kara kitap
paul verhoeven'ın almanya'daki yahudi soykırımı'nı ele aldığı filmi.
kara kitap
orhan pamuk'un romanlarından birisi.
ayı sözlük yazarlarının şu an yedikleri şeyler
linzer tart
yarım bardak ince dövülmüş badem
bir bardak un
yarım bardak tereyağı(tuzsuz)
yarım bardak esmer şeker
bir su bardağı ahududu marmeladı
rendelenmiş iki katı yumurta sarısı
bir tutam tarçın
bir tutam taze rendelenmiş muskat
yarım limon kabuğunun rendesi
tereyağ ve unu birbirine yedirdikten sonra diğer malzemeyi de sırayla ekledikten sonra iki saat buzdolabında bekletin. buzdolabından aldığınız hamurun dörtte üçünü bir tart kabına yaydıktan sonra üzerine ahududu marmeladını sürün. kalan hamuru şeritler halinde kesip hamurun üzerine kafes kafes yerleştirin. önceden ısıtılmış fırında 175 c ısıtılmış fırında yarım saat pişirin.
alttaki yazara soracaklarım var
gülünecek bir şey yapmıyoruz. çok sıkarsa ışığı söndürmek de bir seçenek.
viski mi? rakı mı? bira mı?
özgürlüğün zorbalık hakkı
rainer werner fassbinder'in fox and his friends adlı filmine verilen türkçe isim.
şekersiz çay
16 küp şekerden şekersiz çaya 2 haftada geçtim. düşündüğümden kolaydı.
çılgınca zevk veren cumartesi gecesi aktiviteleri
bana her gün cumartesi, çılgınca zevk veren şeylerin hangi gece gerçekleşeceği belli olmuyor.. sevdiğim yemekler, mezeler, tatlılar, meyveler, çerezler, içkiler, filmler, nadiren sex...
durduk yere ayı sözlük yazarlarına koyan şarkılar
zaman akıp gider - linet ya da bülent ersoy
yüzüklerin efendisi
"ben uçağı parmağımda taşıyorum." diyen diva bülent ersoy herhalde.
yazarı olmak istenilen kitaplar
ayı sözlük film projesi
gelmiş geçmiş en çok okunan türk yazarlardan olan, insanların imkansız gözüyle baktığı ve ihtimal vermediği eşcinsel aşkı ve birlikteliği otuz yıl devam ettirebildikleri için hüseyin rahmi gürpınar ve albay hulusi bey'in aşkı filme çekilse verilmek istenen bütün mesajlar da verilebilir.
ayı sözlük yazarlarının şu an yedikleri şeyler
alttaki yazara soracaklarım var
arpad miklos'la birkaç saat yeter, yaz tatili çok uzun bir süre ziyan etmek istemem bir kişiyle.
geçirdiğin günün en heyecan verici şeyi neydi?
percy bysshe shelley
ikinci kuşak romantik şairlerdendir. bu dönemin diğer şairleri keats, byron ve shelley'dir. bu gruptakilerin ülkeleriyle alakalı ilişkileri belirgindir. bu grubun en uzun yaşayanı byron 36 yaşında, shelley 30 yaşında, keats ise 26 yaşını tamamlamadan ölmüştür.
shelley tenha köşelere çekilip okumayı seven bir adamdı. okuma alışkanlığı bir ömrü boyunca sürmüştür. on sekiz yaşındayken oxford'a girmiş ancak "ateizm" in gerekliliği konusunda yazdığı bir yazı nedeniyle okuldan kovulmuştur. yıllar sonra, shelley'i onurlandırmak için kocaman bir anıtını dikmiş olmaları, onun hayatına vurdukları darbenin büyüklüğü gerçeğini değiştirmez.
daha sonra hata olarak gördüğü bir evlilik yapmış, iki de çocuk sahibi olmuştu. sonra mary godwin'e aşık oldu. mary annesi mary wollstonecraft ingiltere'nin ilk feministiydi, kültürlü bir çevrede yetişen mary 21 yaşındayken yazdığı frankenstein adlı romanıyla bilinir.
shelley hayatının son iki yılını denizlerde geçirmiş ve bu işi yaparken dünyada en güzel ölümün denizde boğularak ölmek olduğunu dile getirmiştir.
"güç öyle ezici ve yok edici bir şeydir ki, dokunduğu her şeyi kirletir." demiştir.
başlıca eserleri,
the masque of anarchy
the cenci
prometheus unbound
son şiiri öldüğü için tamamlayamadığı "the triumph of life" tır.
alttaki yazara soracaklarım var
buğday üreticileri kazansın.
