ilk ve son yolculuğum tam 13 saat sürmüştü. ben ki yolculukları seven biriyimdir. ister uzun, ister kısa olsun benim için keyifliydi bu yolculuğumda. kitabımı okumuş, insanlarla muhabbet etmiş, yeni şehirlerin içinden geçmiş, iklimlerin farklılığını görmüştüm. bir daha olsa gene giderdim.
halen daha bıraktığın gibi hatırlıyorum seni. farklı olan; daha çok büyüdüm, farklı gelen; senin evladın olduğum için gururluyum, farklı algıladığım; senin ismin geçtiği zaman, "baba" kelimesinin hecelerini işittiğim an artık daha az yaralanıyorum. alışılıyor baba, hayat herşeyi alıştırıyor insana, fakat onbir yıl önce bıraktığın, seni çok seven küçük oğlunum.
kabzasında bir haç olan bıçakla öldürülmüş bir adam... üstelik yanı başında bir kutsal kitap açık bırakılmış, satırlardan birinin altı adamın kanıyla çizilmiş ve kitabın kenarına bir azizin adı düşülmüş...
kavim'de olaylar böyle başlıyor işte. komiser nevzat, yardımcısı ali ve zeynep de olayı çözmek için hemen harekete geçiyorlar. ahmet ümit'in beklenen yeni romanında gizemli olaylar çerçevesinde işlenen cinayetleri aydınlatmaya çalışıyor kahramanlarımız. hıristiyanlık, süryanîlik, arap alevîliği gibi dinî konuların da rol oynadığı, istanbul'dan mardin'e uzanan, devletin derinliklerinde kurulmuş yanlış düzene çarpıp geri tepen ilginç bir soruşturma bu. işlenen cinayetler gizemli ve çarpıcı, ama kahramanlarımızın soruşturma sırasında karşılarına çıkan gerçekler daha da çarpıcı. çok heyecanlı, gerilimli bir polisiyeyle karşı karşıyayız, orası kesin. ama bu polisiye bize türkiye'nin yakın geçmişi ve bugünüyle ilgili de çok şey söylüyor. yani, ahmet ümit yine çok katmanlı ve çok sesli bir romana imza atıyor. kavim, hem polisiye severleri hem de tüm roman severleri mutlu edeceğe benziyor. -arka kapak-
"üç arkadaşın hikayesi bu. biraz da beyoğlunun hikayesi. beyoğlunun karmaşasının, bildik bilmedik köşelerin, ama en çok da insanların hikayesi. çocukluktan başlayan, mekanı yine beyoğlu olan bir dostluğun bugünü anlatılıyor beyoğlu rapsodisinde. üç farklı kişiliğin, üç farklı yasam tarzının birleştiği bir nokta bu dostluk. önce onları tanıyoruz, hayatlarına tanik oluyoruz. sanıyoruz ki, herşey her böyle doğal gidecek. sanıyoruz ki, hayat normal seyrini sürdürecek. ama gün geliyor, bir fotoğraf sergisi hayatlarını değiştiriyor." -arka kapak-
milene ya mektuplar kitabında sevgilisi milenaya yazdığı o sözler sizin yaşadığınız aşkları sorgulamaya itiyor. en duru sözler nasıl da etkiliyici olabilir anlıyorsunuz.
mavi adidas sırt çantam ve siyah adidas postacı çantamı kullanıyorum. kullanım şekilleri yer ve zaman etmenlerine göre değişiyor. kullanmadığım zamanlar da kendimi uzay boşluğun yürüyor gibi hissediyorum. i u bag
şu hayat kavgasında toz duman sürüklendim
nerdesin suna boylum, gözlerinde sevdam kaldı
öyle bir yaşamak ki kendimi zor büyüttüm
ayrılık vurgunda belli etmedeim ama ciğerim yandı
elleri sevdim sanma hatıran şahidimdir
ben yandım yar sen yanma
aşk amansız bir haindir
dünya yıkılsa, yıkılmaz aşkın bende
leyla yeniden can buldu bak sayende
verdiğin söz hükümsüz
geçmedi gönül senden
ettiğim aha inanma
sana hiç bir kötülük gelmez benden
1 yıl boyunca evinin balkonundan çektiği fotoğraflar yapı kredi sanatta sergileniyor. seçkiler arasında çokta albenisi olan görseller göremedim. birara taksime gidende gezilir artık. gezmek için son gün 27 nisan 2019
ne çok isterdim sözlük; babamla yaşayamadığım her fırsatı oğlumla oğlumla dedim, hep erkek çocuğum olsun isterdim- gerçekleştirebilmeyi. en basit anları dahi, zevkli hale getirebilen o mucize şeyle; dünyaya yeniden doğmuş gibi çocuklaşarak, huysuzlaşarak, mızıkçılık yaparak yaşamayı. çok hassasım bu konuda sözlük, tanıyamadım pek fazla ben babamı.
