fiddy

Durum: 387 - 0 - 0 - 0 - 07.02.2013 22:38

Puan: 7522 - Sözlük Kezbanı

14 yıl önce kayıt oldu. 2.Nesil Yazar.

-
  • /
  • 20

seksmatik eşcinsel

bununla ilgili bilimsel bir yorum yapmak istiyorum.

kadınların libidosu dönemsel olarak artıyor ve azalıyor (bkz: menstrual döngü) , fakat erkeklerin libidosunu denetleyen böyle bir biyolojik mekanizma yok. bu sadece insanlar için değil, tüm hayvanlar için geçerli olan bir durum. toplumun dişi bireyleri ne zaman "kızışırsa" erkekler o zaman üremeye hazır oluyor. erkeklerde dominant olan hormon her zaman testosteron ve libidoyu da o kontrol ediyor.

bunu basitçe sunacak olursak:

kadın (ayın belli günlerinde libidosu yüksek) + erkek (libidosu hep yüksek) = sevişme miktarı kadının menstrual döngüsüne bağlı

erkek (libidosu hep yüksek) + erkek (libidosu hep yüksek) = hep seks, daha çok seks * *

lezbiyenlerde az daha farklı bir mekanizma var, öncelikle heteroseksüel ilişkilerde sadece taraflardan biri regl olurken, burada iki taraf oluyor ve sonuç ölümcül olabiliyor. özellikle ilişkinin başlarında * her ay 10 gün kadar sevişememeniz söz konusu olabiliyor.
bunun dışında, her lezbiyende olmasa da, pek çok lezbiyenin testosteron düzeyleri heteroseksüel kadınlara göre daha yüksek. daha önce belirttiğim gibi, libidoyu da bu hormon kontrol ediyor, heteroseksüel kadınlara göre daha çok sevişmelerine sebep olabilir bu.
önemli bir diğer faktör, cinsellik konusunda lezbiyenlerin üzerinde heteroseksüel kadınlara göre daha az bir toplumsal baskı var, kızlığını kaybetmek mevzuundan bahsediyorum tabi. bu sebeple ilk seferlerinde de, daha sonra farklı partnerlerle beraber olurken de daha rahat hissetmeleri mümkün.


söylediklerime zıt olan örnekler tabi ki vardır, "tüm homo erkekler şöyle" , "tüm lezbiyenler böyle" demiyorum tabi, ama işin hormonal kısmı %100 doğru.

sufjan stevens

farklı farklı tarzlarda müzik yapmasına rağmen genellikle daha sakin, indie/folk müzik yapan 37 yaşında, amerikalı tatlı mı tatlı bir müzisyendir. yumuşacık bir ses tonu vardır, her dinlediğimde içimi eritir.

konserlerinde giydiği muhteşem kıyafetleriyle * her zaman ilgi görmüştür.

futile devices, vesuvius ve chicago en sevdiğim parçalarıdır.

durduk yere ayı sözlük yazarlarına koyan şarkılar

portishead - roads

imogen heap - the moment i said it

123 - again

ani difranco - bodily

piano magic - you can never get lost

daughter - landfill

radiohead - videotape

placebo - sleeping with ghosts

olafur arnalds - 1953

cem adrian - ben geldim

en saçma cümleler

sözlük yazarlarının şu an düşündükleri

7 aydır yaşadığım evde bir ben sevişmedim, şu an ben size bunu yazarken oturma odamda sevişen arkadaşlarım var.

bu evde sevişen 7 kişi oldu böylece, ben de işte kedimle yatıyorum yine 2.5 kişilik yatakta.

içim daraldı gerçekten.

sözlük yazarlarının şu an düşündükleri

ayı sözlük yazarlarının şu an dinlediği şarkılar

alttaki yazara soracaklarım var

eti eti eti!

alttaki, bugüne kadar aldığın en güzel hediye neydi?

