lost soul

Durum: 1537 - 0 - 0 - 0 - 04.11.2016 14:13

Puan: 32678 - Sözlük Kaşarı

15 yıl önce kayıt oldu. 1.Nesil Yazar.

Tamam.
  • /
  • 77

cüneyt özdemir

liselerde zorunlu osmanlıca dersi mevzusuna 24 ayar külçe altınla cevap vermiş:

elnur hüseynov

ak saray

maliyeti açıklanamayan harikuleyt yapı. yoksa ülkenin ekonomik çıkarları zarar görür, uf olurmuş.

http://www.radikal.com.tr/turkiye/tokide...

turnam bir gün bırakmıyacağım

turgut uyarım'ın misler misi şiiri. "insan sevdikçe iyileşiyor, artık anladım." diyor. daha ne desin?

arkada çalsın:



güz geldi mi göçüp gidiyorsun buralardan
mahzun kalıyor kalbim ve gözlerim..
sen sevgileri ve yolları hatrlatıyorsun bana
turnam, bir gün bırakmıyacağım peşini,
ömrüm oldukça ardından geleceğim..

bir yamalı yelkenden sular damlıyacak,
veya gemici şarkıları söyliyeceğim bir şilepte.
merhaba rüzgâr diyeceğim, merhaba maden kömürü
verin elinizi, kahve kokulu sahillere.

turnam, bir gün bırakmıyacağım peşini,
cümle sevgilere, tekrar buluşmak üzre, veda.
ormanlar, deniz çiçekleri, yunuslar
vatanım tuz biber gibi kalbimde ama
bu sevda başka sevda..

hiçbir zaman dertsiz kalmadı gönlüm
bir çift gözden, bir yapraktan, bir kuştan.
daima daha taze, daima yeni baştan
turnam bir gün bırakmıyacağım peşini,
sen nereye, ben oraya, adım adım
insan sevdikçe iyileşiyor artık anladım..

bilmem nerelere gidersin gönlünce
hangi medar şehrine, bir akşam vakti.
gürültülü sokaklar, evler, iri kuşlar
çıplak kadınlar arpa döver taş havanlarda
bir pencereden ansızın bir hazin şarkı başlar...

bir basık meyhanedir köşedeki, kemerli
yol boyunca keşkül uzatır sıska çocuklar.
trahomlu ve sıtmalı bir viski içerim
sahilde zencefil yüklü gemiler uyuklar..

ne denmişse yalan hayat için,
işte o, yaşandığı gibi sokaklarda.
cümle geçmişimi aziz bileceğim
turnam bir gün bırakmıyacağım seni
yaşamak ve sevmek için ardarda,
ömrüm oldukça peşinden geleceğim...

gökyüzünde tüten olsam

çukurova yöresine ait bir türkü. böyle ansiklopedik bir girişe uyacak bir şekilde şunu da eklemem gerekiyor: selva erdener'in sen sen sen albümünde en güzel haline kulak verebilirsiniz.

modern zaman insanları olarak aşkın nasıl da kirletildiğinden, ayaklar altına alındığından bahis eyliyoruz ya hep.. sonra, eski zaman sevdalıklarının ne kadar naif, ne kadar duru olduğundan dem vurup, ardından yine aynı yerde kalıp hüzün içre hüzünlere gark oluyoruz ya.. ya. ya.

"gök yüzünde tüten olsam
yer yüzünde biten olsam
bir atlastan keten olsam
yar boynuna sarsa beni"

öyle bir sevmek ki, yare dokunabilmek için hayattan, yaşamaktan vazgeçip keten olmayı dilemek. yani, sırf o sevilenin boynuna dokunabilmek için. peh!

"kollarında burma olsam
yedikleri hurma olsam
alçun alçun sürme olsam
yar gözüne sürse beni"

hayedeh

iran'ın hüzünlü seslerinden. '79 devrimi sebebiyle, yurdundan, ashiyooneh'de söylediği gibi "sevdiğim"den ayrılmak zorunda kalmış ve buralardan terk-i diyar edene kadar da abd'de yaşamış.

sürgünde geçirdiği zaman boyunca hasretle demlenmiş ruhu. rejim içinse öyle bir 'tehlike' unsuru olarak görülmüş ki, "öldüğümde iran'a gömülmek istiyorum" isteği bile reddedilmiş.

hasılı,
çok güzel bir insandır hayedeh.

- minayeh del

- ashiyooneh

acun ılıcalı ile adriana lima'nın aşk yaşaması

mevzu bahis "aldatmak" olunca, aldatan kişi üzre etmedik laflar bırakmayan insanların ne yanar döner olduğunu da göstermiş bulunuyor. sayesinde, ünlü bir insanın (ünü batsın) başka bir ünlü insanla olan aşkının methedilebileceğini, espri konusu olabileceğini ve dahi gurur duyulabilecek bir şey olduğunu bile gördüm. amma ve lakin, bu olayı metheden, olay hakkında komiklik yapan ve dahi bu olaydan gurur duyan insanlar, misal, ben kalkıp da "bugün dört kişiyle seviştim, oyş" dediğimde, eminim ki ahlak timi olacak, beni yerden yere vuracaklar.

elbette "aşk" dediğimiz mefhum gayet garabet bir şey. ancak ortada aşk diye bir şey göremiyorum ben. veyahut okumuş bulunduğum onca şiir beni deliler gibi romantize ettiğinden bir şey anlamıyorum bu meselden.

geyikse geyik;
adriana lima'yı yakın zamanda tesettüre de girmiş olarak görmek istiyorum. gerçekten bunu diliyorum. böylelikle yalakalıkta sınır tanımayan beyefendi, -yukarıda bahsini ettiğim- harikulade milletimiz tarafından daha da sevilecektir.

hey gidi...


ekleme:
biz bundan bahsederken, daha 17 ekim'de bedelli askerlik hakkında "fakir çocuğunun askerlik yapması, zengin çocuğun bedel ödeyerek askerlik yapmaması olmaz." diyen başbakan bugün bedelli askerliğin 2015 başında yürürlüğe gireceğini açıkladı.

hey gidi vol. 2.



bir daha ekleme:
aynı gün, toki, mimarlar odası ankara şubesi'nin ak-saray maliyeti ile ilgili sorusuna "sarayın maliyetini açıklayamayız. bu, ülkenin ekonomi çıkarlarına zarar verir" diye cevap verdi. hıhı.

hey gidi vol. 3.

macit koper

ghazal

niyaz'ın ilk albümünün ilk şarkısı. yıl 2005. albümü döndüre döndüre dinleyerek kat ettiğim binlerce kilometre hatırıma düşüyor. zaman ne de çabuk geçiyor.. amma ve lakin ghazal'ı her dinlediğimde hep aynı şey oluyor: sanki ilk defa dinliyorum.
azam ali güzelliği iki ses etse, ben iki bin yıl tavaf ederim etrafında; o derece.

ghazal'ın sözleri urduca. ha, anlayabilmek için urduca bilmek gerekiyor mu? bittabi ki hayır.


benim annem

ali ismail korkmaz

davasının görüldüğü gün şu cümleler sarfedilmiştir ulu önderimiz tarafından:

"bizim medeniyetimizde, milli ve medeniyet ruhumuzda esnaf ve sanatkar gerektiğinde askerdir, alperendir, gerektiğinde vatanını savunan şehittir, gazidir, kahramandır. gerektiğinde asayişi tesis eden polistir, gerektiğinde adaleti sağlayan hakimdir hakemdir, gerektiğinde de şefkatli kardeştir."

ki aynı beyefendi gezi olayları sonrası hayatını kaybeden 8 canı hiçe sayarcasına "polise talimatı ben verdim." de demişti.

katilinin kim olduğu bellidir.

ve bir haber yoldaki

sohrab sepehri'nin en sevdiğim şiiri. hatta, dünyanın en güzel şiirlerinden biri. böyle de kesin konuşurum.

arka plânda çalsın:



bir gün geleceğim ve bir haber getireceğim

damarlara ışık saçacağım
ve sesleneceğim içerden:
ey sepetleri uykuyla dolu olanlar!
elma getirdim, elma
kızıl güneş.

geleceğim.
dilenciye bir yasemin vereceğim,
cüzzamlı güzel kadına da
yeni bir küpe...

