hala daha öğrenci evimde kalıyorum. aile evime dönmedim. arada depresif çoğu zaman koy kıça tekme modunda oluyorum. yaramazlık hiç yapmıyorum. ama sigara yaktırtanlar oluyor. gece oluyor, çapraz yatıyorum yatakta fotoğraflarına bakıyorufkjfhfhf tabii ki yalan. gece sarılmalık bi arkadaş arıyorum esra hanım, ortamı sevmiyorum çünkü sanmıyorum, onların düşüncelerinin benim kalbimin mazotuna yeteceğini...
dün taksimde sevdiğim insanları kaybetmekten korktum. kalabalığın içinde polise karşı yürürken aklımda hep aynı düşünce döndü. acımasızcaydı. fiziksel ve psikolojik baskıları insani değildi.
madonna'nın bombası. klip ölümüne haz veriyor, şarkıya kliple alışıyorsunuz. ya da işin içinde nicki minaj olduğu için bu şekilde düşünüyorum. nicki'nin kısmında dünyevi bağlarımı koparıyorum çünkü. nicki is my princess.
tasarım yaparken kutsal kitap gibi görürsünüz. 2 yıl sonra leş atıyor. safari videoları açmaya çalışırken sizinle dalga geçiyor, programın açılması dakikalarınızı alıyor. şu an tek işime yaradığı nokta kırıntıları klavyede çok rahat biriktirebilmesi.
yıl 2013, ağustos ayında ömrümün en kötü ayrılığını yaşadım. ankara'lı bir sevgilim vardı. ben bursa'daydım. ortak buluşma şehrimiz eskişehirdi... işin en ilginç tarafı ise "titanic - rose's theme" müziğini ikimizin de sapık gibi seviyor olmasıydı. o sıralar garip bir uyum diye geçiştirmiştim. ayrıca istanbul'dan nefret ettiğini her seferinde bana söylerdi. geçen yıl kadıköy'de antin kuntin şeyler bakmak için küçük yerleri dolaşıyordum. o sırada kulağımda tek kulaklıkla rose's theme'i dinliyordum. t-shirtün fiyatını sormak için başımı kasaya çevirdiğim anda kapıdan içeri girdi. onu gördüğüm an derler ye kafam yandı diye aynı o hisse kapıldım. o an bana acı veren şey nefret ettiği koskoca istanbul'da onunla denk gelmem olmadı, müziği iliklerime kadar hissettirmesi oldu.
gece gece oturdum düşündüm. hani insanın kendiyle yüzleştiği zaman aralığı derler. şimdi şurda kime sorsak, büyük çoğunluk yalnız, mutsuz ve ilişkisizlikten yana derdi var. buna ben de dahilim. madem bu kadar depresif dolu fikirlere bürünüğüz niçin iki yakınan kişi birlikte mutlu bir hayat süremiyor? neden olmasın? ya kişinin kendi egosu, ya da karşıdan beklediği anlamsız bir adım. sırf bu yüzden kendimizi yalnızlığa tutsak ediyoruz. karşımıza hayallerimizde kurduğumuz tip veya karakterin çıkması olanaksıza yakın. bunlar çok güzel düşünceler olabilir bizler için ama karşına çıkacak kişiyi hiçe sayacak kadar da bencilce bir düşünce. fiziksel olarak dibini düşüren insan karakteriyle seni dibe batırabilir, veya tam tersi. bırak her insanı tanımaya çalış, seni - beni biz yapacak cinsten bir ruha sahipseniz, kim umursar beyaz atlı prensi? işin acı kısmı da bilincinde olup hâlâ aynı hareketlere kusursuzca devam etmek... kendimizi bir tık aşabilsek iki mutsuz insanın mükemmel hayatına şahit olacağız zaten. şöyle eksiksiz bir huzur istiyoruz. turşu suyuna baklava batırmak gibi bir şey. eksiksiz huzur olmasın. tartışma olmadan birbirini tanıyamazsın. maksat o tartışmayı hemen bir sona getirmek değil, yeni bir başlangıca dönüştürmek.