risotto34

Durum: 277 - 0 - 0 - 0 - 04.06.2013 23:55

Puan: 3050 - Sözlük Kezbanı

13 yıl önce kayıt oldu. 3.Nesil Yazar.

00000000000000000000
  • /
  • 14

müjde ar

alman dili ve edebiyatı mezunudur. çok tutumludur. sezen aksu'nun kasası ve muhasebecisi olduğu söylenir.

okb

bilinç akışı

" stream-of-consciousness" adlı edebi terimin türkçe mealidir. yazarın olayları roman kişisinin zihninden aktığı şekliyle kağıda dökmesi şeklinde tanımlanır. bu, eserin tamamında böyle olabileceği gibi bölüm aralarına serpiştirilmiş de olabilir. genellikle, "geleneksel" roman okumaya alışkın olanların okumakta oldukça zorlanacağı bir tekniktir. bu tekniğin kullanıldığı en bilindir eserler: marcel proust'un" kayıp zamanın peşinde" , virginia woolf'un " mrs dalloway" , james joyce'un " ulysses" i sayılabilir.

asıldığınız adamla sohbet yaratma çalışmaları

verdiğiniz değeri anlamayacak birinin kaba etlerini ona ulaşmak için her yaptığınızla biraz daha yukarı kaldıracağınız eylemler zinciri...bu zincirin en zayıf halkası da elbette, şuurunu kaybetmiş (bkz: okb) mağduru insan evladıdır.

james joyce

"(bkz: stream-of-consciousness)" meali "(bkz: bilinç akışı)" olan teknikle yazar. onun tekniği kullanışı, sözkonusu tekniği kullanan diğer isimlerle karıştırılmamalıdır. woolf'un bu tekniği kullanış şekli mesela (bkz: mrs. dalloway)'de zihninden akan düşünceleri, hayalleri bir süzgeçten geçirip yazma şeklindedir. oysa, joyce zihninden akanlara müdahale etmez, filtre kullanmaz. woolf'un akşam vereceği partiye hazırlanan mrs dalloway'i ile joyce'un mr. bloom'u çok farklıdır.

büklüm büklüm

sözü ve müziği sezen aksu'ya ait bir şarkı. birçok kişi tarafından seslendirilmiş şarkıyı, sezen aksu "yürüyorum düş bahçelerinde" adlı albümünün 2. cd'sinde seslendirmiştir. şarkıyı seslendirenler arasındaki en ilgi çekici isim ise, şarkıyı 1980 yılında nebahat çehre'dir.

dark bear'ın en fazla entry giren 3 yazara camde soyunması

bu başlıkta hata var, şöyle editlenmesini talep ediyorum: "dark bear'ın bir gün içinde en fazla yeni başlık açıp, entry giren her nesilden ilk üçe camda soyunması" mutluluk paylaştıkça çoğalır.

bayağı uzun oldu başlık . ancak cm hesabı yapan ahaliyi de düşünmek lazım.

akp seçmenine sorulması gereken sorular

her olay sonrası yapılan açıklamalara yürekten inanıp inanmadıklarını sorardım. gerçi, gündelik hayatta sorduklarımdan aldığım bi'örnek cevap "akp'den önce sanki her şey çok mu farklıydı?" , "kim olsa yiyecek, kim olsa eyvallah diyecek." , "meyve veren ağaç taşlanır." , "müslüman fırsatları değerlendirmeyi bilen adamdır." , "amaca giden yolda her şey mübahtır."

p.s: bir müslüman haksızlıklara üç şekilde tepki gösterir. islami teamüllere göre en tavsiye edilmeyeni kalben "buğz" etmektir. bu devrin oportünist müslümanlarına, buna sözlükte din adına söz alanlar da dahildir, "hucurat" suresi'nden ne anladıklarını sormak lazım! "müslüman" olmuşlar ama "islam" onların kalbine yerleşmemiştir.

dark bear'ın en fazla entry giren 3 yazara camde soyunması

ayrıca, cama çıkma söz olur.

dark bear'ın en fazla entry giren 3 yazara camde soyunması

bütün sözlük yazarları eşittir ama bazı sözlük yazarları "daha" eşittir, dedirten başlık. adaletine güvenmediğim dünya...

alttaki yazara soracaklarım var

şimdi bu soruyla karşılaşınca, agrado'nun ((bkz: all about my mother)) repliğini hatırladım: "sen benim halka açık yerlerde kimseye hissettirmeden neler yaptığımı bir bilsen!" ama benim ilk tecrübem, ilk sevgilim olan çocuğun, ben de çocuktum, bizim bahçedeki ağacın altında saklambaç oynarken sıkıştırıp öpmesiydi. ertesi gün o kadar çok karnım ağrımıştı ki, korkudan gizli gizli ağlamış, hamileyim sanmıştım. ne salak bir çocuktum ben. iyi ki çevrede elma şekeriyle dolaşan sübyancı sapıklar yoktu, kanıp arkalarından giderdim...