doktor

lise boyunca öss yüzünden süründükten sonra, bir 6 yıl da fakültede sürünen, bu 6 senenin son 2-3 yılını tus belası yüzünden yarı-zombi kıvamında geçiren, bir mucize sonucu sınavı geçince 4-6 seneyi daha, düşük maaş karşılığında * her iki günde bir nöbet tutarak geçiren, 30 yaşına kadar neredeyse bütün hayatı eğitimle geçmiş olan kişidir.

toplumun genelinde olduğu gibi, burada da genelleme yapılarak eleştirilmişlerdir.

bu işin içinden biri olarak (bkz: tıp öğrencisi) bazı konularda yorum yapmak istiyorum.

1) "gelenlere hasta olarak değil müşteri olarak bakmak"
şimdi öncelikle, gelen kişi zaten bunların her ikisi birden oluyor. tıp her ne kadar insan sağlığı üzerine olduğu için ayrı bir yeri olan bir meslek olsa da, sonuçta bir meslek, ve müşterilerimiz hastalarımız oluyor. tabii burada kastedilen "işin sadece parasında olmak" anlayışıdır eminim, ama her doktor da öyle değildir. malesef böyle davranan meslektaşlarım var, daha da olacak, ama genelleme yapılmamalı. tek derdimiz para değil, ama para da bir etken evet. bazen 30 saat aralıksız çalışıyor asistan hekimler, bunun karşılığı olarak en azından düzgün bir gelir bekliyorlar tabi.

2) " teşhisini ve tanısını kendi koyan hasta modeli" yani bununla ilgili uzun uzun bir yorum yazabilirdim ama sadece "bir bitmediniz amk" demek istiyorum. eğer teşhis ve tanı işi o kadar kolaysa, biz gençlik yıllarımızı niye bu fakültede çürütüyoruz? karşıma "bana bu ilacı yaz." cümlesini kuran hasta çıktığı gün, onu siktir etmeden nasıl sakin kalacağımı bilemiyorum.
anemnez, yani hastanın anlattığı hikayesi, teşhiste ve tanıda çok önemli bir faktördür, evet, hastanın anlattıkları da çok önemli bizim için, ama hasta bunları kendi yorumlayabilecek donanımda değil, ha yok "ben her şeyi biliyorum aslında da, ilaç reçeteli alamıyorum." diyorsan, yürü git tıp oku, her şeyi bildiğine göre mezun olman da sıkıntılı olmaz, istediğin kadar hap atarsın artık.

3) "doktorlar çok somurtkan" evet, malesef çoğumuz öyle. yazının başında da belirttiğim gibi, yıllarca inanılmaz zor derslerle uğraştıktan sonra, düşük bir maaşa neredeyse aralıksız çalışıyor genç doktorlar. medyada gösterilen "profesör x ayda 500,000tl para kazanıyor!!" haberleri yaklaşık 40 yıldır bu işi yapan, istisnai kişiler, günümüzde ortalama bir doktor pek de para kazanamıyor, en azından emeğin karşılığını alamıyor diyeyim. aile hayatı zor, arkadaş ilişkilerin zor, maaş zor, iş zor... insan somurtuyor ister istemez. ama haklısın, daha pozitif olmamız gerekli, hastanın kendini iyi hissetmesi açısından önemli, ben şahsen gülmeye çalışıyorum arada.

4) "sağlık sisteminin eksikliklerinden dolayı doktorları suçlayan insan modeli" sağlık mevzuatını oyuncak ettiler, neler neler değişiyor sürekli, gittikçe daha kötü bir hal alıyor sağlık personeli için (sadece doktor değil, hemşire, hastabakıcı vs) ve ileride daha da çok sürüneceğimiz belli.
çok kısa aralıklarla randevu yazılıyor şu an hastalara, gelen hastayla 3dk daha fazla ilgilenmemiz demek, bir sonraki hastanın (zaten yine kısa olan) süresinden çalmamız demek. bunlar malesef doktorların elinde olan şeyler değil, hastane yönetimi ve sağlık bakanlığı sıçıp sıvıyor genelde. şikayetlerin bireysel olarak doktora değil, hastane yönetimine yapılması gerek.

