. ilk filmin yerini tutmasa da izlemesi keyifli bir kara film örneğidir. rachel ward ve jeff bridges'in çekicilik konusunda tavan yaptığını da ekleyeyim.

phil collins'e gelince. benim de solo çalışmaları içinde en sevdiğim parçalarından biridir. collins, eşi için yazdığı bu parçayı aslında 1981 albümü face value için yazmış. fakat albümdeki ballad sayısı arttığı için koymamayı tercih etmiş. 1984'de taylor hackford'ın bu film için kendisinden parça istemesi üzerine elden geçirip iki günde de kaydedip against all odds (take a look at me now) olarak ortaya çıkarmış. bu parçayla collins grammy'de en iyi erkek vokal ödülünü aldı.

80'lerin en ünlü parçalarından biri olmakla beraber çoğunluk mariah carey versiyonu ile tanınıyor. 90 sonrası amerikan soul müziği ile barışık olmadığımdan dolayı dişlerimi kamaştırsa da, sezarın hakkı sezara, hiç de fena bir iş çıkarmamışlar.

kimi daha çok seviyorsun

bu tür hesaplara girince insan elindekini değerlendirmeyi unutuyor herhalde. ailemde ne anne-baba ne de kardeşlerim arasına böyle bir diyaloğumuz olmadı. o yüzden, çocukluğumdan beri, yapılma nedenini anlasam da yapılmasını yanlış bulduğum bir davranış. tıpkı, hani komşular bir araya gelir, sonra erkek çocukları ayağa kaldırılıp hangisi uzunmuş diye sorulması gibi. gerçi, orada kimin daha uzun boylu olduğu ölçülebilir bir şey olsa da, kısa olarak tanımlanan çocuğun kafasından geçenleri kimse düşünmez. uzun boylu diye pohpohlananın karşısına %99,99 daha uzunu çıkar.

sevgili konusuna gelince, maalesef (lafta) sidik yarışına dönmesi gayet muhtemel. ne galip olan tatmin olur, ne de yenilen. oysa bunun hesabını yapmayı bırakıp iyisini de kötüsünü de doya doya yaşasak ne olur. sonra kendini kitllemeler, uzaklaşmalar, sen beni anlamadınlar... her ilişkinin bir ömrü var. bir ömür boyu dediğin de süredir sonuçta. ama bu tür yarışlara girip zorla mezarının kazılmasına gerek var mı?

sonra bir bakmışın...

- aaa, bak hazır mezar. bari gömelim de bir işe yarasın... demişsin.

biz engellileri adam yerine koyduk

adamlar yaptıkları hizmetleri açıkça lütuf olarak görüyorlar. bunu gösterelim derken de gafın bini bir para. tabii bu adamlar öyle kendi kendilerine gelmediler. ahh o sıçanlar... pardon seçenler ahh...

ondan sonra müslümanız, mağduruz vah vah vah.

tepegözler tarafından yönetiliyoruz.

salih memecan

son yaptığı karikatürle "yalakalık yapacağım diye bakın nasıl da pislik bir insan oluyorum" akımının en taş gibi örneklerinden birini vermiştir.

vicdan yoksunu, insanlıktan nasibini alamamış pislikler.

ayı sözlük'ten heteroseksüel erkeklere tavsiyeler

heteroseksüellerden tavsiye almak istemeyen homoseksüellerden tavsiye almayın.

her şey karşılıklı ama di mi?!

zaten almıyor musun? ama alsana. bak bedava. beyin yani.

panseksüel

bu ben oluyorum. bir kategori altına girmenin "beni-kısıtlayan-ama-aslında-içten-içe-sanki-biraz-da-rahatlatan-ama-kendime-itiraf-etmekten-kaçınmam" duygusunu yaşıyorum.

şok! şok! şok!

maalesef penseksüellikten atılıp biseksüelliğe kaldığım yerden devam ediyorum.

şakası bir yana, biseksüelikten farkı, panseksüelliğin bir tür cinsiyet körlüğü olması. yani ortada tek bir cinsiyet varmış gibi. bu durum hem karşı taraf tercihini hem de kendi yapısını bağlayan bir yapı. oysa biseksüellikte kadından kadın olduğu için, erkekten de erkek olduğu için hoş... hashoşş... ohşş...

ek olarak, tıpkı aseksüellik gibi, panseksüellik gibi giderek popülerleşip yanlış kullanımlara neden oluyor. aradığını bulamayıp hayal kırıklığı yaşayan, veya tatminsiz, kötü bir ilişkiden çıkmış insanlardan "sanırım aseksüelim" lafını çok rahat duyabilirsiniz. pek çok gay ve lezbiyen için neredeyse nefret objesi haline gelen biseksüelliğin panseksüellik olarak ifade edildiğini görmek çok da şaşırtıcı değil. (heteroseksüeller hariç, onlar için hala eğlenceli bir oyun alanı gibi)

sonuçta hep baskı hep baskı.
  • /
  • 22

belladonna of sadness

bu yıl 50. yaşına basan japon anime kültü.(1973) seks, şeytan, şiddet of of.

psychelic müzikleri, atmosferi, dokusu alır duvardan duvara çarpar. 100 tane modern anime izleyip sinefil kesilen sidikli uyduruk anime övcülere ders niteliğindedir.

