sevgili sözlük

  • /
  • 6
sevgili sözlük herkesi kendime aşık ediyorum , sonra kolileşip bi yana bırakıyorum. atmıyorum , bırakıyorum belki ilerde lazım olur diye , aslında biliyorum ki bir daha hiç lazım olmayacak ama ben kendimi böyle avutuyorum ve her koliden sonra da kendimden iğrenip bir daha yapamayacağım diye kendime söz veriyorum. olmuyor ne yapsam olmuyor. (bkz: daha kaç vücut gerek bana , benim seni unutmama)
onu dört gündür görmüyorum.ortada bir şey yokken kavgalar edip , birbirimizi kırıyoruz.sözlük yoksa biz bitiyor muyuz?
dev dalgalarla savaşıyorum bugün sözlük... aklım benden bağımsız bir yerlerde, orama burama darbe yemişimde, joker edasıyla gülümsemeye devam ediyormusum gibi... okadar pişkin, okadar umursamaz ama o kadar da can yakıcı... düşünmemeyi deneyince bunu başarabilen insanların var olması için neler vermezdim oysaki... benim için küçük bir umut olurlardı da küçük bir umutla bile nelere ulaşabildiğimi ben biliyorum. üzgünüm...

kahveringi montun esrarı üzerine kurduğum senaryolardan bir kitap elde edebilirim? veya bay muciti( öteki yanım) çağırıp kahverengi monta uzanan merdivenler icat etmesi için emirler verebilirim, her basamağında taş plaklar olan. öyleki taş plakları seversin sen... olmadı ressam rengine bürünür, bulduğum herşeyi çizmeye devam ederim... genç güzel bayanlara kırışıklıklar, siyah başlıklı bastonlar yakıştırırım, yeşilleri griye boyarım... çocuklarla yaşlılar yer değiştirmiş olur, benjamin button misali. köprüler hep suyun altından geçer, öpüşen aşıkları kimseler görmesin diye... aşık olan insanları ben dahil kimseler görmesinde hiç bir şey hatırlamayayım diye...
olmadı iki kanat çizip kendime karanlıklarda uçarak kaybolurum...

annannem anlatırdı daha çocukken ben, yusuf kuşunun hikayesi. allah onu aşkından kuşa dönüştürmüş derdi, ne zman öttüğünü duysam sevgilisini arıyormuş bulmuşda sevincinden ötüyormuş hissine kapılırdım... sevinirdim... aşıklar hep kavuşurdu bulurdu birbirlerini. bana annannem söylemişti bunu sözlük, aşıklar hep kavuşur demişti...üzgünüm... daha fazla hemde... olması gerektiğinden fazla olduğundan bahsetmiyorum bile... gözlerim marazlı, gözlerim hiç olmadığı kadar marazlı... gözlerim marazlı olmasa bile marazlı...
+üzgünüm...
-üzgünüm..
+bana dergi almaya gidiyorsun sanırım..(bana dergi almaya çıktığında dünyaları almış bakışları olurdu, yok)
-daha fazla üzgünüm...
+gözlerim marazlı..
-gözlerim hiç olmadığı kadar marazlı...
+ gözlerim marazlı olmasa bile marazlı olmasını dilerdim gözlerine bakmamak için...
-ellerim nasırlı olmasa bile nasırlı olmasını dilerdim sana dokunduğumda ne hissettiğini bilemeyeyim diye..
+icat ettiğim "hiç bir yer yeri"nde olsaydım belki sadece sesini duyardım...
- sözcüklerimi kaybetmiş olmayı dilerdim, beni duyamayasın diye...
+ sözcüklerin olmamasını dilerdim bu anı kimse yaşamasın diye...
-hiç olmadığım kadar üzgünüm...
+hiç olmadığım kadar güçsüz...
- kanatlarım olmamasına rağmen kanatlarım kırılmış gibi hissetmem kötü birşey sanırım..
+ gözlerim marazlı...
- gözlerim hiç olmadığı kadar marazlı...
başlangıcın ve bitişin olmadığı bir yerde, göklerin üzerinde, yerlerin dibindeyim. gözyaşlarına yakın, kahkahaların çok yanında, acıların azıcık gerisi mutluluğun tersi yönündeyim.