köre diyeceğim ki: bak, nasıl da güzel bahçe!
çerçi olup dolaşacağım sokakları
ve sesleneceğim:
çiyci geldi, çiyci geldi, çiyci!
yoldan geçen diyecek:
sahiden de karanlıktır gece.
ve samanyolunu vereceğim ona.
köprüdeki kötürüm kızın
büyük ayıyı asacağım boynuna.

bütün küfürleri süpüreceğim dudaklardan.
bütün duvarları yıkacağım yere.
haramilere diyeceğim ki:
gülümseyiş yüklü bir kervan geldi!

bulutu parçalayacağım.
gözleri güneşe bağlayacağım
gönülleri aşka
gölgeleri suya
dalları rüzgara
sonra bütün bunları birbirine

ve çocuğun uykusunu da
cırcırböceklerinin mırıltılarına bağlayacağım.
uçurtmaları uçuracağım gökyüzünde,
saksılara su vereceğim.

geleceğim.

atların, sığırların önüne
okşayışın yeşil otunu serpeceğim.
susuz kısrağa çiy kovasını sunacağım.
yoldaki yaşlı eşeğin sineklerini kovacağım.

geleceğim.

ve her duvarın başına bir karanfil dikeceğim.
her pencerenin altında bir şiir okuyacağım.
her kargaya bir çam vereceğim.
yılana diyeceğim ki: kurbağa nasıl da fiyakalı ama!
barıştıracağım.
tanıştıracağım.
yol alacağım.
ışık içeceğim.
seveceğim.

suyun ayak sesi

sohrab sepehri nam iran diyarlarının en güzel adamlarından, en güzel şairlerinden birinin şiiri. uzun mu uzun; hayat gibi. kısa mı kısa; hayat gibi.

modumuzu kuralım:



kaşan şehrindenim
fena sayılmaz halim,
bir lokma ekmeğim var, biraz aklım,
iğne ucu kadar da zevkim.
annem var, ağaç yaprağından daha güzel,
dostlar, akan sudan daha iyi

ve allah, burada yakındadır,
şebboylar arasında, uzun çamın altında
suyun bilincinde,
bitkilerin kanununda.

ben müslümanım.
kıblem bir kırmızı güldür,
namazlığım bir pınar,
mührüm ışıktır,
ova seccadem.
penceremi titreştiren ışık ile abdest alırım.
namazımın içinden ay geçer, tayf geçer,
namazımın bütün zerreleri billurlaşır,
namaz kaybolur taş görünür,
rüzgâr, selvilerin üstünde ezan okuduğunda,
namaz kılarım ben.
otların tekbirinden sonra,
denizdeki dalganın kamedinden sonra
namaz kılarım.

kâbem su kıyısında,
kâbem akasyaların altındadır.
kâbem bir esinti gibi bahçeden bahçeye,
şehirden şehre gider.

hacerülesvetim bahçenin aydınlığıdır.

kaşan şehrindenim.
işim resim yapmaktır.
bazen bir kafas boyar,
size satarım.
orda mahpus çayırkuşu, sesiyle
yalnız gönlünüzü tazelesin diye.
bu bir hayal, bu bir hayal, …
biliyorum,
tuvalim cansızdır,
iyi biliyorum,
çizdiğim havuz balıksızdır.

kaşan şehrindenim.
soyum belki
hint’de bir bitkiden gelir,
belki “sialk” toprağından yapılmış bir çömlekten,
soyum belki de
buharalı bir fahişeden gelir.

babam, kırlangıçların iki kere gelmelerinden önce,
iki kardan önce
babam terastaki iki uykudan önce,
babam zamanlar önce ölmüştü.
babam öldüğü zaman, gökyüzü maviydi.
annem birden kalktı uykudan, kızkardeşim güzelleşti
babam öldüğü zaman, bekçilerin hepsi şairdi.
kaç kilo kavun istiyorsun? diye sordu manav bana.
sordum: gönül hoşluğunun gramı kaça?

babam ressamdı
saz yapar, saz çalardı.
üstelik iyi bir hattattı.

bahçemiz bilginin gölgesindeydi.
bahçemiz duyguyla bitkinin karıştığı yerdi.
bahçemiz bakışın, aynanın ve kafesin kesiştiği noktaydı.
bahçemiz belki de yeşil saadet çemberinin bir parçasıydı.
tanrının ham meyvasını çiğniyordum o gün uykuda,
suyu felsefesiz içiyor,
dutu, bilgisiz topluyordum.

nar dalında yarıldığında,
elim tutkudan bir şadırvan olurdu.
çayırkuşu şakıdığında,
gönlüm dinleme hazzıyla yanardı.
kâh yalnızlık, yüzünü camın arkasına dayar,
kâh heyecan, elini duygunun boynuna dolardı.
düşünce oyun oynardı.
bayram yağmuru gibi bir şeydi yaşam,
sığırcıklarla dolu bir çınar.
işık ve taşbebek alayıydı yaşam,
bir kucak özgürlük idi,
yaşam, musıki havuzuydu o zaman.

çocuk yavaş yavaş uzaklaştı yusufçuklar sokağından.
kendi yükümü bağlayıp,
hafif hayallerin şehrinden çıktım,
yüreğim yusufçuk gurbetiyle dolu.

ben dünya misafirliğine gittim.
ben sıkıntı ovasına,
ben irfan bağına,
ben bilim ışığının balkonuna gittim.
dinin basamaklarını çıktım.

şüphe sokağının sonuna kadar,
gönül doygunluğunun serin havasına,
islak sevda akşamına kadar.
ben birini görmeye gittim,
aşkın öbür ucuna
gittim, gittim kadına kadar,
lezzet ışığına kadar,
tutkunun sessizliğine,
yalnızlığın kanat sesine kadar.

yer üstünde neler gördüm:
bir çocuk gördüm ay kokluyordu.
kapısız bir kafes gördüm,
içinde, aydınlık kanat çırpıyordu.
bir merdiven gördüm,
üzerinde aşk melekler âlemine çıkıyordu.
bir kadın gördüm, havanda ışık dövüyordu.
öğle, onların sofrasında ekmekti,
sebzeydi, şebnem tepsisiydi,
sıcak sevda kâsesiydi.

bir dilenci gördüm, çayırkuşundan bir şarkı için,
kapı kapı dolaşıp, dileniyordu.
bir çöpçü, kavun kabuğuna secde ediyordu.

bir kuzu gördüm, uçurtmayı yiyordu.
bir eşek gördüm yoncayı anlıyordu.
“nasihat” otlağında bir inek gördüm, doymuştu.

bir şair gördüm, konuşurken bir zambağa “siz” diyordu.

bir kitap gördüm, kelimeleri billurdan.
bir kâğıt gördüm, ilkbahardan.
müze gördüm yeşillikten uzak,
cami gördüm sudan uzak.
umutsuz bir fakih gördüm,
başucunda sorularla dolu bir testi vardı.

bir katır gördüm yazı ile yüklü.
bir deve gördüm, “nasihat ve misal”in boş sepetiyle yüklü.
bir arif gördüm “ya hu” ile yüklü.

aydınlık götüren bir tren gördüm,
fıkıh götüren bir tren gördüm,
nasıl da yavaş gidiyordu.
siyaset götüren bir tren gördüm,
(ne de boş gidiyordu)
nilüfer tohumları ve kanarya şarkıları götüren
bir tren gördüm,
ve bir uçak, binlerce metre yüksekteyken
penceresinden toprak göründü;
hüthüt kuşunun tepeliği,
kelebek kanatlarının benekleri,
kurbağanın havuzdaki aksi,
ve yalnızlık sokağından bir sineğin geçişi.

bir serçenin çınardan yere indiğindeki arayış.

ve güneşin ergenliği,
ve oyuncak bebeğin sabah ile kucaklaşması

basamaklar şehvet serasına gidiyordu.
basamaklar içki mahzenine iniyordu.
basamaklar kırmızı gülün fesat kanununa
ve hayat matematiğinin anlamına
basamaklar aydınlanmanın damına,
basamaklar tecelli kürsüsüne gidiyordu.

aşağıda, annem,
nehrin hatırasında çay bardaklarını yıkıyordu.