Toplam entry sayısı: 431

eski sevgilimin yeni sevgilisine not

söyleyecek laf çoktur da...

ama artık içinde "ben" olmayan ilişkide bana laf düşmez. cidden.

hatta söylemesi ve kabul etmesi en zor şekliyle söyleyeyim: onu bunu aydınlatmak yerine bazı 2. ve her 3. şahıs gibi "benim de vazgeçilebilir" olduğumu kabullenmem gerek. aklımız nasıl anca bize yetiyorsa, o büyük olasılıkla tanımadığım(ız) 3. kişinin de , biz aydınlatıcı (!) bilgiler verirken hissedeceği, düşüneceği şey budur.

bu arada tekrar edeyim: o ilişkide ki asıl 3.kişi hala ben(dir).

ayı sözlük yazarlarının şu an dinlediği şarkılar

masumiyetin tatlı kanatlarından...
doris day - fly me to the moon

erotizmin hafif çırpınmalarına doğru...
alessandro alessandroni - devil's nightmare

ve seks seks seks...
anthony newley & fiona richmond - my first time

derken bir anda karanlık basar...
the aloof - one night stand

ardından hissettiğin huzur mu, huzursuzluk mu... ona kendin karar ver.
sigur rós - fjögur pianó

golden shower

hani bazen insanın "şu anda her şeyi yapabilirim" dediği anlar vardır ya...

yok mu? sadece ben mi?

her neyse, bazen merak etmiyor değilim. sonra, vitamin aldığım zaman çişimi saran o kokuya nasıl dayanamadığım aklıma geliyor. ya da herhangi bir umumi tuvaletteki koku. o zaman hızla ıh-ıh moduna geri dönüyorum.

sandığınız gibi değil. valla bak. açık..laya..bilir...dim.

(yalnız duş görevi gören arkadaşların nasıl da şeffaf işediklerini görünce, sanırım bunun için ayrı bir diyete giriyorlar.)

feminenlere saygı duyuyorum

şu "saygı duyuyorum ama..." diye başlayan cümleleri düşünüyorum ve tdk'ya bakıyorum.

http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=c...

saygı
isim
1. isim değeri, üstünlüğü, yaşlılığı, yararlılığı, kutsallığı dolayısıyla bir kimseye, bir şeye karşı dikkatli, özenli, ölçülü davranmaya sebep olan sevgi duygusu, hürmet, ihtiram
"insanlara saygıyı yitirdin mi yandın bittin, on paralık oldun demektir." - y. kemal
2. başkalarını rahatsız etmekten çekinme duygusu

sonra bir bakmışsın, gaylere saygı duyuyorum ama yaklaşanın kafasını kırarım, kadınlara saygı duyuyorum ama çok açık geziyorlar, erkeklere saygı duyuyorum ama hepsi sarkıyor, pasiflare saygı duyuyorum ama hepsi kompleksli hetero-kadın düttürüsü, farklı düşüncelere saygı duyuyorum ama monako falan filan...

ben dedim oldu (bölüm xix)

debbie gibson



debbie gibson'ı (çıktığı zamanlarda) daha şirin bulsam da bu kavgada tarafım tiffany.
şaka bir yana, zamanında sıkı rakip/düşman gibi gösterilseler de (çünkü "everybody loves a good catfighting") aslında hiç öyle olmamışlar.
not: felaket efektleri ve uyduruk dev hayvanların kapıştığı kötünün kötüsü syfy/asylum yapımı 2011 yapımı megapython vs. gatoroid'den alınma.

gudubet

the good, the bad & the gudubet

yataklıdan rahatsızım

adına da derler seks...

http://www.hurriyet.com.tr/gundem/227028...