şerbetli tatlı mı? sütlü tatlı mı?
trt'nin eurovision 2013'ü yayınlamaması
çocukken, eurovision, haberler ve spor programları'nın son bölümü olmayacak mı? diye heyecanla beklerdim. çocukken hiçbiri gerçekleşmedi. eurovision'a katılmadığımızı duyduğumda hemen o günleri hatırladım: mutlu olmam gerekiyordu! olmadım. ancak, diğer ikisinin son bulması beni mutlu edecek eminim.
mutsuzluk veren küçük şeyler
bir iş seyahati esnasında, odada gece keyfi yaparken izlerim diye yanına aldığın dvd kutusunun boş çıkması,
mp3 şarjının bitmiş olduğunu evden çıktıktan sonra fark etmek,
heyecanla beklediğin şeyin, gerçekleştiği zaman içindeki heyecanın sen hissetmeden tavsadığını farketmek,
mayaladığın yoğurdun cıvık olduğunu görmek,
tam ütü yaparken elektriğin kesilmesi,
herhangi bir toplu taşıma aracında yaşanabilecek saçma sapan bir tartışma,
farkedilme derdinde olan bir eziğin kendisini, hiçbir şeyi beğenmeyen, çok seçici ve her boku bilen biri olarak pazarlaması...
alttaki yazara soracaklarım var
asker kolisi tarafından soyulan arkadaşa "hakkını ara, bu kaçıncı soyuluşun! ne olduğunu bilmeyen mi var!" diyen kankasına destek verip, onlarla birlikte askerin geldiği ilçedeki birliğine gidip, yüzbaşının sıraya dizdiği askerlerin karşısına oturup, oraya ne için gittiğini unutup, işi koli muhabbetine çeviren "hangi askerlerin koliye geldiğini? hangisinin nasıl bir performansı olduğunu?" anlatmaya kadar götüren lubunyanın bu performansı sergilerken yanında olmak.
okuduğun hangi kitabın yazarı sen olmak isterdin?
eşcinsele çocuk teslim edilmez
kocaman, heteroseksüel adamların sabi sübyana neler yaptığını çok iyi bildikleri için herkesi "o" bildikleri hüseyin üzmez türevi zannediyor olmalılar, dedirten başlık.
bertold brecht'in "
kafkas tebeşir dairesi" bu açıklamayı yapan başbakan'a tavsiye edilir.
ermeni soykırımının 98. yıldönümü
"inkar" en büyük zaaflardan biridir. bu olayın gidişatını tahmin edebilmek için günümüze bakmak yeter: kürt sorunu'nda nereden nereye gelindiğine. şanlı tarihimiz'e baksak hepimiz kardeşiz. hatta, 6-7 eylül olayları'na kadar bütün istanbul kardeşti. sonra bir asparagas haber: kardeşlik rafa kalktı. yılmaz karakoyunlu "salkım hanım'ın taneleri"nde ne güzel anlatmıştı olan biteni. ayla kutlu "sen de gitme triyandafilis"te gidenlerden geriye kalan bir genç kızın yaşadıklarını nasıl dile getirmişti. fethiye çetin'in "anneannesi" , mıgırdiç margosyan'ın "tespih taneleri" ufkumuzu halen daha açmıyorsa, tarih geçtiğiyle kalmış demektir. muktedirlerin yazdığı tarih kitaplarına da çok fazla güvenmeyin ne de olsa "tarihyazım" diye bir şey var. nedir diye merak eden "postmodern tarih kuramı- serpil oppermann" okuyabilir.
millet olarak başta atmamız gereken adımları hep sona bıraktığımız için şu güzelim topraklarda azala azala bir başımıza kalmış olmamız yeterince büyük bir ceza olmalı bize ama anlaşılan odur ki, kimilerine yetmemiş! ekalliyetten biri, bir başkasına kapıyı gösteriyor. öyle bir ekalliyete mensup ki, aynı kandan candan olduklarından bile saklanmak zorunda çoğu zaman. elbette, dışarıda kendisini ezenlere, küçümseyenlere, hor görenlere sesini çıkaramayan kendi varoluşunu müdafaa edemeyen babayiğitler "kendi"lerinin sandıkları her mecrada, efendilerinden öğrendiklerini uygulayacakları bir "günah" keçisi bulacaktır. "arslanlar kendi tarihçilerini çıkartıncaya kadar avcılık öyküleri her zaman avcıyı yüceltecektir." diyen afrika yerlileri boşuna böyle söylememişlerdir. zahmet buyurup okuyan olursa joseph conrad "karanlığın yüreği" adlı kitabında "kara" kıtaya layık görülenleri çok güzel anlatmaktadır. bugün, saklanmaya çalışılan her şey elimizin altında, okuyup öğrenmek bize kalmış. tarihi belgeler, tanıklıklarla ufkumuzu açmak elimizde. hiçbir soykırımın haklı bir nedeni yoktur, olamaz da. bugün karabağ'da yaşananların haklı bir nedeni olabilir mi? ya bosna'da yaşananların? yaklaşık bir asır önce gücü elinde bulunduranların yaptıkları vicdansızlıkları savunmak isteyene allah selamet versin. ben kendi söz "hakkı"mı kullanıyorum. bir parçası olmadığım bir "soykırım" için özür dilemeyi anlamsız bulsam da, bu topraklarda birlikte yaşadığımız ve birbirimize yaşattığımız tüm acıların bir daha yaşanmaması, unutulmaması ve ders alınması adına en azından bu "yıldönümü"nün bir milat olabileceği umudunu taşıyorum.