5) tıp fakültesine girilen andan itibaren, bindiğiniz taksinin şöföründen tutun, bakkalın çırağına, apartmanın kapıcısından, restorandaki garsona kadar herkes sizi her gördüğünde hastalıktan bahsetmeye başlar. bakın daha 1. sınıfın ilk haftalarında başıma gelmişti bu olay *, taksici bana belirtilerini anlatıp "doktor şu ilacı verdi ama, içeyim mi acaba?" demişti, ben de "bilmiyorum, ama için bence." dedim diye, "sen ne biçim doktor olacaksın?" diye atarlanmıştı. bugüne kadar bu ve benzeri olayları en az 50 defa yaşamışımdır. ilk başlarda hiçbir yorum yapamıyordum, şimdi en azından nöroloji ve kardiyolojiyi bitirdiğim için yardımcı olabiliyorum ama, bunu yapmak zorunda olmamalıyım. daha önce de belirttiğim gibi, doktorluk da nihayetinde bir meslek, ve zaten uzun olan mesai * saatlerinin dışında bu işe devam etmek zorunda olmamalıyım.

bir muhabeseciyle tanıştığında "aa 5 dakikada benim vergilerimi bir halletsene" diyen kaç kişi tanıyorsunuz? ama aynı muameleyi bir doktor rutin olarak günde 3 defa görüyordur en az.

- - - - - - - - - -
yorgunum arkadaşlar. yıllarca üniversiteyi kazanmak için, en büyük hayallerimden birini gerçekleştirip doktor olmak için çalıştım, kazandım da tıp fakültesini ve geldim. geldiğim ilk haftadan beri gittikçe artan bir tempoyla ders çalışmak zorunda kalıyorum, yaşıdım arkadaşlarım gezip eğlenip üniversite hayatı yaşarken ben haftasonlarımı evde araştırma yaparak, derslere hazırlanarak geçiriyorum çoğu zaman, ilk iki sene yaz tatilleri 2 ay bile değil, daha kısa, 3. sınıftan sonra yaz tatili bile yok zaten, yazlar da staj var. bir taraftan bu yoğun tempoya ayak uydurmaya çalışırken, diğer taraftan hayatımda bir düzen, bir denge olsun diye uğraşıyorum, her gün dayak yiyen, öldürülen arkadaşlarımın, meslektaşlarımın haberlerini alıyorum, üstüne üstlük "haketti o, bu doktorlar da kendilerini bir bok zannediyor." laflarını duyuyorum, "benimki de iş onunki de, neden doktor benden fazla para alıyor?" diye doktorlardan gıcık kapan insanlarla karşılaşıyorum, en az haftada iki defa, tıp okuduğumu öğrenen biri bana "doktorları da hiç sevmem, siz hepiniz aynısınız." diyor.

sağlık bakanlığı ayrı yükleniyor, eğitim bakanlığı ayrı, hastane yönetimi ayrı yükleniyor, hasta yakınları ayrı...

şu an saat 04:44, son 10 gündür ben 3ten önce hiç uyumadım, bu gece de yüksek ihtimalle hiç uyumadan yarın sabah sabah fakültemin yolunu tutacağım.

keyfimden yapmıyorum bunu, çalışmam gereken konular, öğrenmem gereken şeyler var çünkü ben sonunda iyi bir hekim olmaya kararlıyım. ilerde bir gün gelen hastaya antibiyotik vermeden yolladığım için * "bu doktor işini yapmıyor" diye şikayet edileceğimi bilsem de...

lütfen bir dahaki sefere "tüm doktorlar aynı, hepiniz işe yaramazsınız" demeden önce, haftalarca doğru dürüst uyumadan çalışan beni, ve benim gibi pek çok tıp öğrencisini bir düşünün.