üzerine uzun uzun yorum yapmak gibi bir güdüm var, kenarda hevesle bekliyor. ama tabii ki gündem değiştirmekten başka hiç bir amacı olmayan bir açıklama. ama eminim destekleyeni de vardır. bizim gibi sazan gibi atlayıp "n'oluyosunuz" diyeni de...

ama ilk okuduğumda, saftirik bir ateist olarak ağzımdan arapça bir şeyler çıkmaya çalıştığı durumunu yadsıyamayacağım. ne de olsa her türk mazluman, yok müslümhan, ya da her neyse ondan doğar.

zombi

haiti kaynaklı bir kavram olan zombi, büyü yoluyla canlandırılan ölü demek. sinemada ilk örnekleri ruhu olmayan beyaz gözlü insanlar şeklindedir. romero'nun klasiği night of the living dead ile, ama özellikle devam filmi dawn of the dead ile bugün küçük çocukların bile bildiği, hastalık sonucu aşırı etoburlaşmış ölülere dönmüş durumda. 2000'lerde ise her şeyin daha bir hızlanması, kağnıdan da ağır yürüyen zombileri etkilemiş, danny boyle'un 28 days later'ının ses getirmesi ile ciddi anlamda hareket hızı kazanmışlardır. ilk örneklerde zombiler egzotik bir korku öğesi iken, 70'lerde bu korku öğesinin tüketim toplumun temsil etmesi devrimsel sayılsa da tür olarak kendisi bir tüketim malzemesi haline çoktan gelmiş durumda.

şahsi olarak ısrarla tavsiye edebileceğim zombi/zombili filmleri:

1920 - das cabinet des dr. caligari
1932 - white zombie
1943 - i walked with a zombie
1945 - dead of night
1964 - the incredibly strange creatures who stopped living and became mixed-up zombies (adı üstünde bir film, trippy!)
1966 - the plague of the zombies (hammer tarzı, ürkütücü suratlı zombiler)
1968 - night of the living dead
1971 - la noche del terror ciego (tombs of the blind dead) (en favori filmlerimden / ölü şövalyeler dehşet saçıyor)
1972 - children shouldn't play with dead things (gizli klasik)
1972 - pánico en el transiberiano (horror express) (atmosferi yeter)
1972 - dead of night (deathdream) (üzgün bir korku filmi)
1973 - ataque de los muertos sin ojos (return of the blind dead) (ya da ölü şövalyelerin dönüşü)
1974 - non si deve profanare il sonno dei morti (let sleeping corpses lie) (çok çok çok sevdiğim bir film. çok demiş miydim?)
1977 - rabid (ilk zamanlar ki cronenberg i özlemiyorum desem yalan olur)
1977 - shock waves (ilk nazi zombilerden)
1978 - dawn of the dead
1979 - zombi 2 (zombie flesh-eaters) (bir fulci klasiği. hastasıyım.)
1979 - zombie holocaust (doctor butcher, m.d.) (o kadar kötü ki... seviyorum bu filmi)
1980 - paura nella città dei morti viventi (city of the living dead) (açık ara en sevdiğim fulci filmlerinden biri. hatta bir nevi fetiş.)
1981 - ...e tu vivrai nel terrore! l'aldilà (the beyond) (fulci fulci ulci)
1981 - le notti del terrore (burial ground: nights of terror) (bu da cidden kötü bir film, porno film mantığıyla nasıl bir korku filmi çekilirin iyi bir örneği)
1981 - dead & buried (sağlam atmosferi olan, gerçekten ilginç bir filmdir. çocukken izlediğim için unutmam mümkün değil.)
1981 - the evil dead (klasik!)
1983 - one dark night
1985 - day of the dead (bugün izlediğimiz zombilere asıl şeklini veren film desek daha doğru olur)
1985 - re-animator (bir başka klasik.)
1985 - the return of the living dead (korku ile komedinin en başarılı kokteyllerinden biri)
1986 - night of the creeps
1987 - prince of darkness (hastasıyım carpenter'in. aynı zamanda sinemada tek başıma izlediğim ilk film.)
1987 - evil dead ii (dead by dawn! dead by dawn!)
1988 - dead heat
1990 - night of the living dead (tom savini'nin yeniden çevirimi. hiç de fena değil.)
1990 - bride of re-animator
1992 - braindead (dead alive) (en şirin zombie filmi #1)
1993 - return of the living dead 3 (ilkinden daha az komik, efektleriyle göz dolduruyor.)
1994 - dellamorte dellamore (cemetery man) (anında unuttuğum yeniden çevirimi bu filmin 1/10'u bile etmiyor. çok sağlam filmdir.)
2002 - 28 days later (koş zombi koş ya da zombileri tekrar hortlatan film #1)
2002 - deathwatch
2004 - dawn of the dead (zombileri tekrar hortlatan film #2. asıl filme saygıda kusur göstermemesi ayrı bir takdire şayanlık.)
2004 - shaun of the dead (en şirin zombie filmi #2)
2006 - black sheep (zombi koyun? aynen öyle!)
2006 - fido (korku filmi olmayan zombi filmi)
2006 - poultrygeist: night of the chicken dead (tam bir troma çılgınlığı. tam bana göre bir film. ciddi sinemaseverler ısrarla uzak dursun.)
2007 - mulberry street (sürpriz)
2007 - planet terror (çok sevmemekle beraber tür severlerin izlemesi gerektiğini düşünüyorum. hala izlememişlerse tabii.)
2008 - otto; or up with dead people (ai gai, ai zombi)
2007 - [●rec] (züpper! özellikle ilk izleyiş tam bir rollercoaster.)
2007 - the signal
2008 - deadgirl
2008 - trailer park of terror (fena değil.)
2009 - la horde (fransız sinizmine sahip zombi filmi)
2009 - pontypool (izlediğim en enteresan, en cesur zombi filmlerinden biri. macera seven sinemaseverler mutlaka izlemeli)
2009 - [●rec]2 (ilki kadar olmasa da sırf enerjisi için izlemeli)
2009 - the revenant
2012 - the cabin in the woods (arızalı bir klasik! neredeyse orgazmik.)