şehir görünüyordu:
büyüyen çimento, demir, taş geometrisi,
güvercin taşımayan yüzlerce otobüs.
çiçekçi çiçeklerini mezata götürüyordu.
iki yasemin ağacı arasına,
salıncak kuruyordu bir şair,
çocuğun biri okul duvarına taş atıyordu.
bir diğeri erik çekirdeğini,
babasının renksiz seccadesine tükürüyordu
ve bir keçi haritadaki “hazar”dan su içiyordu.

çamaşır ipi göründü, sallanan bir sutyen.

bir at arabasının tekerleği, atın durmasına hasret,
at, arabacının uykusuna hasret,
arabacı ölüme hasret.

aşk göründü, dalga göründü.
kar göründü, dostluk göründü.
kelime göründü.
su göründü, eşyaların sudaki aksi…
kanın sıcaklığında, hücrelerin serin gölgeleri.
hayatın rutubetli tarafı.
sıkıntılı doğu insanının yaratılışı.
kadın sokağında serserilik mevsimi.
mevsim sokağında yalnızlık kokusu.

yazın eli bir yelpaze gibi göründü.

tohumun çiçeğe,
sarmaşığın evden eve,
ayın, havuza yolculuğu,
hasret çiçeğinin topraktan fışkırışı.
körpe asmanın duvardan dökülüşü.
şebnemin uyku köprüsü üstüne yağışı.
neşenin ölüm hendeğinden atlayışı.
sözün ardında geçen hadise.

bir pencere ile ışığın savaşı.
bir basamak ile güneşin büyük ayağının savaşı.
yalnızlık ile bir şarkının savaşı.
armutlar ile boş bir sepetin güzel savaşı.
nar ile dişlerin kanlı savaşı.
“naziler” ile naz çiçeğinin sapının savaşı.
papağan ile güzel konuşmanın savaşı.
alın ile soğuk mührün savaşı.

camideki çinilerin secdeye saldırışı.
sabun köpüğünün yükselmesine rüzgârın saldırışı.
kelebek ordusunun “ilaçlama” programına
yusufçuk alayının kanal işçilerine saldırışı.
kamış kalem taburunun kurşun harflere saldırışı.
kelimenin şairin çenesine saldırışı.

bir devrin fethi, bir şiir eliyle,
bir bahçenin fethi, bir sığırcık eliyle,
bir sokağın fethi, iki selam eliyle,
bir şehrin fethi, üç dört tahta süvari eliyle,
bir bayramın fethi, iki oyuncak bebek ve bir top eliyle.

bir çıngırağın katli, ikindi yatağının başında,
bir hikâyenin katli, uyku sokağının başında,
bir hüznün katli, bir şarkı emriyle,
ayışığının katli, neonların emriyle,
bir söğüdün katli, devlet eliyle,
bir umutsuz şairin katli, bir kar çiçeği eliyle.

yeryüzü tümüyle belirdi:
yunan sokağında düzen gidiyordu.
başkuş “babil bahçelerinde” ötüyor,
rüzgâr, hayber yamacından, doğuya
tarihin çer çöpünü sürüklüyordu.
durgun “negin” gölünde bir kayık çiçek götürüyor,
benares’te her sokağın başında ebedi ışık yanıyordu.

halklar gördüm.
şehirler gördüm.
ovalar, dağlar gördüm.
suyu gördüm, toprağı gördüm.
işık ve karanlık gördüm.
bitkileri ışıkta ve bitkileri karanlıkta gördüm.
hayvanları ışıkta ve hayvanları karanlıkta gördüm.
ve insanı ışıkta ve insanı karanlıkta gördüm.

kaşan şehrindenim
ama, benim şehrim değil kaşan.
benim şehrim kayboldu.
telaşla ve pür heyecan,
gecenin öbür tarafına bir ev yaptım.

ben bu evde,
kimsenin adını bilmediği nemli otlara yakınım.
bahçenin nefesini duyuyorum.
ve karanlığın sesini bir yapraktan düştüğünde.
ağacın arkasında aydınlığın öksürük sesini.
her taşın deliğinde suyun aksırığını.
baharın çatısında kırlangıcın sesini.
ve açıp kapanan yalnızlık penceresinin saf sesini.
ve müphem aşkın deri değiştirmesinin temiz sesini.
kanatta uçmak zevkinin toplanmasını,
ruhun kendi kendini tutarken çatlamasını.

ben tutkunun adımlarını duyuyorum.
ve damardaki kan kanununun
ayak sesini duyuyorum.
güvercinler kuyusunda seher çırpıntısı
cuma gecesinin kalp çarpıntısı,
düşüncede karanfil çiçeğinin akışı
hakikatin, uzaktan saf kişnemesi.
ben uçuşan maddenin sesini duuyorum.
ve coşku sokağında inanç ayakkabısının sesini.
ve aşkın ıslak gözkapakları üstündeki,
ergenliğin hüzünlü musıkisi üstündeki,
nar bahçelerinin türküsü üstündeki yağmurun sesini.
ve gece içinde neşe şişesinin kırılmasının,
güzelliğin kâğıt gibi parçalanmasının
gurbet kâsesinin rüzgârdan dolup boşalmasının sesini.

ben dünyanın başlangıcına yakınım.
çiçeklerin nabzını tutuyorum.
suyun ıslak kaderine,
ağacın yeşil olma adetine aşinayım.

ruhum nesnelerin tazeliklerine akar,
benim ruhum, gençtir.
ruhum bazen heyecandan kekeler,
benim ruhum, işsizdir:
yağmur damlalarını, duvardaki tuğlaları sayar,
ruhum bazen yol ağzında duran bir taş gibi gerçektir.

ben birbirine düşman iki çam görmedim,
gölgesini yere satan bir söğüt de görmedim
karaağaç kovuğunu bağışlar kargaya.
nerde bir yaprak varsa, içim açılır.
afyon çiçeği yıkadı beni varoluşun selinde.

bir böcek kanadı gibi, seherin ağırlığını biliyorum.
bir saksı gibi ,yeşermenin musıkîsini dinliyorum.
bir sepet dolusu meyva gibi,
olgunlaşmak için sabırsızlanıyorum.
uyuşukluk sınırında bir meyhane gibiyim.
deniz kenarında bir bina gibi,
ebedi dalgalardan endişeliyim.

istediğin kadar güneş, istediğin kadar bağlılık,
istediğin kadar çoğalma.

ben bir elmayla hoşnutum,
ve bir papatyanın kokusundan.
ben bir ayna, bir saf bağlılıkla yetiniyorum.
bir balon patlasa, gülmüyorum,
bir felsefe ay’ı ikiye bölerse, gülmüyorum.
ben bıldırcın tüylerinin sesini tanıyorum,
toy kuşunun karnındaki renkleri,
dağ keçisinin ayak izlerini.
nerde ravent yetişir, iyi biliyorum.
sığırcık ne zaman gelir, keklik ne zaman öter,
şahin ne zaman ölür,
çölün uykusunda ay nedir,
tutku sapındaki ölüm.
ve sevişmenin ağızda bıraktığı ahududu lezzeti.

yaşam hoş bir adettir,
yaşamın ölüm genişliğinde kanatları vardır,
aşk kadar sıçrayabilir,
yaşam, alışkanlık rafına kaldırıp
unutulacak bir şey değildir.
yaşam elin çiçek koparma isteğidir.
yaşam turfanda siyah incirdir,
yazın ağzında buruk bir tat.
yaşam böceğin gözünde ağacın boyutudur.
yaşam yarasanın karanlıktaki tecrübesidir.
yaşam bir göçmen kuşun gariplik duygusudur.
yaşam uykunun dönemecinde bir tren düdüğüdür,
yaşam uçak penceresinden bir bahçeyi görmektir.
füzenin uzaya fırlatıldığı haberi,
ayın yalnızlığına dokunuş,
başka bir gezegende çiçek koklamak fikri.

yaşam bir tabak yıkamaktır.

yaşam sokakta bir metelik bulmaktır.
yaşam aynanın “karesi”dir.
yaşam çiçek “üstü” sonsuzdur.
yaşam yer “çarpı” yüreğimizin çarpıntısıdır.
yaşam basit ve eşit nefesler geometrisidir.

nerede olursam olayım
gökyüzü benimdir.
pencere, fikir, hava, aşk, yeryüzü benimdir.
ne önemi var
bazen büyürse
gurbetin mantarları?

bilmiyorum, neden
“at soylu hayvandır, güvercin güzeldir.” derler?
ve neden hiç kimse yarasayı kafese koymuyor.
yoncanın ne eksiği var kırmızı laleden.
gözleri yıkamalı, başka türlü görmeli.
kelimeleri yıkamalı.
kelime rüzgâr olmalı, yağmur olmalı.