en sevdiğin arabesk şarkı hangisi?

alttaki yazara soracaklarım var

santimlerle aram hiç iyi değil. en son merak ettiğim ölçü pantolon paçasıyla alakalıydı.

değiştirme şansın olsa, kendinde değiştirmek için 5 saniye bile düşünmeyeceğin şey ne olurdu?

bloomsbury topluluğu

bir grup ingiliz sanatçı, yazar, düşünür, felsefeciden oluşan gruptur. üyeleri arasında en bilinenler lytton strachey, (bkz: virginia woolf), saxon sydney turner, john maynard keynes, (bkz: edward morgan forster), duncan grant, vanessa ve clive bell, roger fry, leonard woolf. grup üyeleri resmi bir grup ya da dernek anlayışıyla değil sanatın sonsuz faydalarının kendilerini birarada tuttuğu görüşündedir. lonrdra'da bloomsbury civarında yaşar ve çalışırlardı. grup üyeleri arasında kanbağı, entelektüel, sosyal, cinsel bağlar mevcuttu. hepsi çok yakın arkadaştı.

edward morgan forster

rudyard kipling gibi o da hayatının bir bölümünü hindistan'da geçirmiştir. cambridge üniversitesi'nde öğrenim görmüştür. modernist akımın ingiltere'deki etkili ve önemli bir temsilcisi olan yazar romanlarında 2o. yüzyıl ingiliz toplumundaki ikiyüzlülüğü ve sınıf farklılıklarının yarattığı çatışmaları dile getirdi. virginia woolf ve eşinin başını çektiği bloomsbury grubunun çok etkin olmayan bir üyesiydi. altı roman yazdı. 91 yaşında öldü. dolaptan çıkmamış bir eşcinsel olan forster, tüm hayatı boyunca bekardı. evli bir polisle uzun yıllar süren bir ilişki yaşadı. hatta, bu polisin eşi de ilişkilerinden haberdardı. forster kendisine verilen şövalyelik ünvanını kabul etmemiş yazarlardandır.

hindistan'a bir geçit
meleklerin uğramadığı yer
(bkz: maurice)
manzaralı bir oda
howarların sonu
en uzun seyahat
roman sanatı

yazarın "roman sanatı" adlı kitabındaki şu satırlar etkileyicidir; "sevgi konusundaki yanlış inançlarımızdan biri de sevginin hiç bitmeyeceğidir. bitmediği değil, bitmeyeceği. oysa, gerek tarih gerekse kişisel deneyimlerimiz bize insanlar arasındaki ilişkilerden hiçbirisinin süreklilik arz etmediğini göstermektedir; insanlar gibi kurdukları ilişkilerde değişkendir; süreklilik gösterebilmeleri içinde ustaca bir dengede tutulmaları gerekmektedir ki, öyle olduğu zaman da insanlararası ilişki olmaktan çıkıp, toplumsal alışkanlığa dönüşürler. çünkü, ağırlık sevgiden evliliğe geçmiştir."

christopher marlowe

"shakespeare in love" adlı filmi izleyenler rupert everett'i christopher marlowe rolünde hatırlayacaklardır.

"dr faustus" adlı oyununda, ruhunu mephistofeles'e satan dr faustus sözleşmelerindeki süre bitince ruhunu almaya gelen mephistofeles'e inanmak istemez, o zaman mephistofeles şöyle cevap verir:

"cehennem sonsuzdur; sınırlı bir yer değildir;
çünkü bizim bulunduğumuz her yer cehennemdir;
cehennemin olduğu her yerde de biz bulunacağız sonsuza değin."

üvey

ne demek olduğunu, "kendi öz babasının bile üvey evladı olmuş." olanların anlayabileceği, hayatın geç geç bir türlü sonu gelmeyen imtihanlarından ömür boyu sürüp gideni.

yalnızlık

geceden yapıp dolaba koyduğum sarma, dolma, börek, aşure vb. ni akşam işten geldiğimde dolapta bulacağımın,

wc yi, banyoyu, mutfağı velhasılı bütün evi temiz, tam da bıraktığım gibi bulmanın,

kitapları, cdleri, dvdleri her şeyi olması gerektiği yerde, elimin altında, bir bakış uzaklıkta,

yatağı kalktığımda düzelttiğim gibi, o yastık kılıfına benden başka birisinin yüzünün sürtünmemiş olduğundan emin olmamın,

evde ne eksik, neler almasam da bir süre daha yetecek kadar var bilmenin,...

garantisidir yalnızlık.

hiç şikayet etmem. kendimle yaşadığım tek kişilik bir ilişki ama arada araya birilerini de alıyorum: yalnız olmanın değerini daha iyi anlamak için.

bana herkesi sevme hakkı verdiler ama ben seni seçtim

"gönül bu ota da konar, oka da." demenin kibarcası, türk aile yapısına uygun hali.

catch-22

catch-22

joseph heller'ın filmi de yapılmış romanı.
  • /
  • 14
Henüz bir favori entry yok.

