operazionepaura

Durum: 431 - 0 - 0 - 0 - 06.05.2023 22:32

Puan: 6610 - Sözlük Kezbanı

15 yıl önce kayıt oldu. 1.Nesil Yazar.

ısırayım da geçsin...
  • /
  • 22

otuzlu yaşlardaki adam tatlılığı

her yaşın güzelliği var diyeceğim, geyik deyip atacaksınız. o zaman o güzellik bana kalsın. geyik meyik, modası geçik ama birilerinin gerçeği.

şu da var. kendini, varlığını kanıtlamanın yolu bazıları (ya da çoğunluk desek) için bazen (ya da çoğunlukla desek) niteliği değil de niceliği (nietzche?!) seçmekten geçiyor herhalde.

fastfood ne kadar zahmetsiz, eğlenceli ve çeşit çeşit olsa da, ev yemeğinin verdiği duygusal tatmini veremiyor. (teşbihimi seveyim.)



eski sevgilinin 8 ay sonra dönmesi

herkesin, daha doğrusu hafiften bilimsel konuşalım, büyük bir çoğunluğum birilerinden feci tekme yediğinin, ve hala bir fırsat olsa, bir dönse de o tekmeyi kıçına geçirsem arzusuyla yanıp tutuştuğunun kanıtı timsali (?) başlıktır.

ühhü...

bir kadının en güzel yeri

bir hain olarak açıklama yapma ihtiyacı hissediyorum.

geyik değil: bakışları, yüz şekli. güzel olmasından çok, hani karakteri varlar der ya, ondan işte. ne ultra kadınsı ne de mega erkeksi tipler ilgimi çekmediği için jestler de çok önemli. hemen sonra yuvarlak hatlar. şöyle ipeksi, kaygan, yumuşak-sert arası , parmağının hafifçe gezdirdiğinde salınmasına neden olan hatlar...

ama bir de şöyle bir şey var: göğüsler. bu konuda neredeyse fetişe varacak kadar hassasiyetim var. tabii yukarıda saydığım özellikte bir vücutta olduğu sürece.

sanırım tümevarımcı değil tümdengelinciyim.

recep tayyip erdoğan

sinemayı bıraktığını açıklayan miyazaki amca, usta'nın hikayesi isimli başyapıtı izler, karşılaştığı ve tanıdığı şahsiyetin ihtişamıyla vücuduna bir titreme gelir ve, evet, göz yaşlarına hakim olamaz. mağduriyet kelimesinin gerçekten ne anlama geldiğini işte o zaman anlar, aydınlanır, ışıldar ve ağzından o müthiş kelimeler dökülür: bismilvsvs... böylece o müthiş şahsın (evet, o kadar müthiştir ki adını söyleyemez bile, korkar bozuk aksanıyla kirlenir diye) çocuklarının zamanında yaşadığı ve allah inandırsın hala yaşamakta olduğu mağduriyetleri anlatmak, dünyaya yaymak, bu konuda gerekirse bedenini ve beynini harcamak için sinemaya dönmeye karar verir. şüphesiz ki onun seçtiği yol, en doğru yoldur.

the end

gayleri erkekten saymamak

geçenlerde ofiste yaşadığımız şey. ünlü birinin (kim olduğunu bilmiyorum) gay olduğu yönünde diyaloglar geçiyordu. daha doğrusu lafı açan, "o gay tabii, bilmiyor muydunuz, ho ho ho!!!" demesi üzerine ofisteki günceli (=magazini) sıkı takip eden kızlarımızdan biri "aaa, olur mu, adamın 2 tane çocuğu var" demesiyle bir anda kapanan konudur. sanırım lafı gediğine koymuş oldu ve çevre olarak da biz bunu kabul ettik.