uzaklardan gelmiş bir peri, gökyüzüne uzanmış bir elim.ayaklarında gözleri olmayan, gözlerinde ışıklar sönmüş bir evim.


sevmek üzerine düşünedurmuşken, feridun abinin sözleriyle yanmış kül olmuş anka misali küllerimden doğmuş gibiyim. fakat farklı olan tek şey tecrübe sahibi olarak ilerlemeye devam etmem. ilermek derken nereye gittiğimi bildemeden ilerlemek… geziyorum tozuyorum gülüyorum bir robot olarak… sahte gülücükler fırlatıyorum, yakışıklı çocukları süzüyorum ,içimden laf atıyorum falan…

aşklara inanmış bir ruhun can çekişleri bunlar sanırım… çarmağa gerilmişimde her aşk bir çivi, birer birer çivileniyormuşum gibi… her aşk için bir bilek… her aşk için can çekiş… son kalan bileğim üzerine düşünüp son direniş üzerine yoğunlaşmışken, beklemediğim bir yerden yiyorum darbeyi… beklemediğim gözler, beklemediğim dokunuşlar üzerinden hançerleniyorum… feda edecek başka bileğimin kalmaması üzücümü sevindiricimi bilmezken kanlar içinde pozlar veriyorum makinelere…. kanlar içindeki bileklerimle gülümsüyorum, başımı kaldırıp birde böyle çekin diyorum… kanlarım akarken, akmıyormuş gibi yapıp annemi kandırmaya çalışıyorum… görmesin annem…


her çarmığa gerilen ulu sayılmıyor tabi… benim gibi varoş mahallelerde seyirci önüne çıkıp çöplük üstü muhabbetlere konu olanlar hayli fazla… fikirlerim hiç ölmezdi oysa, çünkü fikirler ölmezdi… keşke hayallerim ölmeseydide fikirlerim sonsuz boşlukta sönmüş bir yıldız olarak dolaşsaydı… başına buyruk, halden uzak… hayallerimi kurtarmak için bir umudum olsaydı başımı verseydim o umut için… anka kuşu olabilmişken uçamamak pek bir zor…. zincire vurulmuş kuşlar hüznün sembolleridir… sembol olmak istememiştim… sadece ben olmak istemiştim… sevmek istemiştim sadece… pervaneler gibi kor alevlerde dönmekte istememiştim… inandığım değerler yine çok uzaktalar, sessiz beni duymaktan kendilerini çevirmiş…
yazmayı unutmuş, parmaklarımı kullanmaktan eringen başlaması da pek bir zor oluyor yazıya… yakınan bir yazarın klavye sesleri bunlar, çıt çıt pıt mıt kıt ut at et…