şimdi, izninizle ben kahvemi alıp ekg okumalarıma geri dönüyorum, iyi çalışmam lazım, insan hayatı bu şakaya gelmez.

turist deyince aklına seks gelen insan

şahin k'nın filmlerinden * * * biri aşağıdaki sahneyle başlar:

kahramanımız şahin, evi temizlemekte olan genç kadını salyaları akarak izlemektir, kadın çamaşırları makineden çıkarmak için eğildiğinde, kahramanımız önündeki manzara karşısında o kadar heyecanlanır ki, kendine hakim olamaz ve kadının kalçalarını sıkıştırmaya başlar. kadın sinirlenip "ne yapıyorsun sen be?" şeklinde kızıp bağırmaya başlayınca, şahin o meşhur cümleyi kurar:

"pardon bayan, ben sizi alman zannettim."

bana bir masal anlat baba

derya köroğlu'nun cem adrian'la yaptığı düet de çok güzeldir, tavsiye edilir.

kupa kızı sinek valesi

klibi de çok güzel bir animasyondur:
upa

sanırım izlediğim ilk türk animasyon müzik klibi budur.

kupa kızı sinek valesi

teoman'ın 2003 yılında çıkan "teoman" adlı albümünün 3. şarkısıdır. söz ve müzik teoman ile deniz özbey akyüz'e vega aittir.


bir iskambil falında çıkmıştık birbirimize
o güzel kupa kızıydı, sinek valesiydim bense
gece yarısı o perşembe, rastladım köprü üstünde
"ağlama" dedim, o ağladı trabzanlardan indiğinde

"saçların mı ıslak yoksa, ıslak mı yaşamak?" dedim
senin için rüzgarda hep yağmur mu var?
gözlerin mi daldı yoksa, sıkıldın mı sorulardan?
hiç geçmez mi gözlerinden bu sonbahar?

bir kar tanesi ol, kon dilimin ucuna
bir kar tanesi, eri ağzımda
bir kar tanesi ol, kon dilimin ucuna
bir kar tanesi, eri ağzımda

sırılsıklamdı soyundu, vücuduma dokundu
biraz pürüzlü tenimle, yaşam hücrelerimi buldu
mutluydum, o uyudu
sarıldım sayıklarken, tanımadığım o adları
yanımda çırılçıplak

"saçların mı ıslak yoksa, ıslak mı yaşamak?" dedim
senin için rüzgarda hep yağmur mu var?
gözlerin mi daldı yoksa, sıkıldın mı sorulardan?
hiç geçmez mi gözlerinden bu sonbahar?

bir kar tanesi ol, kon dilimin ucuna
bir kar tanesi, eri ağzımda
bir kar tanesi ol, kon dilimin ucuna
bir kar tanesi, eri ağzımda

rüyamda gururluydum, "biliyordum" diyordum
"inanmak lazımmış meğer iskambil fallarına"
uyandım bakakaldım, hayali bir parmağın
bıraktığı yazıya, pencere camının buğusuna

"hoşçakal."

bir kar tanesi ol, kon dilimin ucuna
bir kar tanesi, eri ağzımda
bir kar tanesi ol, kon dilimin ucuna
bir kar tanesi, eri ağzımda

tchibo

kahvesinin kalitesi starbucks, gloria jean's coffee gibi yerleri sollayan mekandır. guatemala grande ve african blue çekirdekleri favorimdir.

en yeni nevresimlerimi de ordan aldım mesela, çok yönlü bir mağazadır. her hafta farklı temalarda ürünler satarak pek çok grubun ilgisini çekebilmektedir. (bkz: üstün ticari taktikler)

solundan kalkmak

yatağımın sol tarafında duvar olduğu için, benim için mümkün olmayan bir durumdur.

başkalarında kaldığımda da * yatağın sağ tarafında uyuduğum için, yine soldan kalkamıyorum.