bir de şu var, erkeklik söz konusu olduğunda, başka yerlerde olduğu gibi burada da hemen birileri "ne kadar statükocu, cinsiyetçi şeylersiniz siz, reybov kuşağını, avtovdıklozeti hiç duymadınız mı, geri kafalılar" (ne alaka değil mi, kurgu hataları ve abartmaları zamanında fazla woody allen okumuşluğuma verin... ya da vermeyin) gibi otomatik tepkiler veriliyor. sonra da "erkek gibi erkek istiyorum, kim bizi erkek yerine koymazmış şaşarım". peki, bu kadar sululuk yeter.

eni topu iki cinsiyet ve bunun kombinasyonların ibaretiz.

tek derdi sevişmek olan eşcinsel

tek derdi buysa, ciddi söylüyorum, gerçekten şanslı bir arkadaştır. kafaya takılacak o kadar meselenin olduğu dünyada...

bu yazının sosyal içerikli, hafif espirili, stadyum desteği bekleyen kısmıydı.

geldik asıl kısmına: başkalarını cinsel hayatımız yüzünden yargıladıkları için şikayet ederken, geri kafalılıkla suçlarken, medeniyetten nasibini almamış görürken aynı şeyi başkaların yapmak, herkesten süper aktif farkındalık beklemek, anti-heteroseksist tavırları görmek istemek de nedir? sen ben o her kim isek cinsel benliğimizden önce insanız, cinsellik hayatımızın önemli bir kısmı, güdüsel çünkü, engellenemez, ama sonuçta sadece bir kısmı. ya bir bırakın ne istiyorsa insan onu yaşasın.

nedir bu "hep düzey, hep düzey" merakı? kastettiğiniz "yüzey" olmasın? hani sadece dışı görünen...

eşcinsel olduğunu kendine zar zor itiraf edebilen genç

biseksüel olunca kafa daha bir karışık oluyor sanki. içinden diyorsun ki "kızlardan elektrik alıyorum , e o zaman bu ne?". çevrenin de tepkisi ona göre oluyor, o zaman sevgililerin neydi diye.

kendi adıma konuşayım, ergenken sanki daha bir kolaydı. suçlayacak daha fazla nedenin oluyor. ailen, anlayışsız (!) arkadaşların, özgürlük (?!), her şeyi başkalarından daha iyi bilmem (he canım, he). o yüzden gelsin alevli ateşli savunmalar, ani ve yüksek sesli tepkiler, hiç biriniz beni anlamadınız demeler, olmadık yerde arkanı dönüp gitmeler.

sonra hayatın içine daha bir girmece. ayağın yere daha bir basması. büyüdükçe tökezlemenin insanı daha bir sarstığını anlamalar.

lakin sadece cinsellik değil her şey böyle yaşanıyor sanki.

tüm müstehcen sahneleri kesip artı on sekiz koymak

iktidardan çok iktidara yapılan yalakalıktan kaynaklanan durum gibi görünüyor. penisiline yapılan; fıkra haliyle komik, gerçek haliyle garabet bir sansürü televizyon yayıncılığına ve hayatımıza kattıkları için ne kadar teşekkür etsek az.

islam kelimesine de aynı muamelenin yapıldığı gün... ggoooodmorning babylooonnn!

hiç sorulmamışken yalnız yaşadığını söyleyen insan

şunca senedir yalnız yaşıyorum (şunca = 10), bunca kişiyle konuştum (bunca = 3,14) hala sormadan söylemişliğim yoktur (söylemişlik = 0). sorana da genelde oğlumla yaşıyorum diyorum (oğlum = kedi). oysa kendisine bir kere bile oğlum demişliğim yok. adı bile yok garibim.

düşündüm de... niye acaba? yoksa gizli yalnız mıyım? yalnız fobik? asosyal? klozet-master? dolaptan çıksam yaşar mıyım?