herneyse, yine şikayetler edip beş dkka da hayat hikayemi anlatma iştahım yerimde, dün metroda karşılaştığım güzel kızın başına gelenler gibi, dersten çıkmışım asistanla atışmışım falan sinirler tepemde arkadaşımın saçını başını yolcam nerdeyse derken, masum kız olay mahalinde yanımda beni dinliyordu çaktırmadan. bense yeni aldığım ve ilk kez o gün giydiğim şapkamı sağa sola savuyorum pervasızca. kıza çarpmasınmı? allahım sinirler uçuşuyor zaten.. hanım kız,” sinirlisiniz sanırım” demeye kalmadan, gel tatlım diyip çektim kolundan kızı. sonra başladım anlatmaya, “bilmem şu bölümdeki sinir bozucu asistan var bizim, suatmıdır nedir… herneyse adı batsın,beni sinir etti bugün yine…zaten her şey öyle kötüki… derslerim taban yaptı. sürekli ödev falan yapıyorum hem.. sıkıldım bunaldım tatil yüzü göremedim kaç aydır… sonbahar bunalımımı bile hala yaşayamadım içimde kaldı öylce… özel hayatımdan bahsetsem sende bunalıma girersin ama girme sen ben anlatayım, tatlım bu hayatta ne vefasızlar var. elinde iki kişi tutuyor bir eli yağda bir eli balda… ben bal oluyorum sanırım ayy ben yolarım kızıda çocucuda, gözü cıksın… hepsi bunların böyle güvenmeyeceksin hiç birine canım.” gözlerimi kısmış anlatmaya devam ediyordum ki ne görüyüm… aslında göremeyim… kız yok bir önceki durakta inmiş meğer… bense kendi kendime konuşuyorum öyle… arkadaşım duman olmuş birden, iki durak önce inmem gereken yerden uzaklardayım… lanet olsun…
geceleri yaşayıp gündüzleri çatur çutur uyuyan biri oldum be sözlük. pervasız başıboş, kimseleri, dinlemeyen kulaklarına tren kaçmış biri. dilimse doğduğum günden beri yokmuşta varmış ayaklarındaymışım. böyle dünyayı yaksalar "aman ne halleri varsa görsün" diyecekmişim de demeye eriniyormuşuma yakın... ama ona da az kaldı sanırım. herneyse, botlarım ağırlaştı sözlük ayaklarımı hissedemiyor olmam onun ağarlaştığını tahmin edemiyor olmam demek değil tabi. tahminlerle yaşıyorum şu ara zaten ki, bi kaç aya "tahminler üzerine" konulu bir tez yazmaya başlayabilirim. öyleya, sergi açma planımı biri alıp savaşın tam ortasına koymuşda o planı ordan almam için iki taraftan açılan ateşlere matriks misali uzanmam gerekmiş(sanki). böyle eğilip büzülüp havada taklalar atmam gerekmiş (sanki). ne dicem, tatil planım da sergi planımın bulunduğu savaş mahaline yürüyerek gelmesinmi? (sanki). toparlanıp bişeylerin ucundan tekrar tutmam gerek sözlük yorgun olsamda( gerçek).