şemsiyeleri kapatmalı.
yağmur altında yürümeli.
düşünceleri, hatıraları yağmur altına getirmeli.
şehir bütün halkıyla yağmur altına gitmeli.
dostu yağmur altında görmeli.
aşkı yağmur altında aramalı.
yağmur altında bir kadınla sevişmeli.
yağmur altında oyun oynamalı.
yağmur altında yazmalı, konuşmalı, nilüfer dikmeli.
yaşam sürekli ıslanmaktır.
yaşam “şimdi” havuzunda suya girmektir.

çıkaralım giysileri:
suya bir adım var.

aydınlığı tadalım.
bir köy gecesini, ahunun uykusunu tartalım.
leylek yuvasının sıcaklığını hissedelim.
çimenlerin kanununu çiğnemeyelim.
bağbozumunu tadalım.
ve eğer ay çıkarsa ağzımızı açalım
ve gecenin uğursuz olduğunu söylemeyelim.
ateş böceğinin bahçenin bilgeliğinden
yoksun olduğunu sanmayalım.

sepeti getirelim
biraz kırmızı biraz yeşil toplayalım.

sabahları ekmekle ebegümeci yiyelim.
her sözün başında bir fidan,
iki hecenin arasında sessizlik tohumu ekelim.

içinde rüzgâr esmeyen kitabı okumayalım,
ve içinde ıslak şebnem yüzeyi olmayan kitabı
hücreleri canlı olmayan kitabı okumayalım ve
sineğin tabiatın parmağından uçmasını istemeyelim.
ve panterin yaratılış kapısından dışarı çıkmasını.
ve eğer solucanlar öldüyse,
yaşamda bir şeyin eksildiğini bilelim.
eğer ağaçbiti yoksa, ağaç kanunları zarar görmüştür.
ve eğer ölüm olmasaydı, neyin peşine koşacaktık.
ve eğer ışık olmasaydı, uçuşun mantığı değişecekti.
ve mercandan önce
denizlerin düşüncelerinde boşluk vardı.

ve nerdeyiz diye sormayalım,
hastahanenin taze çiçeklerini koklayalım.

ve geleceğin fıskiyesi nerde diye sormayalım,
ve neden hakikatın kalbi mavidir diye
ve dedelerimizin esintileri nasıl, geceleri nasıldı
diye sormayalım.

geçmiş artık canlı değil.
geçmişte kuş şakımıyor.
geçmişte rüzgâr esmiyor.
geçmişte çamın yeşil penceresi kapalı.
geçmişte bütün kâğıt fırıldakların yüzü tozlu.
geçmişte tarihin yorgunluğu kaldı.
geçmiş dalganın hatırasında,
sahile vurmuş hareketsiz soğuk sedeflerdir.

deniz kıyısına gidelim,
sulara ağ atalım,
suların tazeliğini çekelim.

yerden bir çakıl taşı alıp,
varolmanın ağırlığını hissedelim.

eğer ateşimiz çıkarsa ayışığına söylenmeyelim.
(bazen ateşim varken ay’ın aşağı indiğini görürüm,
elimin melekler katına eriştiğini,
ispinozun daha iyi öttüğünü.
ayağımdaki yara,
yerin inişli çıkışlı olduğunu öğretti bana.
çiçeğin hacmi kaç misline çıktı, hasta yatağımda,
daha da büyüdü turuncun çapı, fenerin ışığı)
ve ölümden korkmayalım,
(ölüm güvercinin sonu değildir.)
bir cırcır böceğinin ters dönmesi ölüm değildir.
ölüm akasyanın aklından geçer.
ölüm düşüncenin güzel ikliminde yaşar.
ölüm köy gecesi derinliğinde sabahı anlatır.
ölüm üzüm salkımı ile gelir ağzımıza.
ölüm gırtlağın kızıl hançeresinde fısıldaşır.
ölüm kelebek kanatlarındaki güzellikten sorumludur.
ölüm bazen reyhan koparır.
ölüm bazen votka içer.
bazen gölgede oturur ve bize bakar.
ve hepimiz lezzetin ciğerinin,
ölüm oksijeni ile dolu olduğunu biliriz.

çitlerin arkasında yaşayan sesi var kaderin
yüzüne kapıyı kapatmayalım.

perdeyi açalım:
bırakalım duygular soluk alsın.
bırakalım ergenlik her ağacın altında yuva kursun.
bırakalım içgüdü oyun oynasın.
yalınayak mevsimlerin peşinde,
çiçeklerin üstünde uçsun.
bırakalım yalnızlık,
türkü söylesin,
birşeyler yazsın,
sokaklara çıksın.

içten olalım.
içten olalım,
bankada da bir ağacın altında da içten olalım.

bizim işimiz değil kırmızı gülün sırrını anlamak.
bizim işimiz belki de:
kırmızı gülün büyüsünde yüzmektir.
bilimin ötesine çadır kuralım,
bir yaprağın cezbesiyle elimizi yıkayıp
sofraya oturalım,
sabah güneş doğarken doğalım,
heyecanları serbest bırakalım,
uzayın, rengin, sesin, pencerenin
anlamını tazeleyelim,
varlığın iki hecesi arasına, gökyüzünü yerleştirelim,
içimizi ebediyetle doldurup boşaltalım,
bilimin yükünü kırlangıçların sırtından alıp yere koyalım,
bulutların, çınarın, sivrisineğin, yazın ismini geri alalım,
sevdayı yağmurun ıslak basamaklarından
yükseltelim,
kapıyı insana ve ışığa ve bitkiye ve böceğe açalım.

bizim işimiz belki de,
nilüfer çiçeği ve çağımız arasında,
hakikat şarkısının peşinde koşmaktır.

take me somewhere nice

en güzelinden mogwai türküsü. rock action albümünden. " post rock nedir?"e en güzel cevaplardan biri.



ghosts in the photograph
never lied to me

i'd be all of that
i'd be all of that

a false memory
would be everything
a denial, my eliminent

what was that for?
what was that for?

what would you do
if you saw spaceships
over glasgow?
would you fear them?

every aircraft
every camera
is a wish that
wasn't granted

what was that for?
what was that for?

try to be bad
try to be bad

vücutta yeknesak durmayan dağınık dövmeler

bence çok afililer. hele böyle birsürü birsürüyseler daha da afili. tam da keşfe çıkmalık. kollardan başlarsın, ordan göğse, efenime söyliyim, ordan bacaklara.. bence harikulade! bir vasco da gama modu, bir amerigo vespucci haleti ruhiyesi, bir kâşıf ruhu.. dövme iyidir. iyidir iyi. aferin onlara.