ankara metrosunda gitar çalan gence müdahale

sağolsun internet sayesinde bilgi edinme açısından glob... pardon, küreselleşmeye epey bir adım attığımız kesin. ama adımını nereye attığını bilmezsen sadece yürümüş olursun. ondan sonra kolaysa bekle evrensel değerlere uyum falan filan. ha, şu da var, başka ülkelerin çok mu farkı var? korkunç farkı olan da var, feci şekilde olmayan da, ama ne aşağılamak için (bizden bir bok olmaz yeaa) veya bir şey yapmamak (bak kardeşim, böyle şeyler bizim değerlerimize uymazzz) bu bir mazeret olmamalı.

neyse ki bir kaç deli cesaretli birileri var da içimiz açılıyor, umut o kadar da sönmüyor. ama her şey devletten beklememek gerektiği gibi hemen tepki versinler diye bu insanlardan hareket beklememek lazım. kıçı başı oynatmak, hatta ayrı ayrı oynatmak lazım. onlara çalmak, bize oynamak lazım. kafadan oynatmamak lazım. oynaoya aynonay noyna brrzşzşşş...

eeee... konu neydi?

recep tayyip erdoğan ustanın pabucumun hikayesi

belgesel? bildiğin mağduriyet ve uyduruk duygusallık parçalarıyla bezenmiş, en fenası, konu alınan kişiden gıdım mütevazilik görmediğimiz propaganda programı. parça parça görmüş olmakla beraber her an dağılmaya hazır akıl sağlığımı, her an bozulmaya hazır ruh sağlığımı ve her an pörtlemeye hazır cinnetlik potansiyelimi etkilememesi için hiç bir şekilde izlemeye niyetim yok. buna önyargı diyen, hiç kusura bakmasın ve... eeee... nasığğğ değleğğ... bisiktiripgitsin!

hayatımda çok ender (çok çok çok ender) ''nefret ediyorum'' cümlesini kurarım. sayın (alıntı yapıyorum) rejup taeyb irdogun, şürekası, hele hele yardakçıları benim nefret objelerim.

eski sevgiliden gelen mesaj

eğer "düşündüm de, bir daha görüşelim mi" gibisinden teklifimsi bir mesaj atılmadıysa hoşuma bile gidiyor. ne olursa olsun belli bir zamanı mutlu mesut geçirdiğim, aradaki saygıyı kaybetmediğim birilerinin iyi olduğunu, mutlu olduğunu duymak, hatta benim de iyi olduğumdan memnun olduğunu duymak güzel ve özel bir şey. her şeyin altında ille de bir hinlik aramamalı. bu tür iletişimleri, hesap veriyormuş gibi detaya girmeden, ama soru işareti de bıraktırmadan mevcut sevgiliye söylüyorum da. ki bundan kimse rahatsız olmamalı.

ama bir kişi var ki, o istisna olan. 2-3 yılda bir gelen "n'aber, merak ettim, görüşelim mi" mesajı/telefonu... o çok feci işte. hala sevdiğimden değil, yaptıklarından. o atmasın işte.

bir insanı tanımaya başladıkça eski heyecanın kaybolması

birini ilk tanımaya başladığınızda kafanızda onun için ayırdığınız yer %99 (ya da biz öyle diyelim, sembolik, metaforik bik bik bik) boştur. bu alan sizin serbest alanınızdır ve istediğiniz gibi doldurursunuz. bunu yapmanın heyecanı, zevki bambaşkadır. henüz yaşamadığınız, görmediğiniz özellikleri kimbilir nasıldır diye, en küçük hareketinden çıkardığınız koca koca anlamlarla ballı şerbetli yaratılmayı bekler. yaratılır da... ama, kaçınılmaz bir şekilde, istemeseniz de, tanıdıkça o geçici süreyle kapatılmış boşlukları kendi doldurmaya başlar. sonra da gelsin o meşhur "göründüğü gibi değilmiş" muhabbetleri.

hayal kırıklığı yaşıyorsanız, bunun acısının nedenin yarısı size aittir. çuvaldızı zaten ona batırıyorsun, şimdi o iğneyi kendine çevir ve...

