antonio vivaldi (d. 4 mart 1678; venedik - ö. 28 temmuz 1741; viyana), italyan barok klasik müzik bestecisi, virtüöz kemancı ve rahip. "kızıl rahip" lakabıyla tanınan vivaldi, beş yüzden fazla konçerto bestelemiştir ve konçertonun babası olarak anılır. en bilinen eseri, dört mevsim konçertosu adlı eseridir. * her konçerto için bir sone yazdığı düşünülür. *
1. kuş sesleri ve pınarların şırıltıları eşliğindeki doğa manzarası şimşek ve gök gürültüsüyle bozulur, ve sonra saka kuşları cıvıldamaya kaldıkları yerden devam ederler.
2. keçilerin başındaki çoban, köpeğin ısrarcı havlayışına aldırış etmeden huzur içinde uyur.
3. perikızları ve çobanlar bir gaydanın müziği eşliğinde dans ederler.
1. yakıcı güneş yüzünden herkes uyuşuklaşır. sadece kuşlar (guguk kuşu, üveyik) şarkı söylemeye devam eder. önce hafif bir batı rüzgarı*eser, ardından kuvvetli bir poyraza dönüşür. yaklaşan fırtınayı farkeden çoban korkar ve ağlamaya başlar.
2. şimşek ve gök gürültüsünden korkmuş çobanın etrafını sinekler ve eşek arıları sarar.
3. fırtına kopar ve ürünleri mahveder.
1. köylüler şarkı şöyleyip dans ederek eğlenirler-bazıları içer. bacchus'un kadehi elden ele dolaşır.
2. sarhoş olmuş dansçılar uyuyakalır.
3. avcılar toplanırlar, silahlarını ve köpeği yanlarına alıp ceylan avına çıkarlar ve sonunda avı yakalarlar. vurulan ceylan kaçmaya çalışır ama kaçamaz, ölür.
1. dondurucu soğuğun ortasında korkunç bir rüzgar çıkar. insanlar ısınmaya çalışsalarda soğuktan dişleri çarpar birbirine.
2. dışarıda yağmur başlar; evlerde şominenin ateşi sıcaklık ve huzur verir.
3. insanlar yavaş ve dikkatli bir şekilde, düşmemeye çalışarak buzların üzerinde yürür: hızlı yürüyenler kayar ve düşer. buzlar kırılır, ve insanlar kaçarak uzaklaşır. ve her yönden rüzgar esmeye başlar. kış çetindir, ama yine de mutluluk getirir.
1. dondurucu soğuğun ortasında korkunç bir rüzgar çıkar. insanlar ısınmaya çalışsalarda soğuktan dişleri çarpar birbirine.
2. dışarıda yağmur başlar; evlerde şominenin ateşi sıcaklık ve huzur verir.
3. insanlar yavaş ve dikkatli bir şekilde, düşmemeye çalışarak buzların üzerinde yürür: hızlı yürüyenler kayar ve düşer. buzlar kırılır, ve insanlar kaçarak uzaklaşır. ve her yönden rüzgar esmeye başlar. kış çetindir, ama yine de mutluluk getirir..
insanı en savunmasızca vuran gün dilimidir. herkes kendi gediğine çekildiğinde sadece sen ve odanda ki sessizlik vardır. gecedir seni tüm ihtiyatlığı ile kendine çeken. yaralanır; ona başını koyarsın. içlenir; ona naralar atarsın. özler; şarkıları açıp en dibe inersin..susarsın o konuşur sürekli bu sefer. sus dersin sustan anlamaz. balkona çıkarsın; böğrüne vuran gecenin eline rağmen içine içine çekersin sigaranın zehrini. her içleniş bir halka peyda eder dudaklarında. bakarsın ki zifiri karanlıktır sokak boydan boya. bir fırından gelen taze ekmek kokusunu duyumsarsın, küçük bir an içinde birşeyin yaşama sevincini okşar. gecenin olduğunu anımsarsır, soğuk taşa değen ayakların silkelenmene yardım eder; yalnızlık her gece aynı dem. her gecen bir özlemin çocuksuluğunda geçer ve koruduğunu bilirsin seni.
ilahi komedya dante tarafından 14. yüzyılın ilk yarısında yazılmış, italyan edebiyatının en meşhur epik şiiri ve dünya edebiyatının önemli bir başyapıtıdır. üç bölümden oluşur. cehennem inferno araf purgatorio cennet paradiso
küçük anekdotlar;
-ilk iki bölümde dante'ye virgilius cennet'te ise sevgilisi beatrice eşlik eder.