"tanrıııııım!" editi:
misal:
http://ayisozluk.com/lnk/a6daf8

bak, sağ kolda da var. sakalıma korsancıl boncuklar dizip, bir gözüme korsancıl bant takıp, şapkamı da kafama yerleştirip geliyorum. bekle beybi.

paragraf başı

didemciğim'in* pek güzel şiiri. ah lar ağacı'nın sonu.

bu arkada çalsın dursun:



"bir roman yazmaya başladığım o gece için...

yalnız bırakma beni bu paragrafın başında
bu boşluğu bir masal doldurmaz
kanalizasyondan fırlar bir cadı,
başını engizisyona çarpar.
ölürüz belki ikimiz de ucuz bir aşk romanının sonunda.
patlamış mısıra benzerdi senin mısraların
ısınır ve patlardı
beyaz çiçekler açardın sonunda
bahar dallarının hatırına beni anla.

küçük bir tırtıl gibi büzüştüm yatağımda
hep böyle uyudum yıllarca
sanırdım,
bir gün doğuracak beni bu yatak
son ve o en büyük sancıyla
sanırdım
tanrı bırakmış beni kocaman parmağıyla
bu yumuşak çiçeğin ortasına
içimde bir kedi durmadan oynardı
parmak kızın dna sarmalıyla
alice'den çalıntı gözyaşlarım
çiğ taneleri olurdu sabahları yastığımda.
ömrüm geçti bir çiçeğe benzemekle
hangi hayat süslendi senin için bu kadar.
su getirdim perilerine küçücük avuçlarımla
beni anla.

kurşun kalemin hatırına beni anla
razıyım uçsun bu şiir silgi tozlarının kanatlarında.
toprağın seviyesine ineceğim
anlamalı beni mezarım da
bir uyağa takıldım, düşmeye razıyım
artık beni anla.

annemin bir şiir defteri vardı
yaprakları gitgide sarardı
hep sararan bir şey olarak kalmışsın aklımda.
sanırdım
bu dünya karaciğerinden hastadır
sanırdım
boyama sarışın bir kadındır zaman
hep hayatını anlatır.
eski bir şiirsin sen, unutulursun, unutma
dekolten fazla kaçmasın aman,
ayıplarlar sonra anadolu yakanı kapa
konuşma, konuşmak istemezsen
ben konuşurum tavanda koşuşan ışıklarla
hep aynı şeyi söylerim
beni anla.

yeni bir şarkıya başla
hem şarkı dediğin şarttır yaşamaya
şarka gittin geldim ardından
hatırla orada fıskiyesi dönen havuzlar vardı.
kalabalık avlular, yüksek duvarlar
başımız döndüydü hatırla
sürmeleri ne karaydı kadınların
herkesi bir yere sürer ya dünya
gözlerine sürülmüştü orda kadınlar.
belki sen yoktun orda
güller vardı.
ben bir şair olarak güllerden bıkmamıştım daha,
ba 'su ba'del mevt
hayata daha çok vardı
beni anla.
hatırla tavus kuşları vardı
aşık olunca kanatlarından mavi güneşler doğardı.
ben doğmamıştım daha hatırla.
bir teleğini senin için saklamıştım
bak, işte burada.
susan kadınlar vardı
ben susamamıştım
ama herkes içmişti.
belki de sen yoktun orada.

aklımın taş kaldırımlarında dolaşırdı adamlar
ayak seslerini dinlerdim
perdem aralıktı, ışığım açık
nedendir diyordum durmadan
insanın derisine bu kadar güzel bir resim çizmiş allah
sanırdım
allah olmasa çöpten adamlar gibi yakışıksız çıkardık fotoğraflarda.
ağlamıştık
boyalarımız aktıkça ferahlamıştık hatırla
gözyaşlarımız siyahtı
sanırdım
yanağımın sıcağına göç ediyor kırlangıçlar
beni anla.

geçti ömrüm iklimden iklime
yuva yaptım kaç paket cigaranın bacasında
yorgunum, kahvem çamur gibi
batmaya da razıyım, artık beni anla
yeter ki sen beni
hiç yazamayacağım bir romanın kollarına atma."

one piece

mangaka tanrılarından eiichiro oda mangası ve manganın aynı isimdeki animesi.

manga 1997 yılından beri yayımlanıyor. anime de 1999'da başlıyor. ikisi de hâlâ devam ediyor.

konusu kısaca şöyle:
korsanlar kıralı gol d roger idam edilmeden önce hazinesi one piece'nin grand line'de olduğunu söylüyor. böylelikle de hazineyi bulmak için birsürü korsan denizlere yelken açmaya başlıyor.
bu korsanlardan biri de monkey d luffy. tayfasını yavaş yavaş kurarak one piece'ye doğru ilerlemeye başlıyor.

manganın bu hafta itibariyle 768., animenin de 671. bölümü yayınlanmış durumda.

mangayı ingilizce okumak için: http://www.mangahit.com/manga/one-piece
animeyi ingilizce alt yazılı izlemek için: http://www1.watchop.com


böyle bilmiş bilmiş, ansiklopedi bilgisiymiş gibi anlattığıma bakmayın, muazzam bir animedir! korsan olasım var, arkadaş! vallaha! tayfamı kurayım ben de. dur hele..

ne feryad edersin divane bülbül

sözleri erzurumlu emrah'a ait. hüzünle demlenmiş ezgisiyle de cengiz özkan tarafından çok çok iyi yorumlanmıştır:


o gönle ağır, ruha eza sözleri ise şöyle:

ne feryâd edersin divâne bülbül
senin bu feryadın, anam, gülşene kalsın
bu dünyada eremezsem murada
huzuru mahşere, anam, divana kalsın

nesin methedeyim bir kaşı kare
şu sineme açtı, anam, onulmaz yare
dünya tabib gelse derdime çare
derdimin dermanı anam, lokmana kalsın

buğdayın türküsü

yeni türkü'nün ilk albümü. 1979 yılında yayınlanıyor ve 12 eylül darbesi ardından da yasaklanıyor. yeni türkü sevenleri arasında yeri ayrıdır.

şarkı listesi şöyle:
1. buğdayın türküsü
2. sardunyaya ağıt
3. gelincik
4. bekçi kazım
5. mahpushane kapısı
6. beyazıt meydanı ndaki ölü
7. mamak türküsü aka sonbahardan çizgiler
8. özgürlük
9. bir ölü daha geçti
10. sen
11. işçi marşı

sevda türküsü

grup yorum'un yürek çağrısı albümünden. sözleri adnan yücel'e ait.



adın deler dağ başında karları
kokun aşar dereleri yarları
çiçek çiçek kuşatırsın
dağları telli duvak
dağları mor salkımlı
dağları güneş güneş
dağları

sevmek demek kavga demek bilirim
türkü türkü şiir şiir söylerim
senden uzak yaşamayı
neylerim özlem özlem
neylerim yasak yasak
neylerim ayrı ayrı
neylerim

yaprak olur savrulursun yellerde
destan olur söylenirsin dillerde
damla damla süzülürsün
güllerde özlem özlem
güllerde sevda sevda
güllerde susmak bilmez
güllerde
  • /
  • 77
  • /
  • 41

frida kahlo


hayao miyazaki


korpiklaani


istanbul


kedi


ayı sözlük yazarlarının twitter sayfaları


burhan kuzu


özgür mumcu


trans onur haftası


hayat kısa kuşlar uçuyor


fatih akın


ahlak


cadının bohçası


seni düşünmek


selda bağcan


yalnızlık


dark bear


god is an astronaut


back to black


savina yannatou


  • /
  • 41
Henüz bir favori entry yok.

Toplam entry sayısı: 1537

lilith

şöyle bir hikâyesi var:
"tanrı balçıktan yaratmıştı ademle lilithi. ruhlarını kendi nefesinden vermişti. birbirlerine eş olur ademle lilith. ancak adem cinsel ilişkide üstte olmak ister. lilith karşı çıkar ademin bu üstünlük ve ayrıcalık isteğine. "tanrı ikimizi de eşit yarattı" diyerek itiraz eder.
aralarında tartışma çıkar. lilith, ademin kendisine karşı şiddet kullanacağını anlar ve tanrının yanına kaçar.
tanrı, lilithin güzelliğinden o kadar etkilenir ki ona kendi gizli adını söyler. tanrının gizli adını bilmek, artık büyük güce sahip olmak ve istekleri tanrı tarafından mutlaka yerine getirilmek anlamına gelmektedir. bunu bilen lilith, tanrıdan kanat ister. tanrı da verir. lilith artık kanat sahibidir. uçarak kızıldenize gider ve orada yaşamaya başlar.

ancak olay burada böyle bitmez. çünkü adem hâlâ lilithi geri istemektedir.
tanrı üç melek görevlendirir. melekler lilithi geri dönmeye ikna edecektir. kızıldenize gider melekler. önce yumuşaklıkla ikna etmeye çalışırlar. ama kararlıdır lilith. geri dönmeyi kabul etmez. lilithin bu tavrını gören melekler tatlı dili bir yana bırakıp bu kez lilithi kızıldenizde boğmakla tehdit ederler. ama lilith gücünün farkındadır. tanrının gizli adını bildiğini, ona güçlerinin yetmeyeceğini söyler, onu rahat bırakmazlarsa gelecekte doğacak tüm bebekleri öldürmekle tehdit eder.