bozburun

bülent ortaçgil'in bir eseridir, ceylan ertem de çok güzel yorumlamıştır. ceylan ertem'in yorumunu yaklaşık bir haftadır sürekli dinlemekteyim.

boz taşlar önümüzde
cebimizde yalnızlık var
şu dümdüz büyüyen gecede
tek dostumuz yakamozlar

kimsesiz koylar ortasında
her biri başka siyah bu dağların
güneşi yolladık bütün renklerle
oyuncağıyız artık alışkanlıkların

en küçük bir ses bile sanki gök gürültüsü
içim kıpır kıpır, deniz kıpırtısız

kokuların şarkısı başlar
ne çocuk sesi ne kent uğultusu gelir
miş-li geçmişte sorunlar saklanır
aya dokunmanın tam zamanıdır

içim kıpır kıpır, deniz kıpırtısız

gece giderek yayılmaktadır
yıldızlar herkese göz kırpmaktadır
güzellikler paylaşılmak ister
sevdiğim uzakta belki uyumaktadır

en küçük bir ses bile sanki gök gürültüsü
içim kıpır kıpır, deniz kıpırtısız

tumblr

2 senedir düzenli olarak kullandığım, sayesinde muhteşem insanlarla tanıştığım, yeni yeni yazarlar/müzisyenler/ressamlar/şairler/oyuncular/filmler/kitaplar keşfetmemi sağlayan muhteşem blog sitesi.

en kötü tarafı bağımlılık yapması ve * göçtüğünde kullanıcılarını * sinir krizlerine sokmasıdır.

(bkz: ne olur geri dön)

ayı sözlük yazarlarının şu an dinlediği şarkılar

mick jagger - visions of paradise

ayı sözlük yazarları 12.12.12 12:12'de ne yapıyorlardı

otobüsteydim, lab olduğu için fakülteye gitmeye çalışıyordum.

hakkaten sakal lan bu

16 yaşımda çenemdeki "küçük tüylerin" ne olduğunu anladığımda kurduğum cümle.

çok sevindiğim söylenemez.

(bkz: testosteron)
  • /
  • 20
Henüz bir favori entry yok.

Toplam entry sayısı: 387

hobisi gizli pasiflik olan heteroseksüel

benim yakın bir hetero arkadaşımla konuşmuştuk bunu, kendisi anal uyaranlardan zevk aldığını kabul ediyor, kız arkadaşlarıyla da çeşitli deneyimleri olmuş * henüz denememiş ama sevgilisine strap-onla pasif olabilirmiş dedi mesela, ama bu adam hetero yani. ben özellikle konuştum, beni de biliyor, açık görüşlü de bir arkadaş, gizlemezdi yani benden eğer eşcinsel olsaydı. sorduğumda söylediği şey:

"bana erkekler çekici gelmiyor, kadınlar beni tahrik ediyor, öyle erkekliği göt deliğiyle bağdaştıranlardan da değilim, zevk alacağım bir şeyse niye yapmayayım?" dedi bana, ki haklı. *

böyle de bir versiyonu var yani bunun.

kıbrıs

memleketim. oradayken rahat edemediğim, orada değilken özlediğim, akdeniz'in 3. büyük adası.

fahiş fiyatlardan bahsedilmiş, haklısınız çok pahalı kıbrıs'taki fiyatlar, bunun sebebi de ticaret yapabildiğimiz tek yer olan tc'nin %50 gümrük vergisi alması. gazetelerde, dergilerde falan görmüşsünüzdür, kktc fiyatı neredeyse 2 kat daha pahalı her şeyin.