derler ya, parça parça hatırlanır işte öyle; bana arka odadan sataştığını duyar gibim halen daha hababam sınıfı başladı gel izleyelim hadi bende çocuk aklımla gitmezdim yanına. markete giderken onu koşullandırırdım baba çubuk kraker ve negro alacağız değil mi? o koskocaman cüssesiyle güler ve alırız ama fazla şey istemeyeceksin derdi, sesimi çıkarmaz, onun yanından yürürdüm. sanki korktuğum bir şeyler varda, onun haberi olmaksızın, beni koruyacağını düşünerek sırnaşırdım yanına, çocukluk işte. sonra o gece geldi çattı -pazar günlerini daha bir sevemez oldum o günden sonra- karşımda yığılıp kaldı o koskocaman adam ne olduğunu anlayamadan, idrak edemeden evde bir telaf, kalabalık bir güruh sonrası ise hissiz bir çocuk yüreği. hayatımda ki tek pişmanlığım onu o kapıdan çıkarırlarken ya bir daha göremezsem, son kez öpsem babamı, çıkarmayın kapıdan dedim. ama duymadılar, ambulans sesi çoktan mahalleyi baskısı altına almıştı.
gittiler
bende balkondan ona bakıyordum, vedalaştığımı bilseydim koşmaz mıydım arkasından. babam, yoktu artık. beni koruyacak kimse yoktu, bir baba-oğul görsem hep yüreğim burkulur. muhabbetini duysam o ortamdan gitmemek için zor tutarım kendimi.
sonra sonra anladım ki; yazarın dediği doğruydu;
işte bende ölüyorum, bir an önce ölmek istiyorum. babamın ardından başlayan bu ikinci hayatın bana neler getireceğini tam kestiremeden. belki de en zor ölümü yaşıyorum. bedenimin yarısını kaybetmiş, bir mucize; geri gel diye bekliyorum. gelmiyorsun, gelmeyeceksin bunu bilmek istemiyorum. kemiklerimi kırarcasına sımsıkı sarılmanı, öpmeni, kokunu, o güzel saçlarının tek bir telini rüyalarımda arıyorum. ve artık öğreniyorum; -öğreneli ve kavrayalı çok uzun yıllar oldu- babanın oğluna öğrettiği en son şeyin babasızlık olduğunu. ve yeniden doğuyorum. babasız bir hayata gözlerimi açıyorum; sensiz, yarım ve olgun..
kafada şekillenen, sorgusuz sualsiz tek anlamı oymuşçasına "terörist" tanımına yerleşen halk topluluğu. medeniyetsiz oldukları iddiası, medeniyeti sorgulatır bir halktır kürtler. medeniyetin doğduğu topraklarda bin yıllarca ikamet etmiş fakat gelinen noktada belleği zayıf olanların "medeniyetsiz!" ithamlarına maruz kalmışlardır. öyle bir milletiz ki; televizyon, gazete, sosyal ağlarda at gözlüklerimiz varmışçasına öylesine görmeye tahammül edemiyoruz ki bizden olmayan bir ötekini görmeye nefret söylemlerimiz hazır; o kürt çünkü; ülkeyi bölecekler ve kendi devletlerini kuracaklar. o kürt çünkü; pkk örgütlerine destek veriyor. akla kazınan şeyler, birçok nedeni sıralanabilir pekala. haklarında uyanan nefretin nasıl olup da bunca büyüdüğüne anlam veremediğim, veremeyeceğimdir. uyanın artık! bu safsatalar çok geride kaldı. eğer birşeyler yapabileceksen yap. lafla peynir gemisi yürümez söz konusu sadece kürtlük değil, unutma ki sende bir ötekisin. senin; aşağıladığın, yaşama hakkının olmadığını, hiçbir hukuki hakkın tanınmadığı yerde yaşıyorsun. aynı onlar gibi.
halen daha bıraktığın gibi hatırlıyorum seni. farklı olan; daha çok büyüdüm, farklı gelen; senin evladın olduğum için gururluyum, farklı algıladığım; senin ismin geçtiği zaman, "baba" kelimesinin hecelerini işittiğim an artık daha az yaralanıyorum. alışılıyor baba, hayat herşeyi alıştırıyor insana, fakat onbir yıl önce bıraktığın, seni çok seven küçük oğlunum.
ne çok isterdim sözlük; babamla yaşayamadığım her fırsatı oğlumla oğlumla dedim, hep erkek çocuğum olsun isterdim- gerçekleştirebilmeyi. en basit anları dahi, zevkli hale getirebilen o mucize şeyle; dünyaya yeniden doğmuş gibi çocuklaşarak, huysuzlaşarak, mızıkçılık yaparak yaşamayı. çok hassasım bu konuda sözlük, tanıyamadım pek fazla ben babamı.