sorunun çözümünde tek bir yol kalmıştır: uzlaşmak. aralarında bir anlaşmaya varırlar. buna göre lilith çölde yaşamayı sürdürecek, bunun karşılığında da üzerinde "lilith" figürlü nazar boncuğu taşıyan bebeklere dokunmayacak, onları asla öldürmeyecektir.

artık anlaşılmıştır ki lilithten ademe yâr olmayacak. yeni bir kadın yaratmaktan başka bir yol kalmaz ve tanrı, havvayı yaratır. ama tanrının başı lilithten dolayı bayağı ağrımıştır. bu yüzden havvayı lilith gibi ademle aynı maddeden yani balçıktan yaratmaz. ademin kaburga kemiğinden yaratır ki havva, ademe karşı çıkmasın, eşitlik iddia etmesin, itaatkâr olsun. lilith gibi asi olmasın."

dele zaram

rûdekî* adında bir insan yaşamış şu yıldan bin sene önce**. klasik iran edebiyatının kurucusu olarak kabul ediliyor günümüzde. mesnevileri, gazelleri, kasideleri, rubaileri, şiirleri var günümüze değin ulaşan.

işte, o şiirlerinden bir tanesi dele zâram. türkçe şerhiyle "zavallı gönlüm" yani.
ilk olarak fereydoun farrokhzad*** tarafından müziklendiriliyor. çok zaman sonra mohsen namjoo abé'm kiosk grubuyla beraber tekrardan dillendiriyor.

şimdi...
fars dilinin güzelliği üzre birsürü şey yazabilirim de;
şu ahenge, şu güzelliğe bak hele:

"dele zârem, fegân kem kon
tu eşkez dîdegân kem kon
gam ô nâle ze can kem kon
..."


sesim pek güzel değildir -ne yazık ki.
hele böyle bir şarkıdır, bir türküdür söylemeyeyim; ben bile utanıyorum sesimden.
o derece yani.

ama, işte,
bazı zamanlar oluyor
tawûsê melek'ten diliyorum da
kendimden geçe geçe söyleyebilsem istiyorum.

"...
vay çe nâle hâ ke ez dil be râhet nemûdem men
behre-î ez an be ômrem, be coz hem nedîdem men
..."


bunu dinleyip dinleyip,
sohrab'ın, hâfız'ın, füruğ'un,
hayedeh'in, azam'ın, mohsen'in,
bahman'ın, abbas'ın, ibrahim'in****
yoluna düşesi geliyor insanın.



"
ey zavallı gönlüm, az feryat et
gözlerimden az gözyaşı dök
canıma az hüzün ve gözyaşı kat
ah, ne kadar ağladım yoluna gönülden
bu yüzdendir ki ömrümde kederden başka bir şeye sahip olmadım

beni öldürdü bakışın
yolunu gözlüyorum
senin ay yüzünü göreyim diye
benim secdegâhım, ay'ım, kâbe'm oldu yüzün
gönlüm senin lüle lüle saçlarının büklümünün esiri oldu

gel, biraz otur yanımda
canımdan oldum beklemekten seni, sevgilim
artık bitir küslüğü, ayrılığı
çünkü ağına düştüm ve gönül kuşu senin avın oldu
gönlüm senin için yanıyor ama sen habersizsin
ah, ciğerimi yakan ahım neden gönlünü etkilemiyor, güzel

gel kucağıma, gel ve gör, sensiz başıma ne geldi
ay tenlim, gümüş yüzlüm, gel ve gör, nemli gözlerimi

ey can, ey kadim sanem,
ey can, önceki gece
ey can, rüyama bir ay girdiğinde
ey can, haberdar oldu
ey can, kalbim, ay yüzlü'm,
ey can, senin yanıma geleceğinden.
ey can, bir gel,
ey can, bir gör.
ey can, endamın ne hoş ve ne tatlısın.
ey can, gönlümü
ey can, sen süslüyorsun
ey can, vefanla teselli et gönlümü.
"



mohsen namjoo ve kiosk düeti:



feridun ferruhzad:




*bazı yerlerde adı rüdeki veya rudaki ya da rudeki olarak da geçiyor.
**tam olarak milattan sonra 858-941 yılları arasında.
***feridun ferruhzad. füruğ ferruhzad'ın* erkek kardeşi.
**** sohrab sepehri, hâfız-ı şirâzi, füruğ ferruhzad, hayedeh, azam ali, mohsen namjoo, bahman ghobadi, abbas kiarostami, ebrahim golestan.

lost soul

bakıyoruz; neler yazabiliriz diye...

ilk girimi 2011 yılında ağustos ayının 14'ünde akşam 5'te yazmışım ayı sözlük'e.
o günün üzerinden 5 yıldan fazla vakit geçmiş.

zaman, pekâlâ, hiç de acımadan patır patır ilerliyor işte.

ben, yeri geldiğinde, gayet duygusal bir insan olabiliyorum sanırım.
gerçi, bazı zamanlar oluyor, dünyanın bütün dertleri omuzlarıma birikmiş gibi hissediyorum
sonra
bazı zamanlar oluyor, dünyanın en huzurlu insanı benmişim gibi hissediyorum.

biz insanlar, bu girift ruh hâllerinden uzaklaşamıyoruz içinde yaşıyor olduğumuz dünya, dünyaya geldiğimiz zaman, zamanı harcadığımız olaylar hasebiyle.

son dönemde hem sözlük içre, hem de içinde yaşıyor olduğumuz ülke içinde olan bitenler beni ziyadesiyle etkilemiş durumda. bu yüzdendir ki uzunca bir süre kendimi soyutlamak niyetindeyim bazı mecralardan.
sözlük de bu mecralardan bir tanesi.

ülkenin içinde bulunduğu ahval dahilinde akıl sağlığımı korumanın en iyi yolu olarak bunu görüyorum:
kendimi müziklere, kitaplara ve filmlere hibe edeceğim.
"insanlardan buz gibi soğudum." diyor cahit külebi,
vardır bi' bildiği.

şu 5 yıl boyunca güzel insanlarla konuştum, güzel insanlarla tanıştım, çirkin insanların yazdıklarını okudum, çirkin insanlardan uzak durdum.
hali hazırda peyderpey konuşuyor/mesajlaşıyor olduğum iki-üç kişi var.

hayatım boyunca, franz kafka ile akıl ve ağız birliği etmişçesine, çevremde hep birkaç insan oldu zaten.
ne demiş: "huzur mu istiyorsun? az eşya, az insan."
şu iki-üç kişi benim için 5 yıl 3 ayın getirisidir; yüreğime basmış, özümsemişim.
kâfidir benim için.

"insan ne için yaşar?"
peki,
"insan ne için yazar?"

ilk sorunun cevabı nezdimde değişmekle beraber,
ikinci sorunun cevabı benim için bellidir:
hayat gailelerimden bir tanesi dünyaya bir iz bırakabilmektir.

o yüzden girilerimi silmiyorum.
burada kalsınlar, okunsunlar.

ingeborg bachmann şöyle yazar pek güzel bir şiirinde*:
"hiçbir şey gelmeyecek bundan böyle."

kapanışı güzel bir müzikle yapayım.

"like little puffs of smoke
we're here and then we're gone"



ayı sözlük'e yolunda başarılar dilerim.
güzel günler görmek dileğiyle.


*bu arada,
olur a iletişime geçmek isteyen yazar ya da okurlar olabilir.
mail adresi şudur:
_________________
[email protected]
_________________
istediğiniz herhangi bir şey hakkında yazabilirsiniz.
okumaktan keyif alırım.

güzel günlere...

babasız kızlar balosu

güzelinden bir perihan mağden şiiri.