orgazmik yiyecekler

şöyle ekşili, hatta limon kabuğu parçalı, sütlü soğuk bir tatlı. parfe gibi... şeyy gibi... parrfşşşş.... ohhşşşş...

sadece öpmek istedim hem öptürmedi hem de düştü kendi kendine öldü

şaşırtıcı değil belki, ama bu sabah haberi radyoda dinlerken, beraber işe gittiğim yol arkadaşlarımın adamın açıklamalarına küfürle karışık gülüp, monakodumunherifi diye bağırıp, "iyi de, yarı çıplak tren raylarının üzerinde işi neymiş" demeleri... insanın bazen camdan atlamayı istemesi gibi hızla giden yolda kapıyı açıp kendini yola bırakma isteği yaratıyor.

araba sürmeyi bilseydim duvara son sürat sürmeyi de hayal edebilirdim.

şaşırtıcı değil dedim ama keşke şaşıran seviyede olsaydık.

day dream in blue

aslında the gunter kallmann choir'ın daydream parçasının (ki aslı the wallace collection'a ait) remiksi... bir dönem reklamlarda (ford focus), dizilerde (r4bia, pardon numb3rs) ve filmlerde (shaun of the dead) sık kullanılmıştı. hala da güzelliğini koruyan bir parçadır.

3 albümü olan grubun diğer parçaları daha elektroniğe kaçtığı için, daydream in blue dışında çok da popüler olmamalarına şaşmamak lazım.

bu arada;
parçaya konu olan the gunter kallmann choir versiyonu:

the wallace collection versiyonu:

daniel powter

bana bir daha "niye beş arkı dinliyon, nıhahahaha" mesajı atıldığında, ben de şöyle bir mesaj atacağım:

"sen git daniel powter'ını dinle"

ayrıca: bak daniel'e ne olmuş...

tiramisu

sevmeyenine henüz rastlamadığım tatlı.

bu tatlıyı yapan tanıdığım neredeyse herkes "yapmasının özel bir yetenek istediğini", "en-en-en-asıl tarifini kendinin bildiğini", ve "tartışmasız herkesten daha iyi yaptığını" söylüyor. sanırım bu tatlının yapanda rte kompleksi yaratma gibi bir etkisi var. yiyen içinse bir problem yok.

"hah, tiramisu yapmayı senden öğrenecek değilim!"

buzdolabındaki suyu içip doldurmadan koyan insan

bir ev arkadaşı edinmemin önündeki en büyük engellerden biri.. ya da simgesi... ya da öyle bir şey... başlarda "gayet idare edilebilir hatta komik, o kadar da huysuz değilim canım" şeklinde kendimi rahatlattığım bu tür detayların karşı taraf için gerçekten önem taşımadığını idrak etmeme beraber giderek yükselen gerilim...

süt şişesinin içinde 1 çorba kaşığı kalana kadar içip gerisini dolaba kaldırmak (lafım içilmesine değil), sallama çay poşetini bardağın içinde, sigara izmaritlerini küllüğün içinde lavaboya tepeleme doldurmak, hatta lavaboya önüne gelen herşeyi doldurmak, 1 hafta önce hazırlanmış yemeğin ben kaldırmadığım sürece buzdolabında yerini korumak, yıkanan çamaşırların sadece kendine ait olanlarını asmak, çalan kapıya/telefona bakmamak, akşamları evde 1-2 saat kalınması gereken ender durumlarda (özellikle hafta sonları) sürekli bir dışarı çıkma zorunluluğu yaşamak (birden hastalanan arkadaş, birden bunalan sevgili, birden doğum günü kutlanan bir başka arkadaş) vs vs vs... uyardığında da ıslak köpek bakışlarıyla "haklısın, affedersin" deyip kadığı yerden devam etmek...

huysuz muyum neyim?!

your song

ilk dinlediğim hali andy williams'a ait olduğu için yeri başka.
http://ayisozluk.com/lnk/andy