ingiliz hayranlığı konusuna gelince, böyle bir durum yok. varolan durum şu: kıbrıs'taki savaş ve politik belirsizlik sebebiyle yüzbinlerce kıbrıslı ingiltere'ye göç etti, kıbrıs'ta yaşayan kıbrıslı türk sayısı, ingiltere'de yaşayan kıbrıslı türk sayısından daha az. yurtdışında yaşayan bu insanların çoğu, gayet anlaşılabilir bir şekilde, bir süre sonra memleketlerine dönmek istediler, 20-30 sene ingiltere'de yaşadıktan sonra ister istemez ingiliz kültüründen alışkanlıklar kalıyor.
kıbrıs'taki eğitim sistemi zamanında ingilizlerin kıbrıslı rum ve türk öğrenciler için ortak olarak hazırladığı eğitim sistemiydi, kktc'nin en iyi okulları türk maarif kolejleri (eski adıyla, ingiliz koleji), 100% ingilizce eğitim veriliyor bu okullarda, üniversite başarı oranı da inanılmaz yüksek. doğal olarak, pek çok genç bu okulları kazanmak için çabalıyor ve ingiliz sisteminde eğitiliyor. ben öss öğrencisiydim, lisenin son 2 yılında farklı şekilde ders almaya başladım ve açıkça söyleyebilirim ki türkiye'nin sisteminden en az 4 kat daha iyiydi o sistem.
ada ingiliz sömürgesiyken ingilizler buraya kendi sistemlerini oturtmak için bayağı uğraşmışlar, hala daha devlet okulları dahil tüm okullarda 1. sınıftan itibaren ingilizce dersi veriliyor, turizm açısından da önemli bir yer olunca, aşağı yukarı herkes rahatça ingilizce konuşabiliyor.
bu tarz sebeplerden ingiliz kültürünün etkileri görülüyor kıbrıs'ta (trafik de soldan mesela) fakat bu hayranlıktan değil, yerleşmiş ve mantıklı sistemler olduğu için.

ayrıca, yavru vatan tanımını sevmiyorum, sevmeyeceğim.

kendisine ibne diyen gay

kelimeleri sahiplenmekle alakalı bir durum bu. sonuçta "homo" kelimesi de, "gay" kelimesi de, "eşcinsel" kelimesi de hakaret olarak, aşağılama amaçlı kullanılıyor. "ibne" kelimesi de bunlardan farklı değil, zaten aynı anlamda*.

eğer biz bu kelimeleri sahiplenirsek, kelimenin oluşturduğu etkiyi hafifletebiliriz.

kullanılış şeklinden dolayı "kötü kelime" olarak düşünüyor insanlar, gay ve homo'dan farkı yok bence, insanların algısında bitiyor olay.


benzer bir durum için (bkz: kadın denilmesini hakaret olarak alan kadın modeli)

iz bırakan kitap cümleleri

"one day i will find the right words, and they will be simple." * demiş jack kerouac dharma bums * kitabında.

benim için dövmesini yaptırmayı düşündürecek kadar değeri olan bir sözdür.

eski başlıkları hortlatmak

yeni başlıklar beni açmadıkça "rastgele"ye tıklayıp gerçekleştirdiğim hadisedir.

kimse küfretmiyor efenim, en azından öyle ummaktayım.

eşcinsel olduğunu belirtmenin yolları

mekana beğendiğim bir kadın girince jim carrey'in maske filminde yaptığı gibi gözlerimi yuvalarından çıkarıp, dilimi yerlere serip, kurt gibi uluyorum, anlamayan kalmıyor.

görsel için bakınız:

cennetin ırmakları

ceyl'an ertem'in ütopyalar güzeldir albümün 5. parçasıdır. "mabel'in şarkısı" olarak da geçer. albümdeki en sevdiğim şarkıdır.