"bu davette topuğunuzun ya da kanadınızın
biri kırık olmalı
bu şartı yerine getirmeyenler
kırık ön dişler ya da deşik ciğerlerle de
katılabilirler"

uzun hazırlıklardan geçtik biz
uzakdiyarlara uçtuk: başka çaremiz yoktu
babasız kızlar korosu:
babamız bizi sevmedi
çirkiniz! çirkiniz!
zır deliyiz. güzeller güzeli şüphe
kır kalbimi, alışığım ben
yeşil gözleri babamın: gözleri zehirli yosunlardandır
ince ince proje dokur, gürcü soğuk ve mağrur
babamı hiç görmedim - ki onca yıldır

"bu baloya davetli kızlar
babalarının cenazesinde bulunmayacaklar"

niye seveyim seni
babalarının terk ettiği kızlar, kötülüklerinde cömert
aşklarında hazin ve güvenilmezdirler

babasız kızlar korosu:
babamız bizi sevmedi
öyle birşey koptu ki içimizde
bütün kötü kadınlar bizden sorulur
kaçmayı biliriz biz en iyi
ey cesur! ey sevgili! sıkıysa bak gözlerime
taşa çeviririm seni, mum gibi eritirim
çocukluk acıları pazılarımdır benim
ah ben ne güçlü ne unutkanım bilemezsin.

"balomuz gece yarısını geçe başlayıp
canımız isteyince biter"

kandırdur arabalarıyla dolanmayız biz
cam kırıklarında dans etmek varken
babasız kızlar korosu:
küfredip kavga çıkarırız
çirkiniz! çirkiniz! çirkiniz
babamız bizi sevmedi
cümlenizin hakkından geliriz
yaralarımıza şap dökerek büyüttük kendimizi
göçebeyiz; talan eder tüyeriz
hayat, baskınımıza mazur bir davet yeridir
arka kapıları tekmeler içeri gireriz
yaklaşma yakarım, dumanını üflediğim gibi
keyfime bakarım

ön kapıdan ve sırayla
buyrun kibar hanımlar beyler
babanız sizi sevdi de ne oldu?
korkak, kör ve bok gibisiniz.

ömer dinçer

2005 yılında intihal yaptığı kanıtlanınca profesörlük ünvanı elinden alınmıştı. son seçimlerden (2011) sonra milli eğitim bakanı oldu.
intihal yapmış bir adam ve milli eğitim bakanlığı.
türkiye çok ironik bir ülke.
gerçekten.

ayı sözlük

tanım: güzel sözlük.

şimdi saydıracam. ar yü redi mi?

her şeyden önce şunu belirtmem gerekiyor ki ayısözlük sade ayıların/bear'ların ve ayıseverlerin/chaser'lerin yazdığı, okuduğu bir sözlük değil. bunun ayırdında olmayanlar var sanırım. eğer ki hâlâ "ay, ayısözlüüüük ^^ ayılaaarrrrrrrr vaaar" modundaysanız, bir silkelenin ve kendinize gelin. sözlük yazarları -ve bittabi ki okuyucuları- arasında ayı ve ayısever olmayan onlarca adam -ve bittabi ki de kadın- var.

aynı zamanda ayısözlük sade bir eşcinsel sözlüğü değil. zira hem yazarlar hem de okuyucalar arasında eşcinsel olmayan adamlar, kadınlar da var. bunun da ayırdına varın.

peki, interaktif sözlük ne demek? ben cevap vereyim: yazarların başlıklar açtığı ve bu başlıkları tanımladıkları entry'ler girdiği bir online ortam.

buraya kadar bir sorun var mı? bence yok. şu yukarıdaki üç paragraf ile ilgili "beybi, bence yanlış düşünüyorsun; haksızsın" dediğiniz biryer varsa, haber eyleyin. bilahare açıklarım karşılıklı iki kahve içerken. sohbetim koyudur.

efendim, onca yazar varken, haliyle farklı farklı görüşler, inanışlar da olacak. bu gayet doğal. benim "beyaz la bu!" dediğime, bir başkası "yooo, ne alaka? o basbaya da siyah" diyebilir. kabulümdür.
işte, sorun burda zuhur eyliyor:
bu gerçeği kabullenemeyenler var.

herkes aynı düşüncede olacak diye bir şey yok. bunu şu muazzam beyinlerimize bir sokalım ilk önce. kimse kimseyle aynı fikirde olmak zorunda değil. bilakis farklılıklar iyidir, güzeldir, candır, canandır. bağrınıza basın.

ben, mesela, kalkıp geçenlerde yiyiştiğim seksi erkeğin göğüs kaslarını nasıl anlatabiliyorsam; bir başkası dün gece arabasına bindiği taksiciyi kolilediğini anlatabiliyorsa; diğeri en sevdiği pornonun linkini verebiliyorsa; bazıları nick altı entry'lerinde birbirlerini yalayıp yutabiliyorsa; kusura bakma ama, bebeğim, öbürü de kalkıp siyasetten, politikadan, kültürden, kürtlerden, araplardan, çerkeslerden, lazlardan, yahudilerden, cenıfır lopez'in amından, colton ford'un sikinden dem vurabilir, bahis eyleyebilir.

demem o ki;
sen nasıl ki dilediğin gibi entry'ler düzebiliyorsan sözlükte, başkası da dilediği konularda yazabilir.
sırf hoşuna gitmedi diye, açılan bir başlık sonrası bir başka yazarı provakatör olarak niteleyemezsin. hayır, beybi, öyle bir lüksün yok ne yazık ki.

cenıfır lopez'in amının ne kadar sulu ve seksi olduğunu yazan bir başlık ve entry hoşuna gitmedi mi? bak, o entry'nin altında bir eksi oy butonu var. oraya tıkla. hayatına mutlu mesut yaşamaya devam et. ha, o da mı kesmedi seni? başlığın altına dilediğin gibi saydırabilirsin. ama unutma; sözlük kuralları var. sevmediğin, hazzetmediğin bir başlık ya da enrty için dilediğini yazabilirsin, sövebilirsin, saydırabilirsin. ama bunu sözlük kuralları çevçevesinde yap. zira cenıfır lopez'in seksi ve sulu amını anlatan o entry'i yazan yazar da aynı şekilde sözlük kuralları çevçevesinde yapıyor yaptığını.

demem o ki;
yazarın biri dilerse kürdistan başlığını da açar, isterse recep tayyip erdoğan'ı göklere çıkarır, dilerse abdullah öcalan'ı yerden yere vurur, canı isterse mustafa kemal atatürk'ü övüp övüp bitirmez, ya da dün yiyiştiği kolinin seksi vücüdunu anlatır. buna kimse karışamaz. ne sen, ne de ben. bunu elbette ki sözlük kurallarını gözardı etmeden yapması gerekiyor, değil mi? ha, baktın ki sözlük kurallarının damına koymuş. ispikçiler var, editörler var, moderatörler var. onlardan biri değilsen, herhangi birine bir mesaj atıp "bak, sözlük kurallarını çiğnemiş bu entry'de." de. gereği yapılır.

çok mu uzattım?
az kaldı.

velhasıl-ı kelâm;
interaktif bir sözlükte farklı görüşlerde, farklı fikirlerde birsürü yazar var. herkes aynı fikirde olmak zorunda değil. derdin "mmm, bence hepimiz aynı şeyleri savunmalıyız. hem burası eşcinsel sözlük. öyle şeyler yazılmamalı"ysa, oturup biraz daha düşün derim.
sen dilediğin kadar ibne/gay/eşcinsel muhabbeti döndürebiliyorsan; adamın biri istediği kadar siyasetten, politikadan, cenıfır lopez'ın amından konuşabilir.
zira farklılıklar herzaman güzeldir. aksi takdirde kendini tekrar eden, hep yerinde duran bir ayısözlük karşılayacak seni ilerde. bu da hiç güzel olmayacak.
öptüm yanacıklarından. mucuk.

hrant dink

güzel adam.