"ozman yürüde o kıçına girmek üzere olan 5 büte çalışmaya başla yarrak kafası " dediğini duyar gibiyim. off tamam gidiyorum, son olarak "kıyısız deniz" adlı azıma sıçan parçayı dinliyim gidicem söz. bu sefer gerçek valla bak.
sana anlatmadığım onca şeyi anlatıp içini karartma operasyonuyla intihar etmene sebeb olabilirim. veya beyaz sayfaların acı akar, bunu denemeden göremeyiz.
daha önceki yazılarımda sana onu sevdiğimi söylerken şuan ona cok kızgın ve kırgın olduğumu söylicem. tüm erkeklermi böyledir? bu cok ürkütücüki elimden hiç bir şey gelmiyor.
tecrübelerimden fark ettimki, hep veren taraf ben olamam. belki bendime kanıtlamam gereken şeyler vardır hissiyle, barıştıktan 2 gün sonra ona ayrılık msjı attım. 2 gün boyunca hiç aklına gelmemiş olmam etkiliydi tabi. kısa bir msjla duygularımı tercüme edip gönder butonuna dokundum. içimden kopan parçaların hepsi, son surat uzay boşluğunu doldurmaya başlamaıştıki şu lanet karadeliklerden biri gelip kurtardı beni. herbişeyi yutmuş olmasına rağmen ara ara varlıklarından beni haberdar ettikleri bir gerçek. ilerisi için daha fazla karadeliğe ihtiyacım oldugu apaçık ortadayken, buz parçaları içimde kesmekten zevk alırcasına yaralamaya başladı beni. bir mesajdı oysa sadece gelen. ikimiz içinde en doğrusunun bu olduğundan, artık beni eskisi kadar sevemediğinden, beni mutlu edemediği için üzgün olduğundan bahsetmiş." umarım seni mutlu edecek birini bulursun", dileklerinide esirgememiş sağolsun. beni hiç sevmediğini bu kadar belli etmiş olması, kendimi ondan uzak tutmam için bir sebebti. ve bu sebeb kullanıldı. 2 hafta geçmiş olmasına rağmen, ona sitede denk gelmeme rağmen tek bir msj atmadım. " kırgınlığını dile getir" diye iççimden naralar atan seslerin hiç birini dinlemedim. öyle ya bişeyleri anlayıp dönmesi gerekn şahıs ben olmamalıydım. ama hala hayaliyle uyuduğum geceler, öpücüğüyle uyandığımm sabahlar oluyor. onu sevmişim gercekten. her ne haltsa bitti gitti. simdi yeni hayaller kurup, hayatıma ceki düzen vermeye çalışmalıyım. öyleya dibe durmuş bir ruhu tutup kaldırmak kolay olmasa gerek. nerden başlıcağımı bilmiyorum ama ders çalışmak iyi bir fikir gibi.
güneşin doğuşunu izleyebileceğim bir cam kenarından, içimi kapkara kesen gecenin en koyu tonuna sesleniyorum içimden...
yine kaybettin ilerlemekte olan gece
günaydınlar efendim...