özellikle 90'lardan sonra yaptıkları hiç ilgimi çekmeyen elton john'ın geleceğe kalan cici şarkılarından biri.


gagaların çılgınlığından maylilerin dağıtmalarından gliilerin muhteşemliğinden (durun, vurmayın) castinlerin seksiliğinden dayrekşınların... eeeee.... bir şeyliğinden (?) ağzımız çenemiz yorulmuşken iyi pop müziğinin nasıl bir şey olduğunu farketmekte fayda var.
  • /
  • 22

belladonna of sadness

bu yıl 50. yaşına basan japon anime kültü.(1973) seks, şeytan, şiddet of of.

psychelic müzikleri, atmosferi, dokusu alır duvardan duvara çarpar. 100 tane modern anime izleyip sinefil kesilen sidikli uyduruk anime övcülere ders niteliğindedir.

Toplam entry sayısı: 431

eski sevgilimin yeni sevgilisine not

söyleyecek laf çoktur da...

ama artık içinde "ben" olmayan ilişkide bana laf düşmez. cidden.

hatta söylemesi ve kabul etmesi en zor şekliyle söyleyeyim: onu bunu aydınlatmak yerine bazı 2. ve her 3. şahıs gibi "benim de vazgeçilebilir" olduğumu kabullenmem gerek. aklımız nasıl anca bize yetiyorsa, o büyük olasılıkla tanımadığım(ız) 3. kişinin de , biz aydınlatıcı (!) bilgiler verirken hissedeceği, düşüneceği şey budur.

bu arada tekrar edeyim: o ilişkide ki asıl 3.kişi hala ben(dir).

ayı sözlük yazarlarının şu an dinlediği şarkılar

masumiyetin tatlı kanatlarından...
doris day - fly me to the moon

erotizmin hafif çırpınmalarına doğru...
alessandro alessandroni - devil's nightmare

ve seks seks seks...
anthony newley & fiona richmond - my first time

derken bir anda karanlık basar...
the aloof - one night stand

ardından hissettiğin huzur mu, huzursuzluk mu... ona kendin karar ver.
sigur rós - fjögur pianó

golden shower

hani bazen insanın "şu anda her şeyi yapabilirim" dediği anlar vardır ya...

yok mu? sadece ben mi?

her neyse, bazen merak etmiyor değilim. sonra, vitamin aldığım zaman çişimi saran o kokuya nasıl dayanamadığım aklıma geliyor. ya da herhangi bir umumi tuvaletteki koku. o zaman hızla ıh-ıh moduna geri dönüyorum.

sandığınız gibi değil. valla bak. açık..laya..bilir...dim.

(yalnız duş görevi gören arkadaşların nasıl da şeffaf işediklerini görünce, sanırım bunun için ayrı bir diyete giriyorlar.)

feminenlere saygı duyuyorum

şu "saygı duyuyorum ama..." diye başlayan cümleleri düşünüyorum ve tdk'ya bakıyorum.

http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=c...

saygı
isim
1. isim değeri, üstünlüğü, yaşlılığı, yararlılığı, kutsallığı dolayısıyla bir kimseye, bir şeye karşı dikkatli, özenli, ölçülü davranmaya sebep olan sevgi duygusu, hürmet, ihtiram
"insanlara saygıyı yitirdin mi yandın bittin, on paralık oldun demektir." - y. kemal
2. başkalarını rahatsız etmekten çekinme duygusu

sonra bir bakmışsın, gaylere saygı duyuyorum ama yaklaşanın kafasını kırarım, kadınlara saygı duyuyorum ama çok açık geziyorlar, erkeklere saygı duyuyorum ama hepsi sarkıyor, pasiflare saygı duyuyorum ama hepsi kompleksli hetero-kadın düttürüsü, farklı düşüncelere saygı duyuyorum ama monako falan filan...