Toplam entry sayısı: 277

eşcinsel olunduğunun ilk fark edildiği an

ilkokul birinci sınıftayken bir sınıf arkadaşım vardı, adı rıdvan bana aşıktı. bir de komşumuzun oğlu ahmet. rıdvan saklambaç oynarken, nereye saklansam arkamdan gelir ve beni sıkıştırıp öperdi. günün birinde ahmet bizi yakaladı. fena kavgaya tutuştular. sonra dallas'ı çevirmeye başladık. onların da pipisi olduğunu görünce ortada doğaüstü bir durum olduğunu anlamıştım ama bu doğaüstü duruma eşcinsellik denildiğini bilmiyordum. yıllar geçti: rıdvan halen daha bana farklı davranır. ahmet ise ne zaman telefonda konuşsak, "ne güzel günlerdi." der.

ayı sözlük yazarlarının askerlik anıları

sınıf okulundan sonra, kur'a da zırhlı tugay çıktı. antep'e gittim. geyler ya da erkeklere ilgi duyan erkekler birbirlerini gözlerinden tanıyor: gözlerimizle yiyorduk birbirimizi. gördüğümde dizlerimin bağının çözülmesine neden olan birkaç subay ve astsubay vardı ama bakıp geçiyordum. ancak onlardan birisi vardı ki, uzaktan uzağa birbirimize bakıyorduk uzun uzun. herkesin birbirine uzaktan baktığı bir askerlik yapıyordum. yaptığım iş, sivil hayattaki mesleğimdi. kısa sürede kendi sistemimi kurmuştum. şiddete karşı olduğum için, bunu duyan askerler nerede görseler yolumu kesiyor "komutanım sivilde aşçıydım, garsondum, stewarttım, otelde çalışıyordum. deyip kendilerini gazinoya ve misafirhaneye aldırmak için gazino müdürü binbaşıyla konuşmamı istiyorlardı. günün birinde oda arkadaşım bir çocuğun pembe teskere almak için revire gelip ağladığını, üst dönem teğmenin de çocuğu odaya kapatıp dövdüğünü anlatınca çok rahatsız olmuştum. oda arkadaşım gey olduğumu tahmin ediyordu ama konu hiç konuşulmuyordu. ertesi gün gelip bir bakar mısın çocuğa ? dedi. sabahı zor ettim. ertesi sabah, gazino ünitelerini kontrol ettikten sonra soluğu revirde aldım. arkadaşım, "çocuk hiç belli etmiyor." demişti. birlikte revire gittik, kapıdaki camdan içeri bir göz attım, "dördüncü yataktaki asker mi?" dedim. "evet, ama nereden anladın?" diye sordu. biliyorum anlatmak için çabalamama gerek yoktu: çünkü, yüz metre uzaktan görsen, "işte geliyor." diyebileceğimiz bir edaya sahipti. iskenderun deniz hastanesi'ne götürdüm. bütün yol boyunca nasıl bir muameleyle karşılaşacağı anlattım. çok şaşkın gözlerle bakıyordu bana. "kuzenim rapor aldı. hayatımın hatası, der her konuşmasında." diye açıklama yaptım. zaten, herkese de öyle söylemiştim. gerçekte, rapor alan bir arkadaşımdı ve çok pişman olmuştu ama yanlış arkadaşlıkların ve yanlış kararların bazen dönüşü olmuyor. rapor almaktan vazgeçti. o devredeki, asteğmenler çok güzel bir iş başarmışlar, bir gencin yanlış bir karar almaması için her türlü yardımı yapmışlardı. herhangi bir mesleği olmayan bu genci, askeri gazinoya yanıma almak için askeri gazino müdürü olan yüzbaşıya az dil dökmedim. çocuk askerliğini askeri gazinoda çok rahat bir şekilde yaptı. terhis olduktan sonra, ayrılmadan önce vedalaşırken kendisine "gey" olduğumu söyledim. askerliğini bitirdikten sonra istanbul'da beş yıldızlı bir otelde çalışmaya başlamıştı, en son gördüğümde. hayatım boyunca yaptığım en güzel ve en faydalı şeydir benim için

ayı sözlük itiraf

çok samimi olduğum bir arkadaşımın şimdi eşi olan kişi, onlar çıkarken bana birlikte olmayı teklif etmişti. evlendikten sonra da zaman zaman bu teklifini tekrar etti. ilk teklif ettiği zaman "gey olduğumu bildikleri için beni deniyorlar mı?" diye düşünmüştüm. ancak, adamın birkaç gey arkadaşımla birlikte olduğunu ve evliliğinin "vitrin" olduğunu ifade etmesi beni çok kızdırmıştı. iki defa evlerine kadar gittim, arkadaşımla konuşmak için ama yapamadım.