günlerdir okumadığım bir şiirin yansımasını anımsadım beynimde,
hayat amacımdan bahseden, hayallerimden bahseden unuttuğum bir kaç küçük şeyden bahseden


öyle sabah uyanır uyanmaz yataktan fırlama,
yarım saat erkene kurulsun saatin..
kedi gibi gerin, ohh ne güzel yine uyandım diye sevin..
pencerini aç, yağmur da olsa, fırtına da olsa nefes al derin derin
yüzüne su çarpma, adamakıllı yıka yüzünü serin serin,
geceden hazır olsun, yarın ne giyeceğin.
ona harcayacağın vakitte bir dilim ekmek kızart
çek kızarmış ekmek kokusunu içine
bak güzelim kahvaltının keyfine..

ayakkabıların boyalı olsun, kokun mis,
önce sana güzel gelsin aynadaki siluetin
çık evinden neşeyle, karşına ilk çıkana gülümse, aydınlık bir gün dile
sonra koş git işine, dünden, önceki günden,
hatta daha da eskiden yarım ne kadar işin varsa hepsini tamamla,
ohhh şöyle bir hafifle...

can yücel.
sevgili sözlük, bugün çok sıkıcısın! hiç kıpırtı yok. sıcaklar seni de baymış, belli. lütfen kışa görüşelim. öptüm. bye. *
ben bir hiçtim ve gör ki gecelerin bekçisi oldum şimdi. simit kokusu hüzün verir oldu artık, yolda gördüğüm uzun boylu yapılı adamları sen sanıyorum hatta bir kaçını kolundan tutup çevirmişliğim var.
kremrengi mont gördüğüm de donup öylece kalıyorum, karşıdan karşıya geçmeye korkar oldum. şarkılar bana seni söylüyor ve ben bilmiyorum nereye kaçacağımı.
üzgünüm…
her şey için…
o lanet çıkmayan kalemlerle evinin önüne yazdığım seni seviyorum yazısı için, ve onu hala görmediğin için,
sürekli önünden geçmene rağmen muhtemelen tanımadığın boyacı mustafa abi için ve ona uzun uzun seni anlattığım için,
buzdolabındaki donmuş yiyecekler için,
insanların sadece sex yaptıkları için,
posta numarandaki peşpeşe dizilmiş 3 tane 0 için,
gülümseyen insanların bana seni hatırlattığı için,
beni unutmaya başladığını düşündüğüm için,
boş sigara paketlerini biriktirip sana masa yaptığım ve bunu sadece sana yaptığım için,
bağcıklı ayakkabılarımı hiç bi zaman bağlamadığım hatta bu yüzden sürekli düşme tehlikesi geçirdiğim için, sen olsaydın beni tutardın ve bağla artık şu lanet bağcıkları derdin gibisinden şeyler aklıma geldiği için...
sana küçük notlar yazdığım ve bunun çok hoşuna gittiği için,
mızmızlandığımda çocuk gibi olduğum bunu engellemek içinde bana sıkıca sarıldığın ve seni itmeme rağmen bunu başaramayıp kendimi kollarına bıraktığım için,
temizlikçi bayram abinin odama sürekli çat diye girdiği bunu bahane edip sana kaçtığım için,
yurtta kaldığım bu yüzdende sürekli beni kıskandığın için,
kabuslar gördüğüm için ve kabus gördüğümde hemen seni aradığım için,
o sinir bozucu bitmeyen yol çizgilerini saymayı sevdiğim, sayarken senide saymaya zorladığım için…
sürekli para çekerken beni çok beklettiğin için,
gözyaşlarımı gördüğün ve onlara dokunduğunda nehre dönüştükleri için,
beni bırakıp gittiğin için ve öylece gitmene izin verdiğim için,
sana son kez budala olduğunu sinir bozuculukta üstüne olmadığını söyleyemediğim için, bağırıp çağıramadığım için, her şeyim olduğun bu yüzdende unutmakta çok zorlandığım için… seni özlemiyormuş gibi yapmaya çalıştığım için… aslında seni gerçekten özlediğim için üzgünüm… seni hiç bi zaman tamamen unutmayacağım için ve hala yatmadan önce beni hiç duymayan, taaa uzaklardaki allaha olurya duyar diye dua ettiğim içinde üzgünüm…
anlayamıyorum sevgili sözlük! neden insanoğlu birşeyler istediği gibi gitmeyince hemen karşısındakini karalamaya başlar? arkadaş sanırım hata bende. hayatıma adam akıllı kimseleri sokamıyorum. hayatıma girenler bir şekilde arıza.* artık olmayacağını, birlikte olamayacağımızı nedenleri ile tane tane anlattım ve vedalaşıp ayrıldık. evime döndüm. bilgisayar başına geçtim ve hooop msn'den çevrimdışı ileti atmış. yok efendim söylediklerimin hepsi bahane imiş, yok ayağındaki hafif özürden ötürü ondan ayrılmışmışım yok bilmem ne ve benim bu bahanelerin arkasına saklanacak kadar korkak,böyle adice düşünebilecek kadar kansız olduğumu iddia etti de durdu.
oysa onunla konuşup eve döndüğümde içimde burukluk vardı ve biraz da bitirmiş olmanın sancısı;ama msn'de bu iletiyi okuyunca iyi ki de bitti,bitirdim dedim kendime. ve şimdi kendimi tebrik amaçlı ufak çaplı bir kırmızı şarap partisi vereceğim. herkes davetlidir.
lgbt bireylerin rahatça bir şeyler paylaşabildiği ve kaliteli insanları kitlesinde barındırdığını düşündüğüm için katılmıştım. (iyi kide yapmışım.) son bir kaç gündür görüyorum ki ayı sözlük olmaktan çıkıp inci sözlüğe doğru adım adım gidiyorsun. yapma be sözlüğüm seni ayısözlük olduğun için sevmiştim.