derler ya, parça parça hatırlanır işte öyle; bana arka odadan sataştığını duyar gibim halen daha hababam sınıfı başladı gel izleyelim hadi bende çocuk aklımla gitmezdim yanına. markete giderken onu koşullandırırdım baba çubuk kraker ve negro alacağız değil mi? o koskocaman cüssesiyle güler ve alırız ama fazla şey istemeyeceksin derdi, sesimi çıkarmaz, onun yanından yürürdüm. sanki korktuğum bir şeyler varda, onun haberi olmaksızın, beni koruyacağını düşünerek sırnaşırdım yanına, çocukluk işte. sonra o gece geldi çattı -pazar günlerini daha bir sevemez oldum o günden sonra- karşımda yığılıp kaldı o koskocaman adam ne olduğunu anlayamadan, idrak edemeden evde bir telaf, kalabalık bir güruh sonrası ise hissiz bir çocuk yüreği. hayatımda ki tek pişmanlığım onu o kapıdan çıkarırlarken ya bir daha göremezsem, son kez öpsem babamı, çıkarmayın kapıdan dedim. ama duymadılar, ambulans sesi çoktan mahalleyi baskısı altına almıştı.
gittiler
bende balkondan ona bakıyordum, vedalaştığımı bilseydim koşmaz mıydım arkasından. babam, yoktu artık. beni koruyacak kimse yoktu, bir baba-oğul görsem hep yüreğim burkulur. muhabbetini duysam o ortamdan gitmemek için zor tutarım kendimi.
sonra sonra anladım ki; yazarın dediği doğruydu;
işte bende ölüyorum, bir an önce ölmek istiyorum. babamın ardından başlayan bu ikinci hayatın bana neler getireceğini tam kestiremeden. belki de en zor ölümü yaşıyorum. bedenimin yarısını kaybetmiş, bir mucize; geri gel diye bekliyorum. gelmiyorsun, gelmeyeceksin bunu bilmek istemiyorum. kemiklerimi kırarcasına sımsıkı sarılmanı, öpmeni, kokunu, o güzel saçlarının tek bir telini rüyalarımda arıyorum. ve artık öğreniyorum; -öğreneli ve kavrayalı çok uzun yıllar oldu- babanın oğluna öğrettiği en son şeyin babasızlık olduğunu. ve yeniden doğuyorum. babasız bir hayata gözlerimi açıyorum; sensiz, yarım ve olgun..
"şahin'in verdiği bilgiye göre 2007'de 775, 2008'de 474, 2009'da 197, 2010'da 101, 2011'de 106 ve 2012'de 24 çocuğun sokakta yaşadığı tespit edildi ve bu çocukların bakanlık hizmetlerinden yararlandırılması sağlandı. verilen bilgiye göre, 2012de en çok çocuğun sokakta yaşadığı il istanbul oldu. istanbulda 15, ankarada 5, izmir ve samsunda 2şer çocuk sokakta yaşıyor."
bu tespit neye göre yapıldı sorarım size, şaka yapıyorsunuz demi bakanım? oturduğunuz makam koltuğu alçak sanırım, görememenizi normal karşılıyorum. çıkın bir sokağa da tespitinizi kendiniz yapın! lafla peynir gemisi yürümez!
sözlük, amaç çizgisinden saparak daha başka şeylere yönelip, bir araç muamelesi görmesi üzerine bir süredir entry girmememe sebep olan, doğal akış sürecimdir. son zamanlarda özgür bir platform olmasının hiçbir yansımasını göremediğim ve benim gibi düşünen onca yazarın da aynı düşünce de olduğunu düşünüyorum. sözüm ona; yaptıklarımı göz önüne sermekten çekince duymuyorum. bunu gizleyip örtbas etmekte hatasını bilmez kişilerin yapabileceği bir davranıştır. bir şekilde, eski enerjisini kaybeden sözlüğe birer atıfıımdır illegal sözlerim. sözlük kendi kurallarından bahsederken; kurallara uyulmaması, yazarların * başka zaaflarını gidermek ve bunlara çözüm yolu olarak sözlüğü mekan bellemekte bir etkendir.
1-karamsarlık, kişinin kendi penceresinden baktığı dünya ile alakalı. her pencere farklı bir duygunun tasarımı, ve bu tasarımı önceden nasıl ele aldığında ilişkili de biraz.
2-kendimden yola çıkarak bunu açıklamaya çalışayım; fil hafızası derler ya öyle bir hafızaya sahibim. kişi, olay, mekan farketmeksizin çoğu şeyi hatırlarım. bunun ne işe yaradığını bilmiyorum, ya da hafızamın neden bu denli geçmişteki şeyi, bana hatırlattığını bilemiyorum. kindarlık değil bence. eğer bu hafızanın hatırlattıklarını karşı tarafa öc alırcasına, planlı ve kumpas kurar gibi pusuda bekler gibi zamanını bekliyorsan kindarsındır. ben hatırladıklarımı unuturum çoğu zaman, o kişiyi gördüğüm zaman hep hatırlarım ve kendime göre de, savunma mekanizması yaratırım ya da bir önlem. kötü olmadım hiçbir zaman, çoğu zaman kötülük kindarlığı doğurur.
her zaman kendine söylediğin ve her seferinde inandığın en iyi yalanın nedir?