-cehennem, daralan bir huni seklinde tasvir edilmiştir,
-dante'nin 14. y.y başında kaleme almıştır,
-salvador dali'nin ünlü cehennem tablosuna esin kaynağı olmuştur,
-her bölümde 33 kanto vardır,
-kitabın türkçedeki tam bir çevirisi, rekin teksoy tarafindan yapilmis, oğlak yayınlari tarafindan basılmıştır,
-şiirin toplam dize sayısı 14233'dür,
- inferno bölümünde, "içeri girenler; dışarıda bırakın her umudu" diye tasvir edilmiş *
1 yıl boyunca evinin balkonundan çektiği fotoğraflar yapı kredi sanatta sergileniyor. seçkiler arasında çokta albenisi olan görseller göremedim. birara taksime gidende gezilir artık. gezmek için son gün 27 nisan 2019
ne çok isterdim sözlük; babamla yaşayamadığım her fırsatı oğlumla oğlumla dedim, hep erkek çocuğum olsun isterdim- gerçekleştirebilmeyi. en basit anları dahi, zevkli hale getirebilen o mucize şeyle; dünyaya yeniden doğmuş gibi çocuklaşarak, huysuzlaşarak, mızıkçılık yaparak yaşamayı. çok hassasım bu konuda sözlük, tanıyamadım pek fazla ben babamı.
derler ya, parça parça hatırlanır işte öyle; bana arka odadan sataştığını duyar gibim halen daha hababam sınıfı başladı gel izleyelim hadi bende çocuk aklımla gitmezdim yanına. markete giderken onu koşullandırırdım baba çubuk kraker ve negro alacağız değil mi? o koskocaman cüssesiyle güler ve alırız ama fazla şey istemeyeceksin derdi, sesimi çıkarmaz, onun yanından yürürdüm. sanki korktuğum bir şeyler varda, onun haberi olmaksızın, beni koruyacağını düşünerek sırnaşırdım yanına, çocukluk işte. sonra o gece geldi çattı -pazar günlerini daha bir sevemez oldum o günden sonra- karşımda yığılıp kaldı o koskocaman adam ne olduğunu anlayamadan, idrak edemeden evde bir telaf, kalabalık bir güruh sonrası ise hissiz bir çocuk yüreği. hayatımda ki tek pişmanlığım onu o kapıdan çıkarırlarken ya bir daha göremezsem, son kez öpsem babamı, çıkarmayın kapıdan dedim. ama duymadılar, ambulans sesi çoktan mahalleyi baskısı altına almıştı.
gittiler
bende balkondan ona bakıyordum, vedalaştığımı bilseydim koşmaz mıydım arkasından. babam, yoktu artık. beni koruyacak kimse yoktu, bir baba-oğul görsem hep yüreğim burkulur. muhabbetini duysam o ortamdan gitmemek için zor tutarım kendimi.
sonra sonra anladım ki; yazarın dediği doğruydu;
işte bende ölüyorum, bir an önce ölmek istiyorum. babamın ardından başlayan bu ikinci hayatın bana neler getireceğini tam kestiremeden. belki de en zor ölümü yaşıyorum. bedenimin yarısını kaybetmiş, bir mucize; geri gel diye bekliyorum. gelmiyorsun, gelmeyeceksin bunu bilmek istemiyorum. kemiklerimi kırarcasına sımsıkı sarılmanı, öpmeni, kokunu, o güzel saçlarının tek bir telini rüyalarımda arıyorum. ve artık öğreniyorum; -öğreneli ve kavrayalı çok uzun yıllar oldu- babanın oğluna öğrettiği en son şeyin babasızlık olduğunu. ve yeniden doğuyorum. babasız bir hayata gözlerimi açıyorum; sensiz, yarım ve olgun..
bir zülfü livaneli parçası, ilginç bir öyküsü de var; bedri rahmi eyüboğlu, nazım hikmet ran için yazıyor, zülfü livaneli de uğur mumcu için besteliyor bu parçayı.
kafada şekillenen, sorgusuz sualsiz tek anlamı oymuşçasına "terörist" tanımına yerleşen halk topluluğu. medeniyetsiz oldukları iddiası, medeniyeti sorgulatır bir halktır kürtler. medeniyetin doğduğu topraklarda bin yıllarca ikamet etmiş fakat gelinen noktada belleği zayıf olanların "medeniyetsiz!" ithamlarına maruz kalmışlardır. öyle bir milletiz ki; televizyon, gazete, sosyal ağlarda at gözlüklerimiz varmışçasına öylesine görmeye tahammül edemiyoruz ki bizden olmayan bir ötekini görmeye nefret söylemlerimiz hazır; o kürt çünkü; ülkeyi bölecekler ve kendi devletlerini kuracaklar. o kürt çünkü; pkk örgütlerine destek veriyor. akla kazınan şeyler, birçok nedeni sıralanabilir pekala. haklarında uyanan nefretin nasıl olup da bunca büyüdüğüne anlam veremediğim, veremeyeceğimdir. uyanın artık! bu safsatalar çok geride kaldı. eğer birşeyler yapabileceksen yap. lafla peynir gemisi yürümez söz konusu sadece kürtlük değil, unutma ki sende bir ötekisin. senin; aşağıladığın, yaşama hakkının olmadığını, hiçbir hukuki hakkın tanınmadığı yerde yaşıyorsun. aynı onlar gibi.
ne çok isterdim sözlük; babamla yaşayamadığım her fırsatı oğlumla oğlumla dedim, hep erkek çocuğum olsun isterdim- gerçekleştirebilmeyi. en basit anları dahi, zevkli hale getirebilen o mucize şeyle; dünyaya yeniden doğmuş gibi çocuklaşarak, huysuzlaşarak, mızıkçılık yaparak yaşamayı. çok hassasım bu konuda sözlük, tanıyamadım pek fazla ben babamı.