ayı sözlük taksim gezi parkı zirvesi

söz konusu tarihte tr'de olsam katılmayı kesinlikle düşünürdüm. tüm türkiye adaletsizliğin, hukuksuzluğun, vicdansızlığın, açgözlülüğün, çalıp çırpmanın gösterişli yapılarıyla doldu. artık, yaşadığı çevre insanı yansıtır oldu. oysa, makbul olan insanların adaletli, hukukun üstünlüğüne saygılı, vicdanlı, yaşadığı çevreyi tüketmeden hayatını idame ettirebilecek bilgi ve görgüye sahip olmalarıdır. dünya ihtiyacınızı karşılayacak her şeyi verebilir ama egonuzu tatmin etmek dünyayı da aşar. dini referanslarla konuşan gerek başbakan, gerek partisinin milletvekilleri ve gerekte akp'liler "kefenin cebi" olmadığını hatırlamalılar. istanbul zamanında itiraz edilen yapılarla dolu: gökkafes, demirören avm,...dün şiddetle karşı çıktıklarına bugün "eyvallah" demek sadece kişilerin değişimiyle açıklanacak bir şey değildir. bize onların tenezzüllerini de işaret eder. hiçbir dini inancın insana onda olmayan şeyi vereceğine inanmam. yaşadığım ülke de bu düşüncemi olumlayan milyonlarca insanla dolu.

elbette, halkın tv dizilerinde ölen karakterler için gıyabî cenaze namazı kıldığı bir ülkede, "din" kitleleri yönlendirmek ve kontrol altında tutmak için en elverişli araçtır. dini inancı sayesinde daha rafine olmayı başarmak mümkün olsaydı, bugün yaşadığımız birçok olumsuzluğu yaşamıyor ve konuşmuyor olurduk. mesela, birkaç gün evvel, akp'li tıp doktoru bir milletvekilinin bilimdışı açıklamalarını dinledik. eğitim birçok şeyi değiştirmemize vesile olabilir ama bizim de çabalamamız gerekir. dünya çapında bir doktor olmak bize bilimsel gerçekleri, artık geçerliliği kalmamış ortaçağ zırvalarıyla çarpıtma hakkını vermez. neresinden tutarsanız tutun hemen her şeyin elinizde kaldığı bir ülkede yaşayınca bütün bu gelişmelerin(!) ardı arkasının gelmemesinin bir anlamı muhakkak ki vardır, diye düşünmeden edemiyor insan. kamuoyu bunlarla meşgulken, kim bilir kimler "akarken dolduracaksın" modunda? tarihi anlamadan geçenler, onu yeniden yaşamak zorunda kalırlar. bir zamanlar bir menderes, bir özal vardı. menderes idam edildi; özal'ın ise nasıl öldüğü bile net değil. tarih tekerrür ediyor, yine yeniden.

türkiye'de eşcinsel ünlüler

eşcinselliklerini bir "sır" zanneden ve herkesin bildiği ama dillendirmediği bu hakikatin "sır" olarak kalmasını sağlayabilmek için muktedirlerin her dediğine "eyvallah" diyen şöhretliler tayfası.
zeki müren'de hiçbir zaman "geyim" ya da eşcinselim" dememiştir. belgrad ormanları'ında alman helgalarla poz vermiş, bugün muadili olan bazı popçular gibi o da vakt-i zamanında erkekliğini yabancı dilberlerle teşrik-i mesailerde cilalamıştır. öldüğünde gazetelerde kadim dostları o cilalı yalanı parlatmaya devam etmiştir, mesela ismet ay, "zeki müren'in hamile bıraktığı kadınlardan bahsetmiştir." bülent ersoy rol aldığı filmi izleyen ve "erkeliğimden utandım." diyen zeki müren için "neyinden utanmış, neyinden utanmış!" diyerek alaylı cevap vermiştir.
doğrudur, bu ülkede eşcinsel ünlü yoktur, yani herkesin bildiği "çok gizli" büyük harf abiler eşcinsel bile değildir: güya halka duydukları saygıdan ötürü açıklamadıkları cinsel yönelimlerini bir "fabrikasyon" hatası olarak yaşarlar.
biliyoruz ve yazmıyoruz. ihtiyacımız olan bir "lavanta" mafyasıdır.

capote

philip seymour hoffman'ın başrolünde oynadığı truman capote'un in cold blood adlı romanını yazdığı dönemi ve sonrasındaki süreci anlatan film.
Henüz takip ettiği biri yok.
Henüz takip eden biri yok.