not: cranberries meselesine gelince... şimdi kızanı, eksileyeni çok olacak ama celine dion'un my heart will go on'una kimi insan nasıl katlanamıyorsa ben de bu parçaya katlanamıyorum. ha, evet, bir de dolores o'riordan'ın titrek sesini de sevemedim bir türlü. yalan değil, bunda çevremdekilerin kendisi için "bir tanrıça, dünyaya inmiş bir melek vazu vizu" propogandalarının etkisi de büyük. oysa, ilk çıktıkları dreams'i severdim. hakikaten. ama olmadı, olamadı.

bir insanı tanımaya başladıkça eski heyecanın kaybolması

birini ilk tanımaya başladığınızda kafanızda onun için ayırdığınız yer %99 (ya da biz öyle diyelim, sembolik, metaforik bik bik bik) boştur. bu alan sizin serbest alanınızdır ve istediğiniz gibi doldurursunuz. bunu yapmanın heyecanı, zevki bambaşkadır. henüz yaşamadığınız, görmediğiniz özellikleri kimbilir nasıldır diye, en küçük hareketinden çıkardığınız koca koca anlamlarla ballı şerbetli yaratılmayı bekler. yaratılır da... ama, kaçınılmaz bir şekilde, istemeseniz de, tanıdıkça o geçici süreyle kapatılmış boşlukları kendi doldurmaya başlar. sonra da gelsin o meşhur "göründüğü gibi değilmiş" muhabbetleri.

hayal kırıklığı yaşıyorsanız, bunun acısının nedenin yarısı size aittir. çuvaldızı zaten ona batırıyorsun, şimdi o iğneyi kendine çevir ve...

anatidaefobi

http://www.magdaboreysza.com/portfolio/m... tarzı bir şeyse korkacak bir şey yok, ama veya gibi ise o zaman ben de anatidaefobik bir kişiliğim.

futurelavirs

bu adamın yazılarındaki kıvraklık, anlattığı konuya hakimliği ve hınzır gözlemciliği bende olsa kıçımın seviyesi çoktan burnumun üstüne çıkmıştı. keyifle ve merakla takipteyiz.

(..yız?! biz kim?! ben takipteyim, ben!)

her konuştuğu gayin kendisine yazdığını sanan gay

bu gay kardeşlerin (!) ne de çok derdi varmış dedirten başlıktır.

"her konuştuğu gayin kendisine yazdığını sanan gayin kendisine yazdığını sanan gay" arkadaşlara derin gir nefes çekip buradan selam gönderiyorum.

ayı sözlük yazarlarının şu an dinlediği şarkılar

efenim, "ayı sözlük yazarının şu anda dinlediği şarkılar" kısmına geçmeden önce minik bir açıklama yapacağım.

ayısözlük'e girdiğim zamanlarda yaptığım standart bir davranışım var. bilgisayarın hafızasındaki binlerce ne oldukları bilinerek koyulmuş şarkıdan oluşan klasörlerden itinayla ve hızlı bir şekilde 5 parça seçilir. çalmaya başar. genelde 15-25 dakika arası tutar. süre bittiğinde göz gezdirme de bitmiş olur. yani paylaştığım şarkılar "en favori çalma listem" değil. kaldı ki öyle bir başlık olsa girdi de bulunmazdım. sevdiğim, vazgeçemeyeceğim şarkılar o kadar çok ki listesini yapmam mümkün değil. (niyet-sonuç ilişkisi)

ayrıca bu tarz girdileri olan eni topu 2 kişiyiz herhalde. o kadar girdi arasında arada bir "ısrarla" yapılan bu paylaşımların niye "cidden tuhaflaştığını" alamadım. adı üstünde: "ayı sözlük yazarlarının şu an dinlediği şarkılar".

not: cümlelerimin hiç birinde gizli ima, alaycılık veya dişini gösterme öğesi bulunmamaktadır. eleştiri yapan yazar(lar)ın iyi niyetine inanılarak yazılmıştır.
Henüz takip ettiği biri yok.