ben dedim oldu (bölüm xix)

debbie gibson



debbie gibson'ı (çıktığı zamanlarda) daha şirin bulsam da bu kavgada tarafım tiffany.
şaka bir yana, zamanında sıkı rakip/düşman gibi gösterilseler de (çünkü "everybody loves a good catfighting") aslında hiç öyle olmamışlar.
not: felaket efektleri ve uyduruk dev hayvanların kapıştığı kötünün kötüsü syfy/asylum yapımı 2011 yapımı megapython vs. gatoroid'den alınma.

gudubet

the good, the bad & the gudubet

bir insanı tanımaya başladıkça eski heyecanın kaybolması

birini ilk tanımaya başladığınızda kafanızda onun için ayırdığınız yer %99 (ya da biz öyle diyelim, sembolik, metaforik bik bik bik) boştur. bu alan sizin serbest alanınızdır ve istediğiniz gibi doldurursunuz. bunu yapmanın heyecanı, zevki bambaşkadır. henüz yaşamadığınız, görmediğiniz özellikleri kimbilir nasıldır diye, en küçük hareketinden çıkardığınız koca koca anlamlarla ballı şerbetli yaratılmayı bekler. yaratılır da... ama, kaçınılmaz bir şekilde, istemeseniz de, tanıdıkça o geçici süreyle kapatılmış boşlukları kendi doldurmaya başlar. sonra da gelsin o meşhur "göründüğü gibi değilmiş" muhabbetleri.

hayal kırıklığı yaşıyorsanız, bunun acısının nedenin yarısı size aittir. çuvaldızı zaten ona batırıyorsun, şimdi o iğneyi kendine çevir ve...

yataklıdan rahatsızım

adına da derler seks...

http://www.hurriyet.com.tr/gundem/227028...

üzerine uzun uzun yorum yapmak gibi bir güdüm var, kenarda hevesle bekliyor. ama tabii ki gündem değiştirmekten başka hiç bir amacı olmayan bir açıklama. ama eminim destekleyeni de vardır. bizim gibi sazan gibi atlayıp "n'oluyosunuz" diyeni de...

ama ilk okuduğumda, saftirik bir ateist olarak ağzımdan arapça bir şeyler çıkmaya çalıştığı durumunu yadsıyamayacağım. ne de olsa her türk mazluman, yok müslümhan, ya da her neyse ondan doğar.

zombi

haiti kaynaklı bir kavram olan zombi, büyü yoluyla canlandırılan ölü demek. sinemada ilk örnekleri ruhu olmayan beyaz gözlü insanlar şeklindedir. romero'nun klasiği night of the living dead ile, ama özellikle devam filmi dawn of the dead ile bugün küçük çocukların bile bildiği, hastalık sonucu aşırı etoburlaşmış ölülere dönmüş durumda. 2000'lerde ise her şeyin daha bir hızlanması, kağnıdan da ağır yürüyen zombileri etkilemiş, danny boyle'un 28 days later'ının ses getirmesi ile ciddi anlamda hareket hızı kazanmışlardır. ilk örneklerde zombiler egzotik bir korku öğesi iken, 70'lerde bu korku öğesinin tüketim toplumun temsil etmesi devrimsel sayılsa da tür olarak kendisi bir tüketim malzemesi haline çoktan gelmiş durumda.

şahsi olarak ısrarla tavsiye edebileceğim zombi/zombili filmleri:

1920 - das cabinet des dr. caligari
1932 - white zombie
1943 - i walked with a zombie
1945 - dead of night
1964 - the incredibly strange creatures who stopped living and became mixed-up zombies (adı üstünde bir film, trippy!)
1966 - the plague of the zombies (hammer tarzı, ürkütücü suratlı zombiler)
1968 - night of the living dead
1971 - la noche del terror ciego (tombs of the blind dead) (en favori filmlerimden / ölü şövalyeler dehşet saçıyor)
1972 - children shouldn't play with dead things (gizli klasik)
1972 - pánico en el transiberiano (horror express) (atmosferi yeter)
1972 - dead of night (deathdream) (üzgün bir korku filmi)
1973 - ataque de los muertos sin ojos (return of the blind dead) (ya da ölü şövalyelerin dönüşü)
1974 - non si deve profanare il sonno dei morti (let sleeping corpses lie) (çok çok çok sevdiğim bir film. çok demiş miydim?)
1977 - rabid (ilk zamanlar ki cronenberg i özlemiyorum desem yalan olur)
1977 - shock waves (ilk nazi zombilerden)
1978 - dawn of the dead
1979 - zombi 2 (zombie flesh-eaters) (bir fulci klasiği. hastasıyım.)
1979 - zombie holocaust (doctor butcher, m.d.) (o kadar kötü ki... seviyorum bu filmi)
1980 - paura nella città dei morti viventi (city of the living dead) (açık ara en sevdiğim fulci filmlerinden biri. hatta bir nevi fetiş.)
1981 - ...e tu vivrai nel terrore! l'aldilà (the beyond) (fulci fulci ulci)
1981 - le notti del terrore (burial ground: nights of terror) (bu da cidden kötü bir film, porno film mantığıyla nasıl bir korku filmi çekilirin iyi bir örneği)
1981 - dead & buried (sağlam atmosferi olan, gerçekten ilginç bir filmdir. çocukken izlediğim için unutmam mümkün değil.)
1981 - the evil dead (klasik!)
1983 - one dark night
1985 - day of the dead (bugün izlediğimiz zombilere asıl şeklini veren film desek daha doğru olur)
1985 - re-animator (bir başka klasik.)
1985 - the return of the living dead (korku ile komedinin en başarılı kokteyllerinden biri)
1986 - night of the creeps
1987 - prince of darkness (hastasıyım carpenter'in. aynı zamanda sinemada tek başıma izlediğim ilk film.)
1987 - evil dead ii (dead by dawn! dead by dawn!)
1988 - dead heat
1990 - night of the living dead (tom savini'nin yeniden çevirimi. hiç de fena değil.)
1990 - bride of re-animator
1992 - braindead (dead alive) (en şirin zombie filmi #1)
1993 - return of the living dead 3 (ilkinden daha az komik, efektleriyle göz dolduruyor.)
1994 - dellamorte dellamore (cemetery man) (anında unuttuğum yeniden çevirimi bu filmin 1/10'u bile etmiyor. çok sağlam filmdir.)
2002 - 28 days later (koş zombi koş ya da zombileri tekrar hortlatan film #1)
2002 - deathwatch
2004 - dawn of the dead (zombileri tekrar hortlatan film #2. asıl filme saygıda kusur göstermemesi ayrı bir takdire şayanlık.)
2004 - shaun of the dead (en şirin zombie filmi #2)
2006 - black sheep (zombi koyun? aynen öyle!)
2006 - fido (korku filmi olmayan zombi filmi)
2006 - poultrygeist: night of the chicken dead (tam bir troma çılgınlığı. tam bana göre bir film. ciddi sinemaseverler ısrarla uzak dursun.)
2007 - mulberry street (sürpriz)
2007 - planet terror (çok sevmemekle beraber tür severlerin izlemesi gerektiğini düşünüyorum. hala izlememişlerse tabii.)
2008 - otto; or up with dead people (ai gai, ai zombi)
2007 - [●rec] (züpper! özellikle ilk izleyiş tam bir rollercoaster.)
2007 - the signal
2008 - deadgirl
2008 - trailer park of terror (fena değil.)
2009 - la horde (fransız sinizmine sahip zombi filmi)
2009 - pontypool (izlediğim en enteresan, en cesur zombi filmlerinden biri. macera seven sinemaseverler mutlaka izlemeli)
2009 - [●rec]2 (ilki kadar olmasa da sırf enerjisi için izlemeli)
2009 - the revenant
2012 - the cabin in the woods (arızalı bir klasik! neredeyse orgazmik.)

not: cranberries meselesine gelince... şimdi kızanı, eksileyeni çok olacak ama celine dion'un my heart will go on'una kimi insan nasıl katlanamıyorsa ben de bu parçaya katlanamıyorum. ha, evet, bir de dolores o'riordan'ın titrek sesini de sevemedim bir türlü. yalan değil, bunda çevremdekilerin kendisi için "bir tanrıça, dünyaya inmiş bir melek vazu vizu" propogandalarının etkisi de büyük. oysa, ilk çıktıkları dreams'i severdim. hakikaten. ama olmadı, olamadı.