"türkiyeliyim... ermeniyim... iliklerime kadar da anadoluluyum. bir gün dahi olsa, ülkemi terk edip geleceğimi batı denilen o hazır özgürlükler cennetinde kurmayı, başkalarının bedeller ödeyerek yarattıkları demokrasilere sülük gibi yamanmayı düşünmedim. kendi ülkemi de o türden özgürlükler cennetine dönüştürmek ise temel kaygım oldu.
şu anda yaşayabildiğim ya da yaşayamadığım haklara da bedavadan konmadım, bedelini ödedim, hâlâ ödüyorum." demiş vakt-i zamanında.

sonra, 19 ocak 2007de kalleşçe öldürüldü; bir nefret cinayetine kurban gitti bu güzel insan.

cumartesi anneleri

arjantin'deki kirli savaş döneminde hayatını gözaltılarda kaybeden ya da kaybolan çocukları için örgütlenen plaza de mayo madre'den ilham alan güzel anneler.

ilk kez 27 mayıs 1995te galatasaray lisesi önünde toplandılar gözaltında kaybolan ya da işkenceyle hayatını kaybeden oğullarının, kızlarının, canlarının, kardeşlerinin, eşlerinin hesabını sormak için.
hâlâ, yine cumartesi günleri, yine galatasaray lisesi önünde toplanıyor bu güzel anneler.

elif karlı

bu kadının "erkek kadın fark etmez. aşk insanı affetmez. ne gerek var kavgaya. haydi eller havaya.eller havaya" diye giden bir şarkısı vardı. biseksüelliğin kitabını yazmıştı teee yıllar önce. piyasa, değerini bilmedi işte bu kadının. üzülüyorum. duşa girip ağlayacam. giden günlerim oldu. çok.

ayı sözlük'teki herkesi ayı veya ayısever sanmak

büyük bir gaflet uykusu. tez zamanda bu gaflet uykusundan uyanmalı şu fani bedenler.


edit çakayım şuraya:
sözlük yazarlığı tarihimin ilk tespiti oldu bu. kendimle gurur duyuyorum.

selahattin demirtaş

okuduğunu anlayamayanlar, bakıyorum da, ağızlarından salyalar akıta akıta açığını aramaya çalışıyorlar. şakaysanız komik değilsiniz; yok efendim, ciddiyseniz de çok komiksiniz.

bahsi edilen cümleden hemen sonra gelen tümceyi götünüzü aça aça okumanızı salık veririm. bak, ne diyor:
"biz pkk'yı terör örgütü olarak tanımlamıyoruz. ancak, sivilleri hedef alan eylemlerini terör olarak nitelendiriyoruz."

"faşo ağalık yapacağım, ille de nefret kusacağım" diye diye kendinizi heder ettiğiniz bu şerefli* yolda, idrak yollarınız da kapanmaya yüz tutuyor elbette. çok yazık.

ha, ben de seni** insan olarak tanımlamıyorum. ancak, nefes alıyor olduğun için bir organizma olduğunu kabul ediyorum. n'apalım.



*iki ş ve kelime sonuna olumsuzluk son eki eklendiğinde daha manidar oluyor. kıpskıpskıps.

**



ekleme: t = z

uzun saç

erkeklere hiç yakışmadığını düşünüyorum. bunun seksist (siz türkler ne diyor? ammm... ammm... cinsiyetçi?) bir bakış açısıyla alakası yok. yakışmıyor işte.
uzun saç ve erkek ikilisi,
ı ıh, olmuyor, olmuyor, olmuyor!

ingilizce bilmeyen yazarlar sözlükten uçurulsun kampanyası

i, here, would like to start a campaign in order to get rid of all those bloody effing bastards that use ayı sözlük and without a glimpse of shame, continue ignoring the fact that they do not know one tiny word from the most wondrous and wonderful language of them all: english.
their level of ignorance disgust me and the ones who agree with me. be it beginner or elementary, unless their level of english is upper-intermediate, those so-called writers should be kicked off from this marvelously interactive online dictionary if we all want to reach the top of encompassing civilizations.

hence i, lost soul, have started the campaign on change.org and would love all modernized writers to sign it:
http://www.change.org/p/dark-bear-panda-...

thank you for your cooperation.


tanım düzenlemesi:
ilginç kampanya.


ekleme:
şu ana kadar 2 ingiliz ajanının imza attığı kampanya. aym şakt.

editeyşın:
(bkz: ingilizce bilmeyen yazarlar rahatsız)

ingilizce ilahiyat

ehm. ikinci random gülüşüm geliyor ve buna götümüm iki seksi yanağı da eşlik ediyor: asdşlfksadşflkasdf.

her şeyden önce ingilizce ilahiyat programının haklılığını savunmak için mısır daki el ezher üniversitesi nin örnek gösterilmesi şaşılacak ve üzerine kahkahalarla gülünecek bir şey. niye? çünkü, sen kalkar üç beş yarrak kafalı adamın yönettiği ve onun bunun uşağı yaptığı mısır ı bana örnek gösterirsen, ben de gülerim.

el ezher üniversitesi lan! ve sen argümanının geçerliliğini savunmak adına bu üniversiteyi (üniversite demeye dilim varmıyor ya, neyse) örnek gösteriyorsun. daha 2010 yılında, bu yerin (kendisine üniversite deyip iltifat etmeyecem) hadis bölümü başkanı şöyle bir fetva veriyor: "kadınlar, aynı işyerindeki erkekleri emzirirse, akrabaya dönüşür, tacize uğramaktan kurtulur." o ye, dis iz naaays!
bu üniversite bozmasının daha birsürü vukuatı var da... konumuz kendileri değil.

"your argument is invalid, babe." diyeyim ben. ingilizce ilahiyat. ohuhuuuv! sanırım yine boşalacam. başka şeyler düşün. başka şeyler düşün.

hayır, o değil de... at gözlüklerinini az çıkarın yahu! kış zaten. güneş de pek yok. caaanım gözlerinize bir şey olmaz. merak etmeyin.

4-5 yıl içerisinde bu bölümden mezun olanlar ingilizce öğretmenliği yapacak. ingilizce öğretmenliği ve ingiliz dili ve edebiyatı okuyanlar da siki yerler artık afiyetle. "mmm, en azından kısa değil."

ulan! siz sanıyor musunuz ki bunlar güzelce okuyup, ilahiyat ile ilgili mezun olduktan sonra ne yapıyorlarsa onu yapacaklarını? sanıyorsunuz demek. valla muazzam. alkışlıyorum. ancak ben sanmıyorum. bu badem bıyıklı filintalara okudukları üniversitelerde formasyon dersleri verilecek. e onlar da bunu can-ı gönülden kabul edecekler elbette. sonra da kalkıp ingilizce öğretmenliği yapacaklar muazzam, harikulade, excellent and fluent ingilizceleri ile.

gazetecilik (ya da daha alakasız) bölümü okuyup, ingilizce öğretmenliği sertifika programına yazılıp ingilizce öğretmenliği sertifikası alan ve sonra da kpss yi geçip (kpss ile ilgili de birsürü şey denir esasında. neyse) ingilizce öğretmenliği yapan adamlar var bu ülkede. bu adamlar, kendi gençlerini ingiliz dili ve edebiyatı ve kültürü ile haşır neşir olmuş ingilizce öğretmenliği ve ingiliz dili ve edebiyatı okuyan gençlere tercih ederler elbette. daha geçenlerde doğunun amına koyan melleleri devlet memuru statüsüne kavuşturmadı mı bunlar? ha? gözünüz mü görmüyor, görmek mi istemiyorsunuz? az öngörülü olun yahu!

ben gidip az virginia woolf okuyayım diyecem ama yasaklanmalı bence hanımefendi. zira intihar dinimizce caiz değil. haksız mıyım? hmmm. oscar wilde? oooooo! asla olmaz. ibne o lan! yassak kardeşiiim! ibnelik dinimizce caiz değildir. cezası idamdır ve ibneler cehennemliktir.

harun yahya okumak varken, virginia woolf, oscar wilde, edgar allan poe de kim oluyormuş? hepsine kafam girsin.

"caiz değildir"in ingilizcesi ne ola ki hem? öğreneyim. ilerde lazım olur. badem bıyık yakışır mı bana sizce?

ingilizce ilahiyat

izninizle entry me random bir gülüş ile başlıyorum: ajsdklfjasdfkljasdf.

şimdiiii...
istanbul üniversitesi nde var bu bölüm. afili bir de adı varmış: theology in english. oh yeah babe, i am coming, i am coming!
bir yıllık ingilizce hazırlık sınıfından sonra dört yıllık lisans eğitimi veriliyormuş.

olay burda. göz atılabilir: http://egitimdeyapilanma.istanbul.edu.tr/mufredat.php?id=469

öyle bir gözüdönmüşlük belirmiş ki adamlarda yakın zamanda "ben ingilizce ilahiyat okudum ve ingilizce öğretmenliği yapıyorum" diyen adamlar türeyecek ortalıkta. bekleyip görün.

i came.
Henüz takip ettiği biri yok.