(bkz: bal arısı kovanı neden terk eder)
seni seviyorum biliyorsun zaten.
sevgili sözlük, aramıza epeydir mesafeler girdi. aslında seni hep sevmeye devam ettim uzaktan da olsa. tam her şey düzeldi derken önce küçük bir üşütme vakası ardından yakalandığım ve şu anda da boğazımın kabus ağrısının sebep olduğu ateş ile yoran ama uyutmayan gecede sana içimi dökeyim dedim. ya sözlük tamam gay olmak hani yalnızlıkla adı konmamış bir anlaşma imzalamaktır da bu iş straight arkadaşlarla da olmuyor be kuzum. hepsinin bir yerlerde bir programda olması gerektiğinden, gerçekten yardım edebilecek iki kişinin de şehir dışında olmasından mütevellit ebem .....di şu 4 gündür. hem ilaçlarımı doğru zamanda almaya gayret etmek hem o ilaçların tok karnına alınıyor olması gibi bir ikilem üzerinden zor ilerlerken bir de vitaminli beslenme gerekliliği, ('e 4'e kadar düşen tansiyonum da eklenince canım çıktı desem yeridir. hem yemeğimi yapmak hem ilaçlarımı zamanında almak hem de iyileşmeye çalışmak hem de bugün güç bela gidip girebildiğim sınava hazırlanmak aynı zamanda da para kazandığın işi yapmak ne kötüymüş. hani sevgili nedir falan derdim çok takılmazdım ama böyle zamanlarda özel birinin olması ne kadar da gerekliymiş yahu. şimdi halil sezai misali isyan etmem lazım değil mi? yok ben öyle yapmayacağım, adaçayı ve ıhlamur karışımı çayı içip devamında ilaçlarımı alıp, çarşafları değiştirip uyumam dinlenmem lazım. bakalım bu gece uyku ile orta yolu bulabildiğimiz bir anlaşma yapabilecek miyim? hadi sana iyi geceler sözlük, az kaldı yine fırtına gibi eserim buralarda. bekle beni.
sevgili sözlük, bir yay burcuna aşık olmak ne zormuş... hay allahımm
kadrosu onaylanmış devlet memuru gibiyim asaletim onaylandı... kutlama yapalım mı? (dark)
ona söyleyemediğim tüm cümleleri bir kenara bırakmış, silinecekken buldum sözlük.. o satırlar;

biliyorum, hep yarım kalacak gibi cümle sonlarında gafil avlıyordum tümdenliğini. gecikmiş güneşin bir bedel biçmesi gerekiyordu sabahlarımıza. olur, olmadık zamanlar da uyanıyordum.
şarkılarını açıyor, sendeleyerek balkona uzanan o yolda, manidar boş vermişliğimize küfürler atıyordum. gecikiyorduk tüm gidilecek mutluluk vakitlerinin vakitsizliklerine, garlar öylesi bir yokuşa atıyordu ki benliğimizi, nereyi tutsak tuzla buz oluyordu, ağlamayı dahi beceremiyorduk.
sokakların o fahişe tebessümlerinde ki alaycılığını her şeye benzetebilmişken, kendimizde ki
o duygulara hiçbir anlam katamıyor, barındıramıyorduk.

geri dönmeyi bekler vaziyette uzaklaşıyorduk sokağın ortasında birbirimizden ama çoktan tütmeye başlamıştı sobaların o hissiz o sessiz vasiyeti. son kez göz atıyorduk birbirimize, “gitme” denilmeyeceğini bildiğimiz halde, son bakış yalıyor kaldırımın şikâyet fermanı veren ıslaklığı.

git hadi...
ağla o soğuk duvarlarında evin, birlikte ağlayamayacağımız gibi hıçkır küf tutmuş duvarlara. ben seni tutulmamış sözlerin sahil kıyısında kalan o yeniyetmeliğini sevmeye gittim. şimdi ömrümüzde gene bir telaş, apansız bir misafiri ağırlama intikamı, sevişilemeyecek olan yatağın soğuk hisliliği yer alacak hep. bir başka yaprak soluşunun hüznünü yaşayacağız bırakıp gittiğimiz yerde başka ayrılıklar yaşanıyorken.
"senden önce senden sonra"yı sonuna kadar açıp, boyamam gereken tual yerine tüm duvarları boyadım sözlük. çok sanatsal melankolik ve başarılı bir çalışma olmasına rağmen garip bir pişmanlık kapladı içimi... ev arkadaşım durumu farkedince onu da boyamak zorunda kalırım diye korkuyorum. seni de boyayım mı sözlük? her yeri boyadan bir tabloya dönüştüresim var...
  • /
  • 6