28 haziran 2013 diyarbakır lice müdahalesi

geçen akşam taraf gazetecilerinden biri gezi parkı hareketinin barış açılımını engellemek için öne sürüldüğünü savunuyordu. bakalım buna ne kılıf uyduracaklar?

şimdi böyle bir cümle kurup güvenmezliğimi, kızgınlığımı kendimce dışarı vurdum. bilgisayarımın karşısında. yanımda soğuk su. hafif pervane esintisi. rahatlık? olmadı!

ısrarla canlar yanıyor, çünkü ısrarla yakılıyor. hala birileri hükümeti, polisi, askeri son derece basit mazeretlerle tüm bu olmuşları, olanları (ve olacakları) savunabiliyor. yalakalık yapmaya çalışan bir sürü gazeteci çırpınıyor. bir de insan sevgisinden, canın değerinden, kucaklayabilir olmaktan bahsediyoruz. ben, sen değil belki, ama birileri.

inanç sahibi biri değilim. olamadım bir türlü. ama bazen gerçekten, cidden ilahi adaletin olmasını diliyorum. ben de dahil, kötülüğü bilerek isteyerek yapanın yakasına mutlaka yapışılsın, mutlaka hesabı sorulsun ve canı yakılsın.

futurelavirs

bu adamın yazılarındaki kıvraklık, anlattığı konuya hakimliği ve hınzır gözlemciliği bende olsa kıçımın seviyesi çoktan burnumun üstüne çıkmıştı. keyifle ve merakla takipteyiz.

(..yız?! biz kim?! ben takipteyim, ben!)

her konuştuğu gayin kendisine yazdığını sanan gay

bu gay kardeşlerin (!) ne de çok derdi varmış dedirten başlıktır.

"her konuştuğu gayin kendisine yazdığını sanan gayin kendisine yazdığını sanan gay" arkadaşlara derin gir nefes çekip buradan selam gönderiyorum.

ayı sözlük yazarlarının şu an dinlediği şarkılar

efenim, "ayı sözlük yazarının şu anda dinlediği şarkılar" kısmına geçmeden önce minik bir açıklama yapacağım.

ayısözlük'e girdiğim zamanlarda yaptığım standart bir davranışım var. bilgisayarın hafızasındaki binlerce ne oldukları bilinerek koyulmuş şarkıdan oluşan klasörlerden itinayla ve hızlı bir şekilde 5 parça seçilir. çalmaya başar. genelde 15-25 dakika arası tutar. süre bittiğinde göz gezdirme de bitmiş olur. yani paylaştığım şarkılar "en favori çalma listem" değil. kaldı ki öyle bir başlık olsa girdi de bulunmazdım. sevdiğim, vazgeçemeyeceğim şarkılar o kadar çok ki listesini yapmam mümkün değil. (niyet-sonuç ilişkisi)

ayrıca bu tarz girdileri olan eni topu 2 kişiyiz herhalde. o kadar girdi arasında arada bir "ısrarla" yapılan bu paylaşımların niye "cidden tuhaflaştığını" alamadım. adı üstünde: "ayı sözlük yazarlarının şu an dinlediği şarkılar".

not: cümlelerimin hiç birinde gizli ima, alaycılık veya dişini gösterme öğesi bulunmamaktadır. eleştiri yapan yazar(lar)ın iyi niyetine inanılarak yazılmıştır.
Henüz takip ettiği biri yok.