bir hayatın tükürüldüğü yerde,
aktı şol cennetin ırmakları
bir bezden gördüm ben orda
ahla boyalıydı tırnakları

gözlerinde uykusuz masallar
dizlerinde hala kendi çocukluğunu sallar

ah beyim yapma dur, bir kızım var benim
aslında doğmadı henüz, ama kalbimi emer
beyim dur biraz, nerde benim düş payım
gönlüme geçmez liran, biraz izin ver unutayım

bir rüyanın büküldüğü yerde
yosun tuttu oyunun yorgun taşları
kapkara sürgüler çekildi sonra
çatıldı cennetin o şen körpe gül kaşları

gözlerinde uykusuz masallar
dizlerinde hala kendi çocukluğunu sallar

ah beyim yapma dur, bir kızım var benim
aslında doğmadı henüz, ama kalbimi emer
beyim dur biraz, nerde benim düş payım
gönlüme geçmez liran, biraz izin ver unutayım

beyim yapma dur, bir kızım var benim
aslında doğmadı, ama kalbimi emer
beyim dur biraz, nerde benim düş payım
gönlüme geçmez liran, biraz izin ver unutayım

kadın kadına seks

çok iyidir, güzeldir, dünyada daha çok olması gereken şeylerden biridir kesinlikle.

mitlerin aksine, "yapay bir girme çıkma" o kadar yaygın değildir, hatta oran olarak gayet azdır. penisimiz olmasa da çok şükür ellerimiz, bellerimiz, kollarımız, bacaklarımız mevcuttur, ve cinsellik - kadın erkek ayrımı olmadan - sadece tek bir organ temelli olmamalıdır zaten.

uzun tırnaklı lezbiyen olmaz, olmamalı, olmasın. travmatik deneyimlerim oldu.

oyuncak kullanmayı ben şahsen tercih etmem, fakat benim de bir strap-on'um var, adı recep, kendisi bir süredir dolabımda duruyor, fazla aksiyon görmedi. böyle "aksesuar" kullanan kadınlar tabii ki vardır, benim de arada bir canım çeker yani, ama bu tamamen roleplay şeklinde olur, en azından benim için. "yapay penis kullanacağına gerçeğini alsana işte!" diyen her adamı "benim yapay penisim 23cm ve ereksiyon problemi yok" diyerek itinayla morartıyorum. ayrıca, önemli olan genital organlar değil sadece.

en büyük bir diğer sıkıntı, lezbiyenlerdeki aktif - pasif dinamiğinin anlatılmasıdır. ben de bu konuda çok yardımcı olamayacağım.

lezbiyen pornosu izleyemeyen lezbiyen

lezbiyen pornosu genelde hetero erkeklere yönelik yapıldığı için, sahte göğüslü, kırmızı stiletto giyen, silikonlu dudaklı, uzun tırkanlı kadınlar yer alıyor çoğu zaman, izleyemiyorum midem kaldırmıyor.

ayrıca uzun tırnaklı lezbiyen olmaz arkadaşım! olmaz yani! * ağrıyor yahu! *

bir de malum, sürekli araya katılan erkekler oluyor. *

düzgün lezbiyen pornosu nadirdir, ve hepsi ücretlidir. * suicide girls tavsiye edilir.

kürk mantolu madonna

kitap okumayı çok seven, 3 yaşından beri sayısız kitap okumuş olan biri olsam da, türk yazarlara 13-14 yaşlarımda geçiş yaptım. bu kitabı bana çok sevdiğim bir arkadaşım önerdi, okudum ve aşık oldum. sabahattin ali'yle tanışmam, türk edebiyatı'yla tanışmam oldu aynı zamanda.

konusu da, dili de, anlatımı da ayrı güzeldir. benim gibi alıntı koleksiyonu yapanlar için müthiş bir hazinedir aynı zamanda, şiddetle tavsiye edilir.

"bu yaşıma kadar mevcudiyetinden bile haberim olmayan bir insanın vücudu birdenbire benim için nasıl bir ihtiyaç olabilirdi? fakat hep böyle değil midir? birçok şeylere ihtiyacımızı ancak onları görüp tanıdıktan sonra keşfetmez miyiz?"

homofobik homoseksüel

kendileri de gayet eşcinsel * * * * * olmalarına rağmen, eşcinsel insanlar arasında sınıf ayrımı yapıp, kendileri kadar "üst seviyede" olduğunu düşünmedikleri kişileri (bkz: elit gay) küçümseyen kimselerdir.

günlük hayatta en çok gördüğüm, kendileri dışardan anlaşılmayacak kadar maskülen olan eşcinsel erkeklerin, daha feminen olanlara bu şekilde davranmalarıdır.