derler ya, parça parça hatırlanır işte öyle; bana arka odadan sataştığını duyar gibim halen daha hababam sınıfı başladı gel izleyelim hadi bende çocuk aklımla gitmezdim yanına. markete giderken onu koşullandırırdım baba çubuk kraker ve negro alacağız değil mi? o koskocaman cüssesiyle güler ve alırız ama fazla şey istemeyeceksin derdi, sesimi çıkarmaz, onun yanından yürürdüm. sanki korktuğum bir şeyler varda, onun haberi olmaksızın, beni koruyacağını düşünerek sırnaşırdım yanına, çocukluk işte. sonra o gece geldi çattı -pazar günlerini daha bir sevemez oldum o günden sonra- karşımda yığılıp kaldı o koskocaman adam ne olduğunu anlayamadan, idrak edemeden evde bir telaf, kalabalık bir güruh sonrası ise hissiz bir çocuk yüreği. hayatımda ki tek pişmanlığım onu o kapıdan çıkarırlarken ya bir daha göremezsem, son kez öpsem babamı, çıkarmayın kapıdan dedim. ama duymadılar, ambulans sesi çoktan mahalleyi baskısı altına almıştı.
gittiler
bende balkondan ona bakıyordum, vedalaştığımı bilseydim koşmaz mıydım arkasından. babam, yoktu artık. beni koruyacak kimse yoktu, bir baba-oğul görsem hep yüreğim burkulur. muhabbetini duysam o ortamdan gitmemek için zor tutarım kendimi.
sonra sonra anladım ki; yazarın dediği doğruydu;
işte bende ölüyorum, bir an önce ölmek istiyorum. babamın ardından başlayan bu ikinci hayatın bana neler getireceğini tam kestiremeden. belki de en zor ölümü yaşıyorum. bedenimin yarısını kaybetmiş, bir mucize; geri gel diye bekliyorum. gelmiyorsun, gelmeyeceksin bunu bilmek istemiyorum. kemiklerimi kırarcasına sımsıkı sarılmanı, öpmeni, kokunu, o güzel saçlarının tek bir telini rüyalarımda arıyorum. ve artık öğreniyorum; -öğreneli ve kavrayalı çok uzun yıllar oldu- babanın oğluna öğrettiği en son şeyin babasızlık olduğunu. ve yeniden doğuyorum. babasız bir hayata gözlerimi açıyorum; sensiz, yarım ve olgun..
halen daha bıraktığın gibi hatırlıyorum seni. farklı olan; daha çok büyüdüm, farklı gelen; senin evladın olduğum için gururluyum, farklı algıladığım; senin ismin geçtiği zaman, "baba" kelimesinin hecelerini işittiğim an artık daha az yaralanıyorum. alışılıyor baba, hayat herşeyi alıştırıyor insana, fakat onbir yıl önce bıraktığın, seni çok seven küçük oğlunum.
sözlük, amaç çizgisinden saparak daha başka şeylere yönelip, bir araç muamelesi görmesi üzerine bir süredir entry girmememe sebep olan, doğal akış sürecimdir. son zamanlarda özgür bir platform olmasının hiçbir yansımasını göremediğim ve benim gibi düşünen onca yazarın da aynı düşünce de olduğunu düşünüyorum. sözüm ona; yaptıklarımı göz önüne sermekten çekince duymuyorum. bunu gizleyip örtbas etmekte hatasını bilmez kişilerin yapabileceği bir davranıştır. bir şekilde, eski enerjisini kaybeden sözlüğe birer atıfıımdır illegal sözlerim. sözlük kendi kurallarından bahsederken; kurallara uyulmaması, yazarların * başka zaaflarını gidermek ve bunlara çözüm yolu olarak sözlüğü mekan bellemekte bir etkendir.
1-karamsarlık, kişinin kendi penceresinden baktığı dünya ile alakalı. her pencere farklı bir duygunun tasarımı, ve bu tasarımı önceden nasıl ele aldığında ilişkili de biraz.
2-kendimden yola çıkarak bunu açıklamaya çalışayım; fil hafızası derler ya öyle bir hafızaya sahibim. kişi, olay, mekan farketmeksizin çoğu şeyi hatırlarım. bunun ne işe yaradığını bilmiyorum, ya da hafızamın neden bu denli geçmişteki şeyi, bana hatırlattığını bilemiyorum. kindarlık değil bence. eğer bu hafızanın hatırlattıklarını karşı tarafa öc alırcasına, planlı ve kumpas kurar gibi pusuda bekler gibi zamanını bekliyorsan kindarsındır. ben hatırladıklarımı unuturum çoğu zaman, o kişiyi gördüğüm zaman hep hatırlarım ve kendime göre de, savunma mekanizması yaratırım ya da bir önlem. kötü olmadım hiçbir zaman, çoğu zaman kötülük kindarlığı doğurur.
her zaman kendine söylediğin ve her seferinde inandığın en iyi yalanın nedir?