+ lan bu x de tam bir puşt.
- abi ne diyorsun, sen de eşcinselsin işte.
+ ben eşcinselim oğlum ama puşt değilim.

şahsen duyduğum bir konuşmadır kendisi.

bu gibi insanların hızlıca nesilleri tükenmelidir, zira heteroseksüellerden gelen baskılara bir de homoseksüellerden gelen baskılar eklenince olay biraz sıkıntılı oluyor.

mortal kombatta hangi karakter

scorpion, kesinlikle scorpion, ama sub-zero'yu da severdim.

diş hekimi

lisedeyken tıp isteyen pek çok gencin mottosu "tıp olmazsa diş yazarım"dır, bu sebepten ötürü asıl isteği hekim olmakken dişçi * olan pek çok kişi "dişçi değil, diş hekimi!" şeklinde düzeltmeler yaparak, "tüm derslerimiz aynı zaten, bir de bizde el becerisi çok önemli" diyerek kendilerini iyi hissetmeye çalışır. tıpçılar ise kendilerini onlardan üstün hissettiği için * onları küçümser.

tıpçılar ve dişçiler arasında gerek üniversite süresince, gerek iş hayatında bu gerilim sürer. tabi ki herkes böyle yaklaşmaz, fakat her tıpçı ve her dişçi bunun bilincindedir.

büyük hastanelerde dişçileri kimse adam yerine koymaz çünkü hastanelerde inanılmaz bir hiyerarşi mevcuttur, ve bu düzende dişçiler gerçek hekimler olmadığı için en altlarda yer alır, en üstlerde ise cerrahlar bulunmaktadır.


edit: bir tıpçı olarak dişçilerle bir alıp veremediğim yok, pek çok diş öğrencisi arkadaşım var ve onların işi de gerçekten zor, bir yere kadar eğitim yakın olsa da 2. sınıftan itibaren yollar ayrılıyor ve farklılaşıyor, hekim değiller ve öyle olduğunu iddia edenler beni geriyor.

ekonomi üniversitesi

aynı özellikte bir diğeri için (bkz: yakın doğu üniversitesi)



edit: lisede eşit ağırlık öğrencisi olan, benim şahsen tanıdığım gerizekalı adamın biri şu an tıp 3. sınıf ise, ben o okula okul demem. şu an ydü diploması sahibi olan, veya sahibi olacak olan en az 100 moron örnek verebilirim, hangi ydü öğrencisi yazdığıma alındı bilmiyorum ama kader kahpe kader, okulun hali bu.

dipnot: okulun sahibini şahsen tanıyorum, eski sevgilim de orada çalışıyor, parayı vereni okula kabul ediyorlar (özellikle yabancı öğrencileri) ve para ödendiği sürece o diploma alınıyor.

kendisine ibne diyen gay

kelimeleri sahiplenmekle alakalı bir durum bu. sonuçta "homo" kelimesi de, "gay" kelimesi de, "eşcinsel" kelimesi de hakaret olarak, aşağılama amaçlı kullanılıyor. "ibne" kelimesi de bunlardan farklı değil, zaten aynı anlamda*.

eğer biz bu kelimeleri sahiplenirsek, kelimenin oluşturduğu etkiyi hafifletebiliriz.

kullanılış şeklinden dolayı "kötü kelime" olarak düşünüyor insanlar, gay ve homo'dan farkı yok bence, insanların algısında bitiyor olay.


benzer bir durum için (bkz: kadın denilmesini hakaret olarak alan kadın modeli)
Henüz takip ettiği biri yok.